Yağmur
Kız kardeşim kayıptı. Onu bulmak için ise ne yazık ki Türkiye’nin en tehlikeli kumarhanesi olan “Cehennem” Kumarhanesine garson kılığında girmek zorunda kaldım.
Irmak’ımı bulmam gereken yer burasıydı. Çünkü Irmak son aramasında “Abla yardım et, cehennem kumarhanesinde mahsur kaldım.” demişti. Kötü yola düşürüldüğü için suçlu o değildi. Kuzenim ve o pis sevgilisinin suçuydu.
Garson kıyafetinin naylon kokusu burnumda, ter içindeki tenimle yapış yapış oldu. Ellerim titriyor, kristal bardaklar hafifçe şıkırdıyordu. Gözlerim her kapıyı, her yüzü tarıyor. Irmak’ın o çocuksu tavırlarını, kumral saçlarını ve minyon yüzünü arıyorum bu devasa büyüklükte ama oldukça güzel olan kumarhanede.
Sonra onu gördüm.
Köşede, siyah mermer bir masa başında kumral, ince yapılı bir kız. Gözleri irice açılmış, karşısında oturan tehlikeli bir adamın buz gibi bakışları altında eriyordu. Adam, alçak ve tehditkâr bir sesle ona bir şeyler soruyor, kız ise korkudan tek kelime edemiyor sadece titriyordu. O an, o kız Irmak’ın ta kendisiydi gözümde. Aynı çaresiz bakış, aynı korkuyla titreyen dudaklar...
Kalp atışlarım kulaklarımda uğuldadı. Yapamam. Kendimi ele veremem. Ama ya buradaki kötü adamlar ona bir şey yaparsa... Irmak’ımı bir daha asla bulamazsam?
Aklıma bir plan aniden düştü, çılgınca ve tehlikeliydi. Hem o kızı o anda kurtarır, hem de dikkatleri başka yöne çekebilirdim. Tepsideki dolu şarap bardaklarından birini aldım. İçimdeki korkuyu zorla bastırdım. Adımlarımı, doğrudan onlara doğru yönelttim.
“Affedersiniz,” dedim sesim bir parça titrek çıktı.
Sonra, ayak bileğimi hafifçe büktüm. Dengemi kaybetmiş gibi yaptım. Kırmızı şarap kusursuz beyaz gömleğinin üzerinde bir leke gibi değil, bir kan gibi aktı. O an, odadaki tüm sesler adeta kesildi. Sanki zaman dondu.
Adam yavaşça, çok yavaşça bana döndü. Kahretsin o an kim olduğunu gördüm. Bu adam mutfakta bize şefin, buranın sahibi olarak dikkat etmemiz gereken kişiyi gösterdiği adamdı.
Buranın sahibi.
Asil Denizhan.
Tüm bedenim titremeye başladı.
Sorguladığı kumral kızı anında unutmuştu ben yanlarına gelince. Tüm dikkati, tüm öfkesi şimdi benim üzerimdeydi. Gözleri... Allah’ım o gözler. Öfkeyle parlayan çelik renkli gözler. İçimde ki tüm cesareti korkudan donarken, bir başka şey bu adamın karşısında titriyordu.
“Özür dilerim,” dedim bu seferki titreme gerçekti. “Ayağım takıldı...”
Sözümü bitiremedim. Bakışları, sözcüklerimi dondurdu. Eteğimden yüzüme ve şarap lekeli ellerime kadar süzdü beni.
“Demek öyle,” diye fısıldadı sesi tehlikeli bir tondaydı. Sonra, hiç beklenmedik bir şey söyledi. “ Beni takip et. Gömleğimi temizleyeceksin.”
Oyun başlamıştı. İlk hamleyi ben yapmıştım, ama son hamleyi asıl o yapacaktı. Peşinden giderken, üzerimde hissettiğim o yakıcı bakışın, sadece bir gömlek lekesi yüzünden olmadığını biliyordum. Beni test ediyordu. Ve ben, Irmak’ı bulmaya bir adım daha yaklaşmak için, bu tehlikeli dansa katılmak zorundaydım.
...
Kapı ardımdan kapandığında, ses kesildi. Dışarıdaki kumarhanenin lüks cehennemi buranın sessiz, basınçlı gerilimiyle yer değiştirmişti. Bir anda masaya koyduğu telefonu çalmaya başladı. Asil Denizhan, bana arkasını dönerek masanın üzerindeki telefonuna uzandı. Ben ise hâlâ kapıya yapışmış, kaçma dürtüsüyle nefes alıp veriyordum.
“Evet?” dedi telefona sesi dışarıdaki gibi yapay bir nezaket bile taşımıyordu. Sadece güç ve emir vardı.
O konuşurken, fırsat doğmuştu. Bana gözleriyle verdiği ilk emiri yapmalıydım. Temiz gömlek. Bunu başaramazsam, şüphesi katlanırdı. Hızlıca ama sessiz adımlarla odayı geçip gardıroba yöneldim. Ahşap kapıyı açtığımda, onlarca beyaz gömlek, askılarında mükemmel bir düzende sıralanıyordu. Hepsi aynıydı gözümde pahalı ve kusursuz. Sanki bir üniformaydı.
“O işi halledin. Detay duymak istemiyorum.” Asil’in sesi odanın diğer ucundan geliyordu.
Elimi uzatıp en üsttekilerden bir gömleği aldım. Kumaş yumuşacıktı ama elimi ateş gibi yakıyordu. Tam kapıyı kapatacakken gözüm köşede asılı duran siyah, daha az resmi bir gömleğe takıldı. Onun gibi, karanlık ve tehditkâr. Sırtımda bir ürperti hissettim. Hızlıca kapattım ve döndüm.
O hâlâ telefondaydı pencereden dışarıya, İstanbul’un ışıklarına bakıyordu. Sırtı bana dönüktü. O bir anlık savunmasızlık, kaçıp gitmek için mükemmel bir andı. Ama yapamazdım. Irmak’ın yüzü gözlerimin önüne geldi. Bu adamın gölgesi altına girmek, onu bulmak için ödemem gereken bedeldi.
Gömleği sıkıca tutup yerimde kaldım, onun konuşmasının bitmesini bekledim. Kalbim, gardırobun önünde dikilirken bile hâlâ deli gibi atıyordu. Şimdi, asıl sınav başlamak üzereydi.
Her nefes alışımda onun gücünü içime çektiğimi hissediyordum. Asil Denizhan koltuğuna gömüldü ve ıslak gömleğinin altından görünen kaslı vücuduyla bir kral gibi oturuyordu. Bakışları tenimde yanıklar bırakmaya başladı.
“Yaklaş.”
Sesi odanın lüks halılarını yırtarcasına keskin, buz gibi ve bir o kadar da cazibeliydi. Adımlarımı zorla atarken, her birinin bana geri dönüşü olmayan bir uçuruma doğru attırdığını biliyordum. Gömleğini çıkardı, yere attı. Vücudu, her biri hikayeler, tehlikeler anlatan izlerle doluydu. Nefesim kesildi.
“Gömleğimi mahvettin. Şimdi temizle.” dedi.
“Yeni bir gömlek getirdim efendim.” derken sesim titriyordu.
“Yeni gömlek istemiyorum,” bunu söylerken bakışları hiç olmadığı kadar tehlikeliydi. “Beni temizle.”
Donup kaldım. Ellerim titrerken havluyu aldım. Yaklaştım, yaklaştım... O kadar yakındık ki nefesimizin sıcaklığı havada dans ediyordu. Parmak uçlarım tenine değdiğinde, ikimiz de aynı anda irkildik. Dokunuşum bir özür, bir meydan okuma, bir yalvarıştı aynı zamanda.
Gözleri dudaklarımdan ayrılmıyordu. Her dokunuşumda kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Sonra parmaklarım eski, derin bir yara izine geldi şarabı silerken. Duraksadım.
“Korkuyor musun?” Fısıltısı tenimde geziniyordu.
“Hayır.” Yalanım odayı doldurdu.
Aniden bileğimi yakaladı. Havlu yere düştü. Teması elektrik çarpmış gibi hissettirdi. Kaçamayacağımı, kaçmak istemediğimi anladım o an. Gözlerinde gördüğüm şey sadece tehdit değil, aynı zamanda açlıktı.
“Yalan söylüyorsun,” diye fısıldadı. “Ama... ilginç. Gözlerinde korkudan daha fazlası var. Merak mı? Yoksa cesaret mi? Çünkü buraya ait değilsin.”
Cevap veremedim. Beni kendine çekti... Burnumun ucuna kadar yaklaştı. Dünyanın en tehlikeli adamının nefesini içime çekiyordum.
“O kıza neden yardım ettin? Kimsin sen?” Sesindeki tehdidin altında keşfetmeye dair gizli bir arzu vardı. “Sıradan bir garson değilsin. Sıradan hiçbir şey yok sende. Ya da fazla sıradan kalıyorsun benim bildiklerimin yanında.”
Çenemi hafifçe kavradı. İtiraz etmedim. Edemedim. Irmak’ı düşündüm, kardeşimi... Ona ihanet etmemek için buradaydım ama şu an her şeyi unutuyordum.
“Cevap vermene gerek yok,” dedi dudaklarıma bir santim kala. “Zaten öğreneceğim. Ama şunu bil... bu gece başlattığın oyun, senin sandığın gibi bitmeyecek.”
Nefesim kesilmişti. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibiydi. Beni serbest bıraktı ama zihnimi, ruhumu esir almıştı çoktan. O an aklıma bir fikir geldi. Tehlikeliydi ama hazır onun ilgisini çekmeyi başarmışken... Belki biraz samimiyet kurarsam, kardeşim konusunda yardımcı olurdu. Belki de o kadar da acımasız değildi.
Belki... Kendimi ona verirsem, kardeşim kurtulurdu. Şu an için aklıma gelen en mantıklı seçenek sanırım buydu.