📕 İLK KAVGA, İLK SINAV

2774 Kelimeler
📖 3. BÖLÜM – İLK KAVGA, İLK SINAV Ben hep sanırdım ki… Bizim kankalığımız sadece kahkaha, tatil, aile kahvaltısı ve dalga sahnelerinden ibaret kalacak. Meğer gerçek dostluk, en çok da kalbinin acıdığı yerde belli oluyormuş. Bunu ilk kez ortaokulun son senesinde anladım. Sınav Senesi Başlıyor Sekizinci sınıfa geçtiğimiz gün, herkesin yüzü aynı cümleyi söylüyordu: “Liseye geçiş sınavı, dershane, deneme sınavı, puan, tercih…” Benim kafamda ise tek bir cümle vardı: “Derin’siz bir lise düşünemiyorum.” Yıllardır aynı sırada, aynı kantinde, aynı koridorda yürümüştük. Tatile bile ailecek beraber gitmiştik. Benim için “gelecek” demek, yanında Derin olan bir hayat demekti. Bir gün okul çıkışı yolun köşesinde durduk. İki elimizi de çantalarımızın sapına sıkıca geçirip birbirimize baktık. “Derya,” dedi Derin, “Biz aynı liseye gideceğiz, değil mi?” Sanki boğazıma kocaman bir düğüm oturdu. Gülmeye çalıştım. “Tabii ki kanka. Biz hep yan yanayız. Aynı üniversite, aynı meslek, aynı apartman… Lise mi ayıracak bizi?” Ama içimden bir ses fısıldıyordu: “Ya olmazsa?” Dershane Günleri Bir süre sonra ikimizi de dershaneye yazdırdılar. Farklı şubelerde olsak da teneffüslerde aynı masaya çöker, test kitaplarını açar, ama yarım saat içinde muhabbete dalardık. Ben: “Kanka, Türkçe paragraf beni boğuyor.” Derin: “Matematik beni öldürüyor. Hadi anlaşma yapalım, ben sana paragraf anlatayım, sen bana denklem.” Ben masaya eğilip kalemi sallardım: “Avukat olacağız sonuçta, denklem çözemeyen avukatı kim takar?” Derin gülümserdi: “Konuşmayı sen yaparsın, ben toparlarım.” Böyle böyle birbirimizi ite kaka çalıştırdık. Ama fark etmeden, içimize küçücük bir kıyas tohumu da ekildi. “Kim Daha İyi?” Baskısı İlk deneme sınavı açıklandığında, panoya asılmış listelere bakarken kalbim deli gibi atıyordu. Sınıf arkadaşları isimlerini arıyor, kim kaçıncı olmuş tartışıyordu. Gözüm Derin’i buldu. “Kaçıncı sıradasın?” “Üçüncü.” dedi, utangaç bir gururla. Ben biraz aşağıya indim, kendi ismimi aradım. Beş numarada adımı görünce hafif bozulup belli etmemeye çalıştım. “Vay be kanka!” dedim, “İlk üçe girmişsin. Alev almış beyin.” Derin, “Sen de ilk beştesin işte,” dedi, “Sanki fark varmış gibi…” Ama yan taraftan bir ses geldi: “Zaten belli, Derin daha sakin. Derya biraz fazla dağınık, o yüzden notları oynar.” Bu cümle bir anda içime oturdu. Hiç tanımadığım biri, bir cümlede beni “dağınık, dengesiz, geri kalan” diye özetlemişti. Gülüp geçtim. Ama o gün içimden şu sessiz cümle geçti: “Ben kimsenin gölgesinde kalmam.” İlk Çatlak Akşam evde ders çalışmaya çalışırken, zihnim sürekli aynı yere gidiyordu: “Ya Derin benden iyi bir liseye giderse?” Telefon elimde, mesaj kutusuna bakıyordum. Derin yazmıştı: “Kanka, bugün deneme fena değildi. Ama matematikte yine saçmaladım. Sen nasıldın?” Bir an içimden geçenleri yazmak istedim: “Çok bozuluyorum, senden geri kalmak zoruma gidiyor.” Sonra sildim. Onun yerine şu cümleyi gönderdim: “İyiydim kanka ya, idare eder. Daha iyi oluruz.” Yalan değildi belki ama tam da gerçek değildi. İlk kez ona içimde olanı tam anlatmıyordum. Liseye Doğru Zaman hızlandı. Denemeler, etütler, veliler, öğretmenler… Herkes ağzına aynı kelimeyi pelesenk etmişti: “Kazanmanız lazım.” Bizimki ise hep şuydu: “Beraber kazanacağız.” Bir gün akşamüstü, Derin’lerdeydik. Masada test kitapları, yanında çay ve kurabiye… Bir süre sessizce çözdük, sonra ben kitabı masaya bıraktım. “Kanka,” dedim, “Bir şey soracağım… Samimi.” “Sor,” dedi, elindeki kalemi bırakıp bana döndü. “Ya biz aynı liseye gidemezsek? Sen başka okula, ben başka okula… Ne olacak?” Bir an sustu. Gözleri duvara kaydı. Sonra derin bir nefes aldı. “Olur da ayrı okula gidersek…” dedi, “Bu bizim sonumuz değil ki. Biz sokak değiştirdik diye kalp değiştirmeyiz.” Ben dudak büktüm: “Her gün aynı koridorda yürümemek koyar ama.” Derin gülümsedi: “Kanka, kader bize ayrı sokak yazsa bile, biz yolu birbirimize çevirmenin yolunu buluruz. Sen bana, ben sana gelirim. Olmadı ara tatilde yatıya gelirsin. Olay çıkarırız.” Yine güldük. Ama ikimiz de biliyorduk: İçimizde korku vardı. Son Büyük Sınav Sınav günü yaklaştıkça, evin havası bile değişmişti. Annem dizi izlerken bile sesini kısıyor, “Derya ders çalışıyor” diyordu. Derin’le daha az konuşur olduk. Aramalar kısaldı, mesajlar gecikti. Kimse “küsüz” demiyordu ama ikimiz de kendi içine kapanmıştı. Sınavdan bir gece önce, telefonuma bir mesaj düştü: “Buraya kadar birlikte geldik kanka. Yarın ne olursa olsun, biz yine biziz. Tamam mı?” Ben ekrana bakıp uzun süre yazamadım. Sonra şu cevabı verdim: “Tamam. Yarın değil, her gün yanındayım.” Sabah olduğunda ikimiz de başka binalarda, başka sıralarda, aynı kitapçığa bakıyorduk. Kalemlerimiz farklı kağıtlarda, kalbimiz aynı yerdeydi. Sonuçlar Sınav sonuçları açıklandığı gün, evdeki internet bir anda çok kıymetli oldu. Benim elim titriyordu. Şifremi girdim, ekrana baktım. Puanım fena değildi. İyi bir Anadolu lisesine rahatlıkla yetiyordu. Hemen Derin’i aradım. Telefon açılmadı. Sonra o beni aradı. “Sen ne yaptın?” “Fena değil,” dedim, “Sen?” Derin bir an sustu. Sonra sessiz bir gururla: “Bir tık senden yüksek sanırım.” İçimden ilk geçen cümle şuydu: “Biliyorum, zaten hep biraz öndeydin.” Ama söylemedim. “Helal olsun be!” dedim, “Zaten bekliyordum. Güzel çalıştın.” O an sesinde hafif bir tereddüt hissettim: “Kanka bozulmadın, değil mi?” Gülmeye çalıştım: “Niye bozulayım deli? Sonuçta ikimiz de iyi aldık. Önemli olan ikimizin de istediği yere gidebilmesi.” Ama o cümleyi kurarken kalbimde hafif bir sızı vardı. Kendime kızdığım bir sızı. Tercih Listesi Krizi Okulda rehberlik odasında tercih formları dağıtıldı. Hocalar, “Puanınıza göre şurayı yazın, evinize yakın olsun, ulaşım kolay olsun,” diye konuşuyordu. Benim listemin başına yazdığım lise ile Derin’in liste başı tutmuyordu. Benim aileme yakın olan okulla, onların evine yakın olan okul farklıydı. Bir gün okul bahçesindeki bankta otururken, birbirimizin listesine baktık. “Sen bunu mu yazdın birinci sıraya?” diye sordum. “Evet,” dedi, “Evimize daha yakın, puanı da iyi.” “Ben şunu yazdım,” dedim, kendi sayfamı gösterip. Derin kaşlarını kaldırdı. “Kanka… Bizim okulla seninki farklı.” Omuz silktim: “Biliyorum. Sen oraya yakınsın, ben buraya. İkimiz de evimize göre yazıyoruz işte.” Aslında içimden geçen şuydu: “Niye benimle aynı okulu yazmadın?” Ama gurur denen şey, bazı cümleleri boğazına oturtuyor. İlk Gerçek Kavga Tercih dönemi boyunca gergindik. Bir gün telefonda konuşurken patladı. Derin: “Sen isterdin ki ben senin yazdığın okulu yazayım, değil mi?” “Ne var bunda?” dedim. “Yıllardır aynı sıradayız.” “Derya,” dedi, “Ben senin için kendi hayatımdan vaz mı geçeyim?” Bu cümle kafama çarpan bir taş gibi oldu. “Ben hayatınsın demedim ki!” dedim. “Sadece… birlikte olmak istedim.” O da yükseldi: “Ben de istedim! Ama ailem, yol, servis, güvenlik… Bin tane şey var. Her şeyi seninle aynı olsun diye ayarlayamam ki.” Sustum. İçimden bir yer incinmişti. Sonra ağzımdan, keşke çıkmasaydı dediğim o cümle döküldü: “Tamam o zaman. Sen kendi hayatını yaşa. Ben de kendiminkini yaşarım.” Derin sessiz kaldı. Sadece nefesini duydum. “Demek öyle,” dedi. “Peki.” Telefon kapandı. O gece defterime şunu yazdım: “İlk kez gerçekten kavga ettik. Ve bu sefer şaka değil.” Tecrübe Konuşuyor (Not 1) Bazen en çok sevdiğin insanı, en çok sen kırarsın. Çünkü kalbinde en çok ona yer açarsın. Daralan hep orası olur. Ayrı Okul, Aynı Durak Sonuçlar açıklandığında, ikimizin de listesine göre istediği liseye yerleştiği haberi geldi. Ama okullar farklıydı. Mahalleler ayrı, servisler ayrıydı. İlk gün kendi okul formamı giyerken, Derin’i düşündüm. “Şimdi o da başka bir yerde aynı heyecanı yaşıyor.” Kapının önüne çıkınca annem, “Hadi kızım, geç kalma,” dedi. Yolda, arabaların arasından geçen servislere baktım. Sonra bir köşede duran tanıdık bir yüz gördüm. Derin de, kendi servisinin yanında durmuş, yolu izliyordu. Beni gördü. Ben de onu. İlk refleksim koşmak oldu. Ama gurur dediğimiz o saçma şey, adımlarımı yavaşlattı. Yanına vardığımda ikimiz de aynı anda aynı cümleyi kurduk: “Naber?” Kısa, düz, mesafeli bir “Naber”. Oysa biz bir zamanlar dondurma düşürüp omlet devirmiş insanlardık. Bir süre sustuk. Sonra o dayanamayıp sordu: “Bana hâlâ kızgın mısın?” Gözlerimi yere indirdim. “Bilmiyorum,” dedim. “Kendime mi, sana mı… Karışık.” Derin derin bir nefes aldı: “Ben de kızgınım. Ama en çok sana değil, şartlara. Sanki ne yaparsak yapalım bizi ayırmaya çalışıyorlar gibi.” Başımı kaldırdım. “Peki biz ne yapacağız?” “Bilmem,” dedi, “Belki de ilk kez gerçekten büyüyeceğiz.” Sonra beklemediğim bir şey yaptı. Çantasından kelebek bilekliğini çıkardı. Benim güneş bilekliğimi tutan bileğime baktı. “Bak,” dedi, “Okul rozetimiz farklı olabilir. Formamız farklı olabilir. Ama bu bileklikler aynı. Ben seni okul listesiyle değil, kalbimle seçtim. Bunu unutma.” Boğazım düğümlendi. “Ben de bazı cümleleri sinirimle söyledim,” dedim. “Kalbimle değil. Özür dilerim.” O da gülümsedi: “Ben de. Galiba ikimiz de ilk kez gerçekten korktuk, Derya.” “Ne için?” diye sordum. “Birbirimizi kaybetmekten.” Servislerin kornaları çaldı. Şoförler bağırıyordu. “Derin, hadi kızım!” “Derya, geç kalacaksın!” Vedalaşmak için bir saniyemiz vardı. O bir saniyeye bütün çocukluğumuzu sıkıştırdık. Sıkıca sarıldık. “Akşam arıyorum.” dedi. “Ben de seni,” dedim. “Ders çalışmadan önce, kahkaha molasında.” Gülümsedik. O kendi servisine, ben kendi servisine bindim. Yollar ayrıldı, yönler değişti. O gün anladım ki: Gerçek kankalık, aynı okulda olmak değilmiş. Aynı durağa sığamayan iki kalbin, aynı noktada buluşmaya devam edebilme inadıymış. Lisenin İlk Günleri – Uzaktan Kankalık Yeni okulumun kapısından içeri girerken, içimde kocaman bir boşluk vardı. Kalabalık, yeni yüzler, farklı bir bina… Herkes birbiriyle tanışmaya çalışırken, ben “Derin burada olsaydı ne derdi?” diye düşünüyordum. Öğle arasında bahçede bir banka oturdum. Telefonumu çıkarıp ona mesaj attım: “Hayatta kalabildin mi?” Cevap hemen geldi: “Çok ilginç, ben de sana aynı şeyi soracaktım.” Sonra birbirimize fotoğraf attık. Ben, arkamda yeni okulun tabelesiyle; o, kendi okulunun bahçesinde. İkimizin de bileklerinde aynı bileklikler vardı. Farklı fonda, aynı detay. Bu küçük şey bile içimi rahatlattı. Akşam olunca, video konuşma açtık. İlk gün raporu veriyorduk. “Bizim sınıfta biri var, çok suskun,” dedi Derin. “Yanına otur dedim, yüzü kızardı. Sen olsan kesin rahatlatırdın çocuğu.” “Bizim sınıfta da kendini çok havalı sanan bir kız var,” dedim. “Her lafa karışıyor. Sen olsan gözlerini devirirdin.” Gülüştük. Farklı okullarda, aynı sahneleri yaşamaya başlamıştık. Aramızdaki tek fark, artık bunları teneffüs arasında değil, telefonda paylaşmamızdı. Sosyal Medya Sessizliği Zaman geçtikçe yeni arkadaşlar da hayatımıza girmeye başladı. Okul grupları kuruldu, sınıfın w******p sohbetleri, fotoğraflar, story’ler… Bir gün Derin’in story’sinde yeni sınıfıyla çekilmiş bir fotoğraf gördüm. Yanında kızlar, arkada erkekler, herkes kahkaha atıyordu. Altına da, “Yeni ailem.” yazmıştı. İçimden bir şey çekildi sanki. Kalbimin ucundan tutup çektiler. Hemen yazmak istemedim. Sadece izledim. Birkaç gün sonra ben de kendi arkadaş grubumla fotoğraf paylaştım. Altına, “Deli dolu sınıfımdan selamlar.” yazdım. Derin görmüş ama yanıt yazmamıştı. Ben de onun story’lerine bakıp geçiyordum. İkimiz de birbirimizin hayatına uzaktan bakıyor ama eskisi kadar ses vermiyorduk. İlk defa aramızda “sessizlik” diye bir şey oluşuyordu. Bu, gürültüyle büyüyen iki kız için çok yabancı bir histi. Yanlış Anlaşılan Bir Fotoğraf Bir gün benim sınıftan Emre, teneffüste omzuma hafifçe vurup şaka yaptı. Biz de gülerken yanımızdan biri fotoğraf çekmiş. Akşam o fotoğraf, sınıf grubunda paylaşıldı. Ben de alıp story’e attım, altına da şaka olsun diye, “En manyak sınıf arkadaşı ödülü Emre’ye.” yazdım. Story birikti, mesajlar geldi. Derin’den de bir bildirim düştü: “Gördüm.” Bu kadar. Sadece “Gördüm.” Ben de gıcıklığı tuttum: “Ne gördün kanka? Çocuğu döveyim mi, ne istiyorsun?” “Yok,” yazdı. “Sadece gördüm işte. Yeni arkadaşlarınla bayağı eğleniyorsun.” Altına gülücük koymuştu ama o gülücüğün samimi olmadığı çok belliydi. Ben de gurura sarıldım: “E eğleneyim tabi. Okulda ağlayacak halim yok ya.” Yazıp bıraktım. Telefonu yüzüstü yatağa attım. Aslında canım yanmıştı. O gün defterime şunu yazdım: “Derin beni kıskanıyorsa, bu iyi bir şey mi, kötü mü bilmiyorum. Ama ben onu kıskandım diye suçlayamam. Çünkü ben de onun story’lerindeki herkesi biraz kıskanıyorum.” Kıskançlık, dostluğun düşmanı gibi görünür ama aslında bazen şunu söyler: “Sen benim için hâlâ kıymetlisin. Yerini doldurduğunu sanma kimsenin.” Sorun kıskançlıkta değil, onu konuşmamayı seçen iki inatçı kalpte. Doğum Günü Daveti Aylar geçti. Lisenin ilk yılı bitmek üzereyken, benim doğum günüm geldi. Annem pasta siparişi verdi, ev süslendi, sınıftan birkaç kişiyi çağırdım. Ama içimde tek bir soru vardı: “Derin gelecek mi?” Günler öncesinden mesaj attım: “Kanka, cumartesi 4’te doğum günü bende. Geliyorsun, nokta.” Bir süre cevap gelmedi. Sonra, “Bakarız,” diye yazdı. Normalde “bakarız” demek onun sözlüğünde “Geliyorum” demekti. Ama bu sefer ton farklıydı. Doğum günü günü ev doldu. Müzik, kahkaha, fotoğraflar… Ben gülüyordum ama gözüm sürekli kapıdaydı. Saat beşe geliyordu, Derin yok. Altı oldu, hâlâ yok. İçimden, “Herhalde gelemeyecek,” dedim. Telefonumu elime aldım, ama yazmadım. İnat başka bir şey. Tam pastayı keserken kapı zili çaldı. Annem, “Bir misafir daha,” dedi. Kapı açıldı. Derin, elinde küçük bir paketle kapıda duruyordu. Saçları dağınık, gözleri yorgun, ama yüzünde tanıdık o gülümseme vardı. “Geç kaldım biliyorum,” dedi. “Biliyorum, rezilim. Ama gelebildim.” O an her şeyi bırakıp ona sarıldım. Diğerleri vardı, müzik açıktı, kameralar çekiyordu ama umurumda değildi. “Kanka…” dedim, “Sen gelince doğum günüm yeni başladı.” En Sert Cümle, En Yumuşak İç Herkes dağılırken, biz balkona çıktık. Şehir ışıkları yanmıştı. Uzaktan gelen araba sesleri, bizim sessizliğimizi kesemiyordu. “Niye geç kaldın?” diye sordum. Soru gibi değil, sitem gibi çıktı. Derin derin bir nefes verdi. “Babamın işleri karıştı. Annemle evde kavga ettiler. Çıkmayayım diye tutturdu. ‘Derslerin düştü zaten, bir de gezme’ dedi. Ben de… biraz inat ettim. En son ‘Söz ver, erken gelirsin’ deyince anca çıktım.” Sonra gözlerimin içine baktı: “Bir de… açık söyleyeyim, senin yeni arkadaşlarının arasında kendimi biraz garip hissedeceğim diye düşündüm.” “Niye?” dedim. “Sen benim kankamsın, onlar misafir.” “İçeri bakınca tam tersi gibiydi,” dedi. “You know… İnsan kendi kendine büyütüyor işte.” Ben sustum. Sonra itiraf gibi bir cümle çıktı ağzımdan: “Ben de senin story’lerindeki herkesi sevmiyorum kanka. Çünkü hepsi senin yanında. Ben artık aynı sırada oturan kişi değilim.” Bir an sessizlik oldu. Sonra ikimiz de aynı anda güldük. “Demek ikimiz de aynı şeyi yaşıyormuşuz,” dedi Derin. “Sadece söylememişiz.” “Çünkü inatçıyız,” dedim. “Koç burcu ben, Yay burcu sen. Kuruyan gururumuz var.” Derin başını salladı. “Gurur çok gereksiz bir şey, biliyor musun?” “Biliyorum,” dedim. “Yine de bırakmıyoruz.” Sonra elini uzatıp, “Gururumuzu biraz kenara koysak? En azından birbirimize karşı,” dedi. Elini tuttum: “Anlaştık.” Lise Yılları Boyunca Kankalık Ritüelleri Zamanla bir düzen kurduk. Hafta içi okuldan sonra kısa aramalar, hafta sonu buluşmalar, ara tatillerde yatılı kalmalar… Bazı günler ikimiz de yorgun oluyorduk, telefon çalıyor, açıp sadece şunu diyorduk: “Uyuyakalma hattı, buyurun.” Birimiz ders çalışırken diğeri telefonda sessizce kendi kitabını açıyor, arada, “Hayatta mısın?” diye yoklama yapıyordu. Bu bile bize yetiyordu. Aynı odada değildik belki ama aynı yorgunluğa, aynı hedefe koşuyorduk. Doğum günleri, karne günleri, kötü sınavlar, kavgalı aile yemekleri… Ne yaşarsak, sonunda dönüp birbirimize anlatıyorduk. Aramızda görünmez bir kural oluştu: “Ne kadar geç koparsak kopalım, günün son cümlesi kankaya ait.” Tecrübe Konuşuyor (Not 3) Gerçek dostluk, her gün saatlerce konuşmak değilmiş. Bazen sadece, “Bugün kötüydüm, ama sen varsın diye tamamen batmadım,” diyebilmekmiş. Ve bazen en büyük hediye, yargılamadan dinleyen bir “alo” imiş. Geleceğe Doğru Küçük Bir Bakış Lise ikinci sınıfa geçtiğimizde, rehber öğretmen yine o meşhur soruyu sordu: “Gelecek planı?” Ben formu doldururken, “Avukatlık hâlâ geçerli,” diye yazdım. Derin de kendi okulunda aynı formu doldurmuş. Fotoğrafını gönderdi. “Meslek: Hukuk. Not: Bir arkadaşla birlikte yapılması tercih edilir.” Altına gülücük koymuştu. Ben okurken gözlerim doldu. “Arkadaş kim?” diye yazdım. “Sen aptal,” diye cevapladı. “Kim olacak?” O an anladım ki, biz ne kadar kavga etsek de, ne kadar farklı yollara dağılsak da, hayallerimizin kesiştiği noktada hâlâ yan yanaydık. 3. Bölümün Kapanış Notu – İlk Sınavı Geçen Kankalık Ortaokulun koşturmacasından, liseye hazırlık kabusuna, ilk ciddi kavgalara, kıskançlığa, gurura, mesafeye rağmen… Bir şey hiç değişmedi: Benim “kanka” deyince aklıma gelen tek isim Derin’di. Ve onun “kader kankam” deyince güldüğü tek yüz bendim. Belki aynı koridorda yürümüyoruz artık. Belki aynı sınıfta yoklamaya “burada” demiyoruz. Ama hâlâ aynı gökyüzünün altında, aynı hedefe doğru yürüyen iki deliyiz. Bu bölüm, bizim ilk büyük sınavımızdı. Sınav kağıdı değil… Kalp sınavı. Ve bütün hatalara, kırgınlıklara, “Ben haklıyım” inatlarına rağmen birbirimizi silmediysek… Demek ki bu kankalık, sadece çocukluk oyunu değilmiş. Bu, gerçekten “ömrü yazılmış” bir bağmış.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE