Pınar sabahın erken saatinde mutfağı telaşla toparlamış, sofrayı özenle hazırlamıştı. Çayın demine tam karar vermişti ki, servis tabaklarını yerleştirip son fincanı da masaya bıraktı. Korkut ve Semra kahvaltıya çoktan oturmuştu.
“Başka bir isteğiniz var mı?” diye sordu nazikçe.
Korkut, göz ucuyla saate baktı. “Tanem hala uyuyor mu?”
“Tanem Hanım şimdi uyandı.” dedi Pınar. “Birazdan gelir.”
Tam o sırada, salona hafif adımlarla giren Tanem, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle konuşmaya başladı:
“Korkma Pınar. Tanem eve sabaha karşı geldi, hiç uyumadı ki diyebilirsin.”
Korkut bir anda doğruldu. Gözlerinde öfke kıvılcımları yanmıştı.
“Neredeydin sen?” dedi gergin bir sesle.
Tanem, hiç bozuntuya vermeden cevapladı. “Dün herkesin işi vardı tabii. Peşime kimseyi takamadın. Kolay değil, bir cinayetin izlerini temizlemek. Yine de söyleyeyim; Kamil ’e gittim. Sonra da Gül’ e. Kardeşin de sana benzediği için dışarı çıkmadık. Ama birazdan çıkacağız.”
“Tanem!” diye bağırdı Korkut.
O an Pınar, ortamın gerginliğini hissedince usulca salondan çıkıp mutfağa çekildi. Sessizlik birkaç saniyeliğine hüküm sürdü.
Semra, gerginliği yumuşatmaya çalışarak konuştu. “Korkut’ cuğum, gitme kızın üstüne. Yabancı mı onlar? Tanıyorsun işte. Gençleri biraz rahat bırakmak lazım. Gel Tanem, kahvaltı yapalım.”
Tanem başını iki yana salladı. “Size afiyet olsun. İştahım yok benim.”
“Diyet mi yapıyorsun? Sen daha çok gençsin yakarsın. Zaten ihtiyacın da yok.” dedi Semra, tatlı dille.
Tanem, Semra ’ya sert bir bakış fırlattı. “Benim avlamak ya da elde tutmak istediğim zengin biri yok. Diyet falan yapmama da gerek yok. Ama senin aksine, ben genç insanların öldürülmesine kulak tıkayamıyorum.”
Semra’ nın yüzü bir anda asıldı. Cevap veremedi. Sessizlik yine çöktü.
Korkut dişlerini sıkarak konuştu.
“Tanem, bir daha uyarmayacağım! Düzgün konuş. Semra bizim misafirimiz. En azından misafir yanında beni rezil etme.”
Tanem başını yana eğip sırıttı. “Semra mı misafir? Benden çok zaman geçiriyor bu evde.”
Sonra hiç oralı olmamış gibi kanepeye geçip televizyonu açtı. Gözleri ekrana odaklandığında dudaklarındaki alaycı ifade bir anda kayboldu.
“Kahvaltını yap dedim sana!” diye bağırdı Korkut, sinirle.
Ama Tanem ’in duymadığını fark etmesi uzun sürmedi. Genç kızın gözleri ekrandaki alt yazıya kitlenmişti.
Tanem’ in gözleri büyüdü. Nefesi kesildi. Dudakları kıpırdadı ama kelime çıkmadı. Korkut endişeyle ona döndü.
“Tanem?” dedi Korkut. “Ne oldu?”
Tanem cevap vermedi. Televizyonun sesini açtı. Televizyondaki sunucunun sesi, odada yankılanıyordu:
“Eski Başsavcı Erdem Ertem ’in gelini Hale Ertem, dün öğle saatlerinde eşiyle gittiği piknik sırasında öldürüldü. Genç ve başarılı avukat Atahan Ertem, gece geç saatlerde Emniyet Müdürlüğü ’nün arka kapısından çıkarıldı. Dava büyük bir gizlilik içinde yürütülüyor.”
Tanem, ekrandaki fotoğrafa kilitlendi. Sonra görmeye dayanamadı, bir anda kumandanın tuşuna bastı, televizyon sessizleşti. Gözlerini kaçırmadan, hiçbir şey söylemeden hızla salondan çıktı.
Bir süre sonra aynı haberin devamı yayına girdi:
“Avukat Atahan Ertem ’in eşinin beş aylık hamile olduğu ve cinayeti işleyen kişinin eşgalinin belirlenmiş olduğu konuşuluyor. Haberle ilgili detaylı bilgiler ana haber bülteninde…”
...
Atakan, ayak seslerini duyunca telefonu hızla kapattı. Gelen ses babası Erdem’ di.
“Atahan uyandı mı?” diye sordu Erdem.
“Senden başka kimse uyumadı,” dedi Atakan, sesinde yorgunluk vardı.
“Uyumayınca olayı mı çözdünüz?” diye sordu babası. “Dün birkaç tanıdık aradı, yardım edeceklerini söylediler.”
Atakan bir an duraksadı. “Ölen, senin gelinin ve torunun. Herhangi bir dava gibi soğukkanlı kalabilmen şaşırtıcı.”
Tam o sırada Atahan odaya girdi. Bitkin, yorgun bir hali vardı. Sessizlik çöktü aralarına, Atakan yanına oturdu.
“Nasılsın?” diye sordu Atakan, kelimeler zor dökülüyordu ağzından. “Saçma olacak ama ne diyeceğimi bilmiyorum.”
Atahan sadece başını salladı. “Diyecek bir şey yok.”
O anda Saime içeri girdi. Atahan ’ın yanına oturdu, onu sarıldı. Yüzündeki yorgunluk ve çaresizlik görünüyordu.
“ Sibel ’e söyledin mi?” diye sordu Erdem, sesi sertti. “Bir şeyler hazırlasın. Dün hiçbir şey yemedi.”
“Benim için hazırlatmayın.” dedi Atahan, gözleri uzaklara dalmıştı. “Karakola gitmem gerekiyor.”
Saime yine ısrar etti, “Oğlum, bırak hazırlatayım.”
Atahan eliyle durdurdu. İstemiyordu hiçbir şey yemek.
Atakan ise kararlıydı, “Ben de seninle geliyorum.”
Erdem araya girdi, “Bir şeyler yiyin, sonra çıkarsınız. Herkes haberdar. En ufak bir gelişmede haber verilecek.”
Atahan inatla, “İştahım yok.” dedi.
Ayağa kalktı, Atakan peşinden kalktı. Atahan ona baktı, gözlerindeki yorgunluk ağırdı.
“Ama sen yiyeceksin. Dün gece de bir şey yemedin. Yanımda bekledin. Perişan görünüyorsun. İstersen kal, kahvaltı yap, uyu biraz.” dedi Atahan, kardeşine sanki baba şefkatiyle.
Atakan hafif bir tebessümle, “Bu halinle bile abilik yapıyorsun. Ama iyiyim ben.” diye cevap verdi.
Erdem yeniden devreye girdi, “Saime, söyledin mi Pınar ’a? En azından çocuklar için iki lokma hazırlasın. Sende kıyafet hazırla. Atahan ’ın üstü hala kan içinde. Haber kanalları oraya akın edecek. Böyle mi çıkacak?”
Saime sert bir şekilde, “Erdem!” dedi.
Atakan sinirle babasına baktı,
“Kimsenin kameraya konuşacak hali yok. Endişe etme. Arka kapıdan gireriz, kimse görmez.”
Atahan üzerindeki kan lekesine takıldı, değişmek istemiyordu. “Ben arabada bekliyorum. Anahtar nerede?”
“Girişte. Ama ben kullanırım. Hemen geliyorum.” dedi Atakan.
Atahan kapıdan çıkarken, Saime üzgün bir halde kaldı. Atakan babasına döndü.
“Üzerindeki, yengemin kanı... Doğmamış bebeğinin annesinin, senin bayıla bayıla binbir reklamla evlenmelerine ön ayak olduğun Hale ’nin kanı. Dün gece üzerini değiştirmesini söyledim, ama istemedi. İnsanlar sevdiklerinin kanı üzerinde diye acı çeker, baba. Kameralara rezil olmazlar.”
Atakan, sinirle çıktı. Saime ise bitkin halde ayağa kalktı.
“Bari bu günde yapma.” dedi sessizce.
Erdem ise kendi kendine homurdandı, “Ne yapıyorum ben? Ailemi düşünüyorum diye yine ben suçlu oldum.”
...
Gazel emniyet müdürlüğüne doğru yürüdü. Kapıda gördüğü polis memuru ile bir şeyler konuştu. İçeri girdi. Emniyet Müdürlüğü önünde bir araba vardı. İçinde iki kişi.
Arabanın içinde gerilim vardı. Gül endişeyle Tanem 'e baktı, sesi titrek ama ciddiydi.
“Emin misin Tanem?”
Tanem derin bir nefes aldı, gözlerinde hem kararlılık hem de yorgunluk vardı.
“Seni anlıyorum Gül. Ama sende beni anla.”
Gül ellerini Tanem’ in eline uzattı, sıkıca tuttu.
“Anladığım için soruyorum zaten, emin misin diye. İçeri girdiğinde ne olmasını bekliyorsun? Ne umut ediyorsun?”
Tanem gözlerini uzaklara dikti, sessizce düşündü.
“Zaten emin olmadığım nokta o, Gül. Sorun babamı şikayet etmek değil. Sorun elini kolunu sallayarak çıkma ihtimali.”
Gül biraz çekindi, sonra sesini yumuşattı.
“Senin bu avukata özel bir ilgin mi var? Sonuçta babanın ilk...”
Tanem hemen sözü kesti, sert ama yorgun bir sesle:
“Vicdan bir ilgi sayılır mı? Adamın gencecik eşi öldü. Belki bizden biraz büyük, belki de yaşıttık.”
Gül başını salladı, sabahki haberleri hatırladı.
“Sabah gördüm haberlerde. Çok güzeldi. Yazık, bebeği ile birlikte öldü.”
Bu söz Tanem ’in yüzüne ağır bir şok gibi çarptı.
“Bebeği mi? Bebeği mi varmış?!”
Gül hafifçe başını salladı.
“Beş aylık hamileymiş. Haberin yok muydu? Ben biliyorsun sandım.”
Tanem, arabadan fırladı. Öfke ve çaresizlik içinde.
Gül de hemen arkasından indi.
Atahan ve Atakan arabadan indiler. Giriş kapısına doğru ağır adımlarla yürürlerken, Tanem ve Gül ’ün yanından geçtiler. Birkaç adım ilerledikten sonra Atakan, Atahan ’ın kolundan tuttu ve hafifçe durdurdu.
“Abi, arka kapıdan girelim.” dedi dikkatle. “Kameralar var, bak ne kadar çok.”
Atahan başıyla onayladı, sessizce etrafı süzdü.
Gül, Tanem’ e dönerek sakinleştirici bir sesle konuştu:
“Sakin ol Tanem. Bak, senin avukat geldi.”
Tanem gözlerini kocaman açıp etrafına baktı.
“Atahan Ertem mi?”