2.Bölüm

1160 Kelimeler
"Ne yapıyorsun?" Diyerek karnımın üzerindeki elini ittim ve arkamı dönerek gözlerine baktım. Gözleri daha bir koyulaşmıştı ve farklı bakıyordu. Üzerime doğru yürümeye başladığında, geriye doğru yürüdüm ve kaşlarımı çattım. Kalbim bağımsızlığını ilan ederken, ona  karşı koyacak gücü bulmak için elimi yumruk hâline getirdim. Ancak o bana böyle güzel bakarken, o yumruğum her saniye gevşiyordu. Sırtım ve başımın arkasını duvara çarptığında mecburen durdum ve gözlerimi anlık kapatarak tekrar açtım. Yanıma yaklaştığında, ellerini belimin yanlarına sürterek duvara yasladı ve burnumun dibine kadar girdi. Çatık kaşlarımın altından ona bakarken, o, gayet sakin görünüyordu. Yüzünü yüzüme eğerek belli bir noktada durdu ve gözlerime bakarak bekledi. Ne yapmaya çalıştığını önce anlamasam da, daha sonra anlayarak sertçe yutkundum ve bakışlarımı anlık dudaklarına indirip, tekrar zümrüt gözlerine baktığımda dudaklarım istemsizce aralandı. Dudakları şakağıma dokunduğunda, gözlerim kapandı ve o dudakları, yanağımı saran yara izi boyunca süzüldü. Dudaklarını yaralarımın üzerine bastırıyor, sanki merhem olacakmış izlenimi veriyor, beni buna inandırmaya çalışıyordu. Parmakları nemli saçlarımda gezinmeye başladığında, ellerimi omuzlarına koydum ve hareketlerini hissetmeye başladım. Bu, yaralı bir insanın, diğer yaralı insanı iyileştirme ritüeliydi. Öylesine naif ve şefkatli şekilde dokunuyordu ki, duyduklarım olmasa onun beni seviyor olduğuna inanırdım herhalde. Ama sevmiyordu. Dudaklarını yanağımdan burnumun üzerine doğru süzdü ve burun ucuma küçük bir öpücük kondurdu. Soğuk eliyle yanağımı kavradı. Baş parmağı yanağımda dolanarak yüzümü okşarken, alıp verdiğimiz solukları duyacak kadar sessizdik. Dudakları burnumdan aşağıya doğru süzülüp dudaklarıma sürtündüğünde, aralık dudaklarım daha da aralandı. Alt dudağını üst dudağıma sürterek çekildiğinde, dizlerimin bağı çözüldü. Az sonra üst dudağıma küçük bir öpücük kondurup tekrar geri çekildiğinde, gözlerimi açtım ve alev saçan gözlerimle gözlerine baktım. Omuzlarındaki ellerimi göğsüne indirdim ve onu iterek kendimden uzaklaştırdım. Bana şaşkın şekilde baktığında, yan tarafına geçtim ve bana döndüğünde onu itmeye devam ettim. Ta ki, yatağa çarpıp oturana dek. Karşısında durup ona yaklaşarak, ellerimi yanaklarına koydum ve okşayarak saçlarının arasına doğru süzüldüm. Kalçalarımdan kavrayarak beni kucağına oturttuğunda, ellerimin arasında ki pamuk gibi saçlarını yavaşça çekiştirdim. Dudakları dudaklarımla sabırsızca buluştuğunda, gözlerimi kapatarak ona sadece şehvet dürtülerimi takip ederek karşılık vermeye ve onunla delicesine sevişmeye başladım. Tıpkı onun yaptığı gibi. Cennet Saru'yla sevişmek istiyor, ama Renat'ın Deniz Kızı'nı ona geri vermeye niyeti yok... ☁️ 10 Kasım Patlamadan on gün sonrası. Renat Saruhan, Cennet'in yanına iki koruma bıraktı ve Miami Beach'teki otelden ayrılarak, İstanbul'a doğru süzülecek olan özel jetine bindi. Cennet'i buraya patlamadan bir gün sonra getirmişti. Yüzündeki yara ameliyatla kaybolacak bir şeydi, ama patlama anında Renat'a söylediklerinin Renat'ta açtığı yara, kolay kolay kapanacak bir yara değildi. Ama tüm söylediklerine rağmen onun hayatını kurtararak kendini tehlikeye atması, Renat için şaşırtıcı ve bir o kadar da düşündürücü bir hamleydi. Cennet on gündür kendine gelemiyordu. Ruh gibi dolanıyor, Renat zorlamasa hiçbir şey yiyip içmek istemiyordu. Olanlardan sorumlu olarak kendini tutuyordu ama o, Açelya'yla anlaşma yapmamış olsa bile, Açelya bunu yine yapacaktı. Yani yaptıkları anlaşma hiçbir şeyi değiştirmemişti. Cennet'in kafasında dolanan tilkiler, Renat'ın kafasında dolanan tilkilere eş değerdi. O, zeki bir kızdı ve ne yapması gerektiğini, kime güvenmesi gerektiğini iyi biliyordu. Açelya'ya pek tabii güvenmiyordu ama onu kandıran Renat'tan kurtulmak için, Açelya'yı bir basamak olarak kullanabilirdi. Öyle de yapıyordu. Açelya, Renat ve Cennet: bu üç kişi arasında başlayan zeka ve güç savaşının sonuçları çok ağır olacaktı. Bu savaşı başlatan kişi Açelya'ydı. Daha sonra Cennet ortaya para attı ve bu el "ben de varım" dedi. Bunu yaparken, elini Renat'tan saklamayı da iyi beceriyordu. Renat oyuna dahil olduğunda ise, oyunun tüm rengi değişecekti. İstanbul'a indiği gibi özel aracına binen Renat, önce eve uğradı ve Sedat ile Selin'i ziyaret etti. Sedat'a protez kol takılmıştı ve Selin de yanık izlerinin kaybolmasına kesin sonuç verecek, zor bir ameliyat geçirmişti. Aslı'nın ne hâlde olduğunu, sadece ailesi biliyordu. Renat sadece ailesinden olan kişileri umursuyordu ve şimdi aileden saydığı kişilere, Cennet'i de eklemişti. Davut'un yanan sırtı kimsenin umrunda değildi: Davut'un bile. Çünkü, sevdiği kadının yüzü ve gerdanı tamamıyla yanmıştı. Tek zarar görmeyen kişi Renat sanıyorlardı, ama en büyük zararı onun gördüğünün kimse farkında değildi. Renat Cennet'e yaptıklarından dolayı, şimdi çok pişmandı ama hâlâ bu pişmanlığını, diğer tüm duyguları gibi içinde yaşıyordu. Renat radyoyu açtı ve gaza basarak, daha da hızlandı. Tam bu anlarda Cennet bir ruh gibi cam duvarın önündeki tekli koltukta oturmuş, ağlamaktan şişen gözlerini masmavi okyanusa dikmişti. Şimdi Cennet, Renat'ın babasından bile farksızdı. O gece ölen on iki kişinin katilinin kendisi olduğunu düşünüyordu. Hâlbuki tek masum kişi, sadece kendisiydi. Renat Açelya'ya  telefonundan şifreli bir mesaj yolladı. Açelya onun verdiği şifreden Renat olduğunu anladı ve iş yerinden çıkarak, mesajda okuduğu adrese gitmek için yola çıktı. Renat, onu kendine ait olan otellerden birinin süitine davet etmişti ve Açelya böyle bir fırsatı kaçırmazdı. Renat Açelya'dan önce otele vardı ve en üst kattaki süit odanın anahtarını alarak asansöre bindi. Bir alt kat ve en üst kat genelde boş oluyordu. Renat'ın emrine göre, alt kattaki odalar dolmadan, 35 ve 36. katlardaki odalara kimse yerleştirilmiyordu. Asansörden çıkıp suitin önüne geldi ve kapıyı açarak içeriye girdi. Kapıyı sakince kapatıp, üzerindeki siyah ceketini çıkararak cam duvara doğru ilerledi. Bugün gökyüzü bayağı kapalıydı. Ama o, böyle havaları seviyordu. Ceketini hemen solundaki yarım L şeklindeki koltuğun üzerine attı. Koltuğa bir süre baktı. Koltuk ürdün rengiydi ve o, koltuğun ne renk olduğunu çözemiyordu. Bakışlarını tekrar dışarıya çevirdi. Sadece göremediği maviliklerin karanlığa boyanmış olması, onun için pek bir şey değiştirmemişti. Kol düğmelerini açmaya başladı ve hemen yan taraftaki dolaplara doğru yürüdü. Altın rengi kol düğmelerini gramofonunun yanına bıraktı ve daha sonra duvarda asılı duran plaklardan birini eline aldı. Ludwig Van Beethoven'in Lunnaya Sonata'sını gramofonun üzerine yerleştirerek, klasik müziğin odaya yayılmasını sağladı. Müziği duyduğu anda gözlerini kapattı ve çocukluğunu -mutlu olduğu günleri- hatırladığında, yüzünde tarifi zor bir tebessüm peyda oldu. Piyanonun her bir tilinin çıkardığı sesin ritmiyle başını yanlara ve öne-arkaya doğru hareket ettirdi. Gözlerini açmadan parmaklarını gömleğinin düğmelerine götürdü ve beyaz gömleğinin düğmelerini yavaşça çözmeye başladı. Başını ileriye eğdiğinde, yukarıya doğru taradığı simsiyah saçlarından bir tutamı diğerlerini kenara iterek sıyrıldı ve aşağıya doğru baş eğercesine kıvrılarak, tek çizgi bulunan alnına dokundu. Üzerindeki gömleği sıyırdı ve gözlerini açıp da, müziğin hapsedici tutkusundan kopmadan banyoya doğru ilerledi. Tamamen camla kaplı olan banyoya girip, üzerindeki kıyafetleri çıkardı ve kendini sıcak bir duşun altına bıraktı. Şu bronz tenine ve saçlarına dokundukça, gözleri hâlâ kapalıydı ve sanki saçlarına, tenine damlalar değil de, Cennet dokunuyormuş gibi hissediyordu. İri parmaklarını saçlarının arasından geçirip, arkasını döndüğünde, Açelya'nın odaya girdiğini ve yatağa oturarak keyifle onu izlediğini gördü. Hafifçe tebessüm etti ve suyu kapatarak, dolaptan aldığı havluyu beline dolayıp, banyodan çıktı. Açelya onu beğenir bakışlarıyla süzerken, yanına gitmesiyle birlikte ayağa kalkarak ona yaklaştı ve kollarını boynuna doladı. "Sen de anladın değil mi onun benim gibi olmadığını? Sana kimse benim gibi olamayacak demiştim..." Dedi Açelya, mavi gözleriyle onu süzerek. Ellerini Renat'ın ıslak göğsünde gezdirerek aşağıya indirdi ve karın kaslarına dokunarak aşağıya indi. Elleri havluya dokunduğunda, Renat onun ellerini kavradı ve sertçe üzerinden çekerek itti. Renat sakin görünüyordu, ama sadece görünüyordu. Çok öfkeliydi. Açelya karşısında Renat'ın değil, Saru'nun olduğundan habersizdi. Açelya ufak bir afallama yaşasa da, hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye devam etti. "Soyun!" Dedi, Saru. Açelya sinsi bir gülücük savurdu ve üzerindeki askılı elbisenin askılarını kavrayarak yavaşça aşağıya indirdi. İşte şimdi karşısında duran adamın Saru olduğuna emindi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE