3 bölüm

1047 Kelimeler
Andres dişlerini sıktı, kararını vererek bir adım öne çıktı. "Eğer yolu gösterirsen ve bizi oraya güvenli bir şekilde götürürsen, ödülünü alırsın," dedi. "Ama eğer bir tuzak kurarsan ya da bize zarar vermeye kalkarsan, seni orada bırakırım. Kanatların olmasa bile, seni asla bulamayacakları yerlere götürürüm." Adamın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi, ama gözlerindeki açgözlülük kaybolmadı. "Anlaştık," dedi. "Ama ilk önce bir ödeme alayım. Bir avans…" Silitsia çantasına uzandı, içinden bir küçük mücevher kutusu çıkardı. İçinde zarif bir zümrüt yüzük vardı. Bunu adamın eline bıraktı. Adam, zümrüte bakarken gözleri ışıldadı. "Bu işimi görür," dedi. "Şimdi, yola çıkalım." Salondaki diğerleri bu alışverişi sessizce izliyordu, herkesin gözü hala Silitsia ve Andres üzerindeydi. Adam önden yürümeye başladı, Andres ve Silitsia ise onun peşine takıldı.Mekandan çıkıp karanlık ormanın serin rüzgarına adım attıklarında, Rodrigo hafif bir tebessümle geriye döndü ve kendini tanıttı. "Bu arada benim adım Rodrigo," dedi rahat bir ses tonuyla. "Peki ya siz?" Andres kısa ve net cevap verdi. "Andres." Silitsia da tereddüt etmeden adını söyledi. "Silitsia." Rodrigo'nun gözleri anında parladı ve şaşkın bir ifadeyle hafifçe geriye yaslandı. "Yoksa sen..." dedi heyecanla, sesi gittikçe alaycı bir tonda yankılandı. "Erit Krallığı'nın kanatsız prensesi misin? Oo evet, sensin, bu güzellik başka nasıl mümkün olabilirdi ki zaten?" Andres birden öfkeyle adımını Rodrigo'ya yaklaştırdı. "Sen neden bahsediyorsun?" dedi, sesi sert ve tehditkârdı. Rodrigo, Andres’in öfkesine aldırış etmeden devam etti, omuz silkerek. "Yoksa hiç duymadınız mı?" dedi dalga geçercesine. "Doğumundan sonra herkes onun kanatsız olmasına bir anlam veremedi. O sanki…" Silitsia, şaşkınlıkla Rodrigo’ya dönerek gözlerini ona dikti. "Sanki ne?" diye sordu, sesi merak doluydu. Rodrigo, sesini biraz kısarak konuşmaya devam etti, sanki sıradan bir konuşmadan çok bir sır paylaşıyormuş gibi. "O sanki lanetlenmiş bir prensesti. Bu yüzden zamanla herkes ona ‘Kanatsız Prenses’ demeye başladı. Ama benim için fark etmez," diye ekledi kayıtsız bir tavırla "Müşteri, müşteridir sonuçta." Silitsia’nın gözlerinde aniden bir hüzün ve karışıklık belirdi, bu sözler onu sarsmıştı. Andres, Rodrigo’nun bu alaycı tutumuna karşı öfkelenmiş olsa da, şimdi asıl mesele Silitsia'nın ruh haliydi. Andres ona döndü, hafifçe elini Silitsia’nın omzuna koyarak destek olmaya çalıştı. Rodrigo ise sanki olanların hiçbiri umurunda değilmiş gibi konuşmaya devam etti. "Şimdi, konaklayacak bir yer bulalım. Orman ilerleyen saatlerde çok tehlikeli olabiliyor," dedi, sesi bu sefer daha ciddi ve dikkatlidir. "Emin olun, burada geceleri güvenlik hayati önem taşır." Andres ve Silitsia, Rodrigo’nun rehberliğinde sessizce yürümeye devam ettiler. Silitsia’nın aklında Rodrigo’nun söyledikleri yankılanıyordu. "Lanetlenmiş prenses" ifadesi, düşündüğünden daha derin yaralar açmıştı. Çok geçmeden, Rodrigo onları ormanın derinliklerinde güvenli bir mağaraya götürdü. Sessizce hareket eden grup, etraflarını saran gecenin karanlığında kaybolmuştu. Rodrigo ateş için odun toplamaya koyulurken, Andres çevrede olası bir tehlike var mı diye etrafı kolaçan etmeye başladı. Ancak Silitsia, mağaranın bir köşesine oturmuş, dalgın bakışlarla sanki orada değilmişçesine düşüncelere daldı. Bir süre sonra, Rodrigo topladığı odunları Silitsia’nın önüne koydu. Silitsia, şaşkınlıkla ona bakarak, "Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu, sesinde hafif bir sitem vardı. Rodrigo, alaycı bir gülümsemeyle cevap verdi. "Hadi ama... prenses. Sen ateş elementinin soyundansın. Ateşi yakmak o kadar da zor olmamalı." Bu sözlerin ardından Andres, hafif bir sesle Rodrigo’yu uyardı. "O yeteneğini bu gece alamadı." Rodrigo şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak, "Ne yani, parmak ucuyla bir kıvılcım bile yakamıyor mu?" diye sordu, alaycı bir tonda. Silitsia, bu sözlere öfkelenerek hızla yerinden kalktı ve biraz uzağa gidip sırtını onlara döndü. İçinde kabaran öfke, Rodrigo’nun umursamaz tavrı ve kendi güçsüzlüğüyle daha da alevlenmişti. Andres, Rodrigo’ya dönerek sesi bu sefer daha sert çıktı. "Senin derdin ne? Kızın üzgün olduğunu görmüyor musun?" Rodrigo, umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Ne yani, ateş yeteneğini alamadı diye ben mi kendimi yakayım? Hem neden alamadı ki?" Andres, gözlerini Silitsia’ya dikti. İçinde cevapsız sorular vardı ama şimdilik yapabileceği bir şey yoktu. "Bilmiyorum," diye mırıldandı. Rodrigo, odunları biraz daha düzelterek ateşi yakmaya koyuldu. Birkaç başarısız denemeden sonra, kıvılcımlar odunları tutuşturdu ve mağaranın içinde sıcak bir alev belirdi. Andres, ateşe bakarken zihni hâlâ Silitsia’daydı. Rodrigo ise aralarındaki gerginliği umursamadan ateşin başına oturup ellerini ısıtmaya başladı. Sessizlik, mağaranın içinde yankılanan tek şeydi. Silitsia nihayet uyuyakaldığında, mağarada sessizlik hâkimdi. Andres de gözlerini kapatmaya hazırlanıyordu ki, aniden bir çıtırtı sesi duyuldu. Andres gözlerini hızla açtı ve Rodrigo ile sessizce bakıştılar. İkisi de hemen silahlarını kuşanarak, sesin geldiği yöne doğru dikkatlice ilerlemeye başladılar.Ağaçların arasında, karanlığın içinden iki büyük mavi göz onlara bakıyordu. Andres gardını aldı, tetikteydi. Rodrigo ise saldırı için emir beklercesine gözlerini Andres’e dikmişti. Sessizlik ürpertici bir hâl almıştı. Tam o anda, Silitsia arkalarından sessizce beliriverdi ve merakla, "Ne yapıyorsunuz?" diye sorarak yanlarına geldi. Rodrigo, korkuyla yerinden sıçradı. O an, çalıların arasından devasa, kanatlı bir kaplan atılarak doğrudan Silitsia’nın üzerine atladı. Andres, duruma müdahale etmek için hamle yapacakken kaplanın Silitsia’ya zarar vermediğini fark etti. Kaplan, Silitsia’nın yüzünü yalamaya başlamıştı! Silitsia, hem gülerek hem de gözleri dolu dolu, "Felix!" diye seslendi. Sanki eski bir dostunu bulmuş gibiydi. Andres, derin bir nefes aldı ve elindeki silah, bir büyüyle toz olup kayboldu. Tehlike geçmişti. Rodrigo ise şok içinde kendine gelip üstünü başını düzeltti. "Harika, tam da bir evcil hayvanımız eksikti," dedi, alaycı bir ses tonuyla. Ardından gözlerini Silitsia’ya dikti ve ekledi: "Sen hiç kedi diye bir şey duymadın mı, prenses?" Silitsia, Felix’i okşarken Rodrigo’nun lafını pek umursamadı. Felix, devasa cüssesiyle Silitsia’nın etrafında dolanırken sanki uzun zamandır kaybolan sahibini bulmuş gibi mutluydu. Bu anın sıcaklığı, ormanın karanlığını biraz olsun aydınlatmıştı. Silitsia, Felix’in boynunda asılı duran küçük bir torba fark etti. Merakla Felix’i okşayarak, "Bana ne getirdin bakalım, küçük ponpon?" diye sevecen bir şekilde mırıldandı. Rodrigo, gözlerini devirdi ve alaycı bir tonda, "Ponpon mu? Gerçekten mi? Gözlerine baktırmalısın," dedi. Silitsia, Rodrigo’nun sözlerine aldırış etmeden torbayı açtı. İçinde birkaç değerli taş ve bir not vardı. Taşların parıltısına bir an baktıktan sonra notu aldı ve okumaya başladı. "Sevgili kızım, Burada işleri biraz olsun kontrol altına aldık. Seni sürgüne gönderdiğimi söyledim, baban bile buna inandı. Ama sonra ona gerçekleri anlattım. Senin için endişeliyiz. Kuzenlerin, peşine düşmek için hazırlanıyorlar. Ne olursun kızım, sakın yolundan geri dönme ve sakın kimseye güvenme. Seni her zaman sevecek olan, anne ve baban." Bu sözler Silitsia'nın kalbinde derin bir yankı uyandırdı. Gözleri dolmuştu, dizlerinin üzerine çöktü ve elindeki kağıt parçasına baktı. Notu sıkıca tuttuğu an, kağıt aniden toza dönüşerek yok oldu, parmaklarının arasından kayıp gitti. Silitsia, annesinin yazdığı bu notun ardından içindeki karışıklık ve duygusal yükle baş etmeye çalışırken sessizce yere baktı. Andres, ona doğru birkaç adım atarak yanına yaklaştı ama hiçbir şey söylemedi. Sessizlik, onların arasında akan derin bir bağ gibi, bir süre boyunca sadece mağaranın içinde yankılandı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE