4. Bölüm: İLK TEMAS

1150 Kelimeler
Adem o gece ilk kez evden çıkamadı. Sanki evin duvarları onu tutuyordu. Daha önce mahallede dolaşabiliyor, sokak köşelerine kadar gidebiliyordu ama şimdi kapıdan her yaklaşınca göğsünde görünmez bir baskı hissediyordu. İleri attığı her adımda içi daralıyor, geri çekilmek zorunda kalıyordu. Zeynep’in sesi hâlâ kulaklarındaydı. “Adem abi…” Küvetten gelen o boğuk, su altı fısıltısı… Onu kurtaramamıştı. Salona döndü. Leyla kanepenin üzerinde oturuyordu. Gözleri bomboş bir noktaya bakıyordu. Ne ağlıyordu ne de konuşuyordu. Sadece nefes alıp veriyor, hepsi buydu. Bir insanın hayatta olup ruhen olmaması böyle bir şeydi demek. Adem ona yaklaştı. Artık alışmıştı; Leyla onu görmüyordu ama o, Leyla’yı her ayrıntısıyla hissedebiliyordu. Titreyen parmaklarını, gerilip gevşeyen çenesini, yutkunurken boğazında oluşan kasılmayı… Leyla bir anda başını kaldırdı. “Buradasın…” dedi kısık bir sesle. Adem irkildi. İlk kez bir insan bunu bu kadar net söylüyordu. Leyla devam etti: “Biliyorum, konuşamıyorsun…” “Dokunamıyorsun…” “Ama buradasın…” Adem’in içinde uzun zamandır hissetmediği bir şey oldu. Umut. O gece Leyla uykuya daldığında Adem başucundaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Leyla’nın nefesi değişmeye başladı. Hızlandı, düzensizleşti. Alnı terledi. Kaşları çatıldı. Ve bir anda iç çekerek uyandı. Ama gözleri açık değildi. Rüya görüyordu. Adem etrafın değiştiğini fark etti. Evin duvarları silinmişti. Yerini sisli bir boşluk almıştı. Ortada bir kapı vardı. Paslı, demir bir kapı. Kapının önünde küçük bir gölge duruyordu. Zeynep… Ama bu bir beden değildi. Çocuğun biçiminde bir karanlıktı sadece. Leyla korkuyla etrafına bakındı. “Burası neresi?” diye fısıldadı. Adem bu kez bağırmak zorunda kalmadı. Düşünmesi yetti. Ve ilk kez… Leyla onu duydu. “Gitme…” Leyla irkilerek sesin geldiği yere döndü. “Adem?” Adem ilk kez ismini duymanın acısını ve tesellisini aynı anda hissetti. “Kapıya yaklaşma…” Leyla adım atmak üzereyken durdu. “Zeynep orada…” dedi. “Onu almam gerekiyor…” Adem zihnini zorladı. Bütün varlığını tek bir noktaya yaydı. “Kapının ardı dönüşsüz…” Leyla dizlerinin üzerine çöktü. “Sen de mi oradan geçtin?” diye sordu. Adem cevap veremedi. Ama kapının paslı yüzeyinde bir anlık bir görüntü belirdi: Kendi ölmek üzere olan bedeni… Açılmayan bir kapı… Koridorda bekleyen biri… Ve saatine bakan Mehmet. Leyla çığlık atarak uyandı. Sabah olduğunda Leyla ilk kez bilinçli şekilde Adem’den bahsetti. Ayşe mutfakta oturuyordu. Çay içiyordu. “Adem rüyama girdi,” dedi Leyla. Ayşe en ufak şaşkınlık göstermedi. “İlk kez mi girdi sandın?” diye sordu. Leyla dondu. “Ne demek istiyorsun?” Ayşe çayından bir yudum aldı. “Bazı insanlar öldükten sonra gider. Bazıları kalır. Bazılarıysa… bağlanır.” Leyla’nın sesi titredi. “Peki Adem hangisi?” Ayşe ilk kez doğrudan ona baktı. “Adem kapının anahtarı.” Aynı gün Hasan yine eve birilerini getirdi. Bu kez iki kişiydiler. Sustular. Fazla konuşmadılar. Gözleri evi taradı. Duvarlara uzun uzun baktılar. Sanki bir şeyi arıyorlardı ama neyi aradıklarını bilmiyorlardı. Adem onların arasında dolaştı. Birinin kulağına yaklaştı. Fısıldamaya çalıştı. Ama ses yine çık madı. İçlerinden biri bir anda ürperdi. “Burada biri var…” Diğeri fısıldadı: “Beklenen…” O gece Salih yine sokaktaydı. Adem karşısına çıktı. “Kapıyı kapat,” dedi. “Artık yeter.” Salih ilk kez tereddüt etti. “Kapı kapandığında içeride kalanlar da kapanır,” dedi. Adem bir an durdu. “Zeynep yaşıyor mu?” Salih cevap vermedi. Ama suskunluğu, cevaptan daha ağırdı. Adem o gece şunu kesin olarak anladı: ● Artık rüyalara girebiliyordu ● Leyla onu artık hissedebiliyordu ● Mehmet’in ölüm anında orada olduğu netleşmişti ● Kapı bilinçli olarak açılmıştı ● Ve bir sonraki “geçiş” yakındı Ama en önemlisi şuydu: Adem artık sadece izleyen bir ruh değildi. Artık karışabiliyordu. Zayıf… Geçici… Ama gerçek bir temas kurmuştu. Ve bu, düzenin en korktuğu şeydi. Adem artık evin içinde bir yabancı gibi dolaşıyordu. Oysa burası onun evi olmuştu yıllarca. Duvarlarda onun nefesi, köşelerde onun ayak sesi vardı. Şimdi ise her şey, sanki başka birine aitti. Ya da çoktan terk edilmişti. Leyla’nın o gece onu hissetmesi bir kırılma yaratmıştı. Artık her şey eskisi gibi değildi. Adem bunu biliyordu. Bunu mahalle de biliyordu. Çünkü bazı şeyler bir kez fark edilince, saklanamazdı. Zeynep’in adı o günden sonra evin içinde yüksek sesle söylenmemeye başladı. Kimse konuşmuyor ama herkes düşünüyordu. Annesi her gün aynı sokakları defalarca dolaşıyor, aynı kapıları çalıyordu. Gözlerinde artık aramak yoktu. Sadece alışkanlıkla yürüyordu. Adem bir gün onu takip etti. Kadın mahallenin en eski kısmına gitti. Yıkılmak üzere olan, kimsenin artık girmediği metruk binanın önünde durdu. Zeynep kaybolmadan bir gün önce, burada tek başına görülmüştü. Adem binanın içine girdi. Duvarlara çocuk çizimleri yapılmıştı. Ama normal çocuk resimleri değildi bunlar. Hepsinde aynı şey vardı: Bir kapı. Ve kapının önünde duran, yüzü olmayan bir çocuk. Bir köşede küçük bir sırt çantası duruyordu. Zeynep’in çantasıydı bu. Adem çantaya yaklaştı. İçinden düşen defterin sayfaları kendi kendine açıldı. Sayfalarda titrek bir el yazısı vardı: “Adam beni görüyor.” “Duvarların içinden bakıyor.” “Annem ona bakmamı istemiyor.” “Ama o gece beni çağırdı.” Adem’in içi buz kesti. Zeynep çağrılmıştı. Ve çağıran şey Hasan değildi. O gece Leyla yine rüya gördü. Adem artık bunu hissediyordu. Onun zihnine sızan görüntüler, kendi karanlığına bağlanıyordu. Yine kapının önündeydiler. Ama bu kez Zeynep konuşuyordu. “Kapı annem gibi kokuyor,” diyordu. “Sıcak… ama içi çok karanlık.” Leyla ağlayarak ona yaklaştı. “Gitme,” dedi. “Orası ölüm!” Zeynep başını yana eğdi. “Ben zaten kaybolduğumda öldüm,” dedi. “Şimdi sadece duruyorum.” Ve kapı yavaşça aralandı. İçeriden su sesi geldi. Deniz gibi… Ama denizin altında fısıldayan yüzler vardı. Adem kendini kapının önüne attı. “Geçemezsin!” Zeynep ilk kez ona baktı. “Sen de geçtin ama,” dedi. Leyla çığlık atarak uyandı. Sabah olduğunda ateşi vardı. Sayıklıyordu. “Kapı açıldığında herkes aynı yere düşüyor…” “Biri daha gerekiyor…” Ayşe sessizce başucunda bekliyordu. “Zeynep yalnız bir çocuktu,” dedi. “Kimse onun siyahı sevdiğini bilmiyordu.” “Kimse duvarlarla konuştuğunu…” Leyla fısıldadı: “Sen nereden biliyorsun?” Ayşe cevap vermedi. Aynı gün Hasan’ın evine polis tekrar geldi. Bu kez bodrumu aradılar. Adem onlarla birlikte indi. Duvarın arkasında gizli bir boşluk vardı. İçinde: Islanmış çocuk çorapları Tuzla sertleşmiş ip Ve bir oyuncak ayı Ama ayının göğsünde Zeynep’in kanı yoktu. Onun yerine siyah bir mühür vardı. Mehmet’in evindeki sembollerin aynısı. Adem o an anladı: ● Zeynep öldürülmedi ● Zeynep kurban olarak “aktarılmıştı” ● Bedeni değil, yeri değiştirilmişti ● Ve hâlâ bir yerde yaşıyordu Ama bu yer artık insan dünyası değildi. Gece olduğunda Salih yine sokağın ortasındaydı. Bu kez Adem kaçmadı. “Zeynep nerede?” diye sordu. Salih uzun süre sustu. “Yanlış kapıdan geçti,” dedi sonunda. “Onu alan şey, çocuk almaması gereken bir şeydi.” Adem nefes almadığı hâlde boğulduğunu hissetti. “O hâlâ yaşıyor mu?” Salih başını yavaşça salladı: “Kapının ardında yaşayanların çoğu, yaşadığını sanır…” Ve Adem o gece en korkunç gerçeği fark etti: Zeynep bir kurban değildi sadece… Zeynep bir BAĞ olmuştu. Kapı ile bu dünya arasında. Duvarlar o gece Adem’e şunu söyledi: “Bir bağı koparırsan… Bir dünya karanlıkta kalır.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE