Cesur ve İtaakar

2417 Kelimeler
Hem itaat edip hem de isyan edercesine suskunluğa gömülen yanını sevmemiştim ama eninde sonunda benim çizdiğim yolda nefes verecekti. Bunu daha şimdiden hayal edebiliyordum. Tek kötü yanı itaatsiz olmayışından yana veremediğim cezalardı. Bana kanlar içinde dik durmakta zorluk çeker bir halde bakmasına rağmen bakışlarına hiçbir duygu sıçramadı. Soğuk ve mesafeli olmak dışında başka bir şey varsa o da başını kaldırıp gözlerime bakması oldu. Yeşil gözleri gözlerime düştüğünde gözlerimi hemen kısarak gelecek olan itaatsizliğini bekledim. Ancak yılan sürünmeyi seçti. Parkurun başlangıç çizgisine yürürken yüzünde hala bir gram duygu yoktu. Bu işi Gümüş’e mi paslasam diye düşünürken gözüm kıçına kaydı. Hayır bu kızı elden geçirecek tek kişi ben olacaktım. Biten viskimin boşluğuna düşerken soğuk havada burnumu çektim. JKüçük yılan eski temposundan epeyce kaybetmiş kanlı elleriyle koşturuyordu. Denge tahtasından birkaç defa düştüğünde baştan başlamasını emrettim. Sözlerimle kum torbalarına yüz üstü yıkılmasını bekledim açıkçası ama düşmedi. Zorlanarak olsa da kalktı ve yavaş da olsa parkuru bitirdi. Elimden nasıl kurtulacağını da anlamış oldu. Yavaş giderek daha az hata yapar oldu. “Senin başını küçükken ezmediğimiz iyi oldu.” dedim arkasından yürürken. “Şimdi nasıl eğlenirdik.” Yirmi metrelik halatı tırmanmaya başlamadan kazaları önlemek için üstü kapatılan hendeğe doğru yürüdüm. Üzerindeki koca kapakları açıp üç metrelik hendeğe bakarak gülümsedim. “Umarım klostrofobin yoktur.” diyerek başımı çevirdim ve hendeğin başındaki küçük yılanın bayılmak üzere olan bedenine eğlenceli bir bakış attım. “Uç bakalım.” Hendeğe gözlerini kırparak bakınca karanlıktan gerçekten de korkup korkmadığını anlamak için dikkatimi yüzüne verdim. Soğuk bakışları ele vermedi ama yutkunduğunu gördüğüm gibi sırıtışım büyüdü. Demek ÖBM öğrencileri artık korkusuzlardan seçilmiyordu. Ya da küçük yılan bu acınası korkusunu çok iyi saklamıştı. “Devam et!” diye yüksek sesle bağırıp irkilmesine neden olunca korkusunu düşünmeden halatı bacaklarının arasına alıp kanlı elleriyle inmeye başladı. Diğer uçtan inerken ben çıkacağı uçtaki halatı yukarı doğru çekmeye başladım. Yere inmesini beklemeden tuttuğu halata yürüdüm ve karanlıkta belli belirsiz kaybolan küçük yılanın bırakmadığı halatı hızla yukarı çektim. Dengesini kaybedip yere düştüğünü işittiğim ufak bir kahkaha attım. “Seni nasıl ÖBMye aldılar bu beceriksizliğinle?” diyerek halatı tamamen çekip uzak bir yere attım. Köşede hendekte karanlıkta belli belirsiz varlığı belli olan kıza bakarken cebimden sigara paketini çıkardım. “Yabancılık çekeceğini sanmıyorum. Çıbanlar en yakın arkadaşın sayılır senin.” dedim bir tane dal çıkartıp dudaklarımın arasına koydum. Dudaklarımın arasında yakmadığım sigarayla güldüm. “Bu arada karanlıktan korktuğunu da çok iyi saklamışsın. ÖBMye sadece korkusuzlar alınır normalde. Ne kadar zeki olursan ol ne kadar parkur rekoru sende olursa olsun korkuyorsan bir hiçsindir.” Çakmağımı çıkarıp olduğum yerde sırtımı rüzgara dönerek sigaramı yaktım ve yeniden hendekte başını uzatmış olan küçük yılana doğru dumanı üfledim. “Korkuyor musun?” diye sordum göremediğim yüzüne bakmaya çalışarak. “Cevap ver!” diye beklemediği an da bağırdım. “Korkmuyorum.” dedi inat ederek. Güçlü durmak için ne kadar uğraşsa da sesi titriyordu. Belki soğuktan belki acıdan belki korkudan belki de hepsinden. Neşeden uzak intikam dolu bir kahkaha atarak başımı geriye doğru savurdum. Gözlerim kuru soğuktan yaşarırken burnumu çektim. “Dana yeni başlıyoruz. Tabii sen buradan sağ çıkabilirsen yeniden başlayacağız. Bakalım on beş yaşında Milli Savunma Üniversitesine kabul görmeni sağlayan yetenek ne? Karanlıktan korkup bunu iyi saklaman konusundaki yeteneğinin dışında kalanları kast ediyorum.” Sustu. Uzadıkça da uzadı bu sessizliği. Kulaklarımı rahatsız eden sessizliğine içimden küfrederken sigaramın bitmek üzere olduğunu fark edip kalanı hendeğe attım. İnadı ve itaatkar oluşu ne kadar zıt olsa da küçük yılanda bir bütündü. Biri ne eksik ne de fazlaydı. “Demek yeteneklisin. Göster o zaman.” diyerek geri çekildim ve yeni bir sigara yakarken kütüğe oturdum. Kıçım donarken havadaki soğukla ciğerlerim bile sızlamaya başlamıştı. İtiraf ediyorum Ankara’nın en soğuk gecesi bu gece olabilirdi. Çok doğru bir zamanda iddiaya girmiştik. Soğuk yüzünden sigaramın yarısında ayağı kalktım ve bizimkilerin yanına doğru yürümeye başladım. “Ben kaçıyorum. Seni yeteneklerinle baş başa bırakıyorum.” diye bağırdım küçük yılana. Kendi başının çaresine bakardı ya da bakacak birine ulaşırdı bağırmayı seçtiğinde. Nöbete çıkan askerler vardı ama o küçük yılan bunu gururuna yedirir miydi emin değildim. Bir yanım yedirsin eğlenceye kaldığımız yerden devam edelim diyordu bir yanım ise yedirmesin tek atışta hedef yere insin diyordu. Bunun kararını iyi bir adam olarak küçük yılana bırakacaktım. Kışlaya doğru on adım atmıştım ki arkamda bir ses duydum. Biri sanki bir şey atmıştı. Yürümeyi kestim ve önce omzumun üzerinde hendeğe kısık gözlerle baktım daha sonra tamamen dönüp hendeğe ve çevresine baktım. Uzaktan belli belirsiz olan şeyle bir iki adım attım ve hendeğe beş adım kala durdum. “Siktir!” Küçük yılanın ayakkabıları bir sonraki hedef olan halatların arasına sıkışmıştı sıkışmasına burada bir sorun yoktu sorun bu ayakkabıya bağlı bir sütyen, tişörtüne ve pijamasına ait parçaların olmasıydı. Kendine aklınca bir halat yapmış çevre faktörünü düşünerek sağlam bir atış yapmıştı. Kurnaz ve fazlasıyla bitirici bir hareketti. Sinirle burnumu çekerek hendekten nasıl çıkacağını merak ettim. Saniyeleri sabırsızlıkla beklerken yerimde kıpırdandım. Gücü tükenmek üzereydi yukarı çırılçıplak çıktığında bir ölüden farkı olmayacaktı. Sırf o anı zevkle izlemek için dişlerimi sıkarak tırmanmasını bekledim. Sert bir rüzgar estiği vakit saçları göründü ve siyah saçları uçuşarak başına dolandı. Başımı kaldırıp direklerden saçılan beyaz ışıkta boynunu ve omuzlarını izledim. Gücü yerindeydi. Biraz daha yukarı çıktığında çıplak göğüsleri de ortaya çıktı. Dik ve büyüktü. Soğuktan uçları kendini belli edercesine sertleşmiş bağırıyorlardı. Ama asıl dikkatimi çeken fazla büyük görünmesiydi. Rahat hareket edebiliyor muydu bunlarla? Kollarımı göğsümde bağlayarak belini vücudunun geri kalanına gözlerimi diktim. Beli ince beyaz külotunun sardığı kıçı pantolonda belli olduğu gibi sıkı ve yuvarlaktı. Hatta tercih ettiğim kalp şeklindeydi. Dudağımı sarkıtıp çıplak bir şekilde kendini yukarı taşıyışını izledim. Göğüsleri beyaz ışığın altında parlarken dümdüz karnına ve teni gibi bembeyaz külotuna baya bir göz gezdirdim. Tahrip edeceğim bedeninin sikimi de kaldırması geriyordu açıkçası. Bacakları bir barbie bebeğinin bacakları kadar düz ve simetrikti. Normalde buradaki kızların kaslı bacaklarına alıştığım için küçük bir şok yaşadım. Fiziği bir mankenin fiziğini aratamazdı uzun süre sikimi kaldırmasına yeterdi aslında. Kasıklarımdaki sıcaklığı bile isteye hissetmiştim. Sikimin kabarması ise bir test sürüşü gibi bir şeydi. Burnumu çekip titreyen ellerle ayakkabısını sıkıştığı yerden almasını ve bütün giysilerini top haline getirmesini keyif içinde izledim. Bir şaşırdığım nokta ise utanıp kendini saklamaya çalışmamasıydı. Rahat ve özgür. Ama bir yerde özgürlük sekteye uğradığı. Bana döndüğü gibi top gibi yaptığı kıyafeti göğsüne bastırıp memelerini benden gizledi. Bana olan bakışlarında ufak da olsa nefret aradım ama bulamadım. Soğuk ve mesafeli olmaya devam etti. Gözlerimi bilerek açık açık bedeninde dolaştırıp eşofmanımda çadır kuran erkekliğimin yönünü değiştirdim. Küçük yılanın hazır olda beklerken bir yaprak gibi titreyip gözlerini anlık kırpmasından inanılmaz zevk aldım. “Demek bir karanlıktan bir de sikimden korkuyorsun.” derken sesimdeki eğlenceli tona bulaştırdığım kısık tondaki şehveti pisliğine yaydım. “Öğrendiğim iyi oldu ikisiyle de bol bol yüzleşeceksin. Merak etme birini çok seveceksin.” Korku ilk kez bakışlarına vurdu. Gözleri üzerimde dondu. Lanet olası bir piç değildim zorla bir şey yapmayacaktım elbette sadece bu korkuda biraz aklını kaçırmasını sağlayacaktım. Sonra ise kendisi önümde diz çöküp yalvaracaktı dokunmak için. “Yeteneklerini keşfetmek için sabırsızlanıyorum.” dedim yandan çarpık bir gülüşle. Buz kesen bedenine son kez alıcı gözlerle bakarken “Rahat ol yürü.” dedim kısık bir sesle. Sesimle bir kez daha ürperip yüzündeki korkuyu sildi ve yürümeye başladı. Bul halde kışlanın ortasından geçmesi gerekiyordu. Bakalım bunu yapabilecek miydi? İçimden bir ses bunu yapacağını söylüyordu. O an yüzündeki utancı izlemek ayrı keyif verecekti. Yanımdan geçerken yüzüne ve göğsüne tekrar baktım. Bazı yerleri kan içinde kalmıştı elleri yüzünden. Ama yanımdan geçerken yüzüme bakmayışı ve soğuk ifadesine geri dönmesiyle gözlerimi devirip döndüm ve kıçına bakmak için gözlerimi indirdim. Siktir! Külotunun bile saklayamadığı bütün lobları meydandaydı. Yürürken o kadar kasa rağmen salışını beklemediğim için dudaklarımı yalayıp çenemi kaşıdım. Bir an önce diz çöktürmenin bir yolunu bulmalıydım. Benim yüzsüz iyiden iyiye serleşirken yürümekte zorluk geçen küçük yılandan etkilenmeye devam etti. Kışlaya yaklaştığımızda gözlerimi kantinin olduğu tarafa çevirdim. Herkes oradaydı kesin. Yeniden küçük yılana döndüğümde anlık duraksadığını fark edip neden bu şekilde tepki verdiğini anlamak için giriş kapısına baktım. Gurur elinde sigarası donmuş bir halde küçük yılana bakıyordu. Küçük yılan Gurur’u da mı ısıtmayı başarmıştı? Manken fiziğine sahip kız en azılı düşmanının s****i bile kaldırmıştı başka birini bu halde delirtirdi. Gurur’un yüzündeki şoktan çabuk kurtulduğunu ve bir şey olmamış gibi sigarasını içmeye döndüğünü fark ettiğimde önümdeki de yürümeye devam etti. Kışlanın kapısından çıplak bir şekilde girdiğinde ise diğerlerinin geleceği tutmuş kızı gördükleri gibi çarpılarak adım attıkları yerde kaldılar. Tayfun dünya başına yıkılmış gibi kızın yüzüne bakarken Gümüş o şeklini almış ağzıyla heykel gibi dikilmişti oraya. Bir tek Bilal baktığı gibi başını çevirmişti. Ama o da ne gördüğünü başka yere bakıp düşünüyordu. Küçük yılan yorgunluktan gücünün son kırıntılarıyla yatakhaneye giden karanlık koridorda başı diki bir şekilde kaybolduğunda ne zamandır tuttuğumu fark etmediğim nefesi vererek yanında durduğum Gurur’a döndüm. Hala bir şey olmamış gibi sigarasını içmeye devam ediyordu. “Fazla itaatkar.” dedim anlamsız bir şekilde gerginleşerek. Aslında şakaya vurmak istemiştim. Gurur alaycı bir nefes verip dudaklarının arasındaki sigarasından derin bir nefes aldı ve sakince üfledi. “İyi.” dedi basitçe. Başımı sallayıp dilimin ucuna gelen soruyu yuttum. Ne diye aynı soruyu sorup duracaktım. Sorun olmayacağını hatta memnun edeceğini söylemişti. Ama o küçük yılanın hayranlığı mıdır sevdası mıdır nedir fena sikecektim. Gurur benim canımı emanet ettiğim canına canımı verdiğim kardeşimdi aramıza girmesine asla izin vermeyecektim. Bu bir bakış olsa da silip atacaktım. “Daha ilk dakikadan gol m attın lan?” diye Tayfun bitik bir halde karşıma geçti. “Kendini Gurur’a saklamamış mı şimdi bu?” Parmak uçlarıma kıvılcım saçılmış gibi irkildim ama sonra burnumu çekerek başımı iki yana salladım. Bu adamda bir şey beni arada sırada sinir ederdi zaten. “Daha o kadar derine dalmadım. Ama yakındır merak etme. Şuan bile öl desem ölür benim için. Sen o külüstürü bir yıkat arap sabunuyla ibne. Allah bilir arka koltuğunda ne mikroplar barındırmışsındır.” “Arabada karı becermem.” dedi yüzünü asarak. Canı iyice sıkılmaya başladığında Gurur’a dönüp ona sardı. “Gurur arada kıza göz kırp. Söz her kırpmada bir can borcum olsun. Senin için kurşun yer kurşun sikerim yeminle.” “Siktir git lan!” diye elimi göğsüne koyup ittim. “Dışarıdan müdahale olmayacak demedim mi ben? Ne sikime karışıyorsun sen? Adam akıllı verdiğin sözün arkasında dur.” “Sana yeni araba alırız kasma kendini bro. Paran yoksa kredi çekeriz kefilin ben olurum, söz.” dedi Gümüş benim kazanacağım iddianın üzerine Tayfun’a soğuk su içirtirken. Herkes küçük yılanın cesur hamlesiyle benim kazanacağımdan emindi artık. Ben de çok emindim. Boşuna demiyordum kazanamayacağım iddiaya girmem. “Kaybetmekten korkuyorsun Soylu. Niye?” Bilal sarıldığı montuyla kapı ağzında bana kısık gözlerle bakıp sorduğunda ilk şaşırdım ciddi ciddi sonra kahkaha attım. Sesim bahçede yankılandı. “Hadi lan oradan ben kim korkmak kim! Kazanmayacağım iddiaya girmem ben Bilal. Bunu öğrenmen gerekiyordu.” “İddiayı kazanma olasılığın yüksek çünkü kızın kalbi boş.” dedi yine ne zamandır tuttuğumu fark etmediğim nefesimi vermemi sağladığında. “Senin kaybetme korkun bir başka geldi.” “Sana garipten geliyordu şimdi hepten gelmeye başladı koçum. Tuğlaları ısıtıp ısıtıp götüne sokmayı tez vakitte bırak lan sana iyi gelmiyor.” diyerek elimi ensesine atıp başımı başıyla tokuşturdum. “Biz korkmayız Bilal! Biz korkaklardan değiliz Bilal! Biz korku verenleriz! Bizden korkarlar Bilal!” dedim asıl benliğimize dönerek. “Kabardı bunun yine 3000 Spartalılar damarı.” diye Tayfun göz devirince kolunu Gümüş’ün omzuna atıp yürümeye başladı. “Hadi bro kredi çekip karı kızla yiyen dayılar gibi güzel bir pavyona gidelim. Mehtap’ı sen al ben de Sahra’yı. Bu gece bizim gecemiz bu gece seks gecesiii.” İki amcık delisini uğurladıktan sonra Bilal ısıttığı tuğlaların üzerine yatmak için kayboldu gözden. Gurur’a eşlik etmek için bir sigara yakıp yanında sessizce içtim. Konuşmadan bir süre bekledik ama sonra Gurur izmaritini ayağıyla ezip çömezlere küçük bir hediye bıraktıktan sonra gitmek için döndü ama sonra bir den durdu. Bana döndüğünde ben de dönüp söyleyeceklerini bekledim. “Kızla uğraşmaya başladığından beri az içiyorsun. Bu saate kadar tek parça kalman da iyi. Şunların peşine de düşmedin içmek için.” diyerek başını salladı. “ Göz hapsindeyiz ama soylu. Her ne yapıyorsan abartmadan gözlerden uzak yap.” Asıl söylemek istediğini de eklediğinde iyi geceler diyerek içeri girdi. Arkasından göz atıp sigaramın geri kalanını düşünmemeye çalışarak içtim ve yere atıp ezdikten sonra içeri geçtim. Dikkat çekmek istememiştim kız biraz deli çıkmıştı o kadar bundan sonra bunu da hesaba katıp kapalı alanlarda soyunmasına izin verecektim. Gecenin geç saatleri olduğu için can sıkıntısından yatakhaneye doğru istemeyerek yürüdüm ancak yaklaştığım koridordaki fısıltılarla çok yavaş yürüdüm. Çünkü adım geçmişti. Duvar dibine iyice geçtiğimde yürümeyi kestim ve kızları dinledim. “Bu her şeyi açıklıyor.” dedi aydınlanmış bir ses tonuyla kızlardan biri. “Evet ama herkes bilir. Sen nasıl bilmiyorsun anlayamadım.” Aydınlanan kız “Küçüktüm o zaman. Eee tam anlatmadın nasıl oldu bu?” diye heyecan içinde anlatıcıya sordu. “Soylu yüzbaşının şehit olan abisi de bordo bereliydi işte. Daha gençti tabii. Yirmi dört yaşındaydı. Ergani’de bir köyde çıkan aileler arası çatışmayı durdurmak için gitmişler. Ama aslında teröristler pusuya yatmış. Haberleri yoktu. Dediklerine göre bir kız yardım edin diye Kararkurt’un dikkatini çekmiş..” “Aa Karakurt! Ben o efsane sanıyordum. Bütün dereceleri yerle bir eden Karakurt değil mi?” Abim... Karakurt. Sızlayan göğsümle gözlerimi yumdum. Çocukluğumuzu asker olma hayaliyle yanıp tutuşarak geçirdikten sonra sırasıyla okullara yerleştik ama ben eğitimimi tamamlayamadan abimin haince katledişini duymuş dünyamız başımıza yıkılmıştı. Babam her ne kadar dik durmak için uğraşmış olsa da bir hafta sonra kalp krizi geçirerek az kalsın bir acıyı daha bize yaşatıyordu. Kurtuldu ama annemle deniz kenarındaki yazlıklarından bir daha ne şehre ne de hayata adım attılar. Orada abimi bekliyorlardı sanki. Annem... Abim şehit düştüğü gün oğlum diye ağladıktan sonra bir daha konuşmadı. Sesine hasrettik. “Evet ta kendisi. Yüz yılın askeri diyorlardı. Ama bir genç kızın hain gözyaşına şehit oldu.” dedi üzülerek. “Anlatsana kızım hadi nasıl oldu?” “Babam vuruldu yardım et demiş kız. Karakurt da hemen yardım için koşmuş ama orada teröristler pusudaymış. Yara almasına rağmen bütün teröristleri gebertmiş ama ne yazık ki yaraları ağırmış yolda şehit haberi geldi işte.” O şehit haberini aldığım günü asla unutmayacaktım. Eğitim sahasına dalan binbaşının gözlerimin içine bakıp başını dik tutmasıyla anlamış ve gözyaşları içinde selam vermiştim. O selamda tam bir saat kıpırdamadan kaldığımı ve sonrasında geçen o bir haftanın nasıl geçtiğini pek hatırlamıyordum. Bir hafta sonra ise acıdan kaskatı kesilmiş bir halde kendimi içmeye vermiştim. İçmeseydim elimde silah o köyü baştan aşağı tarayacaktım. “Şu ezik oradan mı? O köyden mi şimdi?” diye şok içinde soran kızla dişlerimi sertçe birbirine bastırdım. Orada iki üç dişimi kıracak basıncı uyguluyordum. “Maalesef.” dedi anlatıcı kız üzgün bir sesle. “Karakurt’u asker olmak isteyen herkes bilir. Ve onun davası hiçbir zaman bitmeyecek. Her zaman bir ateş olup sevenlerini de düşmanlarını da yakacak.” Anlatıcı her kimse haklıydı. Ben o ateştim herkesi yakmak için vardım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE