Emir nikah memurunun koluna girip yanında yürüterek damadın beklediği yere getirdi. Nikah memurunu masaya oturtup defteri açtırdı ve Gürhan’ın önüne kalemle beraber itekledi. ‘’İmzala damat bey.’’ dedi.
Genç adam şaşkın halde Emir’e baktı. ‘’Gelin yok farkında mısın?’’ dedi.
‘’O imzasını attı sen de atınca evlenmiş olacaksınız.’’
‘’Anlamadım?’’ diyen Gürhan ile Behram araya girdi.
‘’Hayırdır ne oluyor? Alanur nerede?’’
Emir sadece Behram’ın duyacağı şekilde fısıldadı. ‘’İşlerle ilgili bir sıkıntı vardı gitmesi gerekti ama gitmeden imzasını attı misafirlerin önünde uzatmayın nikahı bitirelim.’’
Behram olayı anlamasa da uzatmamak için kardeşine, ‘’İmzala.’’ dedi.
‘’Gelin gelirse imzalarım yoksa imzalamıyorum.’’
Emir’in belinden çıkan silah masanın üzerine çarpmıştı. ‘’İmzala yoksa mezarına bekar girersin.’’
‘’Ama böyle nikah olmaz.’’ diyen nikah memuru, ‘’Karışma.’’ diyen Emir ile susmak zorunda kaldı. ‘’Sen de oyalanma imzala.’’
Gürhan, ağabeyinin bakışlarını ve önünde namlusu üzerine çevrili silahı görünce içinden küfürler ede ede kalemi eline alıp imzayı atıp bıraktı.
Emir defteri kendine çektiğinde şahit kısmına bilgilerini yazıp imzasını attı ve yanındakilerden birinin eline kalemi tutuşturdu. ‘’İmzala şu şahit kısmını.’’
Bütün imzalar tamamlanınca nikah memurunun elindeki evlilik cüzdanını çekip alarak damadın eline tutuşturdu. ‘’Hadi Allah bir yastıkta kocatsın.’’
Nikah memuru kaçarcasına düğünü terk ederken Emir sessizce olanları izleyen konuklara baktı. ‘’Sizler evlilikleri böyle mi kutluyorsunuz?’’ diye bağırıp silahını havaya doğrultup ateş açmaya başladığında Gürhan’ın ağabeyleri de ona uyum sağlayıp konukları teşvik etmişti ve artan müzik sesiyle beraber sıkılan silahlar, atılan zılgıtlar birbirine karışmıştı.
‘’Yaktınız başımı.’’ diyen Gürhan etrafındaki manzarayı görmemek için gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
~~~~
Alanur, kız kardeşleriyle tarlaya ulaştığında yükselen ateşi gördü. Yeni başlamıştı ve sadece tarlanın başlangıç kısmındaydı. ‘’Ateşi söndürmeye odaklanın.’’ diyerek kardeşlerine bağırıp atını dörtnala sürmeye devam etti. İlerideki karaltıyı fark etmişti.
Atını sürmeye devam ederken ayaklarıyla dengesini sağlayıp tuttuğu ipi bıraktı. Tüfeğini sırtından alıp fişeğini içine yerleştirdi ve atı ilerlerken karanlığın içindeki hareketliliğe nişan aldı.
Tetiğe bastığında çıkan ses düz arazide yankılanmıştı.
Gül, en küçük kardeşleri Ela’ya bağırdı. ‘’Ela sulama sistemini açmaya git.’’
Ela, ablasının verdiği emirle atının hızını kesmeden ilerlemeye devam etti.
Zehra işçilerin malzemelerinin konulduğu kulübenin kilidini anahtar olmadığı için silahının kabzasıyla kırarak açmıştı.
Çıkardığı kürekleri ateşin üzerine toprak atmaları için kardeşlerine dağıtırken Duygu atından yere atlayıp topuklu ayakkabılarının üzerinde bata çıka tarlaların başında durması gereken gece bekçisinin kulübesine girdi.
Beklediği gibi adam baygın halde kulübenin önünde yatıyordu. Oyalanmadan içeri girip aradığı anahtarı buldu ve yine koşarak traktörün olduğu yere gidip üzerine atlayarak çalıştırdı. Yangın yayılmadan hasadın bir kısmını kesip ateşin ilerlemesini engellemek için geriye sadece toprak bırakacaktı.
Ela sulama sisteminin olduğu yere ulaştığında kesilmiş hortumu görmüştü. ‘’Siktir!’’ diyerek abiyesinin etek kısmını yırttı ve hortumun kesik yerini bir araya getirip üzerine yerde çamurlaşmış toprağı sıvayıp yırttığı kumaşı sıkıca sarıp bağladı.
Vanayı açtığında sular kesik yerden sızmaya başlamıştı ama diğer tarafa da su gidiyordu. Eliyle bağladığı yere destek olup birbirinden ayrılmaması için tutarken kenarlardan sızan su üzerini ıslatmaya başlamıştı.
Tarlaların arasından gelen su az olsa da ürünlere yağmaya başlamıştı ama ateşle eriyen yerlerde etkisiz kalmıştı.
Duygu traktörle ateşin henüz yetişmediği ama yetişmek üzere olduğu alanı bir baştan diğer başa ürünleri biçip ortadan kaldırmaya başlamıştı. Gül, Zehra, Nagihan, Ezgi ve Sevim elindeki küreklerle ateşin önünü kapatmak için elindeki küreklerle toprağı ters yüz edip yanan yerlerin üzerine atıyordu.
Adem tüfekten çıkan fişek koluna geldiğinde anlık darbeyle dengesini sağlayamayıp atından yere düşmüştü. Ayağa kalktığında Alanur olduğu yere ulaşmış atından atlamıştı.
‘’Şerefsiz hain.’’ diyen genç kız tüfeğini Adem’in üzerine tutmaya devam ediyordu. ‘’Bu tarlalar hepimizin ekmek kapısı böyle bir şeyi nasıl yaparsın?’’
Adem silahını çıkarıp genç kıza doğrulttu. ‘’Ağalık benim hakkım ama sen kadın olduğunu göz ardı edip yerimi işgal ediyorsun.’’
‘’Babam bu ailenin en büyük çocuğu ve ben de onun en büyük çocuğuyum ailenin başında olmak benim hakkım asıl yerini bilmeyen sensin.’’
‘’Öyle mi?’’ diyen Adem elindeki silahı yere bıraktı. ‘’Madem kendine bu kadar güveniyorsun o zaman silahını at da karşıma geç.’’
Alanur tüfeğini yere bırakıp göğsünden fişeklerin olduğu kemeri de çıkarıp tüfeğin yanına koydu. ‘’Öyle olsun.’’ dediğinde ellerini birbirine kenetleyip parmaklarını kıtlattı.
İkisi de birbirine saldırmak üzereyken Adem yüzüne gelen yumrukla geriye sendeledi. ‘’Kendi denginle kapış.’’ diyen Emir’in sesi duyuldu ve ardından tekmesi Adem’in karnına çarptı.
‘’Hepinize yeterim.’’ Adem karşı saldırıya geçtiğinde Emir yüzüne gelen yumruktan kaçmak istedi ama zamanında geri çekilmeyi başaramadı. Kavgaya tutuştuklarında Emir üst üste yumruklarını indirmişti ama aynı zamanda karnına, sırtına gelen yumruklarla yere düşmüştü.
Düştüğü yerden kalkmaya çalışırken Adem doğrudan Alanur’un üzerine yürüyüp saçından tutup yere savurdu. Genç kız düştüğü yerden kalkmaya çalışırken karnına inecek tekmeden son anda yana dönerek kurtulmuştu ve ayakkabısının sivri topuğunu hemen önünde duran bacak arasına geçirmişti.
Adem acıyla çığlık attığında Emir düştüğü yerden kalkıp üzerine atlamış yüzüne yumrukları üst üste durmadan indirmişti.
En sonunda acı içindeki adamı atının üzerine atıp tarlalardan göndermişlerdi. ‘’İyi misin abla?’’ diyen Emir, Alanur’a baktı.
‘’Ben iyiyim de sen değilsin.’’
Emir kan akan burnunu eliyle sildi. ‘’Birkaç yumruktan ölmem.’’
‘’Yangın.’’ diyen Alanur, atına atladığında Emir de onu takip etmişti ve yanan yere doğru ilerlemişlerdi.
Geldiklerinde kız kardeşleri alevin son cılız ışıltısını söndürüyordu ve tarladaki yanan yer zarar verecek kadar çok değildi. ‘’Sizler muhteşemsiniz.’’ dedi Alanur, kardeşlerine. Gözlerine biriken yaşlar yanağına süzülüp toprak bulaşmış yerlerde iz bıraktı. ‘’Geri zekalı.’’ diye boşluğa bağırdı. ‘’Bu tarlalardan kaç kişi ekmek yiyor nasıl yakmaya cüret eder?’’
‘’Olan oldu abla.’’ dedi Emir. ‘’Bundan sonra önlemini alalım bir daha yaklaşamasın.’’
‘’Emir haklı.’’ diyerek Gül araya girdi.
‘’Ağalığı istiyor da ağa olunca bu toprakları yönetecek bu yaptığı çok aşağılık oldu.’’ diyen Duygu iç çekmişti.
Güneşin ilk ışıkları gökyüzünde yükselmeye başlarken hala tarladaydılar. Alanur gerekli kişileri ayarlayıp tarlaların etrafına adım başı nöbet tutacak birilerini bulduruyordu.
İş için gelen işçiler yanan yerdeki kalan küle dönmüş ürünleri toplayıp toprağı temizlemeye çalışıyor zarar görmüş sulama sistemini onarmaya çalışıyordu.
Sekiz kız kardeş ve Emir yorgun haldeydiler ama işler güvence altına alınmadan hiçbirinin olduğu yerden ayrılmaya niyeti yoktu.
Alanur yanındaki işçi başıyla konuşurken üzerindeki beyaz gelinliğinin çoğu yeri toprakla kirlenmişti ve kahverengiye dönmüştü. Reyhan’ın özenle yaptığı saçları dağılmış, düştüğünde saç tarağı tokasının bir kenarı kırılmıştı ve uykusuzluktan şişmiş gözleri makyajına tezat haldeydi.
Babası geldiğinde atından indi. ‘’Düğünden kalanlarla ilgilenmekten daha erken gelmedim ne durumdayız?’’
‘’Çok şükür zarar çok değil.’’ dedi Alanur.
Halis ağa, kızının yanında dururken Emir’in omzuna kolunu sarıp kendine çekti. ‘’Sağ ol evlat.’’ dedi.
‘’Ben gerekeni yaptım dayı.’’ diyerek karşılık verdi genç adam. ‘’Adem ağabey bu aşiretin başına gelirse bütün işler kangren olmuş bir uzuv gibi çürüyüp gider.’’
‘’Sonunda elimde can verecek iblis.’’ Alanur derin bir nefes aldı.
“Hadi siz gidin dinlenin gerisini ben hallederim.” Halis ağa kızlarıyla, yeğenini gönderdiğinde işçilerin başına geçmişti.
Zehra, ablasının kolunu dürttü. “Biz yatar bir güzel dinlendiriz de bakalım taze damat seni uyutacak mı gerdek gecesi tek kaldı ne de olsa!” diyerek güldü.
“Ne gerdek meraklısı çıktınız başıma.” Alanur gülerek kardeşlerinden uzaklaşıp kendi odasına girdi.
Hiç görmediği kocası kendi yatağında uyuyordu. Sırtı dönüktü ve örtü başına kadar çekiliydi bu yüzden yüzünü görememişti.
İç güveysi gelmek onun için zordu tahmin edebiliyordu ve yetmezmiş gibi düğünde de yalnız kalmıştı. İnsanlar yüzüne karşı dalga geçmiş miydi? Kendisi de böyle bir durumu yaşamak istemezdi ama mecbur kalmıştı.
Makyaj masasının üzerinde duran evlilik cüzdanını görünce derin bir nefes aldı. İmzayı bile ayak üstü atmıştı da evlendiği adam tek başına imza atınca ne hissetmişti acaba?
Parmak uçlarına basıp ses çıkarmadan banyoya girdi. Kapıyı kapattığını düşünürken fark etmeden aralık kalmıştı.
Küvete sıcak su dolarken aynanın karşısında yüzündeki makyajı ve toprak izlerini temizledi.
Üzerindeki tulum şeklindeki gelinliğin arkasındaki fermuarı biraz zorlansa da açmayı başardı. İç çamaşırlarını da çıkarıp yere kirlenmiş gelinliğinin üzerine bıraktı ve küvete dolan suyun içine lavanta kokulu sabunu döküp tamamen köpük içinde bıraktı.
Ayağını sıcak suya soktuğunda yavaşça içine girdi. Sırtüstü yattığında başı kenardaki deri kaplı yastık şeklindeki çıkıntıdaydı. Kırılmış tarak şeklindeki tokayı çıkarıp yere bıraktı ve bedeni rahatlarken gözlerini kapattı.
Uyumak için yatağına hiç tanımadığı kocasının yanına yatamamıştı. Uyanıp hesap sormasını ya da bütün gece senin yüzünden tek başımaydım şimdi gerdeğe gireceğiz demesini göze alamamıştı.
Başka odaya gidip ailesine açıklama yapmak da istemiyordu. Bir saat bile uyusa kendisine yetecekti ve gücünü toplayacaktı. Hayatının diğer ayrıntılarıyla o zaman ilgilenebilirdi. Uykuya geçmeden önce yüzünde bir tebessüm belirdi. Kendisine fısıldayarak, “Evleneli on iki saati geçti ama daha ne kocamın yüzünü gördüm ne de bir kez olsun sesini duydum. Aferim bana böyle uzaktan uzağa nasıl çocuk yapacağım acaba zihin gücüyle mi?” dedi ve çok geçmeden olduğu yerde uyuyakaldı.