4.Bölüm
Defne, duygularını bastırmakta zorlanırken Baran'ın geçmişine dair karanlık bir gölgeyle yüzleşmek zorunda kalır. Ajanlık oyunlarının ortasında, bir kadının iç sesiyle savaşını, bir adamın duygularını nasıl gizlediğini ve aralarındaki çekimin her geçen gün nasıl büyüdüğünü okumaya hazır mısınız?
Ama bir sorun var: Bu gece Baran kayboldu... Ve ardında sadece belirsiz bir ayak sesi bıraktı.
“Baran, ona âşık mıydın?”
Bakalım Defne Baran’dan umduğu cevabı alabilecek mi…!
Defne;
Baran’a bu soruyu sorduğum an, içimi bir pişmanlık kapladı. Cevabını duymaktan korkuyordum ama o anlık bir cesaretle, sanki kendi kendimi sabote edercesine, sormuştum bile.
Baran iç çekti, öne doğru eğildi. Elleri masanın üzerinde birleşti. Gözlerimin ta içine bakarak,
“Bu soruyu neden sordun? Ne duymak istiyorsun?” dedi.
İkimiz de ajan olunca... Ben onu analiz ediyorum, o da beni.
“İngrid’i gözlemlerken fark ettim. Adın geçtiği anda gözlerinin içi parlıyordu. Vücut dili... Resmen sana âşık olduğunu haykırıyordu.
Ben de bunu kullandım. ‘Baran’ı tekrar görmek istiyorsan belgeleri bana ver’ dedim.
Ve o, sırf senin için belgeleri bana verdi.”
Durumu iyi kıvırdım, ondan hoşlandığımı anlamasını istemiyorum. Çok erken bakalım benim hayatıma yaşam tarzıma ayak uydurabilecek mi?
Baran’ın dudakları kıvrıldı, başını hafifçe iki yana sallayıp,
“Sen olmuşsun,” dedi. “Yalan söylemeye bile başlamışsın. Ama karşındaki senden üstün. Yalan söylerken bile kendini ele veriyorsun. Asıl mesele ne? Ne duymak istiyorsun?”
İçimden ‘Aman,’ dedim. Gelişine devam edeceğim , sonuçta öldürecek değil ya.
Baran beni öldürmez... Merak ederim. Merak beni öldürür.Yinede duygularımı farklı yansıtmayı planlıyorum boru değil ajan eğitimi aldım şimdi kullanmayıp ne zaman kullanacağım bu eğitimleri.
“Şimdi, sen de ona âşık mıydın? Onun sana âşık olduğu çok belli. Peki, senin ona karşı bir şeyler hissettin mi? Onu merak ediyorum.”
Baran:
“Bu çok özel bir soru ama seni rahatlatmak için cevap vereceğim. Hayır, o sadece ortağımdı. Ama onu koruma içgüdüsüyle ve başarılı olmasını istediğim için üzerine fazla düştüm. Bunu da yanlış anladı. Halbuki çok açık konuşmuştum onunla. Neden kendini bu şekilde kaptırdı, anlamadım.”
Bu verdiği cevap beni rahatlattı ama yine de içimde küçük bir şüphe vardı.
Acaba, benim ona oynadığım gibi, o da bana mı oynadı?
Ben hâlâ onun kadar usta olamadığım için onu çözemiyorum. Kendini iyi gizliyordu. Yüzünde hiçbir duygu kırıntısı yoktu. Onu tanıdığımdan beri hep böyleydi.
Tam bir duvar.
Ama bir yandan da… ondan öğreneceğim çok şey vardı.
Kahvelerimizi içtik ve kalktık,mekandan çıkınca biraz yürümek istedim.
“Açık hava iyi gelecek,” dedim.
Baran kabul etti. Onunla yürürken sohbet etmek istedim. Ağzından nasıl laf koparsam diye düşünüyordum.
“Hiç âşık oldun mu?” diye sordum.
Baran:
“Asla,” dedi.
“Ben işime aşığım.”
Klasik Türk erkeği işte… Her şeyi abartıyor. ‘Yap işini, al maaşını. Ne abartıyorsun?’
“Peki, parayı nasıl harcıyorsun? Bu kadar kazandığına göre benden daha çok gelirin var. Kız arkadaşın da yoksa, yani paranı harcayacak bir kadın da yok demektir. Mezara mı götüreceksin bu kadar parayı? Sevdiğin kadınla gezip eğlenemedikten sonra neden kazanıyorsun bu kadar parayı?”
O an tebessüm etti.
“Çok sığ düşünüyorsun. Seninle çok işim var. Her şey para demek değil.”
“Vallahi benim için her şey para! Asıl sen sığ düşünüyorsun.”
Baran:
“Neden her şey para?” dedi. “Sevdiğin işi yapmak, bu işte başarılı olmak... Bunların önemi yok mu?”
“Var tabii ki! Sevdiğin işi yapıp, üstüne bir de para alırsan tadından yenmez. Ama para da hayatın her alanında gerekli. En sevdiğin, ailen bile paran olmadığında sana tavır yapar.”
Baran sözümü yakaladı:
“Bana birisi bunu aynen böyle demişti. Sen neden böyle düşünüyorsun?”
Az çok babanı çözdüm,” dedi. “Sırf sen başarılı ol diye, durumu olmadığı hâlde seni özel kurslara göndermişti. Yabancı dil öğrenmek için.”
“Şöyle söyleyeyim: Param olmasa, babam maddi yönden sıkıntıda olsaydı, beni o kurslara göndermezdi. Ben de dört dili bilmezdim.”
Baran:
“Dört dili mi?” dedi. “Ben üç diye hatırlıyorum.”
“Yok,” dedim. “Bir de Türkçe var.”
Baran:
“Zaten Türkçe ana dilimiz değilmi,” dedi.
“Evet, Türkçe ana dilim ama Öz Türkçeyi bilen çok az. Osmanlı Türkçesini de biliyorum,” dedim.
Şu meselede netim:
Eğer maddi gücün yoksa, düzgün bir eğitim alamazsın. Sağlık hizmetlerinden güvenli şekilde yararlanamazsın.
En basitinden, aldığın kahvenin tadı bile farklı olur. Lokantada gördüğün ilgi, itibar… Her şey! Her şey para!
Bu devirde beş para etmez birinin eline bir çuval para ver, sonra otur izle.
Ne kadar bilgili, görgülü olursan ol, o adamın gördüğü hürmeti ilgiyi sana göstermezler. İnan bana, bunu test ettim. Tecrübeyle sabit.
Baran:
“Düşüncelerin… yanlış anlama… Bunlar senin düşüncelerin. Ama sırf para için de bir şey yapma.
Bu iş, para için yapılacak bir iş değil. Karşı taraf bunu senin için sezerse, seni para ile kendilerine çevirirler. Oyuncağı olursun o tür insanların.”
Ben:
“Zaaf olsun diye söylemedim. Olanı söyledim.”
Dedim ama Baran pek ikna olmadı.
“Bana bu kadar sohbet yeter. Hadi dönelim otele,” dedi.
Arabaya binip tekrar otele döndük. Aynı oda da kalıyorduk.
“Ee,” dedim. “Yatak işini ne yapacağız? Aynı odadayız… Sen yerde yatarsın herhâlde?”
Baran:
“Hayır, asla!” dedi. “Ben kıdemliyim. Yatak benim. Sen kanepeye geç.”
“Oo, çok kibarsınız!” dedim. “Bir beyefendi olarak sizi alkışlıyorum bu hareketinizden dolayı.”
Baran:
“O kadar alkışa gerek yok. Burada rütbe konuşur. Ben keyfime düşkünüm. Kusura bakma, senin için kendi rahatım dan vazgeçecek değilim. Biraz çabala rütbe al, kıdem konuştur, sen yat yatakta,” dedi.
Eyvah!
Tamam, mecbur kanepeye ben geçtim.
Ama bunların hesabını senden sorarım.
Kara deftere yazdım adını.
Bir bir yazıyorum bunları…
Kanepeye uzanıp lüks işlemeleri olan tavanı izlerken acaba yeni hayatım, yeni işim ve Baran off Baran çok yakışıklısın çık aklımdan…Geniş omuzları, kaslı kolları, dalgalı saçları töbe töbe gece gece şeytan tükürdü suratıma herhalde kapa gözünü ve uyu İngrid laşma:). Saçma sapan rüyalar gördüm, dinlenmek yerine daha yorgun uyandım sanki.
Ama o gece… sabaha karşı, odaya dolan sessizliğin içinde bir ses duydum.
Ve o ses, sadece bir kabusun yankısı değil gibiydi.
Gözlerimi açtığımda... Baran yoktu.
Peki, o hâlde... ayak sesleri kime aitti?