3.BÖLÜM

3864 Kelimeler
Dün yaşanan saçma gecenin ardından bugün geç kalkmış olmam harikaydı. Günüm güzel başlamıştı ve güzel geçmesini umuyordum.   Öğle saatlerinde uyanıp rahat rahat kahvaltı yapmıştım ve hazırlanmak için oldukça zamanım olduğu için ağır hareket ediyordum. Kang Joon, televizyonda gündüz kuşağı programı izlerken kucağıma aldığım yuvarlak aynada makyajımı yapıyor bir yandan da programa bakıyordum.   "Ay acaba senin nerene büyü yapsınlar ya?" Kang Joon, kınayan bir ifadeyle konuştuğunda gülmeden edemedim. Bence oldukça haklıydı çünkü kadının artık yaşı geçmişti. Yaşıtları torun seviyordu ve komşusu nesini kıskanıp ona büyü yapacaktı?   Ayrıca büyü neydi ya?   "Bak bak bak. Yürüyen kamyon arkası." Kadının özlü sözüne karşılık Kang Joon suratını buruşturarak konuştuğunda bakışlarım tamamen ekrana döndü.   Kadın sunucu anlatırken şaşkınlıkla onu dinliyordum. "Parayı, altını anlarım da zeytini ne yapacaksın ablacığım?" Kang Joon, gayet mantıklı bir soru sorduğunda kafamla onu onayladım.   "Sebebi olmalı bence?" Mırıldanarak konuştuğumda Kang Joon'un bakışları anında bana döndü. "Tanrı aşkına evden kaçarken zeytini de alıp kaçmanın mantığı ne olabilir? Hayır yani merak ediyorum nasıl bir neden olabilir. Bak çok mantıklı olmasına gerek yok sadece bir neden olsa bana yeter."   Sanki zeytini alıp evden kaçan benmişim gibi öfkeyle konuştuğunda şaşkınlıkla ağzım aralandı. Bana niye kızıyordu bu manyak be?   "Ne bileyim? Kendi toplamıştır falan. Emeğim var diyerek kıyamamıştır. Ya da satacaktır."   "Zaten bir dünya para almış altın almış ne yapacak iki kilo zeytini. Ayrıca mevzu emekse de on senelik emek verdiği adamı bırakmış kaçmış. Pek emek düşünen bir tip değil gibi." Kang Joon, kendine göre gayet mantıklı konuştuğunda şaşkınlıkla onu onayladım.   "Ne bileyim ben? Araştırılması lazım işte. Bu tarz eylemlerin altında genelde psikolojik bir olay yatar. Geçmişten kalma bir travma da olabilir." Çünkü gerçekten evden kaçarken zeytin alıp kaçmak mantıklı değildi.   "Senin bay Yoon olsa kesin çözerdi kız. Keşke çıksa şu programa hem zekamız gelişir hem gözümüz gönlümüz bayram eder." Kang Joon, ağzının suyu akarak konuştuğunda göz devirdim.   "Adamı görmedin bile Kang Joon." Tamam yakışıklıydı ama Kang Joon görmemişti yani. " Ayrıca o huysuz adam konuşmaya üşendiği için olayı çözse bile kimseye söylemez ve kimse de bir bok öğrenemez."   "Zeki adamlar çekici olur. Ayrıca huysuz deyip duruyorsun ne yaptı bu adam sana bir günde?" Ne yapmadı ki? Bir günde hayat enerjimi sömürdü. Yeşeren dallarımı kuruttu. Küfür hazneme yeni küfürler ekledi. Sabrımı geliştirdi.   "Anlattım ya. Tekrar anlattırma sinirlerim bozuluyor." Bakışlarımı aynaya çevirip yarım kalan makyajıma devam ettim.   "Bana bak Haru. Bu adam hem zeki hem de yakışıklıdır yani ben öyle anladım. Bu adamı kafala bir de çocuk yap. Yemin ediyorum ikinizin zekasından ortaya çıkan çocuk Einstein'a kafa tutar."   Kang Joon ve hayal dünyası oldukça genişti. Onu hayal dünyasından çıkaran ise her zaman ki gibi evimizin realist kızı Soo Bin olmuştu. Elindeki bardakla salona girdiğinde Kang Joon'un kafasına sağlam bir tane vurdu. Kang Joon ile ilk tanıştığımızda bu kadar aptal değildi ve şimdi neden bu kadar aptal olduğunu anlıyordum. Vura vura çocuğun beyin hücrelerini öldürmüştü.   "Kız çalışıyor. Aklına saçma sapan şeyler sokup kafasını karıştırma. Amacına ulaşmasına bu kadar az kalmışken üstelik." Soo Bin, azarlayan bir anne edasıyla konuştuğunda onu onaylayan bir mırıltı çıkarıp oturduğum yerden kalktım ve odama ilerledim.   Soo Bin doğru söylüyordu. Amacıma ulaşmama çok az kalmıştı ve bu kadar az kalmışken pes etmemem gerekiyordu. Aradığım adamı bulmam ve polis teşkilatında dedektif olarak işe başlamam için bana lazım olan şey huysuz bir dedektifti. Tüm manipülasyonlarına karşı onu idare etmem ve hayat amacıma ulaşmam gerekiyordu.   Yatağın üzerinde duran önceden çıkardığım gri parlak , derin yırtmaçlı elbiseyi alıp üzerime geçirdim. Aynanın önünde duran aksesuarlarımı da takıp parfüm sıktım. Ayakkabılarımı da giydiğim zaman özel bir davet için oldukça hazırdım. Yerde duran ayakkabılarımı ve yatağın üzerindeki ufak çantamı alıp odadan çıktım.   Salonda oturan ikilinin bakışları bana döndüğünde ikisi de genişçe gülümsedi.   "Harika görünüyorsun." İkisi aynı anda konuştuğunda gülümsedim ve bakışlarım duvarda duran saate kaydı. Tam bir saat vardı ve ben yavaş yavaş gidersem bir saatte orada olurdum. Aslında onbeş dakikada da orada olurdum fakat bay Yoon’un dünkü uyarısından sonra arabasına zarar vermek büyük bir aptallık olurdu. Maaşımdan kesilmesini geçtim, beni işten kovmasını da geçtim, o soğuk kanlı katil edasıyla zarar verdiğim arabanın altında beni defalarca ezer kıyma gibi olmamı sağlardı.   Açıkçası beklerdim.   Küçük çantanın içindeki telefonum çaldığında düşüncelerimden sıyrılıp telefonu aldım ve açıp kulağıma götürdüm. "Ne istiyorsun?" Başımın belası arıyordu ve bu sefer ne istiyordu çok merak ediyordum. Ya da etmiyordum ya. Ne isteyebilirdi ki?   "Para?"   Beni asla yanıltmıyor olması ağlamak istememe yol açıyordu. Çok istikrarlı bir kardeşim vardı ve insanları asla şaşırtmıyordu. Yani en azından beni?   "Yine ne oldu?"   "Bir şey mi olması gerekiyor abla? Para insanın yaşaması için temel bir ihtiyaç ve ben de yaşamak için buna ihtiyaç duyuyorum. Ayrıca proje ödevlerimi tamamlamak adına da paraya ihtiyacım var. Malum dönem bitiyor ve projeleri teslim etmek lazım. E bir de dönem bittiği için oraya geleceğim yol parası falan. E bir de genciz ta-"   "Theon kes sesini tamam." Bıkkın bir nefes verip alnımı ovaladım. "Yarın gönderirim. Ayrıca hiç boşuna yalan söyleme proje ödevini geçen hafta teslim ettin ve buraya geleceğin zaman da biletini bana aldıracağını ikimiz de biliyoruz." Bir şey söylemesine izin vermeden telefonu kapattım ve bakışlarımı bana bakan ikiliye çevirdim.   "Benim yiyemediğim paraları elalemin kızları yiyor." Telefonu çantaya koyduğumda Soo Bin acıyla yüzünü buruşturdu.   "Theon mu gelecek?"   Okulu Yaz tatiline gireceği için mecbur buraya gelecekti. Kafamla onu onayladığımda Kang Joon'un da yüzü acı çekermiş gibi buruştu. "Tüm derslerini vermiş mi? Yaz okuluna falan kalmayı başaramamış mı?"   Bu sefer kafamı iki yana salladığımda Soo Bin öfkeyle elini alnına vurdu. "O salak bunu nasıl beceriyor ya?" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığımda Kang Joon kenarda duran minderi alıp kucağına bastırdı. "Haram oldu uykular. Elveda huzurlu günler merhaba gürültülü günler." Şiirsel bir tonda konuştuğunda dudaklarımı büzerek omuz silktim. Yani onlara katılıyordum, kesinlikle haklıydılar oldukça sorunlu bir kardeşim vardı fakat kardeşimdi işte. Birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Yani ev arkadaşlarım hariç.   "Kardeş işte. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Kaçtım ben." El sallayarak salondan ayrılıp evden çıktım. Bay Yoon’un arabasına bindiğimde kendine has olan baharatımsı koku ciğerlerime doldu ve arabayı çalıştırdım.   Araba kullanmak benim için yürümek gibi bir şey iken şu an sanki acemi bir şofördüm. Adam o kadar aksiydi ki malına zarar vereceğim korkusu bile elimi ayağıma dolaştırıyordu.   Bay Yoon’un evinin önüne geldiğimde bir arabanın zar zor sığacağı yere arabayı park etmeye çalıştım.  Arabalarını dengesiz park eden şoförlere küfür ederken sağ arka jantın kaldırıma sürttüğünü hissedip acıyla gözlerimi yumdum.   Derin nefesler alıp kendime gelmeye çalıştım. Şu an saçımı başımı yolardım fakat tekrar yapmak için vaktim yoktu. Arabayı tamamen yanaştırdıktan sonra inip hızlıca sağ tarafa geçtim ve eğilip janta baktım. İncecik on santimlik bir çizik vardı yalnızca bir çizik ve gerçekten incecik. Dikkatli bir şekilde bakılmadığı sürece asla görünmezdi. Bay Yoon, eğilip on saniye boyunca benim gibi jantı incelemez ise asla görmezdi. Tabi o manyağın sağı solu belli olmadığı için ben yine de çok rahat olamıyordum.   Durumu dikleştirip apartmana ilerledim ve ağır kapıyı zorlanarak açıp merdivenlere yöneldim. Yüzüme geniş gülümsememi yerleştirdim. Hiçbir sorun yoktu, hiçbir şey olmamıştı. Olduysa da ben görmemiştim yani. Asla bilmiyordum.   Zile basıp beklemeye başladım ve bir dakika sonra kapı çıplak bir bay Yoon tarafından açıldı. Bakışlarım şaşkınlıkla dövmeleri vücudunda gezerken aşağı doğru indi ve çıplak olan tek kısmın üst kısım olduğunu anladım. Tabi bu yine de normal bir görüntü değildi.   "Merhaba. Saat yedi demiştiniz ve saat tam ye-"  Ben gülümseyerek konuşurken o ifadesiz yüzünü hiç bozmadan kapıyı açık bıraktı ve içeriye girdi. Bıkkın bir nefes verip peşinden gittiğimde odasına girdi ve ben birkaç saniyelik duraksamanın ardından salondan bozma çalışma odasına girdim. Odaya girdiğim an bakışlarım çalışma masasına gitti ve dünkü eziyetim gözümün önüne gelirken ağlamaklı bir ses çıkardım. Gerçekten çok gaddar bir adamdı. Yani insan insana bunu yapmazdı. Açlıktan midem sırtıma yapışmış bir şekilde kan çanağı gözlerle saatlerce yazı yazmıştım. Üstelik üzerine kahve döküldüğü için okumak çok zordu!   Odanın kapısı açıldığında ifademi değiştirip gülümsedim ve bakışlarım kapıya döndü. Bakışlarım kapıya döndüğü an gülüşüm birkaç saniye dondu. Adamı biraz önce çıplak görmüştüm beynim bir git gel yapmıştı şimdi de takım elbise ile görüyordum ve beynimde kırmızı alarmlar çalıyordu. Siyah takım elbisesinin içine beyaz bir gömlek giymişti. Açık bıraktığı yakasından dövmeleri gözüküyordu. Boynunda ince bir kolye, kulaklarında ufak halka küpeleri ve parmaklarında çeşitli yüzükler vardı. Elindeki saati koluna takmak ile uğraşırken ben dikkatle onu izliyordum.   "Çekmecedeki davetiyeyi al ve çantana koy." Bana bakmadan ifadesiz bir sesle konuştuğunda irkilerek kendime geldim ve bakışlarımı ondan çekip çekmeceye yöneldim. Masanın altındaki çekmecede bir sürü dosya vardı ve en üstte müzayede için olan davetiye vardı.   Davetiye ile girilen bir mekana gidiyorduk ve bay Yoon ne ara bu davetiyeyi bulmuştu hiç bilmiyordum. Gerçi bana ne söylüyordu da biliyordum ki?   Dış kapıya yöneldiğinde adımlarım onu takip etti. Kenarda duran askılıktan bir anahtar alıp bana uzattığında şaşkınlıkla ona baktım. "Kapıyı açmakla uğraşmak istemiyorum." Anahtarı elinden alırken içimden göz devirsem de dışımdan gülümsüyordum. "Anahtarın var diye yerli yersiz gelmeye kalkma."   Kafamla onu onayladığımda kapıdan çıktı ve ardından kapıyı kilitleyip merdivenlerden peşinden inmeye başladım. Ayağımdaki topuklu ayakkabılar ona yetişmemi zorlaştırıyordu.   Arabasının yanına ulaştığımda elimdeki anahtar ile kapıyı açtım ve hiçbir şey söylemeden yan koltuğa oturdu. Anlaşılan şoförlüğe devam edecektim. Sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdığımda telefonuma bildirim sesi geldi ve açıp baktığımda gideceğimiz yerin konumunun bay Yoon tarafından gönderildiğini gördüm.   "Davetiyede yazıyordu." Mırıldanarak konuşup arabayı hareket ettirdiğimde telefonunu ceketinin iç cebine koyup arkasına yaslandı ve gözlerini yumdu.   Beni görmezden gelmelerine alışmam gerekiyordu fakat durum sinir bozucu olduğu için alışmak zordu. Adam resmen ben yokmuşum gibi davranıyordu.   Normal hayatında arkadaşları ile arası nasıldı merak etmeye başlamıştım. Ya da sevgilisiyle? Bir sevgilisi var mıydı bilmiyorum ama varsa kendine sabır diliyordum.   Bakışlarım kısa süreli bay Yoon’a gitti ve aynı pozisyonda olduğunu görünce tekrar önüme döndüm. Sevgilisi olduğunu sanmıyordum, ruhu çekilmiş bir adama benziyordu ve birini sevebilecek olma ihtimali çok uzak görünüyordu.   "Bana yapman gereken bir uyarı falan yok mu? Dikkat etmem gereken bir şey falan?" Yola bakarak konuştuğumda bir süre cevap gelmedi. Yine bana cevap vermeyeceğini düşünürken sesini duydum ama keşke duymasaydım.   "Uyarılmadan iş yapamayacağını bilmen güzel ama ben bir öğretmen değilim. Sana her şeyi tek tek anlatamam."   Bakışlarım ona döndü ve derin bir nefes alıp gülümsedim. "Tam olarak iş öğrenmek için yanınızdayım ve bu durumda bir nevi öğretmen olmuyor musunuz?" Manyak herif! Yanına şoförlük yapmam için geldiğimi falan mı sanıyordu?   Sakin ol Haru! Arabayı trafik tabelasına sokmaman gerekiyor, sakin ol.   "Sadece bana ayak uydur. Bir şeyleri illa söylemeye gerek yok, mantıklı düşün ve ona göre hareket et." Gözlerini hiç açmadan konuştuğunda dudakları alayla yukarı kıvrıldı. "Tabi yapabilirsen."   Yapabilirdim. Neden yapamayacaktım ki? Bay Yoon, beceriksiz olmam için elinden geleni yapsa da ona laf vermeyecektim. Yapmamam için içinden dualar etse de başarılı olarak onu uyuz edecektim. Eminim ki böylesi onun için daha sinir bozucuydu.   Büyük bir restaurantın önüne geldiğimizde arabadan inip anahtarı kapımızı açan valeye teslim ettim. Bay Yoon, bu sefer beni peşinden koşturmak yerine sabit bir şekilde bekliyordu. Yanına ulaştığımda bakışları bana döndü ve hafifçe gülümsedi.   Ne gülümsedi mi?   Şaşkınlıkla tekrar ona döndüğümde yanlış görmediğimi fark ettim. Eli belime yerleştiğinde şaşkınlığım daha da arttı. O ilerlemeye başladığında adımlarım onu takip etti ve girdiğim şoktan çıkmaya çalıştım.   Restaurantın kapısına geldiğimizde güvenlik tam önümüzde durdu ve gülümsedi.   "Hoş geldiniz efendim."   Gülümseyerek ona karşılık verirken Yoon'nun bakışları bana döndü. "Davetiyeyi ver istersen hayatım."   Tamam şu an görev icabı rol yaptığımızı anlamıştım ama yine de çok tuhaf geldiği için duraksamalar yaşayabiliyordum. Zoraki bir şekilde gülümseyerek çantamdan davetiyeyi çıkarıp güvenliğe verdim. Güvenlik davetiyeye bakıp önümüzden çekilirken tekrar gülümsedi. "İyi eğlenceler Bay ve Bayan Kang."   He bir de karı koca mıydık? Oh oh ne güzel. Kesin saçmalayıp bir şeyleri devirecektim, artık buna emindim. Devirdiğim şeylerin tarihi eser olmaması için dua etmekten başka da şansım yoktu.   Restaurantın yemek kısmına doğru ilerlerken bu akşam müzayedede açık arttırmaya çıkacak eserlerin önünden geçiyorduk. Hepsi camekanlı bir bölmede duruyordu. Dikkatle eserleri incelerken yemek kısmına girdik. Bizim için ayrılan masaya doğru ilerlerken Bay Yoon’un eli hala belimdeydi.   "Aradığımız şey arttırmaya çıkacaklar arasında değil." Mırıldanarak konuştuğumda masaya ulaştık ve Bay Yoon, nihayet elini belimden çekti ve ona yakışmayan centilmen bir edayla sandalyemi çekti.   Sandalyeye otururken arkadan kulağıma doğru eğildi ve saçma bir şey yapmamak için nefesimi tuttum.   "O burada değil." Geri çekildiğinde derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. Hemen yanıma oturduğunda bakışlarım merakla ona döndü ve bir açıklama daha  bekledim. "Aradığımız şey kaçak bir tarihi eser." Gülümseyerek konuşurken dışarıdan gören biri bana iltifat ettiğini düşünebilirdi. Bu nedenle ben de şaşkınlığımı gizleyerek gülümsedim.   "Nerede bulacağımızı illa sormam mı gerekiyor?" Her ne kadar gülsem de sesimde ki sitemi anlamış olması gerekiyordu. Anlamıştı ama yine de bozuntuya vermeden elini masanın üzerindeki elimin üzerine koyarak kulağıma doğru eğildi. "Restaurantın bodrum katında bir müzayede daha var. Kaçak mallar orada satılıyor."  Gülümseyerek geri çekildiğinde tuttuğum nefesimi serbest bırakıp birkaç saniye etrafa baktım ve ona döndüm.   "Anladığım kadarıyla oraya herkes giremiyor?"   Dudakları alayla yukarı kıvrıldı. "Çok zekisin çaylak." Bakışlarını kısa süreli etrafta gezdirip tekrar bana döndü. "Kendini ispatlamak istiyorsan bu gece bizi oraya sokacaksın."   Şaşkınlığımı gizlemek adına bakışlarımı kaçırdım. Burası ve aşağıda olan illegal müzayede hakkında hiçbir fikrim yoktu. İçeri nasıl girildiğini bile bilmiyordum. Benden hemen nasıl plan yapmamı bekliyordu? En önemlisi hiçbir plan yapmadan bana güvenerek mi buraya gelmişti?   Kafamla onu onaylayıp derin bir nefes aldım ve bakışlarımı etrafta gezdirdim. Çok kısa bir an kapıdan içeri girerken arkamızdan giren çift ile güvenlik arasında olan konuşma zihnimde yankılandı. 'Kartınız burada. İyi eğlenceler.' demişti güvenlik. Biz de içeri girmiştik fakat bize kart verilmemişti. Aklıma gelen fikir ile bakışlarım bizim arkamızdan giren su yeşili elbiseli orta yaşlı kadını aradı. Sahneye yakın bir yerde oturuyordu. Tek yapmam gereken fırsat kollamaktı.   Müzayede başladığında bay Yoon göstermelik olacak birkaç parça için elindekini kartı kaldırmış fakat ısrarcı olmadığı için herhangi bir parça almamıştı. Çok isterdim ondan sonra kimsenin teklif vermemesini ve saçma sapan bir antikanın ona kalmasını ama maalesef olmadı.   Yaklaşık bir saat geçmişti ve  Bay Yoon, bana planımı sormamıştı. Sanki umurunda değilmiş gibi takılıyordu ve bu biraz sinir bozucuydu.   Bakışlarım sürekli olarak su yeşili elbise giyen kadının üzerinde gidip geliyordu ve sanırım işim biraz şansa kalmıştı. Bir kadın nasıl olur da bir kez bile lavaboya gitmezdi ya?   Bay Yoon’un elini elimin üzerinde hissettiğimde şaşkınlıkla ona döndüm. Bakışları masamızın önünde duran bir adamdaydı ve benim uzaylı görmüş gibi bakmayı bir an önce kesmem gerekiyordu.   "Evet, eşim oluyor." Gülümseyerek bana döndüğünde tükürüğümde boğulmamak için yutkundum. Onun gibi bir adam nasıl bu kadar güzel gülüyordu muhteşem zekam algılayamıyordu.   "Merhaba Bayan Kang." Genç adam gülümseyerek elini uzattığında boşta olan elimi adama uzattım. "Merhaba."   "Tekrar hoş geldiniz Bay Kang. Umarım keyifli zaman geçirirsiniz."   "Teşekkürler. " Bay Yoon adama samimi bir şekilde gülümsediğinde adam bizden uzaklaştı. Bay Yoon’un bakışları bana döndü ve ilk defa sormadığım halde açıklama yaptı. "Organizasyon sahibi." Kafamla onu onayladığımda eli hala elimin üzerindeydi ve ben bana açıklama yapmasına mı yoksa hala elimi tutmasına mı şaşırsam bilemiyordum ve açıkçası biraz stres olmuştum. Olmaması gerekiyordu çünkü stres yönetimim çok kötüydü.   Kuruyan boğazımı ıslatmak için kadehe uzandığımda korktuğum başıma gelmiş ve elim kadehe çarparak devrilmesine neden olmuştu. Ben telaşla geri çekilirken bay Yoon ilgili bir eş edasıyla elindeki peçeteyi bacaklarıma bastırdı ve ben peçeteyi elinden almaya çalışırken arkamdan geçen garsonun artık neresine vurduysam elindeki tepsi yere devrildi. Telaşla arkama dönüp baktığımda rahat bir nefes aldım çünkü tepsi direkt yere düşmüş ve kimsenin kafasına gelmemişti.   Her şeyi berbat ediyordum. Tüm bakışlar buradaydı ve eminim Bay Yoon bu gece infazımı verecekti.   Bakışlarım bay Yoon’a döndüğünde kendini çok zor tuttuğunu bakışlarından anladım ama yine de sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak gülümsedi. "İyi misin hayatım?" Sesindeki öldürücü darbeyi bir tek ben anlayabilirdim ve keşke anlamasaydım.   "İyiyim. Lavaboya gitsem iyi olur." Zoraki bir şekilde gülümseyerek ayağa kalktığımda bakışlarım hedefime doğru yol aldı ve zafer kahkahası atmamak için kendimi çok zor tuttum.   "Eşlik etmemi ister misin?"   Kafamı anında iki yana salladım. Normal şartlar altında konuşmaya üşenen adamı aslında inadına benimle lavaboya kadar sürüklemek vardı ama sonunda yine gideceğim yer kürkçü dükkanı olduğu için sessiz kaldım.   Lavaboya girdiğimde su yeşili elbise giyen kadını aynanın önünde makyajını tazelerken gördüm. Açık olan çantasından kartı görüyordum ve bu heyecanlanmama neden oluyordu.   "Kahretsin ya." Söylenerek aynanın karşısına geçip suyu açtım. "Hep mi benim başıma gelir." Kadının bakışları aynadan beni bulduğunda gülümsedi ve gülümseyerek karşılık verdim.   Kadın çantasını alıp hareketlendiği an çantayı kapatmasına izin vermeden ani bir hareketle ona döndüm ve çarptım. Zamanlamam harika olduğu için çanta yere düştü ve içindekiler etrafa saçıldı.   "Çok özür dilerim. Çok özür dilerim." Panikle yere eğildiğim de kadın da eğildi ve toplamaya başladı. İlk önce kartı alıp çantasına koyduğunda tekrar düşünmeye başladım.  "Bugün bana ne oluyor bilmiyorum. İki kat fazla sakarım."  Kadının hemen sağ tarafında duran ruju, rimelini alıp ona uzatırken çaktırmadan biraz arkasına doğru ittim.   "Sorun değil." Kadın gülümseyerek sağ tarafında kalan ruja uzandığında hızlı bir hareketle kartı çantadan çekip aldım ve göğsüme soktum. "Kusura bakmayın ne olur." Mahcup bir ifadeyle ayağa kalktığımda kadın gülümseyerek kafasını iki yana salladı ve ayağa kalktı.   "Sorun değil. İyi eğlenceler." Kadın lavabodan çıktıktan sonra bacağıma dökülen şarabı temizleyip bay Yoon’a mesaj attım.   Haru: kartı aldım. Lavabonun önünde bekliyorum.   Bay Yoon'dan herhangi bir cevap gelmese de lavabonun önüne çıkıp beklemeye başladım. Muhtemelen tamam yazmaya üşenmişti ve şu an buraya geliyordu.   Birkaç dakika sonra tam da tahmin ettiğim gibi oldu ve lavabonun olduğu koridorda göründü. Ağır adımlarla bana doğru gelirken benim yüzümde geniş bir gülümseme vardı.   Başarmıştım.   Etrafıma dikkatlice bakıp kimsenin olmadığına emin olduktan sonra göğsüme koyduğum kartı zafer gülümsemem ile çıkarıp havaya kaldırdım. Bay Yoon ise beni tebrik etmek yerine hızla kartı elimden aldı ve etrafına baktıktan sonra sinirle bana döndü. "Ne diye sallıyorsun elinde? Bir de sahneye çık istersen."   Elimi tutup yürümeye başladığında omuzlarım düştü. "Kimse yoktu ki?"   "Ağlama." Yüzüme bakmadan ters bir ifadeyle konuştuğunda anında kaşlarım çatıldı ve göz devirdim. "On dakika daha işimiz var."   Oraya girip bibloyu bulduğumuzda ne yapacaktık hiçbir fikrim yoktu ve açıkçası izleyip görmeyi tercih etmiştim. Sonuçta planın en önemli kısmını ben gerçekleştirmiştim ve gerisini o halledebilirdi.   Restaurantın arka bahçesine çıkan kapının yanında bir kapı daha vardı ve üzerinde personel harici girilemez yazıyordu ama biz yine de bay Yoon’un yönlendirmesi ile oraya girdik.   Oda aydınlıktı ve içi bomboştu. Tam karşımızda bir kapı daha vardı ve bay Yoon o kapının önüne doğru ilerlediğinde ben de ilerledim çünkü hala elimi tutuyordu. Elimi hala niye tutuyordu ki? Stresten elim terlemişti.   Elimi bırakmadan ceketinin iç cebinden iki tane kart çıkarınca kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Sizde zaten kart var mıydı?"   Beni önemsemeden kartı sağ tarafta duran panele okuttu ve kapı sağ tarafa doğru kayarak açıldı. "İşimi şansa bırakmazdım değil mi? Senin aksine ben garantici bir insanım."   Şans veya değil sonuçta o kartı almıştım ve başarmıştım. Bay Yoon yine beni sınamak için oyun oynamıştı ve sabrımın son demlerine geldiğimi hissediyordum. Hayır yani insan en azından diğer kartı göstermezdi de bende başardım diye iki mutlu olurdum. Huysuz sinir bozucu ukala adamın tekiydi. Kafasında çiğ çiğ yumurtalar kırmak istiyordum. Kafasını su dolu kovaya sokup sokup çıkarmak istiyordum. Ukala ukala konuşan ağzının ortasına topuklu ayakkabılarım ile vurmak istiyordum.   Kapı açılır açılmaz görünen siyah demir merdivenlerden aşağıya inmeye başladığımızda meraklı bakışlarla etrafa bakmaya başladım. Aşağıda bambaşka bir dünya var gibiydi. Henüz buradaki müzayede başlamamıştı fakat hazırlıkları yapılmıştı.   Merdivenlerden iner inmez sağ tarafta duran büyük kilitli dolapta çeşitli eserler vardı ve at biblosu da oradaydı. Heyecanla bay Yoon’a döndüğümde onun bakışları boş olan salonda geziyordu.   "Buyurun efendim." Arkamızdan ne ara geldiğini anlamadığım güvenlik konuştuğunda sıçrayarak arkama döndüm. Bay Yoon gayet rahat bir tavırla adama baktı ve ardından bakışları kolundaki saate gitti. "Erken mi indik aşağıya?"   "Evet efendim. Henüz bir saat var."   Bay Yoon kafasını aşağı yukarı sallayarak sahte bir üzüntü ile iç çekti. "Neyse biz çıkalım o zaman. Kusura bakmayın."   "Önemli değil efendim. Ben size eşlik edeyim."   Nasıl yani ya? Sadece bakmak için mi buraya gelmiştik? Bibloyu almak için herhangi bir hamle yapmayacak mıydık? Bay Yoon, güvenliğin peşinden sakin adımlarla ilerlerken onu takip ediyordum ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.   Tekrar restaurant katına çıktığımızda güvenlik peşimizden ayrıldı ve merakla bay Yoon’a döndüm. "Şimdi ne olacak?" Bay Yoon, elbette beni önemsemeden çıkışa doğru ilerlediğinde onu takip ettim. Valeden arabayı istediğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum. Vale arabayı getirdiğinde kendisi sürücü koltuğuna yerleşti ve ben de hızla yan koltuğa oturdum.   "Bay Yoon, buraya bibloyu almaya gelmedik mi? 24 saat dediniz ve süre dolmak üzere. Adam bizden bibloyu bekliyor."   Yine görmezden gelindim ve bay Yoon telefonunu çıkarıp bir yeri aradı. "Söylediğim yerde misin?" Karşı taraf ne cevap vermişti bilmiyorum ama bay Yoon başka hiçbir şey söylemeden telefonu kapattı. Restaurantdan yaklaşık beş dakika uzaklaştıktan sonra sağ tarafta park edilmiş bir minibüsün arkasında durduk ve bay Yoon  hiçbir açıklama yapmadan arabadan indi.   Hızla peşinden indiğimde siyah minibüsten dört kişi indi. Karanlıkta seçmek zor olsa da içlerinden uzun boylu olanın emniyet müdürü Kim Jhoon olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.   "Kartlar burada. Dediğim gibi kaçak eserler satılıyor. Anlaştığımız gibi at biblosunu ben istiyorum. Siz onu görmediniz."   Jhoon, isteksiz bir şekilde bay Yoon’u onaylarken elindeki kartları yanındaki genç polise uzattı. "Jack, al şunları." Jack, anında kartları alıp bir iki adım geri çekildiğinde Jhoon'un bakışları tekrar bay Yoon’a döndü.   "Hala teşkilat adına çalışmamakta ısrarcı mısın?" Bay Yoon, Jhoon'un sorusuna göz devirdiğinde Jhoon devam etti. "Aylardır bu adamları arıyoruz ve sen kısa sürede buldun. Bizimle çalışırsan ülkede bir tane bile pislik kalmaz."   "Ben üzerime düşeni yaptım. Adamları al ve bibloyu ver. Ayrıca beni her gördüğün yerde iş teklif etmekten de vazgeç."   Bay Yoon, karşısındaki emniyet müdürü değilmiş gibi pervasızca konuşup arkasını döndüğünde gözlerim şaşkınlıktan kocaman açık onu izledim. Arabaya binip kornaya bastığında irkilerek kendime geldim ve Jhoon'a kafa selamı verip arabaya ilerledim.   Bay Yoon, ben arabaya biner binmez gaza yüklenerek oradan uzaklaşırken şaşkınlıkla ona bakıyordum. Konuk oyuncu gibi bir şeydim ve hiçbir boktan haberim yoktu. Ne konuk oyuncusu be figüran bile olabilirdim.   "Peki bibloyu kim çaldı?" Aslında aklımda bir şey vardı fakat doğru olup olmadığını onaylamak için ondan duymam gerekiyordu. Bay Yoon, sinsice güldüğünde aslında cevabımı almış oldum ama yine de sesli bir şekilde dile getirdim. "Kaçakçıları bulmak için siz çaldınız?" Gözlerimi kısarak ona baktığımda bakışları bana döndü ve alaycı bir tutumla kaşlarını havaya kaldırdı. "Beni şaşırtıyorsun yapma."   Benimle dalga geçmesini önemsemeden devam ettim. "Bibloyu istediğine göre o kaçak değil." Arabayı kullanırken kaşları daha da havalandı ve alayla güldü. "Bibloyu onlara kaçak diye sattın?"   "Demek ki benim konuşup anlatmama gerek yokmuş değil mi? Aklını kullanınca her şeyi çözüyorsun."   Sanırım iyi bir şey söylemişti yani ben öyle olmasını umuyordum. Ayrıca gerçekten zekiydim yani. Hiçbir şey söylemeden her şeyi anlamıştım ve bence bunu öyle herkes çözemezdi. Benimle dalga geçmesini asla umursamayacaktım.   "Adama bibloyu ne zaman götüreceksin?"   Bakışları kolundaki saate kaydı ve tekrar yola döndü. "İki saat içinde baskın olur ve biblo elime geçer." Sıkıntıyla alnını ovaladı. "Çok yoruldum." Evinin önüne geldiğimizde bakışlarım hala üzerindeydi. "Sen eve gidebilirsin." Arabadan indiğinde anahtarı kontakta bırakmıştı. Arabanın etrafından dolaşıp bakışlarını arabada gezdirdi. Arabadan indiğimde bakışları ile arabayı işaret etti. "Sen arabayla git. Gerisini ben hallederim."   Rahat bir nefes alıp gülümsedim ve şoför koltuğuna oturdum. Bir an jantta ki çiziği gördü sanmıştım ve ödüm kopmuştu. Gerçi gündüz bile zar zor görünen şey gece nasıl görünecekti.   Arabayı çalıştırıp oradan uzaklaştım ve eve doğru sürmeye başladım. Kafamda gecenin analizini yaparken çoktan eve gelmiştim. Tam arabadan inerken telefonuma bir mesaj geldi ve heyecanla çantamdan çıkardım.   Bay Yoon: bu arada söylemeyi unuttum maaşından dört jant parası kesilecek.   Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ve okuduğumu doğru mu okudum diye defalarca kontrol ettim. Nasıl görmüştü ya?   Haru: yalnızca bir jant çizildi ama hatta çizik bile sayılmaz. Görünmüyor bile.   Bay Yoon: ben gördüğüme göre görünüyor. Biri çizildi ve diğer üçü dikkatsizliğinin cezası olarak değişiyor. Bir dahakine daha dikkatli olursun. Ayrıca bir daha bana itiraz etme.   Haru: Ne kadar maaş alacağım?   Yaklaşık on dakika boyunca mesaj gelmeyince umutsuzca parmaklarım telefonda gezindi.   Haru: iyi geceler bay Yoon.   Telefonu çantama koyarken ağlamaklı bir ses çıkardım. Gerçekten dünyanın en ruh hastası adamına denk gelmiştim.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE