Hızlı adımlarla merdivenden çıkarken bir noktadan sonra durup ne yapıyorum ben diye sorgulamaya başladım. Ciddi ciddi elimde kocaman bir valizle merdiven mi çıkıyordum?
Hemen yanımda asansör varken üstelik?
İçimden kendime sövüp asansörün düğmesine sanki daha hızlı gelecekmiş gibi art arda bastım.
Fazla bekletmeden kapı açıldığında hızla içine girmiştim. Ve son kata bastım. On beşinci kat.
"Bir deprem olsa sıçtık yeminle."
Yorgunluktan geberiyordum. Tek isteğim kaynar suyla bir duş alıp uyumaktı. İzmir'den ta buraya sırf daha ucuz diye otobüsle gelmiştim ve çok yorgundum.
Ve fakir.
Aynada kendimle göz göze geldiğimde hiç de fena olmadığımı fark ettim. Sarı saçlarım biraz karışmıştı o kadar. Onları ellerimle düzelttiğimde başka bir kusur yoktu. Sadece yüzümde makyaj yok diye daha az güzel görünüyordum ama güzeldim.
Asansör artık insene aptal uyarısı verdiğinde ona hak verip ağır valizi beraberimde sürüklemeye başladım.
Burası son kattı ve burada sadece bir daire vardı. Otuz bir nolu daire.
Ağzımdan istemsiz bir kıkırtı koptu. Otuz bir nolu daireyi en sona koymak da ne bileyim yani.
"Bu binayı yapan usta, inşallah olur hasta."
Sinirim bozulmuş gibi bu saçma şarkıyı söyleyip gülüyordum. Biraz sakinleşmek için montumun cebinden airpods'larımı çıkardım.
Bu kulaklıklar neredeyse bir servet yatırdığım aklıma gelince üzüntüyle onlara baktım ama bu kısa sürdü.
Kulaklığı telefonun Bluetooth'una bağlayıp rastgele bir şarkı açtım.
"Seni çöpe atacağım poşete yazık!"
Müziği duyduğumda yüzümdeki sırıtış genişledi. Serdar reis yine veriyordu enerjiyi.
Kapıyı hızla açıp kapattığımda dış ortamla bağlantımı kesecek kadar ses vermiştim çünkü müzik çok güzeldi.
Anahtarı rastgele bir yere fırlatıp kirli valizi taşımaya başladım. Yerler temiz görünüyordu ve bu sürtük gibi her yere sürtünen valiz yüzünden mikrop kapmaya niyetim yoktu.
"Acılarım heveste, güneş açar aheste, bir kapalı kafesteyim!"
Yatak odasına geçtiğimde gayet derli toplu duruyordu hatta üstünde örtüsü bile vardı.
Tamam eşyalı eve taşınmıştım da... Bu kadar mı eşyalı?
Aman neyse. Fazla mal göze batmaz.
Telefonumu salondaki masanın üstüne bırakmıştım ama yatak odasıyla salon yakın olduğu için kulağımdaki müzik kesilmeden çalmaya devam etti.
Üstümdeki montu çıkartıp yatağa fırlattım. Üstümdeki kırmızı sweatshirt'ü de çıkartıp yatağa fırlattım. Bu derli toplu evi iki güne kalmaz bozardım ben.
Pantolonumun düğmesini açtığım an omzumda bir el hissetmiştim sanki.
İrkilerek arkamı döndüğümde bir bedene toslamıştım.
Sert ve ıslak. Ve çıplak.
Kaslarıyla göz göze geliyordum çünkü boyu dev gibiydi ve benim başımı kaldırıp yüzüne bakacak cesaretim yoktu.
Kokusu çok güzeldi.
Evinde yabancı bir adam var ve senin dert ettiğin şey kokusu mu?
Sonunda cesaretimi toplayıp başımı yavaş yavaş kaldırdığımda ikinci bir şok damarlarıma nüfuz ediyordu sanki.
Lanet olası adam çok yakışıklıydı.
Kalp atışlarım o kadar hızlandı ki kulağımda bangır bangır çalan kulaklıklarım bile bastırmaya yetmedi.
Simsiyah saçları ıslaktı ve birkaç tutam alnına düşüyordu. Deniz gibi dalgalanan masmavi gözlerinin hareleri yeşildi. Çok güzel yüz hatları ve kirli sakalları vardı.
Kusursuzluk abidesiydi ve bu da yetmezmiş gibi...
Benim beyaz tenli erkeklere fetişim vardı ve bu adam beyaz tenliydi!
Kulaklıklarımı çıkartıp yatağın üstüne fırlattığım an karşısında sütyenle ve pantolonumun fermuarı açık bir şekilde olduğum aklıma dank etti.
Tam panik havası yaratıp ortalığı birbirine katacakken onun da karşımda belinde bir havluyla durduğunu görünce panik havam geçti.
En azından karşılıklıydı.
Gözlerimi tutmaya çalışsam da arsız arsız inceliyordum bu Yunan heykeli adamı.
Havlunun altında belli olan...
Terbiyesiz.
Beyaz tenine çok yakışan hem karın, hem kol kasları vardı. Bir doksandan fazla olan boyu ve heybetli cüssesi ağzımı açık bırakacak kadar kusursuzdu.
"Bitti mi?"
Ah sesi de çok güzel bu adamın.
"Ne bitti mi?"
"Beni incelemen." dedi sert bir sesle.
Anlaşılan hoşuna gitmemişti beyefendinin.
"Evimde bir yabancı var! Seni incelemeyip ne yapayım?"
Sözlerim, sert yüz hatlarındaki öfkeyi daha da arttırdı. "Burası benim evim. Ve sen burada ne yapıyorsun?"
"Asıl sen burada ne yapıyorsun?"
Sorusuna soruyla karşılık vermem hoşuna gitmemiş olacak daha da sinirlenmişti.
"Soru sorma, cevap ver!"
Bu adamın öfkeden başka duygusu yok muydu gerçekten?
"Ben bu eve depozito ödedim!" diye açıklama yaptım. O sinirliyse, ben ondan daha sinirliydim.
"Sen O'sun."
Kimim ben?
"Ev sahibi bu eve benden önce birinin depozito ödediğini söylediğinde ben onun iki katını ödeyeceğimi söyledim ve ev benim. Senin değil."
"İyi bok yedin!"
"Bana bak!" İşaret parmağını tehditkâr bir biçimde bana doğrulttu. "Benimle doğru konuş!"
"Konuşmuyorum doğru falan! Benim ödediğim paranın iki katını ödedin diye Allah'ın paragöz ev sahipleri vermişler sana evi. Ben ne yapacağım şimdi, her şeyimi buna göre ayarladım!"
"Ben nereden bileyim senin olduğunu? Acil ev kiralamam lazımdı, bunu buldum. Sen de düzgün konuş, beni sinirlendirme."
Bu adam ne kadar yakışıklı olursa olsun gıcık herifin tekiydi.
"Gidiyorum ben, ev sahibiyle konuşacağım!"
Öfkeli adımlarla kapıya doğru ilerlerken kolumdan tutup beni durdurdu.
"Bu hâlde mi gideceksin?"
"Ne varmış hâlimd-" Lafımın devamını getiremeden susup başımı utançla eğdim.
Ben üstümde sütyen, pantolonumun açık olduğunu unutmuştum.
"Aklın bir karış havada senin. Değil ev, oda bile idare edemezsin sen."
"Sus, sana mı kaldı benim ne idare edip etmeyeceğim dağ adamı hanzo!"
"Kes sesini cadı. Saçların da kabarmış zaten tam andırıyorsun."
"Hele yarra-"
Devamını getiremeden büyük, kemikli ve damarlı eliyle ağzımı kapattı.
"Eğer tek kelime daha edersen..."
Bu sefer de ben devamını getirmesine izin vermeden elini ısırdım.
Ve tam o an tek eliyle beni kavrayıp yatağa fırlattı.
~