Kulaklığımı kulağımdan çıkardım ve 'Homesick' adlı şarkıya hayali bir el salladım. Ders çalışmam için slow şarkılar açayım demiştim ve tahmin edersiniz ki bir boka yaramamıştı. Ders çalışamıyordum. Ders çalışmaktan nefret ediyordum. Sözelci olduğum hâlde eşit ağırlık seçmiştim ve matematik yapmak zorundaydım. Matematikten Mavi'den nefret ettiğimden bile daha çok nefret ediyordum. Mavi demişken, o geldiğinde bana kocaman sarılmış ve söylenmelerimi umursamadan beni öpüp gıdıklamaya başlamıştı. Hoşuma gitmediğini söyleyemem. Ondan nefret ettiğimi de söyleyemem sanırım. Ona karşı bazen pozitif hislerim oluyordu ve o bazenin içinde olduğum bir andaydık sanırım. Muhtemelen ondan gıcık kapmayı özlemiştim. Kesinlikle onu değil.
Suratımdaki salak gülümsemeyi silip önümdeki kitaba odaklanmaya çalıştım. Dün güzeldi. Her anlamda. Gittiğimiz yerdeki restoranın yemekleri harikaydı, olağanüstüydü, müthişti. Karnımı bir güzel doyurmuştum. Mavi'nin anlattığı saçma olaylara kahkahalarla gülmüştüm. İnanın bana, kendimi gülmemek için çok zor tutmuştum ama pek işe yaradığını söyleyemezdim çünkü nerede bokluk varsa onu bulmuştu ve bu benim hoşuma gitmişti. Hep belaları çekenin ben olmadığını bilmek mutlu etmişti.
Bugün ise o arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Ben enayi gibi ders çalışıyordum işte. Arkadaşım da yoktu zaten. Onun arkadaşlarından da nefret ederdim. Hepsi egoist, marka giyinmeyi yanında bulundurmayacak tiplerdi ve hepsinin saçını yolmuşluğum vardı. Şiddete karşıydım ama herkesi dövebilirdim. Biraz çelişkili bir tiptim ama bana dokunmayan bin yaşasın diye düşünmeyen kaç kişiyiz Allah aşkına? Bana bulaşmasalar dayak yemeyeceklerdi. Beni Mavi'yle kıyaslayıp üstüne bana "yabani" damgası yapıştırmışlardı. Bunu aşağılayarak yapmasalar kabul edebileceğim bir şeydi belki ama çok pis sinirlerimle oynanmış gibi hissetmiştim o an. Yani kısacası onlardan hoşlanmıyordum. En çok da matematikten. Ağlar gibi ses çıkarıp kafamı kitaba defalarca vurdum.
"Seni bulanı sikeyim ben!" diye bağırdığımda kapım bu anı bekliyor gibi açılmış ve annem kaşlarını çatarak bakmaya başlamıştı. "Küfür yok." deyip parmağını salladığında isyan edercesine ağlak moduma bürünmüştüm. Arkasından çıkan Eflatun hâlimle dalga geçtiğinde ayağımdaki pandufu kafasına doğru fırlatmıştım. Son anda kaçıp pandufu kafama atınca sinirle cırladım.
"Anne, oğlun kafama panduf atıyor. Bir şey de şuna!"
"Eflatun, kız ders çalışıyor. Bulaşma, git hadi nereye gidiyorsan." Annemin sinirli sesini duyduğumda sırıtmış ve "canıma değsin" işareti yapmıştım. Nasıl yapıldığını sormayıp anlamanız işime gelir çünkü tarif edemiyorum.
"Sen bittin. Gelince göreceksin sen." demesine karşı kıkırdayıp dil çıkardım ve bağırdım. "Anne, Eflatun beni tehdit ediyor. Bittin sen, annem gidince görürsün diyor. Beni strese sokuyor. Sınava hazırlanıyorum ya ben. Salsın beni."
"Şeytan." diye tıslayıp annemden gelen terlikten kaçmış ve anneme benim kötü bir kız olduğumdan bahsetmeye başlamıştı. Kıkırdadım. Ayağıma yerdeki pandufu geçirdiğimde esnemiş ve kitapla bakıştıktan sonra tekrar ağlak moda geçmiştim. Nefret diye bir duygu olmasa ben yine de matematikten nefret ederdim buna eminim.
Neden bunca şeyi bilmem gerektiğini sorguluyordum yaklaşık on beş saattir.
Neden bunca şeyi bilmem gerekiyor bir kere ya? İleride benim için hiçbir yarar sağlamayacak bilgileri niye öğrenmem gerekiyor, biri bana lütfen açıklasın. Hayır, bana ne yani trigonometriden, fonksiyondan, permütasyon kombinasyon binomdan.
Bunu öğrenmek zorunda olmak ne kadar canımı sıksa da içimdeki tüm nefreti yutmuş ve ayağa kalkıp Mavi'nin odasının kapısına gittim. Sonra evde olmadığını hatırlayıp el mecbur odama geri döndüm.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ya bir insan rasyonel sayıları bile yapamaz mı ya? Cidden bu kadar salak olup bu yaşa gelmeyi nasıl başarmıştım acaba, arada bunu sorgulamıyor değildim.
Sakince derin bir nefes aldım. Ayaklarım hareketlenmeye başlamıştı bile stresten. Hep böyle oluyordu, ne zaman kitapla baş başa kalsam stresleniyordum. Böyle eski sevgilimi görür gibi oluyordum. Ki bilirsiniz, bu iğrenç bir şeydir.
Derin bir iç çektim ve mutfağa gitmek üzere odamdan dışarı çıktım.
Ben güçlü bir kızdım, gidecek su içecek ve odama dönüp ders çalışacaktım. Evet, yapacaktım. Yapabilirdim, yapamıyordum. Nasıl yapacaktım ki bunu ben ya?
Su içtikten sonra odama geri döndüm ve son çare olarak Mavi'yi rahatsız etmeyi kafama koydum. Ondan önce kendim deneyecek ve bu soruları çözecektim. En azından çözümlerini izler, bir şeyler kapardım sorudan.
Ama yapamıyordum ya. Bir şeyler sanki bana engel oluyor gibi. Psikoloji okumak istiyorum sadece. Bunun için niye matematik bilmem gerekiyor ki?
Acaba hedefimi mi değiştirsem? Psikoloji okuyup işsiz kalacağıma daha kolay bir meslek okuyup işsiz kalırım en azından. Ama işte daha kolay bir meslek okumak için mezuna kalmamıştım. Of keşke yazsaydım bir yeri, gitseydim. Ne kadar salağım, dünyanın en salak insanıyım.
Derin bir nefes daha aldım ve ilk sayfayı açtım. Evet, sayılar.
Tam sayılarla başlayabilir ve bu işi kökten çözebilirdim. Önce temel atmalı, ardından tamamen matematiği halletmeliydim. Ama bunu yarın yapsam her şey için daha iyi olabilirdi. Evet evet, yarın yapmalıyım.
Önce bir plan hazırlayayım, sonra yarına bir sürü ödev yıkayım. Ardından gönül rahatlığı ve vicdan azabı karışımı bir duyguyla beraber dizi izleyeyim. Sonra annem beni yatarken görsün ve gelip ne yaptığımı, niye masa başında olmadığımı, niye yattığımı ve neden ders çalışmadığımı sorsun. Ben de ağlayarak yapamadığımı söyleyeyim. Kendimi acındırayım. Nasıl plan? Güzel bence ama işte anneme işlemiyor, biliyor musunuz? Ketum o biraz.
"Gri, gel yemek ye. Sonra çalışırsın kızım!" diyen sesini duyduğumda adeta ışınlanarak yanına doğru koştum.
Yemek demişti. Tabii ki de koşacaktım. Dersten kaytarmamı sağlayan her şey gözümde çok değerliydi. Hem de çok.
"Ne yapmış annelerin en güzeli, burnuma mis gibi kokular geliyor."
"Yağcılığı bırak da otur hadi masaya. Köfte patates yaptım. Seversin."
Yanağına sulu bir öpücük bıraktım. O yanağını silerken sırıttım. "Sevmek ne, bayılırım Meral Sultan. Sen yaparsın da ben sevmez miyim?" dediğimde göz devirmişti ama ben güldüğünü görmüştüm.
"Ya Gri, çağırıyorum çağırıyorum gelmiyor. Gidip bir abini çağırsan mı kızım ha? Ondan sonra yersin yemeğini?"
Duyduğum acı sözlerle ağzıma kadar götürdüğüm çatalı geri tabağıma bırakıp hüzün dolu bir bakış gönderdim ona.
"Tamam anne." deyip masadan kalktım ve merdivenleri hızlıca çıkıp Eflatun'un odasına vardım.
Kapısını çalmadan içeri daldığımda kulağında kulaklık vardı ve bir şeyler izliyordu. İki elimi belime koyup yanına kadar vardım ve kulaklığını kulağından çıkardım.
"İki saattir annem sana aşağıdan sesleniyor. Yemek yiyoruz diyoruz, illa davetiye mi gönderelim paşamıza?"
Söylediklerimi umursamayıp konuştu. "Yemekte ne var?"
"Zıkkımın kökü canım, sever misin?"
Saçımın ucundan çekti. "Abinle düzgün konuş." Üstüne atlayıp saçını yolmaya başladığımda bağırarak annemi çağırmaya başlamıştı. "Anne, kızın saçımı yoluyor. Ah, al şunu başımdan!"
"İkiniz de hemen yemeğe iniyorsunuz. On saniye içinde inmezseniz akşam hiçbir şey yiyemezsiniz, hadi!"
Bu sesi duyduğumuzda hemen ayrılmıştık. Çünkü biliyorduk ki annem ciddiydi. Hemen hızlıca koştuk ve on saniye dolmadan masaya oturduk nefes nefese.
Annem sanki az önce bizi tehdit eden o değilmiş gibi güler yüzle tabaklarımıza yemek koymaya başladığında şaşkınlıkla Eflatun'a baktım. O alışkındı sanırım çünkü tepki vermemiş, direkt yemeğine saldırmıştı.
Onun yaptığının daha mantıklı olduğuna karar verip yemeğe adeta saldırdım.
Cidden, bakın cidden köfte patates bir şaheserdir. Aksini iddia edeni görmek ve duymak istemiyorum.