PANİK ATAK

1060 Kelimeler
Hilal, Welat Ağa'nın gözlerine baktığında ne kadar öfkeli olduğunu anlayabiliyordu ama yaptığından pişman değildi. "Ben zaten ölmüşüm, bari sevenler kavuşsun," diye düşünüyordu. Turan Bey kapının önüne çıktığında Hilal’in yanına yaklaşıp, " Sen ne yaptın kızım? "dedi. Hilal başı dik, titreyen bir sesle cevap verdi: "Sevenlerin ayrıldığında ne kadar acı çektiğini biliyorum. Ne abimi ne de Esma’yı bile bile o ateşe atamazdım. O yüzden ben yanmaya razı oldum." Fatma Hanım, kızının söylediklerini duyduğunda Hilal’i kollarının arasına alıp, "Buna nasıl dayanacaksın güzel kızım? Keşke yapmasaydın, bir yol bulurduk..." diyerek kızıyla birlikte ağlamaya başladı. Welat Zinarî, gördüğü manzaradan hiç etkilenmemiş gibiydi. " Ulan kızımızı kaçırdınız, güzellikle halledelim dedik ama siz anlamadınız. Tuttunuz, bir daha kaçırdınız! Şimdi bunun hesabını nasıl vermeyi düşünüyorsunuz?" diyerek gözlerini Hilal’in üzerine dikti. Hilal, annesinin kollarından çıkıp, " İstediğiniz bir kız değil miydi? Ha Esma, ha ben… Ne fark eder sizin için? "diyerek gözlerini önce babasına, ardından da Jehat Ağa’nın üzerine çevirdi. Şerwan, Hilal için belki de orada üzülen tek insandı. Aynı zamanda kendi içinde de üzülüyordu. Eğer Hilal’i nikâhına almaya zorlarlarsa, karısı bunu asla kabul etmez, iki çocuğunu da alır, ondan boşanırdı. Onu çok iyi bildiği için, kendisi için de üzülüyordu. Şerwan, babasının yanına yaklaşıp, "Baba bak, bu evlilik işi benimle olmaz. Çıkarın aklınızdan bunu," diyerek bugün defalarca söylediği şeyi tekrar etti. Ama Jehat Ağa, oğlu Welat’in hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini bildiği için, " Bu evlilik seninle olacak! Sen de paşa paşa kabul edeceksin," dedi. Şerwan, boğazına oturan bir yumruyla geri geri yürüyerek derin derin nefes aldı. Abisine bakarak başını “olmaz” der gibi sağa sola salladı. Lale, kuma adı altında eşinin ikinci kez evlenmesini kabul edecek bir kadın değildi, ama bunu kimse anlamak istemiyordu. Jehat Ağa, Turan Bey’e dönerek, " Biz Hilal’i de alıp Mardin’e gidiyoruz. Eğer her şey yoluna girsin istiyorsanız, hafta sonuna kadar Şahin ile Berfu’yu Mardin’e getirin. Düğünlerini orada kendi ellerimle yapacağım. Başlarına da bir iş gelmeyecek," diyerek güvence verdi. Hilal, derin bir nefes verdi. Artık abisinin canı için endişelenmek zorunda olmayacaktı. Welat Ağa, korumalara dönerek, " Hemen lastiklerin yenilerinin takılması için hazırlık yapın. En kısa zamanda yola çıkıyoruz," diyerek evin içine geri döndü. Sabaha kadar hiç kimse tekrar uyuyamadı. Heja Hanım, Hilal gibi tuttuğunu koparan, bu kadar erkeği parmağında oynatan bir geline sahip olacağı için seviniyordu. Ama bu evlilik Şerwan ile değil, Welat ile olmalıydı. Korumalar lastiklerin yapıldığını haber verdiğinde, herkes hızlıca toparlanıp yola koyulmak için ayaklandılar. Hilal buruk bir şekilde annesi ve babasına sarıldı. " Benim için sakın üzülmeyin. Sizden tek bir şey istiyorum… Her gün Ahmet’in mezarına su dökün. Benim yerime çiçekler ekin. Mezarı hiç kurumasın, hep yeşil kalsın," dedi gözyaşları içinde. Hilal yavaşça geri çekilip merdivenlere doğru yürüdüğünde, Welat Ağa’nın sesiyle olduğu yerde kaldı. " O parmağındaki yüzüğü ver. Bizimle geliyorsan başkasının yüzüğünü takamazsın!" Hilal, o an yine ölmek istedi. Bu yüzüğün kimseye zararı olmazdı ama onu ayakta tutan bir güçtü sanki, o yüzük. Hilal’in gözyaşları daha çok akmaya başladı. Kafasını “hayır” anlamında sağa sola salladı. Fakat Welat Ağa hiç düşünmeden Hilal’in elini tutup hızla yüzüğü parmağından çıkardı. Elinde tuttuğu yüzüğü Hilal’e gösterip, " Bu yüzüğe iyi bak, çünkü onu bir daha göremeyeceksin, "diyerek ceketinin iç cebine koydu. Hilal, çaresiz ve bitkin bir ses tonuyla, "Ne olur, yüzüğümü ver… "diyebildi. Fatma Hanım ve Turan Bey, kızlarının bu hâlini gördüklerinde gözyaşlarını tutamadılar. Fatma Hanım, belki bir umut diyerek Welat Ağa’nın önüne geçip, —"Kızımın bir suçu, günahı yok. O yüzük olmadan yaşayamaz. Kızıma bu kötülüğü yapma, "dedi. Heja Hanım ve Delal Hanım bile Hilal’in durumuna üzülürken, ellerinden bir şey gelmediği için kahroluyorlardı. Welat Ağa, etrafındaki hiç kimseyi umursamadan merdivenlerden inip onu bekleyen arabasına bindi. Herkes, “Hafta sonu yapılacak düğünde görüşürüz,” diyerek Fatma Hanım ve Turan Bey ile vedalaşıp arabalara bindiler. Welat Ağa, arabasında şoförü ile birlikte yalnız yolculuk ediyordu. Hilal, Heja Hanım ve Delal Hanım’ın olduğu arabadaydı. Birkaç saatlik yolculuğun ardından mola vermek için durduklarında, herkes restorana girip yemek yedi. Hilal ise hiçbir şey yemeden masada öylece duruyordu. Hilal’in içini yakan şey, bu sabah Ahmet’in mezarına gidememiş olmasıydı. Beş yıldan sonra ilk kez onun yanında olmadan karşılamıştı güneşi. Oysa her sabah gün doğumuyla mezarlığa gidip Ahmet’le konuşarak başlardı güne. Hilal bunları düşünürken istemsizce yine ağlamaya başladı. Gözyaşlarını kimseye göstermek istemiyordu ama içindeki yangının da bir tarifi yoktu. Her kilometre, onu sevdiğinden biraz daha uzaklaştırıyordu. Bundan daha acı bir şey yoktu Hilal için. Welat Ağa dikkatle Hilal’in hareketlerini izliyordu. Sürekli ağlaması sinirlerini bozsa da, “Zamanla o da bizim ailemize ait olduğunu anlayacak,” diye geçiriyordu içinden. Hilal, kendisine bakan Welat Ağa’yı fark edip gözyaşlarını sildi. " Ağlamayacağım… Ağlayıp sizi sevindirmeyeceğim, "dedi. Welat Ağa ve Jehat Ağa ayaklanıp arabalara geçerken, bir koruma gelip, " Hilal Hanım, Welat Ağa’nın arabasıyla gidecekmiş, "dedi. Hilal, “Canımı yakmak için gene ne yapacak acaba?” diye geçirdi içinden ama mecburen Welat Ağa’nın arabasına doğru yürüdü. Welat Ağa şoför koltuğuna oturmuştu. Koruma, Hilal için ön kapıyı açınca, mecburen oturdu. Bir kurbandı sanki Hilal. Kim ne derse yapmak zorunda olan bir kurban. Welat Ağa, arabayı çalıştırıp gaza yüklendi. Tozu dumana katarak otobanda gidiyordu. Hilal, gözlerini yola dikmiş, öylece bakıyordu. Welat Ağa, bir şarkı açtığında Hilal, sözlerini anlamasa da yüreği sıkıştı: Oy yarê, oy hevalê Stêrka şevên tarî Hevya dilên sarî Nabînim tu jimin dûrî Ji bo hevyen azadîyê Şîn bûye lê ser zagrosê Derket jor nayê xwarê Oy yarê, oy hevalê Ciwanî emrêm kanî Hevîyên dilêm kanî Xeyîdîn çû go naynê Azadîya vê jîne Jimin hate dizînê Zaroktîya min kanî Müziğin duygusallığı, Hilal’in hüznüne karıştı. Welat Ağa’nın en sevdiği şarkıydı, sürekli dinlerdi. Kasten yapmamıştı bu sefer, ama Hilal’in kalbini acıdan durma noktasına getirmişti. Hilal, nefes alamadığını söyledi. Yakasını çekiştirip, " Nefes alamıyorum… Duralım lütfen…" diye yalvardı. Welat Ağa, hızla arabayı ilk müsait yerde durdurunca, Hilal arabadan hızla inip nefes almak için yine yakasını çekiştirdi. Ama olmuyordu. Hilal’in iyi olmadığını anlayan Welat Ağa, arabadan inip Hilal’e yaklaştı. İlk defa bu kadar yakındı genç kıza. "Sakin ol… Bir şey yok. Sakince nefes al," diyerek Hilal’in sakinleşmesi için uğraşıyordu. " İlacım… çantamda… "dedi Hilal, zar zor konuşarak. Welat, Hilal’in ilacını ve suyu alıp Hilal’e verdi. O an, Welat Ağa anlamıştı: Hilal, panik atak geçiriyordu. Bir süre bekledikten sonra tekrar arabaya bindiler. Hilal, ilaç yüzünden uykuya dalmak üzereydi. Zaten tüm gece uyumamıştı. Welat Ağa, bir yandan arabayı kullanıyor, diğer yandan sık sık yan koltuğunda uyuyan Hilal’i gözleriyle kontrol ediyordu. Welat Ağa iki şeyi çok iyi anlamıştı: Hilal’in ne kadar çok acı çektiğini… Ve Hilal’in ne kadar güzel koktuğunu…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE