Cihan
konuşma...
Avludan çıkıp konağın taş koridorundan geçerken Aze önümde yürüyordu. Adımlarında bir kararlılık vardı, sanki çoktan kafasına koymuştu ne söyleyeceğini. Ben ise merakla ama biraz da tedirginlikle peşinden gittim.
Konağın loş bir odasına girdik. Kapı kapanınca içimde garip bir sıkışma oldu. Aze, uzun boyuyla karşımda dikildi, gözlerinde alışık olmadığım bir sertlik vardı. Derin bir nefes aldı, sonra kelimeleri ağır ağır döküldü dudaklarından:
“Cihan ağabey… bilmen gereken bir şey var. Belki söylemesem daha iyiydi ama vicdanım el vermedi. Şeyda seni sevmiyor. O Gökhan’ı seviyordu. Ama Gökhan benimle evlenmeyi kabul ettiği için… Şeyda da sana evet dedi. Yani bu evlilik… sevgiyle kurulmadı.”
Sanki biri kalbime bıçak sapladı. Bir an nefesim kesildi. Ben bilmiyordum bilsem bu evlilige razı olmazdım en başından. Ses çıkarmadım, sadece ona baktım. Başımın içinde uğultular dönmeye başladı. O ise sözlerine devam etti, bakışlarını benden kaçırmadan:
“Benimle dürüst olmasını isterdim. Belki de sen de bilmeliydin. Sana haksızlık ettiğini düşünüyorum. Benim kocamı sevmiş olabilir ama… artık onun karısıyım. Bunu kabullendi. Senin de bilmen gerek diye düşündüm.”
O an gözlerim karardı. Dudaklarım kıpırdadı ama kelime çıkmadı. Sadece başımı hafifçe salladım. Sesim titrek çıkmasın diye tek kelime etmedim. Aze kapıyı açıp çıktı, ben ise olduğum yerde kaldım. Sanki dünya üzerime yıkılmıştı.
****
Arabaya dönerken yüzüme sahte bir sakinlik yerleştirdim ama içim paramparça olmuştu. Şeyda’nın gözleri bana umutla baktığında, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Ama kalbim? Kalbim darmadağın olmuştu.
Yola çıktık. Direksiyona bakıyordum, ellerim direksiyonu sıkı sıkı kavrıyordu. Dudaklarım kilitlenmişti. Normalde Şeyda’nın sesiyle yumuşayan kalbim, bu kez taş kesilmişti. İçimde ise koca bir çığlık:
“Ulan Cihan! Sordun kıza, ‘sevdiğin varsa söyle’ dedin. ‘Elimden geleni yaparım, evlenmeyiz’ dedin. Ama ne dedi? ‘Yok’ dedi. Yalan söyledi. Meğer gönlü Gökhan’daymış… Sen ne yaptın? Seviyorum sandığın kadın, aslında başka birini sevmiş. ”
Camdan dışarı baktım, gözümde yaşlar birikip bulanıklaştırıyordu yolu. Ama Şeyda görsün istemedim. Gözlerimi sıkıp geri yola çevirdim. İçimdeki ses susmuyordu:
“Ulan kendine acıdığın yetmezmiş gibi, şimdi bir de onu suçsuz yere bağladın kendine. Seni hiç sevmeyecek. İstemediği bir evlilik yaptı seninle sadece. Sırf Gökhan evliliği kabul etti diye, sana razı oldu. Bu mudur yani? Bu muydu onun bana ‘evet’i?”
Şeyda yan koltukta sessizdi. Biliyorum, bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu. Ama ben konuşmadım. Konuşursam boğazımdaki düğüm dağılır, gözlerimden yaşlar taşardı. Gerekmedikçe konuşmayacaktım. Onu kırmak istemezdim ama artık içimdeki her şey darmadağındı.
“Ben mi istedim böyle olsun? Ben mi istedim onun gönlünde başkası olsun? Ulan Cihan… sen nasıl bir kördün? Gökhana nasıl baktığını nasıl göremedin lan o adam evet dediğinde Şeydanın gözündeki paramparça olmuş hissi nasıl görmedin."
Elimi direksiyona daha da bastırdım, eklemlerim bembeyaz kesildi. İçimde nefret büyüyordu ama ona değil, kendimeydi.
Arabada buz gibi bir sessizlik vardı. Motorun uğultusu dışında hiçbir şey yoktu. Şeyda arada bana baktı, konuşacak gibi oldu ama ben gözlerimi yoldan ayırmadım. Dudaklarımı sıkıp sustum.
artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Benim içimdeki sevda, içimdeki güven, hepsi bir darbe almıştı. Bundan sonra ne kadar gizlemeye çalışsam da, aramızdaki soğukluk büyüyecekti.
Benim içimdeki Cihan, o akşam Aze’nin kelimeleriyle ölmüştü. Geriye sadece sessiz, düşüncelere dalıp giden, kendi nefretinde boğulan bir adam kalmıştı.
*****
Şeyda
Konağa vardığımızda içimde tarifi zor bir huzursuzluk vardı. Yol boyunca Cihan’ın sessizliği, yüzündeki o soğuk ifade, gözlerinde bir türlü bana bakmayan karanlık… her şey kafamda bir düğüm olmuştu. Onu böyle görmeye alışık değildim. Ne zaman yanında olsam, hep o güven veren gülümsemesiyle sarılırdı bana. Ama bu kez… yanımda başka bir adam oturuyordu sanki.
Odaya geçtiğimizde hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. İçeri girer girmez üzerimi değiştirdim, sonra perdeyi araladım. Bahçede rüzgâr hafifçe ağaçların dallarını sallıyordu. Normalde bana huzur veren o manzara bile içimi daraltıyordu. Arkama döndüğümde Cihan, sanki her zamanki alışkanlığıymış gibi sessizce gömleğini çıkarmış, eşofmanını giymişti. Gözümün ucuyla baktım; yüzünde öyle bir donukluk vardı ki, kelimeler boğazıma düğümlendi.
Hiçbir şey söylemeden koltuğa geçti. Yastığı aldı, üzerine uzandı. Sanki evde eşi yokmuş gibi, sanki ben yokmuşum gibi… Yüreğim sıkıştı. Dayanamadım, yanına doğru yaklaştım.
“Cihan…” dedim kısık bir sesle. Sesim titriyordu. “Ne oldu sana? Neden böyle davranıyorsun? Bütün gün sustun, gözlerime bakmadın. Bana bir şey söyle… ne oldu?”
O başını çevirdi, bana bakmadı. Dudaklarını sıkıp sustu. O an içimde bir isyan yükseldi. Artık dayanamayacaktım. Karşısına geçip sesimi yükselttim:
“Cihan, bana cevap ver! Ne oldu sana? Neden susuyorsun? Ben bir şey mi yaptım? Bir yanlışım mı oldu? Söyle artık!”
O an, beklemediğim bir şey oldu. Cihan birden doğruldu, gözleri öfkeyle parladı. Yüzüme baktı, sanki içindeki fırtına yıllardır birikmiş de şimdi patlıyormuş gibi:
“Ne yaptın mı diyorsun Şeyda?!” diye bağırdı. “Bana bunu nasıl yaptığını sorguluyorum hâlâ! Ben seni beş yıldır seviyorum be! Beş yıldır içimde taşıdığım aşkı, her gün dua edip kavuşmayı hayal ettiğim kadını, sen… sen bana yalan söyledin!”
Sözleri beynimde şimşek gibi çaktı. Birkaç saniye nefes alamadım. Gözlerim büyüdü, ellerim titredi.
Cihan yumruklarını sıktı, sesi hiddetle yankılandı odada:
“Ben sana sordum, ‘sevdiğin biri varsa söyle’ dedim! ‘Elimden geleni yaparım, evlenmeyiz’ dedim! Yemin ettim sana, yeter ki doğruyu söyle dedim! Ama sen ne yaptın? Yalan söyledin Şeyda! Senin gönlün Gökhan’daydı. O, evliliği kabul etti diye bana evet dedin! İsteksiz bir evliliğe sürükledin beni. Bunu bana nasıl yaptın?! Sana dedim gerçek bir evlilik olacak dedim ama sen sevdiğim yok diye direttin içime Umut düşürdün bir gün sever beni dedirtdin lan bana!"
Gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı. Cihan’ın her kelimesi kalbimi paramparça ediyordu. Çünkü haklıydı. Sessizce sustuğum, söyleyemediğim, içimde boğduğum her şey, şimdi en acımasız şekilde yüzüme vuruluyordu.
“Cihan… ben…” dedim ama kelimeler dudaklarımda boğuldu.
O ise öfkeyle devam etti:
“Ben seni beş yıldır seviyorum Şeyda! Sen istemiyorum deseydin, yemin ederim ağaların karşısına çıkardım, elimden geleni yapardım! Seni asla zorlamazdım. Ama sen ne yaptın? Sırf bir hırs uğruna bile bile bu evliliğe razı oldun! Benim canımı yaktın Şeyda! Gökhan için değer miydi bana bunu yapmaya?!”
Kalbim sıkıştı. Utançtan gözlerim yere indi. Cihan’ın sevgisini, onun bana olan inancını hiçe saymıştım. Şimdi ise onun gözlerinde öfke, kırgınlık ve yıkım vardı. İçimde kendime karşı öyle bir nefret doğdu ki… keşke yer yarılsaydı da içine girseydim.
“Cihan…” dedim, gözyaşlarım sel olmuş akarken. “Ben… ben seni kırmak istemedim. Yalan söyledim, evet. Ama korktum. Söylemeye cesaretim yoktu. Bilmiyordum… senin beni böyle sevdiğini bilmiyordum. Allah’ım… nasıl bu kadar kör olabilirim…”
Başımı ellerimin arasına aldım, hıçkırıklarım odanın sessizliğini böldü. İçimde pişmanlıkla birlikte kendime olan nefret büyüyordu. Onu nasıl böyle yaralayabilmiştim? O bana ömrünü adarken, ben susarak, saklayarak, en büyük ihaneti yapmıştım.
Cihan derin bir nefes aldı, gözleri hâlâ öfkeyle doluydu. Ama bu öfkenin altında yorgun bir kırgınlık gizliydi.Cihan’ın gözlerindeki öfke, sanki bütün odayı doldurmuştu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Dudaklarım titreyerek, boğazım düğümlenmiş halde yine de söylemeye çalıştım:
“Cihan… inan bana pişmanım. Böyle olsun istemedim. Sana yalan söylediğim için her gün kendime lanet ediyorum. Ama korktum… elim kolum bağlandı. Ne yapacağımı bilemedim. Seni incitmek istemedim, Allah şahidim…”
Sözlerim havada asılı kaldı. Onun yüzünde ne merhamet vardı ne de yumuşaklık… sadece taş kesilmiş bir ifade. Sanki söylediklerim hiç ulaşmıyordu ona.
Birden sert bir kahkaha gibi çıkan nefes verdi. Başını iki yana salladı, dudakları acı bir gülümseme ile kıvrıldı:
“Artık hiçbir şey söyleme Şeyda. Ne dersen de, bu yolun dönüşü yok. Sen bir ömrü sevgisizliğe mahkûm ettin bize. Benim sana olan sevgimi, umudumu, hayallerimi ellerinle toprağa gömdün. Bundan sonrası… sadece suskunluk.”
Kalbim parçalanıyordu. Gözlerimden yaşlar yanaklarıma oluk gibi akarken ellerimi ona doğru uzattım:
“Ne olur… ne olur bana böyle deme. Affet beni, yalvarırım Cihan…”
Ama o, gözlerimin içine bile bakmadan yanımdan geçti. Adımları sertti. Kapıya yöneldi, kapı kolunu öyle bir kavradı ki, eklemleri beyazladı. Son bir kez döndü, gözleri buz gibi bir karanlığa kesilmişti:
“Bitti Şeyda. İçimdeki Cihan’ı sen öldürdün. Geriye sadece suskun, yorgun bir adam kaldı. O da sana bakarken artık sevgi görmeyecek.”
Ve kapıyı öyle bir hızla çarpıp çıktı ki, duvarlar bile titredi. Ses kulaklarımda yankılandı, içimdeki bütün umutları yerle bir etti.
O an dizlerimin bağı çözüldü. Olduğum yere çöktüm. Ellerimi yüzüme kapattım, gözyaşlarım yanaklarımda değil, kalbimin en derin yerinde kan gibi aktı. Hıçkırıklarım boğazımı yaktı, nefesim kesilir gibi oldu.
“Allah’ım…” diye inledim. “Ben nasıl bu kadar kör oldum? Nasıl görmedim onun güzel kalbini? Nasıl kıydım o yüreğe? Ben ne yaptım Cihan’a…”
Gözümün önüne onun bana her defasında sabırla, sevgiyle bakan gözleri geldi. Bana güven veren, koruyan, kollayan o adamı hatırladım. Ve şimdi? O gözlerde sadece kırgınlık, sadece öfke vardı.
Kendime sövmeye başladım, nefretle, utançla:
“Ben aptalım! Körüm! Onun sevgisini hiçe saydım. Gökhan’a bağlandım, kalbimi ona hapsettim de, yanımda duran, bana ömrünü adayan adamı görmedim. ah Şeyda, sen nasıl bu kadar nankör olabildin? Cihan’ın kalbini paramparça ettin, en büyük kötülüğü sen yaptın!”
Yüzümü yere yasladım, gözyaşlarım taş zemini ıslattı. Ne kadar ağlasam, ne kadar pişman olsam, artık hiçbir şey geri gelmeyecekti. Cihan’ın gözlerindeki o ölü sevda… bana verilen en büyük ceza olmuştu.
Kendi içimde boğulurken tek bildiğim şey vardı:
Onun kalbine hançeri ben saplamıştım. Ve artık ömrümün geri kalanı, o hatanın pişmanlığıyla yanmak olacaktı.