YEĞENİM

1859 Kelimeler
Cihanla evleneli üç ay olmuştu. Aslında bizim için her şey normaldi. Konağa alışmıştım Cihanın ailesine de öyle. Ama Cihanın halası sürekli bana laf sokup duruyordu. Torun ne zaman diye neredeyse her gün Cihanla beni darlıyordu. Cihan ne kadar halasını sustursada bu seferde bakışlarıyla beni iğneliyordu. Cihanın annesi Gülümser anne çok iyi bir insandı beni hiç böyle şeyler için uyandırmıyor görümcesine de daha erken ne torunu diyordu. Hakkını ödeyemezdim. Bu gün Meryemi görmeye gidecektim. Oğlu neredeyse bu gün yarın doğacaktı. Yanında olmak istiyordum. Sabah kahvaltıdan sonra Cihan şirkete giderken benide bulacaktı. "Şeyda hadi hazırsan çıkalım" dedi Cihan. Hazır olduktan sonra hemen yanına ilerledim.. "Hazırım çıka biliriz" diyerek arabaya bindik. cihanı izledim. Çok güzel kalpli bir adamdı zaman geçtikce ona alışıyordum. Yol boyunca gözlerim sık sık Cihan’a kayıyordu. Direksiyonda dikkatli, bir yandan da bana bakmadan gülümseyebilen o hali vardı. Onunla evliliğimizin başında her şey çok yabancı gelmişti ama günler geçtikçe kalbinin temizliğini, bana olan sabrını gördükçe içimdeki duvarlar yavaş yavaş eriyordu. “Allah bana gerçekten iyi bir eş vermiş,” diye düşündüm içimden. Halasının sözleri, bakışları canımı acıtsa da Cihan’ın arkamda durması bana güç veriyordu. Onun sessizce elimden tutuşunu, bazen gece yarısı uykum kaçtığında kalkıp su getirişini hatırladım. O an yüzümde farkında olmadan bir tebessüm belirdi. Konağın önüne geldiğimizde Cihan arabayı durdurdu. Bana dönüp, gözlerimin içine baktı. “Ben şirkete geçeyim, sen de Meryem’in yanında kal. Dikkat et kendine, olur mu? Bir şey olursa hemen ara beni. Akşam gelip seni alırım.” Başımı salladım, gözlerim parladı. “Tamam Cihan,sende dikkat et kendine görüşürüz" dedim, yumuşak bir sesle. Sonra çantamı alıp arabadan indim. Avlunun taşlarına doğru yürürken, onun varlığının bana verdiği güvenle derin bir nefes aldım. Elimde küçük bir paket vardı; içinde bebeğe aldığım minik bir zıbın. Onu görünce yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. Ayağa kalkmaya çalıştığını görünce hemen kollarımı açtım. “Ah, Şeydam!” dedi, boynuma sarıldı. Ben de onu sıkıca sardım, bırakmak istemedim uzun bir süre. “İyisin değil mi Meryem?” dedim gözlerinin içine bakarak. Gülümsedi. “İyiyim. Sen nasılsın? Cihan’la… aranız nasıl?” Bir an duraksadım, gözlerimi kaçırdım. İçimde ne varsa dökmek istemedim. “İyi… yani, fena değil,” diyebildim sadece. Cihan iyiydi ama onu hak etmeyen bendim. Ben onun sevgisini haketmiyordum. Sesimden bile anladı belki ama üstelemedi, konuyu tatlı bir tebessümle değiştirdi. Karnını okşayarak, “Bak Miran Efe, halan gelmiş sana,” dedi. Ben de gülümsedim, elimi karnına koydum. “Yeğenim kımıldıyor mu?” diye sordum. O sırada Süreyya yenge elinde tepsiyle göründü. “Siz oturun kızlar, ben çay getirdim,” dedi. Avluda sedire oturduk, çaylarımızı yudumlarken bebeğin hazırlıklarını konuştuk. İçimde tarifsiz bir heyecan vardı; sanki kendi yeğenim değil de kendi çocuğum doğacakmış gibi hissediyordum. Bir ara gülerek, “Bakalım yeğenim kime benzeyecek?” dedim. Meryem kahkaha atarak, “İnşallah bana,” dedi. Ama gülüşü kısa sürdü. Birden yüzü gerildi, eli karnına gitti. Önce hafif bir sancı sandım, ama birkaç saniye içinde gözleri kısıldı, nefesi hızlandı. “meryem , iyi misin?” dedim telaşla, elim istemsizce onun koluna gitti. Süreyya yengem hemen fark etti. Tepsiyi bırakıp yanımıza koştu. Yüzü ciddileşti. “Meryem, sancın mı başladı?” diye sordu. Meryem cevap vermeye çalışıyorsu ama canı yanıyor gibiydi. Dudaklarından zorla döküldü kelimeler: “Galiba… evet.” Süreyya yengemin sesi bütün avluyu inletti: “Devraaan!” Devran birkaç saniye içinde kapıda belirdi. “Ne oldu?” dedi, ama yüzündeki ifadeden zaten anlamıştı. “Doğum başlıyor, hemen hastaneye!” Bir an bile vakit kaybetmeden Meryem’in koluna girdi, yavaşça kaldırdı. Ben de diğer yanındaydım. Hep birlikte konağın önündeki arabaya doğru yürüdük. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefesim daraldı. “Şeyda, doğum çantasını al çabuk!” dedi Süreyya yengem. Hemen koştum, Meryem’in günlerdir hazır ettiği çantayı aldım, nefes nefese yanlarına yetiştim. Arabaya bindiğimizde Meryem’in sancıları sıklaşmıştı. Yanına oturdum, elini tuttum. Sımsıkı kavradı. “Derin nefes al Meryem,” dedim, gözlerimin içine baksın, sakinleşsin diye. Süreyya yengem de diğer tarafında oturmuş, sakinleştirmeye çalışıyordu. Devran direksiyona oturmadan önce telefonu çıkarıp Sarvan’ı aradı. “Abi… Meryem’in sancısı başladı. Biz hastaneye gidiyoruz. Sen hemen gel!” dedi kararlı ve kısa bir ses tonuyla. Ardından motoru çalıştırdı, araba hızla konağın önünden uzaklaştı. Ben ise Meryem’in elini sıkarken içimden sürekli dua ediyordum: “Allah’ım, ne olur ikisine de bir şey olmasın.” Hastaneye giden yol bana hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Ama biliyordum… Miran Efe artık geliyordu. Hastanenin kapısına vardığımızda kalbim sanki göğsümden çıkacak gibiydi. Devran arabayı acil girişin önünde durdurdu. Daha hemşireler koşarak yanımıza gelmeden ben kapıyı açmış, Meryem’in koluna girmiştim. O kadar bitkindiki, dudaklarının rengi solmuş, nefesi kesik kesikti. Hemşireler sedyeyi getirdi, biz de yardımcı olduk. “Doğum sancıları başladı,” dedi Süreyya yengem telaşla. Onlar hemen Meryem’i doğumhaneye doğru götürdüler. Ben koşar adım yanlarındaydım, ama kapıya geldiğimizde görevli durdurdu. “Buradan sonrası yasak hanımefendi, merak etmeyin biz ilgileniyoruz.” Meryem’in bana bakan gözleri hâlâ aklımdan çıkmıyordu. Elini son ana kadar bırakmamıştım, kapının kapanışıyla elimde sadece onun sıcaklığı kalmıştı. Bir köşede nefes nefese kalakaldım. Süreyya yengem dua eder gibi dudaklarını kıpırdatıyordu, Devran ise telefonunu sıkıca kavramış, gözlerini yere dikmişti. O an içimde tarifsiz bir korku vardı. Dakikalar sonra aceleyle bir çift ayak sesi duyuldu. Başımı kaldırdığımda Sarvan’ı gördüm. Yüzü kireç gibi bembeyazdı, nefesi kesilmişti sanki. Yanımıza geldi, sesi titriyordu: “Ne oldu? Meryem nasıl? İçerideler mi?” Ben başımı salladım. “Sancısı başladı abi… doğumhanedeler şimdi. Doktorlar yanındaydı, merak etme.” Sarvan ellerini saçlarına götürdü, sonra kapıya döndü. “Ya ona bir şey olursa?” dedi fısıltıyla. Gözlerindeki korkuyu ilk defa bu kadar çıplak görüyordum. “Olmayacak!” dedim ben, beklemediğim bir kararlılıkla. Elini tuttum, “Meryem güçlü. Hem oğlunu hem kendini sana sapasağlam verecek.” Sarvan hiçbir şey demedi, ama kapının önünde ileri geri yürümeye başladı. Ben de yanına oturmuş, dua ediyordum. O an hastanenin koridorunda zaman durmuştu. Her saniye bir yıl gibiydi. Koridorda sabırsızca beklerken zaman geçmek bilmedi. Ne ben ne de Sarvan tek kelime edemiyorduk. Süreyya yengemin mırıldandığı dualar, kalbimin gümbürtüsüne karışıyordu. Tam umutsuzluğa kapılacakken doğumhanenin kapısı açıldı. Bir hemşire kucağında minicik bir bebekle çıktı. “Sarvan Bey,” dedi gülümseyerek, “oğlunuz geldi.” O an Sarvan’ın yüzünde gördüğüm ifadeyi kelimelere dökmek mümkün değildi. Önce gözleri kocaman açıldı, sonra dudakları titredi. Hemşire bebeği usulca onun kucağına bıraktığında elleri titreyerek sardı yavrusunu. Gözlerinden süzülen yaşları gizleme gereği bile duymadı. “Benim oğlum…” diye fısıldadı, sesi boğazına düğümlenmişti. Ama hemen ardından başını kaldırıp hemşireye baktı: “Meryem? Karım nasıl?” Hemşire yumuşak bir sesle cevap verdi: “Merak etmeyin, Meryem Hanım da iyi. Birazdan normal odaya alınacak, o zaman görebilirsiniz. Şimdi ben bebeği hazırlamak için götürmeliyim.” Sarvan bebeğe son bir kez bakıp, yanağına minicik bir öpücük kondurdu. “Oğlum… Miran Efe’m,” dedi kısık bir sesle, sonra isteksizce hemşireye geri verdi. Gözleri hâlâ kapıdaydı. Dakikalar sonra kapı tekrar açıldı. Bu kez sedyeyle Meryem’i çıkardılar. Yüzü yorgundu ama huzurlu bir tebessüm vardı dudaklarında. Sarvan hemen yanı başına geldi, elini tutup eğildi. “Meryem…” dedi, gözlerinden süzülen yaşlarla. Meryem gözlerini araladı, hafif bir gülümsemeyle ona baktı. “Sarvan… oğlumuz?” diye fısıldadı. Sarvan başını salladı, sesi titriyordu. “Çok güzel, çok sağlıklı… sen de iyisin ya, artık başka bir şey istemem.” Meryem normal odaya alınırken Sarvan elini bırakmadı. Ben de odanın kapısında kalmış, onları izliyordum. İçimde tarifsiz bir huzur vardı; sonunda her şey yoluna girmişti. Her kes Miran bebeği görmek için odadaydı. Ahmet amcam yengem devran her kes buradaydı. Birazdaha kaldıktan sonra Meryem rahatça bebeğini emzire bilsin diye dışarı çıktık. Odayı usulca terk ettiğmizde, kapı arkamdan sessizce kapandı. Koridorun loş ışıkları altında adımlarımı yavaşlattım. Birkaç adım önümde Gökhan ve Aze yürüyordu; yan yana, omuzları birbirine değecek kadar yakın. Aralarında konuşmuyorlar ama birbirlerine bakışlarında, söylenmeyen cümleler vardı. Onlara sessizce baktım, içimde tuhaf bir his kabardı ama bunu adlandıramadım. Ne söyleyeceğimi bilmediğimden, susmayı tercih ettim. Tam o sırada cebimdeki telefon titredi. Bakışlarımı onlardan çekip ekrana indirdim. Arayan Cihan’dı. Derin bir nefes alıp cevapladım. “Efendim Cihan?” Sesinde aceleci bir merak vardı. “Nerdesin Şeyda?” dedi. “Hastanedeyim,” dedim kısa ve net. “Meryem’in sancısı tuttu, buraya geldik… ve… oğlunu doğurdu.” Karşı taraftan bir an sessizlik geldi, sonra Cihan’ın sesi kararlı bir tonla yükseldi. “Tamam, oraya geliyorum o zaman.” “Tamam,” dedim yorgun ama sakin bir sesle, sonra telefonu kapattım. Elim hâlâ telefonun üzerinde dururken, gözlerim istemsizce yeniden Gökhan ve Aze’nin sırtına takıldı. Ama bu kez hiçbir şey düşünmeden başımı çevirip koridorun diğer ucuna doğru yürümeye devam ettim. Yaklaşık on beş, yirmi dakika sonra hastane kapısının açıldığını gördüm. İçeri adım atan Cihan’dı. Üzerinde koyu renk bir kaban, yüzünde hafif telaşla karışık bir rahatlama vardı. Yanıma geldiğinde gözlerimin içine baktı. “Küçük Korkmaz nasıl?” diye sordu, sesi yumuşak ama meraklıydı. Gülümsedim, yorgunluğuma rağmen gözlerim ışıldadı. “Miran Efe iyi, çok şükür sağlıklı,” dedim. Cihan derin bir nefes aldı, sanki o anda üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi rahatladı. Elini kabanının iç cebine attı, parmaklarıyla yokladıktan sonra küçük bir kutu çıkardı. Kutuyu açmadan cebinden bir de parlak tam altın çıkardı, avucunun içinde tuttu. “Gitmeden önce Sarvan’ı ve minik Korkmaz’ı bir görelim de şu altını takalım,” dedi gülümseyerek. Altının parlak yüzeyi koridorun loş ışığında bile göz kamaştırıyordu. Ben de başımı salladım. “Olur, birazdan gireriz,” dedim. O an içimde hem tatlı bir heyecan hem de minik bir sabırsızlık vardı; Cihan’ın bu jesti, aileden biri olmamasına rağmen ne kadar içten olduğunu bir kez daha göstermişti. Kapının önünde beklerken, içeriden ara ara bebek ağlaması geliyordu ve o ses, hepimizin yüzüne aynı anda gülümseme konduruyordu. Meryem’in bebeğini doyurduğunu hemşirenin çıkarken söylediği birkaç kelimeden anladım. Sarvan içeride kalmıştı, biz de Cihan’la kapının önünde bekliyorduk. İçeriden hafif hafif bebek kokusu geliyor gibiydi, belki de ben öyle hissediyordum. Kapı aralandığında, Meryem yorgun ama huzurlu bir ifadeyle bize baktı. Cihan benden önce adım attı, Sarvan’ın yanına yaklaşıp elini omzuna koydu. “Tebrik ederim ikinizi de,” dedi içten bir sesle. Sonra cebinden çıkardığı parlak tam altını Miran Efe’nin minicik yakasına dikkatle taktı. Altın, hastanenin solgun ışığında bile göz kamaştırıyordu. Sarvan hafif bir gülümsemeyle, “Ne gerek vardı, zahmet etmişsin,” dedi. Cihan elini hafifçe sallayıp, “Eli boş gelmek olmaz, bu bizim geleneğimiz,” diye karşılık verdi. Meryem de, Sarvan da aynı anda “Teşekkür ederiz, Allah razı olsun,” dediler. Cihan’ın bakışları bebeğe kaydı. Sesi yumuşadı, “Miran Efe’yi kucağıma alabilir miyim?” diye sordu. Meryem kısa bir tereddüt yaşadı belki ama onun aslında iyi bir insan olduğunu bildiğinden bebeği yavaşça Cihan’ın kollarına bıraktı. Cihan, kucağındaki minicik bedene öyle bir hayranlıkla baktı ki, sanki zaman durdu. “Maşallah… Çok tatlı bir bebek. Allah analı babalı büyütsün,” dedi usulca. Parmağıyla bebeğin minik eline dokundu, o küçücük parmaklar refleksle onun parmağını kavradığında gülümsedi. Bir süre daha sessizce sevdikten sonra büyük bir özenle Miran Efe’yi Sarvan’ın kucağına geri verdi. “Hadi biz çıkalım, dinlensinler,” dedi bana dönerek. Kapıya doğru birlikte yürüdük. Tam çıkarken bana dönüp, “Ben eve geçiyorum sen gelecek misin yoksa kalacakmısın?" diye sordu. Ben de, “Ben birkaç gün daha Meryem’in yanında kalmak istiyorum,” dedim. Kısa bir baş hareketiyle, “Tamam, üç gün sonra gelip seni alırım o zaman" dedi. Sonra sessizce koridorda uzaklaştı. Ayak sesleri yankılandıkça odanın içindeki sıcak hava ile hastane koridorunun serinliği arasındaki farkı daha çok hissettim. Cihan yalnız başına evine giderken ben Meryem’in yanında kalmaya devam ettim; bu gece onun için uzun, ama tatlı bir gece olacaktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE