Tanıdık Bir Sokak

560 Kelimeler
28 Temmuz 2025 – Saat: 06.47 Uyandığımda dilim damağıma yapışmıştı. Şarap şişesi yanımda devrilmişti, içindeki son damlalar da toprağa sızmıştı. Parkta gece geçirmek romantik bir şeymiş gibi anlatılır bazen kitaplarda. Oysa sabahın ilk ışığı burada sadece soğuğu daha da görünür kılıyor. Ayaklarımı yere bastım. Ayağa kalkarken sırtımda keskin bir ağrı hissettim. Bankta uyumak, sırtına taş bağlamak gibi. Zorla esnedim. Şehre küfreder gibi bir esnemeydi bu. Biraz yürümek istedim. Belki de yürürsem açlığımı unuturum dedim. Ya da ne bileyim, sokaklar arasında kaybolursam geçmişim beni bulamaz diye. Ama bazen insan nereye giderse gitsin, geçmiş onun önüne çıkacak bir yol bulur. O adımı atmamam gerekirdi. O sokağa dönmemem gerekirdi. Ama o köşe… O çatlamış kaldırımlar… O paslı posta kutusu… Tanıdıktı. Ayaklarım benden önce tanıdı. Burası “o ev”in olduğu sokaktı. Üvey babamın evi. Çocukluğumun mezarı. Ve Melis’in evi. Evin önünden hızla geçmeye çalıştım. Ama bir ses beni durdurdu. "Emir?" Sanki zaman içime bir cam kırığı soktu. Bu ses. O tok, kaygan, biraz boğuk ama tanıdık ses. Yavaşça döndüm. Melis. Artık 28 yaşında olmalıydı ama yüzü hâlâ ilk gördüğüm zamanki gibi solgundu. Dudakları kıpkırmızıydı, saçları dağınık. Üzerinde sabahlık gibi bir şey vardı ama altına şort giymemişti. Sanki evin eşiğine çıkmamış, bir rüyadan dışarı süzülmüştü. Gözleri bana bakıyordu. Göz değil, delik sanki. İçimi emiyordu. “Sen… buraya… neden geldin?” dedim. Sesim çatallandı. “Uyanıktım. Balkonda seni izliyordum,” dedi. “Adımlarını tanıdım. Emir’in ayak sesleri unutulmaz.” İçimden bir şey geri çekilmek istedi. Göz göze gelmek bile istemedim. “Yine kaçıyorsun,” dedi. “Her seferinde kaçtın benden. O zamanlar çocuktuk, tamam. Ama şimdi büyüdük. Ben büyüdüm. Sen hâlâ küçücüksün.” Yutkundum. Kelimeler boğazımda ölü doğdu. “Melis… Lütfen. O eski saçmalıkları tekrar başlatma. Şimdi hiç zamanı değil.” O, bir adım yaklaştı. Ben bir adım geri. “Zaman?” diye sordu. “Sen dibe batmışsın Emir. Artık zaman senin değil. Benim. Ben seni her şeyden önce gördüm. İlk kanı ben tattım hatırlıyor musun?” Kanım çekildi. O geceyi hatırlamak istemiyordum. Melis 17, ben 21 yaşındaydım. O bana kapımı kilitlemeden yatmayı unuttuğum bir gecede sokulmuştu. O gece sadece bir şey olmadı çünkü ben kaçtım. Ama o geceden sonra hiçbir şey aynı olmamıştı. Reddedişime karşı delirmişti. Kendini kesmişti bir keresinde. Sonra başka adamlara gitmişti. Ama hep bir şeyleri bana gösterir gibi. Kendisini yok etmeye çalışırken bile gözleri hep beni arıyordu. Takıntıydı bu. Delilikti. Sevgi falan değildi. Kirliydi. “Seninle konuşmak istemiyorum,” dedim sertçe. Bir adım daha geri attım. Bir anlığına kapının eşiğine gideceğini sandım. Ama o hareketsiz kaldı. Gülümsedi. O gülüş… Sahte bir kedilikle örülmüş gibi. “Yine kaçıyorsun,” dedi. “Ama artık nereye kaçacaksın ki?” Sustu. Ardından, hiç beklemediğim bir şey yaptı. Dönüp kapıyı kapattı. Ama bir elini kenardan uzattı ve yere bir şey bıraktı. Küçük bir siyah kese. Uzaktan tanıyamadım. O anda da dönüp bakmadım. Sadece yürümeye devam ettim. Koşmak istemedim. Çünkü kaçarsam peşimden gelir sandım. Ama yürürken içimde yeniden o eski karanlık başladı: Ben bir hastalıktan kaçıyordum. Adı Melis’ti. Ve bu şehirde nefes almak bile onunla aynı havayı paylaşmak demekti. Bir kafeteryanın kapalı camekânına yanaştım. Elimi cebime attım, beş kuruş yok. Sanki bunu kendime ispat etmek için yaptım. Gerçekten sıfırdım. Ama bir şey vardı bu sabah. Yüzümde bir kırıntı, fark ettim. Belki de içimde bir yer, “artık her şeyi gördün, daha kötü ne olabilir?” diyordu. Ve bilmiyorum… Bu düşünce… Bir parça umut gibi geldi bana
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE