17

1084 Kelimeler
Ev arkadaşı Nurgül kahvaltıyı hazırlarken Zeynep masayı kuruyor, uykusuzluktan ve ağlamaktan ağrıyan gözlerine sessiz olmaları için yalvarıyordu. Arkadaşı ona bir şeyler anlatıyordu ama Zeynep onun söylediklerini bir fanusun içinden dinlediği için hiçbir şey anlamıyor, uğultuyu andıran kelimelerini algılayamıyordu. Mahir Karaman fanusu yine etrafını sarmıştı. Baş belası fanus hiç de hoş gelmemişti. Ama yakında geçecekti, biliyordu. Zeynep güçlüydü. Yıllar ona hiçbir şey katmadıysa bile kendini kontrol etmeyi öğrenmişti. Bu da bir şeydi. “Zeynep!” Nurgül âdeta kükrediğinde irkilerek arkadaşına baktı, fanus biraz çatlamıştı. “Efendim?” “Bir saattir ne anlatıyorum ben sana?” En masum bakışıyla gülümsedi Nurgül’e. “Ne?” “Of!” Zeynep “Özür dilerim,” diyerek kızın uzattığı tabağı aldı ve çaylarını koymak için tezgâhın başına geçti. “Sen otur, ben çayları getiririm. Sonra söz, seni dinleyeceğim.” “Anlatmıyorum, hıh!” Nurgül biraz alıngandı ama onun kızgınlığı birkaç dakikada geçtiği için Zeynep sırıtmadan edememişti. Çaylarını koyup Nurgül’ün karşısındaki yerine oturdu. Evlilik hazırlıklarıyla meşgul olan sevgili dostu, şu sıralar bir hayli stresliydi. Kim bilir yine nasıl minik bir şey canından bezdirmişti onu? “Hadi anlat.” “Dinlemiyorsun ki…” Zeynep bir süre sessizce kızın gözlerinin içine baktı. “Bülent bir şey mi yaptı?” “Hayır.” “O zaman kayınvaliden yine sana laf soktu?” “Hayır.” “Terzi gelinliğinden boncuk düşürdü?” Bu kez dalga geçiyordu. Nurgül gülüşüne eşlik edince kıza göz kırptı. “En son baktığımız evi satmışlar.” “Nasıl yani?” “Biz adamdan üç gün istemiştik düşünmek için. O da söylediğine göre bizden daha kararlı bir çift görünce beklememeyi uygun görmüş. Haber vermeyi de unutmuş!” Nurgül öfkeyle çatalını bir salatalığa saplarken Zeynep iç çekti. Bu, o kadar da minik bir sorun değildi tabii. “Ama o ev içine sinmemişti zaten, boş ver.” “Öyle, istemiyordum zaten. Kızdığım emlakçının bize haber vermemiş olması!” “Kendi kaybeder.” Zeynep kaşlarını kaldırırken Nurgül onaylarcasına omzunu silkti. Yine çabucak sakinleşmişti işte. “Sen ne yaptın dün?” “Bilmek istemezsin.” Fanus tekrar etrafını sarmaya başlarken çayından bir yudum aldı. Mahir, Mahir, Mahir… Aptal fanusun bildiği başka hiçbir şey yoktu. Zeynep’e dünü hatırlatıp duruyor, adamın nasıl da olgun göründüğünden dem vuruyordu. Hiç değişmemiş gibi dursa da bir o kadar farklıydı fanusa göre. O ne bilirdi sanki? O yalnızca camdan bir fanustu! Mahir’i tanımış mıydı da ondaki değişiklikler hakkında fikir sahibi olacaktı? Aptal bir fanustu sadece! “Bilmek istiyorum.” “Sinirleneceksin.” Nurgül gözlerini kısarak onu süzdü. Aniden yüzünde şüpheci bir ifade oluşmuştu. “Adını anmak istemiyorum ama yine o kibirli adamla ilgili bir şey değildir umarım?” “Şey…” Zeynep omuzlarını hafifçe kaldırıp Nurgül’ün ona bağırmasını bekledi ama arkadaşı bu kez sesini yükseltmemişti. Tüm arkadaşları gibi ev arkadaşı da elbette Mahir’i biliyor ve ondan nefret ediyordu. Bunu anlıyordu, hatta onlara eşlik edebilmek de istiyordu ama tam bir umutsuz vaka olduğu için yapamıyordu. “Hadi söyle, söyle.” Nurgül aklından geçenlere eşlik edercesine iç çekerken Zeynep arkadaşına baktı. “Mahir benimle görüşmek istedi, ben de kabul ettim.” Bir an zamanın durduğunu hissederek kızın yüzündeki şaşkınlığı izledi. Sonra Nurgül alaycı bir gülüş eşliğinde onu alkışlamaya başladığında başını masanın üzerine koyup duymaya alışkın olduğu cümlelerin gelmesini bekledi. Alkış faslı bittiğinde Nurgül kınayan bir sesle konuşmaya başlamıştı. “Sen gerçekten umutsuz vakasın Zeynep. Farkında mısın bilmiyorum ama o gereksiz adam nasıl olup da senin karşına çıkmak ister, diye şaşırmıyorum. Tek derdim, seni hayatında istemediğini bir hayli net şekilde ifade etmiş bir adamın görüşme talebine olumlu bir cevap verebilmiş olman. Beni dehşete sokuyorsun! Her seferinde! Yıllardır! Sana, i-na-na-mı-yo-rum!” Nurgül nefes almadan konuşurken fanus yine etrafını sardı ve Zeynep üniversitenin ilk yılını hatırlarken kalbinin minik parçalara ayrıldığını hissederek masanın üzerindeki çizgileri izlemeye başladı. Aptaldı, aptal olmaktan rahatsız olmayacak kadar aptaldı. İnsanların aşkı niye kötü bir şeymiş gibi gördüğünü bilmiyordu ama Zeynep için asla böyle olmamıştı. Hayatı boyunca âşık olmak istemişti ama asla olmamıştı. Onunla “sevgili” olmak isteyen birileri olmuştu, hatta gülünç bir şekilde ona mektup yazan biriyle tanışmıştı lisede. Korkunç kafiyelerle bezenmiş bu mektupları hâlâ saklıyor olmasının tek sebebi reddettiği hâlde o çocuğun sevgisine saygı duyuyor olmasıydı. Kimseyi ama kimseyi onu sevme cesareti gösterdiği için aşağılamamıştı. Yüz vermemiş, iletişim kurmamış, direkt olarak reddetmişti ama küçümsememişti. Bir gün o da âşık olacaktı ve o da reddedilebilirdi, bu yüzden saygılı olmak istemişti. Mahir Karaman’ı gördüğü ilk günü düşünürken tüyleri ürperdi. Ne konuştuklarını anımsamıyordu ama okuldaki en yakın arkadaşlarından biri olan Esra ile kütüphanede olduklarını hatırlıyordu. Kelimeler aralarında dönüp dururken insanları rahatsız etme endişesiyle etrafına bakıp elinden gelen en sessiz şekilde konuşuyordu. Bu anlardan birinde masalarına yaklaşan Mahir’i görmüştü. Kalbinin içinde birkaç takla attığından neredeyse emindi, biri ona vurmuş gibi irkildiğinden de öyle. Nefesi kesilmiş, ağzı açık kalmıştı. Mahir gördüğü en yakışıklı surete sahip olduğu için şaşırdığını söylemek isterdi ama öyle değildi. Uzun boylu, ne zayıf ne de yapılı sayılabilecek bir bedene sahipti. Belirgin hatları olan üçgen bir yüzü, kalın ve çoğunlukla düzgün duran kaşları vardı. Öyle inanılmaz bir çekiciliği yoktu ama Zeynep ona bakarken nefessiz kalmıştı. En çok hoşuna giden kaşları ve kirpikleriydi. Onların yüzüne mana katacak kadar belirgin oluşu öyle çok hoşuna gitmişti ki sert bakışları, mesafeli duruşu umurunda bile olmamıştı. Hayatı boyunca aradığı şeyi bulmuştu işte, az ötesinde durmuş ona bir şeyler söylüyordu. Zeynep, ne konuştuklarını hatırlamıyordu ama kütüphaneden çıkmak yaptığı en zor şeylerden biriydi, Esra onu âdeta yanında sürüklemişti. Tüm gün ve onu tekrar görene kadar geçirdiği saatler boyunca sürekli Mahir’in yüzü aklına gelmiş, hakkında bir şeyler öğrenebilmek için tüm arkadaşlarını seferber etmişti. Yemekhanede, kütüphanede, okulun bahçesinde onu görebilmek adına âdeta pusu kuruyordu. Adamı rahatsız etmek istemiyordu ama onu görme isteği öyle kuvvetliydi ki uzaktan bile olsa yüzünü görebilmek için bir şeyler yapmadan duramıyordu. İşin aslı Zeynep, Mahir’in bu durumdan rahatsız olduğunu, olacağını yahut olabileceğini düşünememişti. Hisleri öyle yoğundu ve her geçen gün içine öyle bir yerleşiyordu ki aynı şeyleri Mahir’in de hissetmiyor olabileceğini düşünememişti. Düşünemezdi de! Bu, şu an bile imkânsız geliyordu Zeynep’e. Siz birini kalbinizin merkezine yerleştirip onu görmekle dahi mutlu olurken onun sizinle ilgili en ufak bir şey hissetmemesi nasıl mümkün olabilirdi? Bu, onu mahvediyordu. Yıllardır belki de en çok canını yakan şey bunun bilincine vardığı andı. Zeynep umutsuzca Mahir’i seviyor ve onu tanımayı her şeyden çok istiyorken Mahir Karaman onun varlığına katlanamıyor, onu görmek dahi istemiyor ve Zeynep onu sevdiği için utanıyordu. Bu, en kötü kâbuslardan daha korkunç bir kâbustu. Ah, hayır! Kâbus değildi, hâlâ tüm gerçekliğiyle aklının bir köşesindeydi. Nurgül sonunda onu azarlamaktan vazgeçtiğinde odasına geçip kaldığı yerden kitabı okumaya başladı. Buna mazoşistlik demek için elinde her türlü sebebi vardı ama kitabı öylece kenara atamazdı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE