1

2613 Kelimeler
Sizlere her şeyin nasıl başladığını tane tane anlatmak istediğim için mayıs ayına dönüş yapıyoruz. Geniş balkonda, denizi karşılarına alarak oturan annemle babama kahve yaptığım, sıradan fakat aslında içten içe sıradan olmadığını hissettiğim bir akşam yaşıyoruz. Avuçlarım terlerken mısır örgüsü şeklinde sırtımdan aşağıya sarkan saçlarıma elimi atıyorum. İncecik bir tutamı parmağıma dolayarak onlara yapacağım konuşmayı kaçıncı kez olduğunu kestiremeden tekrarlıyorum. “Canım babam,” diye başlıyorum granit tezgâha bakarken. Orada babamın gözlerini görme imkânım mevcutmuşçasına gülümsemeyi deniyorum. “Benim canımın ta içi olan babam.” Bu kulağa biraz abartılı gelse de kendimi durdurmak için geç kaldığımı düşünüyorum. “Seni çok sevdiğimi biliyorsun.” Aceleyle elimi granit tezgâhı göstererek kımıldatıyorum. “Tabii ki seni de çok fazla seviyorum anneciğim. Lütfen gözlerini belerterek seni kim doğurdu diye sorma.” Konuşmanın gitgide sarpa sarıyor olmasına dayanamayarak iç geçiriyorum. Ocaktan gelen cızır cızır sesler ise telaşla öne atılmama sebebiyet veriyor. Taşmadan, köpüğünü söndürmeden yetiştiğim kahveyi fincanlara aktarıyorum. Bakır cezvede pişen kahvenin tadı bir başka olduğundan mütevellit özellikle onda ve haliyle ateşte pişirdiğim kahveye güveniyorum. Bizimkilerin ağızlarının tadı yerinde olunca söylediklerimin etkisinin çok daha olumlu yöne çevrileceğine inanmak istiyorum. Tepsiye yerleştirdiğim fincanların yanına küçük kâselere koyduğum lokumları da ekliyorum. Koridordan geçip balkona doğru çıkmadan evvel yüzümdeki endişeli ifadeyi yok etmeye yönelik bir alıştırma yapmaya kalkışıyorum. Saçlarını iki saat taradıktan sonra ördün. Ayrıca örgü modeli değiştirmekten bir hal olduğunu da biliyoruz. İstersen sen artık alıştırma falan yapma Rüyacığım. Burnumdan aldığım bir nefes eşliğinde balkona adımımı atıyor, annemle babamı yan yana kurulu, sallanan sandalyelerde otururken görüyorum. “Akşam-ı şerifleriniz şen olsun,” Sesimi neşeli tutarken ikisinin görüş açısına giriyorum ve eğilerek kahveleri servis ediyorum. “Buyurmaz mıydınız?” Babamın gözleri üslubumun hayli hoşuna gittiğini açık ederek parlıyorlar. Adlığı fincanı sandalyelerinin ortasında kalan yüksek sehpanın üzerine bırakıyor. Annem ona teşekkür edercesine gülümsedikten sonra da kendi kahvesini alarak arkasına yaslanıyor. “Ellerine sağlık prensesim,” diyor geniş bir tebessümle. Kahvesinin tadına bakan annem de “Harika olmuş,” diye mırıldanıyor. “Afiyet olsun aşklarım,” derken abartılı bir tavırla gözlerimi kırpıştırıyorum. Her ikisinin üzerinde de sevimliliğimi sonuna kadar kullanmaktan çekinmeyeceğim bir an yaşıyoruz. Ayrıca çevremdekilerin dikkat dağıtıcı bir özelliğim olduğundan sıkça söz edişlerine sırtımı yaslamak için oldukça doğru zaman dilimindeyiz. “Başka bir arzunuz olursa çıtlatmanız yeterli.” Herkes anne ve babasından bir şeyler istemeden önce bunun yolunu yapabilmek adına bazı levhalara uygun hareket eder. Elbette dünya üzerinde çeşit çeşit insan olduğu gibi çeşit çeşit aile tipi de var. Herkesin yetişme, yetiştirilme, görme ve gösterme şekli farklıdır. Ben Karaca ailesinin bir tanecik kızı olmakla beraber babasının üzerine titremekten geri durmadığı kızlar güruhundan oldum hayatım boyunca. Bunu ruhumu baskılamaya çalışarak yapmadı. İstediğim şeyi kolaylıkla dillendirebilen bir kız çocuğu olmadığım için gözümün içine bakarak anlamaya çalıştı hep. Kendimi bildim bileli tabiatımın orta ayarda ilerlemekle ilgili büyük bir sıkıntı yaşandığını sana itiraf etmem gerekiyor çiçeğim. Bir şeyleri katiyen dile getirmeden devam etmekle kelimelerin kontrolünü sağlayamamak arasında ışık hızında bir yolculuk yapıyorum. Teraziyi bir türlü olması gerekenin üzerinde tutamadığım için de çevremdekilerin hassasiyetine maruz kalıyorum. Mesela ilkokula giderken yirmi üç nisan gösterisinde şiir okumak istediğimi söyleyememek beni o kadar üzmüştü ki, bir kez bile seslice okumadığım fakat ezbere bildiğim o şiiri içimden tekrar ederken ağlamıştım. Babamın bunu nasıl fark ettiğini hâlâ bilemiyorum ama beni o şiiri sesli okumam konusunda ikna etmekte güçlük çekmemişti. Büyümeye başladıkça -aslına bakarsanız ergenliğin zirvesine tırmandıkça- annem ve babamla beraber katıldığım davetlerde müthiş bir artış yaşanmıştı. Vücutlarına aklımın alamayacağı ölçüde dövmeler yaptıranların, burnunu ve hatta kaşını deldirenlerin, konserlerde içip köşelerde sızanların inanılmaz fazla olduğu çevremizde benden başka şeffaf bir örtüyü anımsatan kimse yoktu. Ütülensem dahi iz bırakmayacağım o kadar besbelliydi ki, bazen durup onların yaşadıkları hayatla kendiminkini kıyaslamadan edemezdim. Yanlış anlamayın lütfen. Koluma devasa bir dövme yaptırma ihtiyacıyla yanıp tutuşmuyordum. Eğer böyle bir isteğim olsaydı gider yaptırırdım ve babam buna bayılmayacak olsa bile saygı duyardı. Lakin benim içimde böyle bir ateş yanmadı hiç. Sevdiğim sanatçıların konserlerine gittim fakat şarkılarına eşlik edip yerimde dans etmenin dışında eylemlerde bulunmadım. Bir gün uyanıp saçımı yeşile boyayacağımı söylemedim kimseye, çünkü içimde saç rengimi değiştirmekle ilgili bir arzu peyda olmadı. Ben sadece birilerinin hayatına dokunmak isteğiyle gülümsediğimi, uykuya daldığımı ve rüyamda bambaşka bir masal karakterine dönüştüğümü hatırlıyorum. Çocukluğumdan beri kitap okuyarak araladığım o kapının tılsımlı rengine kanmayı seviyorum. Çoğu zaman bu sevme olayını abartmayı bırakamadığımı belli eden davranışlar sergilediğim de oluyordu. Sabah erkenden uyanacağım günlerin gecesi gözlerimi kocaman açarak kitabın sonunu getirmeye çalışırdım. Eğer bitirmeden uyursam rüyalarıma kendi yazdığım son sahne girerdi. O yüzden kıyafetlerimin arasında sakladığım küçük fenerle beraber yorganın altından kitabı okumaya devam ederdim. Annemle babam gözlerimin bozulacağını, sabah kalkmakta zorlanacağımı ve derslerime konsantre olamayacağımı söylemiş olsalar bile kendimi durdurmanın bir yolunu bulamazdım. Bu konu üzerinde babamın yadsınamayacak ölçüde payı olduğuna inanıyorum aslına bakarsanız. Ben daha okumayı bilmiyorken aldığı bol görselli masal kitaplarına âşık olmuştum. Uykuya dalmadan evvel okuduklarının etkisinden kolayca çıkamazdım. Hatta bazı geceler gözümü açıp pencereye yapışırdım ve o zamanlar oturduğumuz bahçeli evin büyük ağacına bakardım. Oraya tırmanan bir Robin Hood hayal etmek benim için dünyanın en kolay işiydi. Çenemi küçük ellerime yaslayıp kostümünü gözümde bire bir canlandırdığım Robin’in ağaçtan bana el salladığını düşünürdüm. Belki her çocuk kadar hayalperesttim ama hiçbir çocuğun kuramayacağı büyüklükte düşlerin altında sessizleşmekten kendimi alıkoyamazdım. Masal karakterlerinin hepsiyle aram iyi değildi. Aslında hâlâ iyi olmadığını söyleyebilirim. Sizden saklamamın hiçbir manası yok neticede. Örneğin Pamuk Prenses’le aramızda aşamadığımız bazı problemler var. Ona herkese güvendiği için hem kızıyorum hem de anlayış göstermeyi bırakamıyorum. Eğer karşıma geçip ağlayacak olsa dayanamayıp pamuk gibi yumuşak, kömür gibi kara olan saçlarını okşayarak teselli ederdim. Yine de her defasında o elmayı ısırmaktan kendini kurtaramayacağını bilerek bozulurdum. Rapunzel’in prensiyle arama ördüğüm duvarların haddi hesabı yoktur. Kızcağızdan saçlarını aşağıya sarkıtmasını istemesi, koskoca bedenini saçlarına asılarak yukarıya çekeceğini söylemesi budalalıktan başka bir şey değildir kanımca. O kadar kaslarını geliştirip prens olmuşsun fakat şu kafatasının içinde olması gereken, görünüşüyle cevizi andıran organı zindanlara atmışsın belli ki! Benim ayıplamalarımı asla duymayan, duysa da kale almayacağını bildiğim Rapunzel saçlarını prens olacak adama uzatıyor elbette. Kimse de demiyor ki; şimdi ikimiz birden nasıl ineceğiz buradan canımın içi? Kırmızı Başlıklı Kız masalını babam bana ilk kez okuduğunda çığlık atmaya başladığımı hatırlıyorum. Zaten o da devamını getirmeden kitabı kapatıp ortalıktan kaldırmıştı. Masaldaki kurdun karnının deşilmesi, içinin taşla doldurulması ve sonra dikilmesi işkencenin ta kendisidir. Daha sonra bu masalı kendim okuyup tamamladığımda da aynı hisle kuşanmıştım. Gözümün önüne her gelişinde kanım donuyor. Hayvanlara böyle şeyler yapmanın akla, özellikle kalbe sığan bir yeri olduğuna hiç inanmıyorum. Tam şu anda pozitif enerjinin bana hükmetmesine ihtiyaç duyduğum için aramın bozuk olduğu masal karakterleriyle alakalı fikirlerimi aktarmaya son veriyorum. Bunu daha sonra sürdüreceğimden kuşkunuz olmamasını dilememin ardından, bana çıktığım yolda güzelliklerle karşılaşmam için temennide bulunmanızı istiyorum. “Yaz geldi diyebilir miyiz artık?” Tüm canlılığımla konuşurken annemle babamın çaprazında kalan yumuşak koltukta bacağımın birini katlayarak oturuyorum. Lacivert elbisemin ince kumaşı dizlerimin altına kadar uzanmışken annemin güldüğünü duyuyorum. “Deriz deriz,” Kahve fincanı dudaklarını kapatırken bana göz kırpıyor. “Şimdi asıl söylemek istediğin şeyi duyalım anneciğim.” “Ben size bir şey mi söyleyecektim?” Gözlerimi irice açıp onların yüz ifadesini yokluyorum. İkisi de kül yutmayacaklarını açıkça gösteren bir bakışla karşılık veriyor bana. “Tamam, söyleyeceğim.” Katladığım bacağımı da sarkıtıp ayağımı diğerinin üzerine atıyorum ve evin içinde giyindiğim sandaletlerimi seyrediyorum. Kahverengindeki sandaletlerin uzun uzun incelenecek matah bir yerleri olmadığını bilsem de aksini yapamıyorum. “Sonuna kadar dinlemeniz gerekiyor.” “Her zaman öyle yapmıyor muyuz Rüyacığım?” Annemin sorusu bakışlarımı usulca onlara çevirmeme yol açarken babamın fincanını sehpanın üstüne bıraktığını fark ediyorum. Başını ağır ağır sallayarak annemi onaylıyor. Bakışlarından herhangi bir konudan bahsedip geçmeyeceğimi anladığını, beni okumakta hiç zorlanmadığını görebiliyorum. “Tabii ki her zaman dinliyorsunuz ama evham yapmanızdan endişeleniyorum,” Sanırım pek de doğru bir giriş yapamıyorum malum konuya. Sıkıntıyla dudağımın köşesini dişlerimin arasında çekiştiriyorum. Babamın her geçen saniye biraz daha derinden bakmaya başlayan gözleriyle baş etmemin karakter özelliklerim arasında yer almadığına karar kılıyorum. “Öyle bakmayın. Heyecanlı olduğum için biraz gerildim sadece. Korkulacak bir şey yok. Size birkaç gün önce tesadüfen rastladığım bir projeden bahsetmek istiyorum.” Seni ailenden uzaklara götürecek olan proje! Bir kasabada aylarca yaşaman gerektiği bilgisi altı çizilerek eklenen proje… Bunları da söyler misin Rüyacığım? “Nasıl bir proje bu?” diye soruyor babam sakin ses tonuyla. “Şöyle,” derken işaret parmağımı diğer avucumun içine alıp sıkıyorum. “Yuvam adında bir kurum var. Kimsesiz on çocuğu örgün eğitime başlatmadan önce sosyal faaliyetlerle tanıştırmak istiyorlar. Beş ya da altı yaşlarındaki bu çocuklara her türlü etkinliği yaptırabilecek birini aradıklarını duyurmuşlar. Bu kişinin ne kadar çok meziyeti olursa o kadar avantajına olacak seçmelerde tabii. Yalnızca onlarla oyun oynayıp resim yapacak birine ihtiyaçları olsa bu kadar geniş kapsamlı bir arayışa girmezlerdi zannederim.” Annemin kahvesinden bir yudum daha almadan beni pürdikkat dinleyişiyle şevkim artıyor. İşaret parmağımı hapsettiğim avucumu açıp ellerimi de kullanarak anlatmaya devam ediyorum. “Çocuklara o sıcaklığı, samimiyeti ve şefkati verecek bir insanın başlarında durması şart. Bunların yanı sıra en az bir müzik aletini çalabilmesi ya da el becerisinin olması gibi birkaç belirgin madde daha var.” Babamın gözlerinde yakaladığım ışık huzmesi, yüksek sınav puanıma rağmen klasik bölümlerden birini okumak istemediğimi söylediğim günü hatırlatıyor bana. Hiçbir zaman ailemin tüm bireylerinin hukukçu olmasına aldanan biri olmadım. Abim her daim babamı kendisine örnek alan bir insan olarak hukuk bölümünü kazandığında hiçbirimiz şaşırmamıştık mesela. Herkesin beklediği sonuç aynıydı. Ancak benim nerede, hangi bölümü okuyacağım merak konusuydu. Çocukken ne olmak istediğini bilip gururla söyleyen takımdan olmamıştım. Bir keresinde anneme çocuklara masal okumak istemenin hangi mesleğe girdiğini sormuştum. Bununla beraber öğretmen olabileceğim fikri yayılmıştı ailede. Üniversite tercihlerimi yaparken hiç kimsenin aklına getirmediğine emin olduğum bir bölümü ilk başa yazmıştım. Çizgi Film ve Animasyon bölümü… Bilgisayar ekranına bakarak epey zaman harcadığım yılların sonunda tam vaktinde mezun olmuştum fakat hiçbir yerde çalışmaya başlamamıştım. Bazen kimsenin bilmediği bir isimle kaydolduğum siteden sipariş alıyor, sadece kendim için tasarımlar yapıp para kazanıyordum. Bir süre sonra bu da bana aradığım tatmin duygusunu vermemeye başlamıştı. Bir şeyler çizmek, tasarlamak ve herkesin kolaylıkla uyum sağlayamayacağı programlara aşina olmak güzel bir his. Lakin doyuruculuk anlamında ruhumu yüksek dağlarla aynı seviyeye ulaştıramıyor. “Bu çok güzel bir proje,” diyor annem içten gülümseyişiyle. “Seçmeler ne zamanmış?” “Bu hafta sonu,” Asıl belirtmem gereken ayrıntı kendini paralayarak göstermenin peşine düşmüşken sakin kalmaya gayret ediyorum. “Ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.” Bakışlarımın yönü babama kaydığı anda gözlerinin şefkatle kısıldıklarına tanık oluyorum. Bacağı diğerinin üzerindeyken dirseğini sandalyenin kolçağına yaslıyor ve parmak uçlarını çenesinde dolaştırıyor. “Seni heyecanlandıran bir şey var ortada. Bunu görmek çok güzel… Ama ben detaylarını da duymak isterim. Kurum bu projeyi İstanbul’da mı gerçekleştirecek?” Annem tüm neşesiyle “Başka nerede olacak Melih Cevdet?” diyor. “İstanbul’dadır tabii ki.” Kahvesini dudaklarına götürerek keyfini taçlandıran anneme kilitleniyorum. Babama asla bakamadığım saniyelerde “Aslında öyle değil,” diye mırıldanıyorum. “Proje Bodrum’da gerçekleştirilecek.” Annem kahvesi boğazına kaçınca öksürük krizine tutuluyor. Babamın benden ayırmaya elverişli olmayan bakışları kadıncağızın suratının kıpkırmızı kesilmesiyle odağını değiştiriyor. Eşinin sırtını sıvazlayarak rahatlamasını beklerken kaşlarının çatıldığını görmek bana sürpriz olmuyor tabii ki. Az önce yaz mevsiminin iyiden iyiye geldiğini söyleyerek konu açan ben değilmişim gibi parmak uçlarımın buz kestiğini hissediyorum. Hemen ayağa fırlayıp kocaman bir bardağa su dolduruyorum. Bu esnada sürahinin kapağının şak diye düşeceğini tahmin edemediğim için tezgâhın boylu boyunca suya bulanmasının da önüne geçemiyorum. Elim tamamen ıslanmış bir halde, ayaklarım kaymadan bizimkilerin yanına ulaştığımda annemin biraz daha kendinde olduğunu görüyorum. Yine de suyu uzatıp birkaç yudum içmesini seyrediyorum kanat çırpan yüreğimle. “Hayatımda hiç sana bu cümleyi kurmamıştım ama sen beni öldürmek mi istiyorsun Rüya?” Şirin Karaca’nın gözlerinin içine bakarken böyle bir soruya cevap vermek deveye hendek atlatmak kadar güç geliyor. Üstelik babam ağzının içinden homurdanmaya benzer sesler çıkararak annemi çatık kaşlarıyla izlemeyi sürdürüyor. Kıymetli eşinin neredeyse boğulmasına, hemen peşine de böyle cümleler kurmasına sebebiyet verdiğim için bana bozulmuş olabilir. Şaka gibi bir kızsın Rüyacığım. Gerçekten adamın sadece buna mı bozulduğunu düşünüyorsun? Neyse ben kenarda kıs kıs gülerek bu aile faciasını izlemeye devam… “Sadece altı ay,” diyorum alt dudağım hafifçe titrerken. Gözlerimin dolmasına ramak kaldığını anlayan babam, annemi bırakıp iki elini de ensesine götürüyor. Orayı sertçe ovalarken “Sadece diyor,” Kendi kendine konuşmasını çok görmüyorum. Stresini en içinde yönetip mantıklı cümleler kurmaktan hazzettiğini biliyorum. “Sadece altı gün demiyorsun sen güzelim. Altı ay diyorsun. Bunu farkındasın, değil mi?” “Hiç iyi değilim,” Annem elinin tersini alnına koyarak bayılacakmış gibi gözlerini kapatıyor. Bu dramatik görüntüsüne karşılık soğumuş parmaklarımın tersini sağ yanağıma dokunduruyorum. Vücudum asla normal tepkiler vermiyor. El ve ayaklarım buz kesmişken yüzümün yanıyor olmasıyla ciddi bir mücadeleye girmiş durumdayım. “Melih Cevdet bana kulaklarımın yanlış şeyler duyduğunu söyler misin?” “Ne yazık ki söyleyemem,” diyor babam ayağa kalkarken. Gözlerimin içine bakmak için başını hafifçe eğiyor. “Seçmeler ne zaman sonuçlanacak?” “Konumuz bu mu hayatım?” diye çıkışıyor annem gözlerini kocaman açarak. “İzin ver lütfen Şirin,” diyor babam benden çekmediği bakışları eşliğinde. İstemsizce yutkunuyorum. Hayatımın şu dönemine kadar babasıyla muhteşem geçinen, bazen hiç konuşmadan anlaşabilen bir insan olmuştum. Şimdi eski püskü bir bisiklete binip ne olacağını bilmeden yokuş aşağı indiğimi hissediyorum. Babama kısık bir sesle seçmelerin yaklaşık bir ay sonra sonuçlanacağını söylediğimde parmakları bu defa çenesini bulup kirli sakalını sıvazlıyor. “Çocuklarla aynı yerde mi kalınıyormuş?” Onun hiçbir şeyi atlamadan sorabileceğini farkındayım. Bu sebeple hazırlıklı çıktım karşısına. “Hayır,” Hızlıca cevap veriyorum. “Başka bir evde kalınıyor. Çocukların yemeğiyle, uykusuyla ve temizliğiyle ilgilenen başka insanlar olacak. Ben onların ruhsal gelişiminde rol oynamak için orada olacağım.” Seçmeleri geçip uçak biletini almış gibi konuşuyorsun Rüyacığım. Ağzının balına sağlık! Babam uzun uzun yüzümü izlerken dayanamayıp seslice yutkunuyor. Gözlerinden geçen duyguları yakalamayacak kadar tedirgin ve heyecanlı bir hissiyatın sayfasına kelime oluyorum. “Demek orada olacaksın,” diye mırıldanıyor düşünceli bir sesle. Elini uzatıp şakağıma dökülen saçıma uzanıyor ve yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırıyor. “İlk kez böyle kesin cümleler kurarken görüyorum seni. Ne yapacağından emin, bunu canı gönülden isteyen bir Rüya.” Gülümsüyor burukça. “En güzeliymiş.” Melih Cevdet Karaca’nın elinin değdiği insanlardan biri olduğum için göğsüm bir kez daha kabarıyor. Aklıma ben okumayı henüz bilmiyorken babamın okuduğu bazı masalların sonunu değiştirdiği geliyor. İlk kez kendi başıma okumaya başladığımda masalın gerçek sonunu öğrenip nasıl dehşete düştüğümü anımsıyorum. Koşarak annemin yanına gittiğimi, biraz ağladığımı, babamın masalların gerçek sonunu bilmediğini söylediğim anı istesem de unutamam. Aradan geçen zamanda bana o masalı öyle anlatmasının güzelliğini kavramıştım ve aklıma öyle yerleşmesinden duyduğum mutluluğu baltalayamamıştım. Dizüstü bilgisayarımı odamdan kapıp getirdikten sonra annemle babamın ortasına geçip onlara kurumun sitesini, başvuru formunu, seçmelerin yapılacağı yeri ve Bodrum’da çocukların kalacağı evi gösteriyorum. Annem hâlâ kendine gelebilmiş durumda değil. Benim uzaklara gitmemden, özellikle orada yalnız kalacağımdan memnun olmadığını açıkça gösteriyor. Ona seçmeleri kazanıp kazanamayacağımı bilmediğimizi söylerken kimi teselli ettiğimi çok da farkında olmadığımı kavrıyorum. Bu düşünce içimi çorak bir arazinin verimsizliğiyle baş başa bırakıyor. Abimle de konuşmam gerektiğinin bilincinde olarak odama çekildiğimde ise ilk aşamanın çok da kötü geçmediğini düşünüyorum. Genişçe gülümseyip etrafımda birkaç kez dönerken telefonumdan bildirim sesi yükseliyor. Mail geldiğini görünce hemen açıp bakıyorum. Merhaba Rüya Karaca, Başvuru formunuz değerlendirmeye alınmıştır. Elden teslim etmeniz gereken belgeleri aşağıya bırakacağımız adrese ulaştırmanızı rica ederiz. Adresi incelemeden önce belgelerin maddeler halinde yazıldığını fark ediyorum. Kimlik fotokopisinin altında evlilik cüzdanı fotokopisinin de istendiğini görmek çıkmaz bir sokakta yalnız kalmışım gibi nefesimi kesiyor. Bunun evli insanları da düşünerek gönderilmiş otomatik bir mail olduğuna inanmak istiyorum. Ağzımdan alıp burnumdan verdiğim nefesle birlikte kurumun sitesine giriş yapıyorum. İletişim bilgilerinden bulduğum telefon numarasını arıyorum ve mesai saatlerinin bitmediğini düşünerek sabırsızlıkla açılmasını bekliyorum. Bir süre sonra oldukça kibar bir hanımefendinin sesini duyuyorum. Ona seçmelere katılmak için başvuru yaptığımdan, bana böyle bir mail geldiğinden söz ediyorum. İşte orada çıkmaz sokağın tırtıklı duvarına sürtünmüş bir burunla sızlanmaktan başka bir şey yapamıyorum. “Çocuklarımızın aile sıcaklığını hissetmesini istiyoruz. Onlarla yapılacak geniş etkinliklere çift olarak katılabilecek evli bir hanımefendi önceliğimiz olacaktır.” Senin evlilik cüzdanın yok ki Rüyacığım. Bir tanecik bile yok. Hiç yok. Şimdi oturup bahtıma avazımız çıkana kadar ağlayalım mı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE