"Sunumu unutma."
Bıkkın bir nefes verip Taehyung'u kafamla onayladım. Akşamki yemek için oldukça heyecanlı görünüyordu. Elbette organizasyon ona aitti ve Kim aptal Taehyung asla hata yapmayı sevmezdi.
Yani gözlemlediğim kadarıyla öyledi. Onun hakkında çok bir şey bildiğim söylenemezdi. İletişimimi minimum düzeyde tutmaya özen gösteriyordum çünkü ne zaman bir şey konuşsak sonu kavgaya bağlanıyordu. Hatta minimum düzeyde olmasına rağmen çoğu zaman öyle oluyordu.
Minji'nin topuk sesi toplantı odasına dolduğunda göz devirip önümdeki bilgisayara döndüm. Okulda topuklu giymek de neyin nesiydi ya? Ben elimden gelse yatak pijamalarım ile gelecektim.
"Aşkım yemek yemeye gidelim mi?"
Bakmıyordum ama dudaklarını büzerek konuştuğuna yemin edebilirdim. Bu kızı ciddi anlamda sevmiyordum. Bana bir zararı yoktu, iletişimimiz yok denecek kadar azdı ama asla sevmiyordum.
"Şimdi değil, biraz işim var. Akşam için hazırlık yapıyorum."
Kedicik, Taehyung'un cevabından memnun olmamış olacak ki ağlamaklı bir ses çıkardı. Bakışlarımı bilgisayardan kaldırıp onlara çevirdiğimde Taehyung ile göz göze geldim ve bir anda kaşlarını çattı.
"Bir sorun mu var?"
Rahat bir tavırla kafamı iki yana sallayıp bakışlarımla yüzünü işaret ettim. "Yanağına ruj bulaşmış."
Bunu neden söylediğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sadece bakışlarımı yakaladığı için konuyu dağıtmayı hedeflemiştim ama anlaşılan başarılı olamamıştım çünkü Taehyung'un bakışları daha sert bir hal alırken buna ek olarak kedicik Minji'nin bakışları da sertleşmişti.
Zoraki bir şekilde gülümseyerek önümdeki bilgisayarın kapatma tuşuna basıp ayağa kalktım.
"Neyse ben gideyim. İki saat sonra görüşürüz."
Birşey söylemelerine müsade etmeden hızlıca odadan çıkıp kafeteryaya yürümeye başladım.
Kim Taehyung'la sürekli didişsem de ileri gitmemeye özen gösteriyordum. Dayısı okulun dekanıydı ve ben okumak istiyordum. Bence bu yeterli bir nedendi.
"Çabuk benden özür dile!" SooMin'in sesi tüm kafeteryada yankılandığında kaşlarımı çatarak bakışlarımı sesin merkezine çevirdim.
Bağırdığı kişiyi gördüğümde hızlıca oraya yürümeye başladım. Olayı anlamamıştım ama arkadaşımı her koşulda savunmam gerektiğine inanan bir yapım vardı.
"Senden özür dileyecek bir şey yapmadım. Sen bana çarptın, ayrıca şu üstüme bak!"
Irene, sinirli bir şekilde karşılık verdiğinde olayı az çok kavramıştım. SooMin, bakışlarını kısa bir süre çantasında gezdirdikten sonra sinirle çantayı masaya bıraktı.
"Bu çanta ne kadar haberin var mı senin? Dolabındaki kıyafetlerin tümü bu kadar etmez. Nasıl telafi etmeyi düşünüyorsun?"
SooMin, gösteriş budalası. Giydiği kıyafetlerle özgüven kazanan ve bunun havasını her daim atan, şımarık zengin çocuğu.
"Biraz sakin ol istersen? Hem sen çarpmışsın, bu durumda telafi edilecek bir şey yok."
Benim konuşmam ile tüm bakışlar bana döndü. Sinirlenmiştim ama belli etmemeye çalışarak gayet sakin bir şekilde konuşmuştum.
"Sen neden karışıyorsun ki? Kendini onunla aynı konumda gördüğün için üzerine mi alındın?"
SooMin alaycı bir şekilde konuşunca gülümseyerek kafamı iki yana salladım. Elbette sinirden gülmüştüm.
"Ne konumundan bahsettiğini bilmiyorum ve öğrenmek istemiyorum ama arkadaşıma bu şekilde davranamazsın."
Sinirli halimi belli etmemeye çalışıyordum ama ne kadar başarılı olmuştum bilemiyorum.
"Kendinizi ne sanıyorsunuz siz bir avuç ezik topluluğu."
SooMin, gözlerini kısarak bana baktığında sinirle dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirip derin bir nefes aldım. Suho'nun yanıma gelip kolumdan tuttuğunu hissetmiştim ama bakışlarımı SooMin'den asla ayırmadım.
"Aynı okulda okuyoruz ve burslu olduğumuza göre bu ezik topluluğu senden daha zeki he? Ne dersin?"
Tek bir ters laf ederse üzerine atlayacak gibi hissediyordum. SooMin okulun ilk dönemi aslında benimle gayet iyi anlaşırken tüm bunun bir kurmaca olduğunu ve beni daha doğrusu bizi daha kolay aşağılayabilmek adına bizim hakkımızda daha çok şey öğrenmek için yakın olmuştu. Kendisi tam bir şeytandı ve insanların zaaflarını yüzlerine vurmaktan asla çekinmezdi.
"Hiç birinizi bu okulda görmek istemiyorum. Kaliteyi düşürüyorsunuz."
Alaycı bir şekilde güldüğünde aynı şekilde gülerek karşılık verdim ve ona bir adım yaklaştım. Daha fazla yaklaşmak isterdim fakat Suho'nun kolumdaki eli buna müsade etmemişti.
"Bu senin karar verebileceğin bir şey değil SooMin."
Ben hala sakindim, en azından sakin kalmaya çalışıyordum. Son söylediği şey ile gözlerimin karardığını ve saf öfkenin vücudumu kontrol altına aldığını fark ettim.
"Annenin bile istemediği bir piçken seni bu okulda istememem çok normal."
Suho'nun elinden kurtularak hızlı bir hareketle Minsoo'yu iterek geriye sendelemesini sağladım. Ona ulaşmaya çalıştıkça bizimkiler aramıza giriyor ve ona ulaşmamı engelliyordu.
"Bırakın beni!" Belki de yüzüncü kez söylüyordum ana kafeterya çoktan karışmıştı. Kimi bu anı telefonuna kaydederken kimi ayırmaya çalışıyordu. Minsoo ise alayla gülerek ellerini göğsünde bağlamış beni izliyordu. Bu durumdan zevk alıyordu. İnsanların canını yakmaktan zevk alıyordu.
"Tamam bırakın beni!" Ellerimi havaya kaldırarak bir iki adım geriledim ve işaret parmağımı tehditkar bir şekilde Minsoo'ya salladım.
"Senden cidden nefret ediyorum. Seni öldürmek isteyecek kadar nefret ediyorum. Kaç benden."
Hızlıca kafeteryadan çıktığımda okul çıkışına yöneldim. Yalnız kalıp kendime gelmem gerekiyordu. Kendimi bir güzel sövmem gerekiyordu.
Kesinlikle yeni tanıştığım insanlara aile hayatımdan bahsetmezdim, bahsetmemiştim de. SooMin ile yakın olduğum bir zaman telefon görüşmeme şahit olmuş ve içinde bulunduğum boktan hayatı kavramıştı.
Neyse ki abimin bir serseri olduğunu bilmiyordu ya da babamın hırsızlıktan hapiste olduğunu. Sadece ve sadece annemin beni istemediğini biliyordu. Daha kötüsü olabilirdi annemin birden fazla sevgilisi olduğunu bilebilirdi.
Benim babamdan bile şüphelendiğimi acaba öz mü yoksa annemin herhangi bir sevgilisinden miyim diye düşündüğümü bilebilirdi.
Bu yüzden şanslıydım. Ailem hakkında bildiği tek şey annemin beni istemediğiydi.
Ne kadar yürüdüm bilemiyordum, bir parka geldiğimde banka oturarak derin derin nefesler aldım.
Annem beni istemiyordu çünkü sevgililerini biliyordum ve ona bunu yapmamasını söylüyordum. Karşılığında aldığım şey ise elime tutuşturulmuş bir bavul olmuştu. Beş parasız günlerce kalacak yer aramıştım.
İnsan ailesini seçemezdi. Bana kalsa bir seçim hakkım olsa istediğim tek aile türü birbirini seven insanlar olmasıydı. İyi insanlar olmasıydı ama böyle bir hakkım yoktu.
Dünyanın en boktan ailesine sahiptim ve ben onlar gibi olmamak için uğraşıyordum. Okuyup kendimi kurtarmak zorundaydım ve zaman kaybetmeden bunu yapmalıydım. Bu yüzden bu okulu bitirmek zorundaydım.
Dizimin üzerine bıraktığım ellerime bakıp alaycı bir şekilde gülümsedim. Titriyordu, sinirden titriyordu.
Elimin üzerindeki eli hissettiğimde hafifçe gülümsedim ve yüzüne bakmadan kafamı omuzuna koydum.
"Sormayacak mısın?"
Kimse bilmiyordu. Okuldaki en yakınlarım bile muhteşem ailemi bilmiyordu. Anlatmak istemedim, onların genini taşıdığım için beni onlar gibi görmelerini istemedim.
"Anlatmak isteseydin anlatırdın. Ne olduğu umrumda değil."
Gülümseyerek kafamı aşağı yukarı salladım ve derin bir nefes aldım. Umrunda değildi çünkü sadece istenmeyen bir piç olduğumu duymuştu.
Gerçekleri bilse yine böyle düşünür müydü acaba?
ikimizin de telefonu aynı anda titrediğinde telefonu cebimden çıkarıp baktım. Okul kulübünün olduğu gruptan gelmişti.
"Sanırım gitmemiz gerekiyor. İyi misin?"
Suho'yu kafamla onaylayarak ayağa kalktım ve yürümeye başladım. Neden bilmiyorum şu an yüzüne bakabilmek için cesaret edemiyordum sanki.
Kimsenin yüzünde bana acıyan bir ifade görmek istemiyordum. Ben yıllarca kendime yeterince acımıştım zaten. Şimdi toparlanıp yeni bir hayat kurmam gerekiyordu.
Vote