6

2311 Kelimeler
“Cehennemime hoşgeldin Elisa.” Tehlike. Güç. İktidar. Bu üçünün riyakâr buluşması, tam yanımda duran kehribarlarda gizliydi. Hissettiklerim, bana hissettirdikleri korku değildi. Korku gibiydi ama değildi. Nefretin ezici üstünlüğüyle yağmalanmış, ağır bir intikamın hırsıyla harmanlanmıştı. Acı çektirmek istiyordum. Bana yaşattığı eziyetlerden çok daha güçlüsünü ona yaşatmak, bana attırdığı çığlıkların gölgesinde kalmış serzenişlerin çok daha fazlasını ona attırmak, sadistlikle bütünleşmiş ruhumu, onun acı çekişleriyle tatmin etmek istiyordum. Gücün onda olmasına tahammülüm yoktu. Güç bende olmalıydı ve de bende olacaktı. Sadece şuan, bir oyunun sabır gerektiren piyesini oynuyorduk ikimiz de. Birbirimize karşı olan bütün iyi niyetli yaklaşımlar sahteydi. Hepsi oyundu. Ben ona oynuyordum, o bana oynuyordu. Benim canımı kurtarmıştı, gardını indirip bana iyi davranmıştı. Ama ben tüm bunları yaparken bile o gözlerde ölümü görmüştüm. Bana bakarken kehribarlarında parlayan nefreti görmüştüm. Emindim. Beni kurtarmasının sebebi, daha fazla acı çekmemi istemesiydi. Kapalı kutu gibi bir adamdı Alavaris. Ben açmaya çalıştıkça ya parlıyor ya kararıyor ama ne olursa olsun, ne yaparsam yapayım içini göremiyordum. Ben insanları çabuk çözerdim. Bazen bir göz teması, bazen bir konuşma... Anında çözümlenirdi bozuk zihnimdeki karakterleri. Ama bu adamda olmuyordu. Bu adamı çözemiyordum. Çözemediğim için de ona karşı koyamıyordum. Dengem sarsılıyordu, dengemi sarsıyordu. Bilerek yapıyordu, ona gard almamam için... Zekiydi. O kadar tehlikeli bir zekası vardı ki beni sonu müphem duygulara sürüklüyordu. Adımları önceden tahmin etmesi, şeytanlarıma itaat ettirmesi... Bilerek yapıyordu, bilmiyormuş gibi görünüyordu. Harika bir oyuncusun Alavaris. Ama benim karşımda oynuyorsun. Hilelerini bana karşı yapıyorsun. Biliyorsun. Her şeyi biliyorsun. Emin ol benim hilelerim seninkilerden çok daha tehlikeli. Çünkü benim kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. Ama senin var. Açık verdiğin tek kart bu ve bunu sana karşı öyle bir kullanacağım ki bütün oyunun kaderini kendi ellerimle değiştireceğim. Seni mahvedeceğim Alavaris. Bunu o küçümseyip aptal dediğin kız yapacak ve karşına geçip hunharca güleceğim. Tıpkı hileli gücü elde edip karşımda güldüğün gibi. Bana yalvaracaksın. Diz çöküp yalvaracaksın. Dur diyeceksin durmayacağım, acı içinde inleyeceksin ama ben acına acı katacağım. Sen acımasızsan ben de acımasızım. Bu oyun böyle işleyecek, ikimizden biri ölene kadar da bitmeyecek. "Otur." Buz gibi sesi, kulaklarıma nüksetti. Derin bir soluğu, odanın nemli havasına üfledim. Adımlarım yorgundu ama kendinden emin bir şekilde ilerleyecek kadar da güçlü... Ona güçsüz olduğum tek bir ânı bile göstermeyecektim. Dün gardımı bir kere indirmiştim ama ikincisi olmayacaktı. Dediğini yapıp sorgu masasının sandalyelerinden birine oturdum. O da tam karşıma geçip duygularımı harlayan kehribarlarını üzerimde gezdirdi. "Sorduğum bütün soruları cevaplayacaksın. Tek bir yalan bile söylemeyeceksin." Bakışlarım gözlerinde dolaştı. Tehlikeliydi, tehlikeliydik. Bu sorguyu en iyi şekilde atlatmam gerekiyordu. Her zamanki alaycı üslubumu bir kenara bırakıp buz gibi bir sesle onu yanıtladım. "Tek yaptığın şey emir vermek Alavaris. Güç sende, bunu kabul edip karşında boyun eğmemi istiyorsun. Bana işkence yaparak, beni bıçak darbelerinle süsleyerek, yalan makinesine bağlayıp elektrik vererek ve sonra bana geçirttiğin sinir krizinden sonra hiçbir şey olmamış gibi bana yardım ederek..." İşaret parmağımı tehditkârca ona çevirdim. "Kafamı karıştırmaya çalışıyorsun, bir iyi bir kötü davranıp dengemi bozuyorsun. Bunu yapıyorsun çünkü seni çözmemi istemiyorsun. Eğer seni çözersem, sana karşı yaptığım her hamleyi daha iyi oynayacağımı biliyorsun." Az önceki alaycı üslubum, yerini buz mavisi gözlerimle eşdeğer bir soğukluktaki sesime bıraktı. Artık şaka yoktu. Ona karşı bütün kozlarım, avına yaklaşan bir aslan kadar keskin ve tehlikeli olacaktı. "Gücün sende olduğunu kabul etmemi istiyorsun. Beni, sahip olduğun yüzlerce piyondan biri olarak görüp hareket ettirmek istiyorsun. Çünkü biliyorsun, hareket yeteneğim az olursa sana karşı koyamam" Durmadım, devam ettim. Sözlerimin zehirli oklarını, onun keşfedemediğim derinliklerine saplamak ister gibi ağır çıkıyordu sesim. "Ama unutma Alavaris, piyon oyunun sonuna geldiğinde, bütün kareleri geçip karşı tarafın sınırına indiğinde isteği taşa dönüşür. Piyon veziri geri getirir; piyon fil, at, kale olabilir. Ama oyunun gerçek veziri sadece istediği yöne hareket eder. Hiç kimseyi geri getiremez." Gülüşüm, onun yüzündeki keskinliği getirdi. "Bana sürekli aptal demenin sebebi vardı. Psikoloji... Beni manipüle etmeye çalıştın. Bir iyi, bir kötü davranıp hedef şaşırttın." Gözlerim kısıldı. Kalbim heyecanla çarptı. Az sonra son kozumu onun üstünde oynayacaktım. "Her şeyde olduğu gibi psikolojide de mükemmelsin. Bunu duymak sadist ruhunu okşuyor, değil mi Alavaris? Tekrar duy o zaman! Sen mükemmelsin Alavaris, harikasın. Hatta bunların da ötesinde, kimsenin ulaşamayacağı zirvede tek başınasın. O kadar iyisin ki herkesi alt edebilirsin." Alaycı bir gülümseme belirdi dudaklarımda. "Ama piyonların olmadığı sürece sen bir hiçsin." Gözlerine baktım. Ama lanet olsun ki yine açık vermiyordu. O kadar yalpalayıcı cümle kurmama rağmen ateşle kavrulmuş kehribarları, bir buz dağı kadar sert ve tehlikeliydi. "Elisa..." Elisa... Bu bile onun oyunuydu. Her şey, yemin ederim ki her şey... Hatta alıp verdiğim nefesleri bile ölçüyordu. Kendine öyle bir dünya kurmuş ve öyle noktalarda tuzaklar koymuştu ki onun kıskacına girmeden oyuna devam etmek mümkün değildi. İsmim Esila'ydı ama o, Elisa diyordu. Çünkü bunu yaparak beni manipüle edecekti. Bunda bile mesaj vardı. Sana istediğimi derim, seni istediğim şekle sokarım. Sen benim oyuncağımsın, sana nasıl istersem öyle davranırım... Aynen bunu vermeye, bilinçaltıma arz etmeye çalışıyordu. Gerçek ismimle hitap ederse bana karakterimi, kim olduğumu ve gücümü hatırlatacaktı. Ben Esila Balanis olacaktım, güçlü kimliğimle kendimi tanımlayacaktım. Güçlü kimliğinin önemi yok. Sen benim esaretimdesin, benim hükmün ne derse o olur. Senin kimliğini ben yarattım. Amacı bu şekilde beni manipüle etmekti. Sürekli bana aptal demesinin, ismimle değil de kendi koyduğu isimle hitap etmesinin sebebi buydu. Lanet olsun. Nasıl böyle geç farkına varırım? Nasıl ona iyi davranırım, minnet duyarım? Nasıl böyle bir hataya düştüm?! Kriz geçirmemi bile o istemişti belki de. Kriz geçirtip beni kurtaracak sonra da hayatını bana borçlusun, bana minnet duy mesajı verecekti. Bunları söylemiyordu. Bir kere bile söylememişti çünkü benim farkına varmamı istememişti. Açık açık hayatını kurtardım dememişti çünkü benim fark etmemi sağlayıp benim gözümde kendini yükseltiyordu. Her şeyi benim fark etmemi istiyordu. O söylemeden ben fark edersem gözümde yükselip ona itaat etmemi sağlayacaktı. Ve bir süreliğine bile olsa bunu başarmıştı! Lanet olsun ki ben her şeyin yeni farkına varıyordum! Belki de bir süre uyuyup şeytanlarımı dinlendirmek bozuk zihnimin çarklarını temizlemişti. Çünkü düşünme yetim, her zamankinden daha yüksekti. O, on adım ötesini tahmin ediyorsa ben on beş adım ötesini tahmin edecektim. Artık oyunun düzenine kendimi sokmam lazımdı. Onun gibi ustaca oynamam lazımdı. Çünkü bu adam, oyunu mükemmel oynuyordu. Hatta mükemmelin bile ötesinde oynuyordu... Zehrini doğrudan vermiyordu. Öyle hamleler yapıyordu ki zehri kendi ellerimle içmemi sağlıyordu. Her şey onun planıydı. Benim iznim olmadan nefes dahi alamazsın, demişti. Haklıydı. İlk söylediğinde farkına varamamıştım ama haklıydı ve bunda bile manipüle vardı. Söylediği, yaptığı her şeyin altında zihnime hakimiyetini kabullendirmeye çalışıyordu. Ama buraya kadardı. Bundan sonrası olmayacaktı. "Her şeyin, yapmaya çalıştığın her şeyin farkındayım Alavaris. Seni alt etmemin acısını hazmedemedin, bana zarar vererek çıkarmaya çalışıyorsun." Güldü. "Seni küçük aptal." Yine yapıyordu. Buna devam ediyordu. Bunların hepsi manipüle teknikleriydi. Bana sürekli aptal deyip sinirlenmemi sağlamıştı ve ben sinirlenip ona küfür ettikçe, bana zarar vermek için kendine hak çıkarmıştı. "Kodları gerçekten çaldığını mı sanıyorsun?" Buz mavisi gözlerim şeytanlarımın çığlıklarıyla büyüdü. Kalbim, bir serzenişin feryadıyla çarpmaya başladı. Ne demek istiyordu? Kodları çalmayı başaramadığımı mı ima ediyordu? Üç yıl, üç yıl lan üç yıl! Tam üç yıldır üzerinde uğraştığım şeyi yapamadığımı mı söylüyordu şimdi bana? "Her şey senin planındı değil mi, bu lanet olası yerdeki her şey senin bir oyunundu!" Avazım çıktığı kadar, soğuk duvarları yalpalayacak kadar yüksek sesle bağırdım. Artık ona küfür etmeyecektim. Ona hakaret de etmeyecektim. Çünkü ben bunu yaptıkça bana zarar veriyordu. Ve bu zarar verişlerin altını haklılık payıyla dolduruyordu. Hamleye karşı hamle... Gözlerim artık açılmıştı. Şeytanların oyunun kurallarını kavramıştı. Ve şimdi, hamle sırası bendeydi. "Evet." dedi tek kelime itiraz etmeden. "Her şey benim planımdı, yaşadığın her şey benim bir oyunumdu." Şaşırmadım, üzülmedim. Bunları duymama rağmen hiçbir şey hissetmedim. Ben duygusuzdum. Öfke, hırs... Bunlar dışında tüm duygular benden soyutlanmıştı. Ben karanlığın timsaliydim, benim ruhum saf kötülükten ibaretti. "Çetemin seninle olan mantık dışı saçma konuşması, sana olan hakaretleri, senin iplerini çözmeleri, senin kaçışın... Kaçarken gittiğin yollar bile... Hepsi benim planımdı." "Sen onlarla konuşurken sandalyeye bağlıydın ve arkanda ben vardım. Senin uyanıp kıpırdadığını görünce çeteye komut verdim. Sana olan sözleri, sana işkence çektireceğimi söylemeleri, beni övüp seni gömmeleri... Hepsi benim planımdı. Hepsi yazılmış bir piyes gibi karşında sahnelendi ve sen bir piyon olarak bunları izledin." "Sen onlarla konuşurken ben arkandayım. Onlara sana ne yapacaklarına dair komut veriyordum." "Sen kaçmak istediğini söylediğinde gideceğin yol bile belliydi. Senden önce oraya vardım. Onlar iplerini çözdüğünde ve sen oraya vardığında ben seni bekliyordum." Duyduklarım karşısında tek kelime konuşmak için dahi açamadım ağzımı. Bozuk zihnimin çarklarına hapsolmuş kelimeler, benim onları yakmama kalmadan kendilerini ateşe vermişti. Sözün bittiği yerdeydim, intiharın eşiğindeki soluklarımı hissettiğim cehennemdeydim. Onun yanı... O karanlıktı, o hapisti, o cehennemdi. Ben ona göre onun piyonuydum. Hazmedemedim. Birilerinin çıkarları doğrultusunda beni kullanması bu dünyada en nefret ettiğim şeydi. Tek tesellim, oyunun sonunda son kareye gelip vezire dönüşme şansımdı. Şuan onun piyonuydum ve bunu kabul ediyordum. Ama hamlelerimi ustalıkla oynarsam... Vezir olabilirdim. "Benden ne istiyorsun?" Üç kelimelik soru, sanki bütün duygularımı dışa vurmuştu. Öyle nefret dolu bir sesle sormuştum ki bunu, kehribarları ateşle harlandı ama benim buz mavisi gözlerim onu söndürecek kadar hoyrattı. Onun gözleri ateş rengiydi, benim gözlerim buz mavisiydi. O vezirdi, ben piyondum. Ateş, buza yenilir miydi? Piyon, veziri yenebilir miydi? Ben Esila Balanis... İmkansızı gerçekleştirecektim. "Şimdilik senden bir şey istemiyorum." Şimdilik... Bunu üstüne basarak söylemişti, mesajı gayet açıktı ama o yine de konuşmaya devam etti. "Sen benim oyuncağımsın Elisa. Ve ben seninle oynayacağım." Elimi öfkeyle masaya vurdum. "Ben kimsenin oyuncağı değilim, haddini bil!" Sırtını alaycı bir gülümsemeyle yavaşça geriye yasladı. Ve bir erkeğe göre fazla güzel olan elleriyle cebinden telefonunu çıkartıp kamerayı açtı. Çıkan sesten anladığım kadarıyla fotoğrafımı çekmişti. Gören bütün hemcinslerini kıskandıracak kadar kusursuz bir yüze sahipti. Gülmek, yanağını süsleyen derin gamzeler ona çok yakışıyordu. Ama ben onun gülüşünden nefret ediyordum. Onun gülüşleri, benim mağlubiyetimin simgesiydi. Başarıyordu. Umursamaz, soğuk davranıp beni manipüle etmeyi başarıyordu. Şeytanlarımı hâkimiyetine almıştı. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama... Dengemi bozuyor, zihnimi durduruyor, ayarlarımla oynuyor, şeytanlarımı susturuyordu. "Bak seninle ne güzel oynadım Elisa." Telefonunu elime uzattığında ekrana baktım. Benim fotoğrafım vardı. Yorgun ama buna rağmen içindeki nefret söndürmeden yanan buz mavisi gözlerim, ona öyle bir bakmıştı ki soğuk duvarlarımın kıskacındaki nefreti gün yüzüne çıkardı. Kötü adam, kötü kız. Bu buluşma serzenişti; ölümün tetiği üzerime, soğuk namlu kalbime yaslıydı. Ve eğer acı içinde ölürsem sebebi hiç şüphesiz karşımda duran cehennem gözlü adamdı. Bakışlarım, fotoğrafın altına doğru kaydı. Öyle bir şok dalgası beni tesiri altına aldı ki ellerim titredi. Gördüklerimin gerçek olmaması için her şeyi verirdim ama... Gerçekti. "OROSPU ÇOCUĞU! GELMİŞİNİ GEÇMİŞİNİ SİKEYİM SENİN! BU NE!?" Öyle bir bağırmıştım ki oturduğum sandalyenin, ayağımın altındaki zemine kadar her yerin titrediğini hissettim. Ses tellerim durmam için yalvardı ama durmadan bağırmaya devam ettim. "NASIL YAPARSIN BUNU PUŞT?" Titreyen ellerimle geri tuşuna basıp kameraya girdim. Bakışlarım tekrar boynuma kaydığında kalbim nefretin ve öfkenin kıskacıyla parçalandı. Öyle çok titriyordu ki ellerim, katil olmak istercesine parladı gözlerim. Çünkü dün, ben ona küfür ettikçe çakıyı boynuma değdirdiği her saniye sadece çizik atar sanmıştım ama dünden beri ilk kez gerçeğin ecdadıyla sarsıldım. Çünkü orayı mahfetmişti. Boynumda Kutay Alavaris Cehennemi yazıyordu! Evet, ciddi ciddi bunu yapmıştı ve bunun hemen altında büyük harflerle K.A.Ç. yazmış onun da altına imzasını atmıştı. Elimdeki telefonu geriye çektim ve bütün gücümle ona doğru sertçe fırlattığımda tek elini kaldırıp telefonu anında tuttu. Refleksleri çok güçlü ve hızlıydı. Ona karşı koymak istesem bile sırf bu yüzden başaramıyordum. On adım ötesini tahmin edebilme yetisine sahipti. Öyle bir zekası vardı ki herkesi cehennemine sürüklerdi. "Bir daha bana küfür edersen o izler sadece boynunda olmayacak bu bir." Gözlerinde, en az benim ona duyduğum kadar güçlü bir nefret vardı. "Kendini topla ve gerçekliğin farkına var. Burası benim. Bastığım zemin, dokunduğun her şey, boynundaki o izler... Her şey benim. Ve sen artık benim oyuncağımsın. Bu iki." Beni sen oyuncağımsın diyerek manipüle etemye ve nefretimi harlamaya devam ediyordu. Elindeki telefonu masaya bıraktı ve karşıma dikildi. Uzun boylu olmama rağmen başımı kaldırarak ona bakmak zorunda olduğun gerçeği içimdeki gücü, matemle tutuşturdu. Bu adama karşı bütün kozlarım tükenmişti sanki. "Kurallara uymazsan ölürsün, bu da üç." İçimde yanan alevi hissettim. Şeytanların tekrar isyana geçmişti. İçim öyle bir zelzelenin altında sallanıyordu ki kirpik uçlarıma kadar her zerrem uyuştu. Acıyı hissetmeyecek kadar uç bir noktadaydım. Alevlenme anı. Ve dünkünden daha büyük bir sinir krizi tetiği... Elimi kaldırıp sertçe yüzüne geçireceğim sırada bileğimden tuttu. Tuttuğu bileğimi ters çevirip karnına doğru tekmeyi geçirdim. Fazla etkilenmemişti ama bu, onu bir süreliğine sarstı ve ondan kurtulmamı sağladı. Ve hemen yanımda duran saldalyeyi ona doğru fırlattığımda bu son kozum olmuştu. Sandalyeyi tuttu, bu bana iki saniye kazandırdı. Hızla kapıya doğru koşmaya başladım. Kilidi kıracak kadar hızlı açıp dışarı çıktım. Koşuyordum. Her zamankinden hızlı bir şekilde koşuyordum. Acı hissi benden soyutlanmıştı. Alevlenme anında acı hissetmezdim. Bu yüzden istediğim her şeyi yapabilecek güçteydim. Koşmaya devam ettim ama bu lanet cehennem bir labirent gibiydi. Nereye gittiğimi bilmiyordum ama tek bildiğim, bu labirentin bir çıkış noktasının olduğuydu. Çünkü yer altı dünyasında her türlü tehlikeye karşı bir çıkış noktası olurdu. Ve bu çıkış noktaları acil durumlara karşı şifrelenmezdi. Dokunduğun an açılır, seni gün yüzüne çıkartır ve dış etkilere karşı kilitlenme özelliğine sahipti. Onu bulduğum an buradan kurtulacaktım. Çıkış noktasını onlara karşı kilitleyecek, gün yüzüne çıktığım an buradan kurtulacaktım. İsteğim fokurdadı, labirentin analitiğini zihnimde çözümlemeye başladım. Giriş, kapılar, koridorlar... Kuzey noktası. Evet Kuzey noktası! Bu cehennemin çıkışı kuzeye doğru bakan kapının yönündeydi. Ama kuzeyi nasıl bulacaktım? Duvarlara baktım. Analitiği tekrar zihnimden geçirdim. Sorgu odası, batıda olmalıydı. Onların eğlence mekanları da doğuda. Aydınlık ve karanlığı temsil eden cinsten. Ama bu adam bunu düşünüp tam tersini yapacak bir psikopattı. Olması gerekenin tam tersi... O yüzden sorgu odası doğuya alacak şekilde kuzeye doğru koşmaya başladım. Hissettiğim karanlık, zihnimin timsalleriyle bütünleşiyordu. Koşmaya devam ettim. Acıya dair tek bir zerre dahi hissetmiyordum. Ve... Karşımda! Çıkış kapısı! Koyu gri, yuvarlak. Üstünde Entry (giriş) yazıyordu ama bu tuzaktı, biliyordum. Kapıyı ittiğim an açıldı. Ve kendimi içeri doğru attım. Ardımdan kapanan kapı artık açılmayacak kadar ağırdı. Şimdi bu karanlık yoldan kaçma zamanıydı. Karanlık, önümü göremeyecek kadar yoğundu. Bu, olası bir düşman saldırısında kendini ele vermemek için yapılmıştı. Karanlıkta ilerlemeye devam ederken sert bir bedene çarptığımı hissettim. Korkuyla geri adım atacakken güçlü bir kol beni tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Tanıdık, cehennem ateşi gibi yoğun bir koku burnuma doldu. Acıyı hissetmeyen bedenimde korku yankılanıyordu. Tam o an ışıklar açıldı. Ve Kutay Alavaris tam karşımdaydı... ?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE