BÖLÜM 3- SESSİZ GECE, UYANAN KALPLER

770 Kelimeler
Gece çökmüş, karargâhın etrafı sessizliğe bürünmüştü. Sadece nöbet kulübelerinden yükselen telsiz anonsları ve uzaktan gelen köpek havlamaları geceyi bölüyordu. Pınar, günün yorgunluğunu üzerinde hissediyordu ama uyku nedense gözlerine uğramıyordu. Çatışma sahnesi, Burak’ın sert ama güven veren bakışları, titreyen elleriyle damar yolu açtığı o ilk hasta... Hepsi zihninde dönüp duruyordu. Sedyeyi taşırken hissettiği o ağırlık sadece hastaya ait değildi. Kendi içinden çıkan cesaretle de boğuşuyordu. Baraka tipi revirin önünde oturmuş, kucağındaki not defterine yaşadıklarını yazmaya çalışıyordu. “Bugün ilk defa gerçek bir operasyona çıktım. Ellerim titredi ama bırakmadım. Bir hayat kurtardım mı, bilmiyorum ama bir hayat için elimden geleni yaptım. Onun gözleri hep önümdeydi.” Cümlenin sonunu getiremedi. “Onun gözleri” dediği an Burak’ı düşünmeden edemedi. Soğukkanlıydı ama insanın ruhuna işleyen bir ifadesi vardı. Soğuk değildi, sadece çok şey yaşamış gibiydi. Kapı hafifçe aralandı. İçeri giren Burak’tı. Üzerinde hâlâ kamuflaj vardı, botları toz içindeydi. “Uyumadın mı?” dedi sessizce. Pınar kalemini bıraktı. “Deniyorum ama sanırım zihnim çatışmada kaldı.” Burak hafifçe gülümsedi, demir karyolalardan birine ilişti. “İlk operasyon en zorudur. Savaşın gölgesine ilk adım böyle atılır. Ama korku normal. Korkmayan zaten hata yapar.” “Ben sadece... o an her şeyi unuttum. Öğrendiğim hiçbir şeyin anlamı kalmadı gibi hissettim. Sadece harekete geçtim.” “İşte asıl gereken de bu. Düşünmeden doğruyu yapabilmek. Asker de sağlıkçı da bazen bu refleksle hayat kurtarır.” Pınar başını eğdi. Sessizlik bir süre daha sürdü. Dışarıdan gelen bir helikopter sesi kulaklarını doldurdu ama ikisi de yerinden kıpırdamadı. “Bugün orada... korktuğumu hissetmiş olmalısınız.” “Evet. Ama aynı anda cesaretini de gördüm.” Pınar gözlerini Burak’a dikti. Gecenin yumuşak ışığında onun yüzü daha sert, daha çizgili görünüyordu. Ama gözleri... Sanki ona baktığında sadece asker kimliği değil, başka bir şey de devreye giriyordu. Bir şey, tanımlayamadığı ama içini ısıtan bir bağ. “Teşekkür ederim” dedi fısıltıyla. Burak gözlerini kaçırmadan cevap verdi. “Burada yalnız değilsin Pınar. Ve unutma, sen de bizim için kıymetlisin.” O an kalbinin bir yerinde bir şeyin çatladığını hissetti. Belki de uzun zamandır ilk kez biri ona gerçekten değer verdiğini açıkça göstermişti. Ve bu kişi, savaşın içindeki bir askerdi. Sabahın ilk ışıkları, revirin camından içeri süzülürken, Pınar gözlerini yeniden açtı. Uyuyakaldığını fark ettiğinde hâlâ üstü başı değişmemişti. Yanında duran defteri yere düşmüş, kalem kapağı kaybolmuştu. Saate uzandı, sabah nöbetine on dakika kalmıştı. Üstünü alelacele değiştirdikten sonra revirin steril kısmına geçti. Gece boyunca gelen tek vaka olmamıştı ama içerideki sessizlik, Pınar’ın içindeki fırtınayı durduramıyordu. Sanki dış dünya sakinleşmiş, kendi iç dünyası hareketlenmişti. Özellikle Burak’la olan konuşması... Söyledikleri değil, söyleyemedikleri yankılanıyordu kulaklarında. Revirin kapısı aniden açıldı. Kapının eşiğinde bir astsubay belirdi. “Yüzbaşı Burak, seni görmek istiyor. Koordinasyon odasında.” Pınar’ın yutkunduğunu bile fark etti astsubay. Cevap beklemeden ayrıldı. Pınar derin bir nefes aldı. Beyaz önlüğünü çıkarıp askeri gri sweatshirt’ünü giydi. Son düğmesini kapatırken aynaya baktı. Bu sefer korkmayan bir kadının yüzü vardı karşısında. Emin değildi ama hazır görünmek istiyordu. Koordinasyon odası kamp alanının biraz ilerisindeydi. İki nöbet kulübesinin arasından geçip çam ağaçlarının ardında kalan binaya yürüdü. Yolda karşılaştığı birkaç asker başıyla selam verdi. Gözleri Burak’ı aradı, istemsizce. Kapıyı çaldı, içeriden gelen "Gir" sesi sertti ama tanıdıktı. Burak masanın arkasında oturuyordu. Önünde açık bir harita, kenarında kırmızı kalem, yanında telsiz. Üzerindeki kamuflaj takımın bile düzeni bozulmamıştı. “Günaydın” dedi Pınar, resmi olmamaya çalışarak. “Günaydın Çavuş Hemşire Pınar” dedi Burak, ciddi ama yumuşak bir tonda. “Seni çağırmamın sebebi farklı.” Pınar hafifçe başını eğdi. Bekliyordu. Burak haritayı katlayıp kenara itti. Doğrudan ona bakarak konuşmaya başladı. “Dünkü çatışmadan sonra, merkeze sunduğumuz raporda bir şey dikkat çekti. Müdahale sırasında gösterdiğin sakinlik, doğru uygulamalar ve soğukkanlılık. Aslında burada henüz çavuş rütbesinde olsan da, mesleki deneyimin seni öne çıkarıyor.” Pınar’ın boğazı düğümlendi. “Yeni bir görev dağılımı var. Bundan sonra saha operasyonlarında doğrudan sağlık irtibatı senin üzerinden yürüyecek. İlk yardım eğitimi olmayan askerler arasında bir köprü kuracaksın. Ama aynı zamanda daha çok çatışma bölgesine gideceksin. Kabul ediyor musun?” Kelimeler boğazında kaldı ama sonunda çıkabildi. “Evet. Kabul ediyorum.” Burak başını salladı. “İçim rahat. Çünkü doğru kişiyi seçtiğimi biliyorum.” Tam o anda telsizden bir anons geldi. Sesi gergindi. “Tüm birliklere duyurulur. 4. sektörde sivil yaralı ihbarı alındı. Takviye sağlık ekibi istendi.” Burak ayağa kalktı. “Gidiyoruz. Hemen hazırlık yap.” Pınar hızla dışarı çıktı. Adımları önce korkuyla, sonra kararlılıkla doldu. Kalbi hâlâ çarpıyordu ama bu sefer korkudan değil. Hayatının ritmi değişmişti. Artık sadece hemşire değil, savaşın ortasında duran bir inançtı. Çatışma bölgesine doğru ilerleyen zırhlı ambulansın içinde Burak tam karşısında oturuyordu. Göz göze gelmediler ama hissettiler. O sessizlik, birbirlerine anlatamadıkları ne varsa hepsini taşıyordu. Motor sesleri arasında, iki ayrı kalp aynı ritimde atmaya başlamıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE