BÖLÜM 22- SESSİZLİKTEN GELEN KORKU

1567 Kelimeler
Gecenin karanlığı, sınır hattına yakın karargâhın etrafını bir örtü gibi sarmıştı. Pınar çadırındaki masanın başında oturmuş, gün boyunca yaşananları düşünüyordu. Son haftalarda sahaya daha çok çıkmaya başlamış, askerlerle birlikte operasyonlarda yer almıştı. İçindeki korkuyu bastırmayı öğrenmişti belki ama alışmak başka bir şeydi. Özellikle de Burak’ın varlığına... Burak… Onun adı bile içini titretmeye yetiyordu. Gün boyunca aynı bölgede görev yapmışlar ama göz göze gelmemişlerdi. Belki de bu, ikisinin de duygularını bastırmaya çalışmasındandı. Ya da korkuyorlardı. Bu coğrafyada sevmenin bedeli vardı. Pınar bunu anlamıştı. O an telsizden gelen cızırtı, düşüncelerini yarıda kesti. Ses, ön karakoldan geliyordu. “Devriye ekibi kuzey yamaçta hareketlilik tespit etti. Gözlem devam ediyor, teyit bekleniyor.” Pınar ayağa kalktı, refleksleri artık bir asker kadar güçlüydü. Çantasında her zaman hazır tuttuğu sağlık kitini omzuna aldı. Her an çağrılabilirdi. Dışarı çıktığında Burak, telsiz başında emirleri dinliyordu. Onu görünce sadece başıyla selam verdi. Pınar da aynı şekilde karşılık verdi. Konuşmasalar da, bakışlarındaki anlam artık daha güçlüydü. Savaşın, görevlerin, dağların ötesinde bir bağ oluşmuştu aralarında. Ama itiraf edilemeyen, adını koymaktan korkulan bir bağ... “Hazır ol. Teyit gelirse kuzeye çıkıyoruz.” dedi Burak, gözünü telsizden ayırmadan. Pınar sadece başını salladı. O, bu tür anlarda konuşmazdı. Sadece hazır olurdu. Yarım saat geçmeden teyit geldi. İki zırhlı araç hazırlanmıştı. Pınar, sağlık sorumlusu olarak ilk araçtaydı. Burak ise ikinci araçta, timin başındaydı. Karanlığı yaran farlar, dağın sarp yollarında ilerlerken Pınar, camdan dışarı baktı. Dağlar ona ilk geldiği günkü gibi ürkütücü gelmiyordu artık. Onlarla konuşmayı öğrenmişti sanki. Ama bu gece... Hava başka kokuyordu. Bir uğursuzluk vardı havada. Kuzey yamaca ulaştıklarında devriye çoktan çatışma pozisyonuna geçmişti. Yakın temas olasılığı yüksekti. Pınar hemen mevzi arkasında beklemeye başladı. Kurallar belliydi: İlk kurşun atılmadan sağlık ekibi ileri çıkmazdı. Ama o, artık bir hemşireden fazlasıydı. Telsizden gelen “hareketli temas var!” anonsuyla birlikte silah sesleri duyuldu. Kalbi hızlandı, nefesi sıklaştı. Ve sonra... bir şey oldu. Arka tepeden bir patlama duyuldu. Timin dikkatinin dağıldığı o an, bir grup terörist arkadan pusuya düştü. Kaos başlamıştı. Herkes farklı yöne kaçışıyordu. Pınar, yakındaki bir askerin kanlar içinde yere düştüğünü gördü. Hemen koştu, eğildi, nabzını kontrol etti. Yaşıyordu! Ama o an... Bir çift kol, Pınar’ı arkasından tuttu. Başını çevirecek fırsat bile bulamadan, güçlü bir el ağzını kapattı. Çığlık atamadı. Birinin “Teyze çekil!” diye bağırışını duydu ama ses uzaklardan geliyordu artık. Sürükleniyordu. Dağın içine doğru, karanlığa… Gözlerini karanlığa açtığında, etrafındaki sessizlik boğucu ve derindi. Pınar, yerde soğuk taşların üzerinde elleri kelepçelenmiş haldeydi. Başındaki başörtüsü biraz kaymış, yüzüne düşen saçlar terden yapışmıştı. Korku ve belirsizlik bedenini sarmıştı. Çevresindeki karanlık, dar bir mağara ya da boş bir kulübe olabilirdi. Soluk alması bile sancılıydı. Bir an ne olduğunu, nasıl buraya geldiğini anlamaya çalıştı. Hafızasında son kalan patlama sesi, ardından gelen kaos ve o güçlü elin sesi vardı. Burak’ın telsizden verdiği komutlar, ekip arkadaşlarının çığlıkları ve ardından kendisini bırakan ayak sesleri… Hepsi kafasında birbirine karışıyordu. Kendi kendine tekrar etti: “Burak... Burak...” Ama sesin karşılık bulduğu bir yer yoktu. Savaşın ortasında yalnız kalmıştı şimdi. Birkaç dakika sonra, kulübenin kapısı gıcırdayarak açıldı. İçeriye iki kişi girdi. Biri orta yaşlı, sert bakışlı bir adamdı. Diğeri genç, ama gözlerinde soğuk bir kararlılık vardı. Pınar’ı hızla kontrol ettiler; ellerindeki telsizden kısa bir rapor verdiler. Adam, Pınar’a soğuk bir sesle yaklaştı. “Senin gibi birinin buraya gelmesi beklenmiyordu. Ama önemli bilgiler taşıyorsun. İyi ki canlısın.” Pınar, sesi titreyerek “Bırakın beni... Ben bir sağlık görevlisiyim, savaşmak istemiyorum,” dedi. Genç adam acımasızca gülümsedi. “Burada kimse masum değil. Senin bilgilerin, bizim için hayati önemde.” Pınar gözlerini kaçırmadan, içinde büyüyen korku ile savaşarak cevap verdi. “Benim görevim insanları kurtarmak. Savaşın içinde bile…” Sert adam araya girdi: “Savaşın kuralı basit. Ya kazanırsın ya ölürsün. Senin gibi biri bizimle çalışırsa, bir kazanma şansımız olur.” O an Pınar, içinde kopan fırtınayı bastırmak için derin bir nefes aldı. “Burak... ekip... beni arıyorlar,” dedi. Genç adam başını salladı. “Zamanımız az. Eğer iş birliği yaparsan, buradan sağ çıkarsın. Yoksa...” O “yoksa” sözü havada asılı kaldı. Pınar, kalbindeki sessiz çığlığı bastıramadı artık. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. “Yalnız bırakmayın onları. Burak’a söyleyin... Ben dönmek istiyorum.” Adam bir adım geri çekildi. “İzleniyorsun. Bir hamle yaparsan, seni buluruz.” Pınar kafasını öne eğdi, tüm gücünü topladı. Kendi kendine söz verdi: Bu karanlıkta kaybolmayacak, ışığı bulacaktı. Ama nasıl? Ve kimlerin elinde olduğunu bilmeden... Kapının dışından gelen adımlar uzaklaşırken, Pınar yalnız kaldı. Kendi iç sesi, cesaretin ve umudun incecik kıvılcımını taşıyordu hâlâ. Kapının kapanmasıyla birlikte Pınar, yalnızlığın ve karanlığın içinde kaldı. O an, tüm savaşın, tüm karmaşanın içinde belki de en büyük düşmanın yalnızlık olduğunu fark etti. Ellerini kelepçelerden kurtarmak için uğraşırken, soğuk taş zeminin acısı parmak uçlarına kadar yayıldı. Fakat bedenindeki acı, içinde büyüyen korkunun yanında sönük kalıyordu. Başını kaldırdı. Kulübenin köşesinde, eski ve tozlu bir pencere vardı. Dışarısının o karanlık ve soğuk olduğundan emin olmak için dışarı baktı. Hafifçe süzülen ay ışığı, onu içine çeken karanlığı daha da derinleştiriyordu. Bu soğuk topraklarda, hayatın en kırılgan yanı insanın kendisiydi belki de. “Burak… Burak...” diye mırıldandı, adeta kendini teselli etmeye çalışarak. Gözlerinden süzülen yaşlar, karanlıkta minik bir ışıltı yarattı. O an anladı ki; dışarıda, onu arayanlar vardı. Ama o, bir gölgeye dönüşmüştü şimdi. Yaşayan bir gölge. Bir süre sonra, kulübedeki sessizliği rüzgârın uğultusu bozdu. Pınar titreyen elleriyle kalın yeleğinin cebinden küçük bir not defteri çıkardı. Burak’ın ona verdiği, üzerinde birkaç kelime yazılı küçük defter. “Unutma,” yazıyordu. “Her karanlığın sonunda bir ışık vardır.” O defter, ona hem güç hem de sorumluluk yüklemişti. Çünkü artık sadece kendi hayatını değil, dostlarının ve masumların hayatlarını da düşünmek zorundaydı. Kendi kendine mırıldandı: “Işık... Bulacağım seni. Söz.” O gece boyunca Pınar, etrafı dinledi. Adımlar, sesler ya da nefesler… Herhangi bir ipucu aradı. Ama sadece sessizlik vardı. Kendi nefesinin ritmiyle zamanın geçtiğini hissetti. Kalbinde büyüyen sessiz çığlık, şimdi daha güçlüydü. Ertesi sabah, kulübedeki ortam değişti. Kapı tekrar açıldı, bu sefer tek bir adam girdi. Üzerinde karanlık bir üniforma vardı. Gözlerinde merhametsiz bir ifade. Yanında ise ağır bir çanta taşıyordu. Pınar’ı dikkatle süzdü. “Bugün senin için yeni bir gün,” dedi adam. “Eğer iş birliği yaparsan, çıkış yolunu bulabilirsin. Yoksa…” diye sözünü bitirmedi. Pınar, yorgun ama dirençli bir sesle yanıt verdi: “Burak’ı ve ekibi yalnız bırakamam. Onlar için yaşamalıyım. Bu yüzden, ya beni buradan çıkaracaksınız ya da kendim bir yol bulacağım.” Adam kaşlarını çattı. “Cesaretin takdire şayan, ama unutma; burası senin için bir tuzak.” Pınar hafifçe gülümsedi. “Bazen en karanlık yerde bile, umut yeşerir.” Adamın sert ifadesi çözülmedi. Çantasını yere bıraktı ve içinde bulunan birkaç ilaç ve bandajı Pınar’ın önüne koydu. “Yaraların için. İyileşmen lazım. Güçlü olmalısın. Bizimle gelirsen, bu mümkün.” Pınar, öneriyi düşünürken bir yandan da içinde büyüyen fırtınayı bastırıyordu. Bir yanıyla bu iş birliği, hayat kurtarabilirdi. Diğer yanıyla ise ihanetti. “Eğer iş birliği yaparsam, dostlarıma zarar gelir. O yüzden...” Adam sabırsızlandı: “Dostların çoktan senin için peşimizde. Yalnızlık kısa sürer.” Pınar kafasını kaldırdı ve gözlerine cesaret dolu bir ifade yerleştirdi. “Beni bulmak istiyorlarsa, beni burada değil, dışarıda aramalılar.” O an adam beklemediği bir cevap aldı. Arka kapıdan çıkan sesi duydu, birkaç asker hızlı adımlarla içeri girdi. Pınar hemen geri çekildi, sessizce etrafı izlemeye başladı. Anladı ki burada geçirdiği her saniye, bir oyun içindeydi. --- Dışarıdaki hareketlilikten habersiz değil, fakat içinde korku ve cesaretin aynı anda yaşadığı o anlarda, Pınar bir plan yapmaya başladı. Eline geçen birkaç bandaj ve ilaçla, küçük yaralarını örtmeye çalışırken, zihninde bir çıkış yolu arıyordu. Zamanla yarışıyordu. Çünkü dışarıdaki Burak ve ekip, onu bulmak için ellerinden geleni yapıyordu. Kulübenin içinde, eski bir tahta sandık dikkatini çekti. Üstünde toz birikmiş, ancak sağlam görünüyordu. Pınar, ses çıkarmadan sandığı açtı. İçinde birkaç eski battaniye, bir matara ve paslı bir bıçak vardı. Bıçağı eline aldı, soğuk metal avuçlarını sardı. Bu küçük alet, onu yeniden hayata bağlayabilirdi. Bir yandan nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Panik, korku ve yorgunluk arasında gidip gelirken, Pınar bir şeyi net olarak biliyordu: Burak’ı ve tüm ekibi yalnız bırakmayacaktı. Kendi canını ortaya koysa bile. Gece ilerledikçe, dışarıdaki sessizlik yerini tekrar adımlara ve konuşmalara bıraktı. Sesler yaklaşıyor, uzaklaşıyor, sonra tekrar geliyor gibi hissediliyordu. Ama Pınar, etrafındaki her sesi dikkatle dinliyordu. Belki de kaçış için o seslerden birini kullanacaktı. --- Gece yarısına doğru, kulübedeki kapı aniden açıldı. İçeriye, önceki adamdan farklı, yaşlı ve sakallı biri girdi. Yavaş adımlarla Pınar’ın yanına geldi. Gözlerinde merhamet ve yorgunluk vardı. “Adım Emir,” dedi adam. “Sana zarar vermeyeceğim. Ama burada kalamazsın. Bu karanlık yer, seni öldürür.” Pınar, yorgun ama dikkatle dinledi. “Neden bana yardım edesin? Siz de onlardan farklı değilsiniz.” Emir gözlerini kaçırmadan, sessizce yanıt verdi: “Burası herkes için cehennem. Ama bazıları, bu cehennemi cehennem olmaktan çıkarabilir.” Pınar, içinde büyüyen umutla sordu: “Nasıl?” Emir başını eğdi. “Gece yarısı nöbet değişimi sırasında, güvenlik zafiyeti olur. O anı kullanabiliriz. Sana yardım edeceğim.” Pınar, şaşkın ama ihtiyatlıydı. “Peki ya yakalanırsak?” Emir ufak bir tebessümle yanıt verdi: “Yakalanmak, buradan çıkmanın ilk adımıdır. Bırak kendini hazırla.” O gece, Pınar ve Emir arasında sessiz bir anlaşma yapıldı. İkisi de kendi iç savaşlarını yaşarken, umutların en zayıf ışığı bile onları ayakta tutuyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, Pınar kendini hazır hissetmeye başladı. Yaralarını gizledi, bıçağı sakladı ve çıkış planını aklında defalarca tekrar etti. Kalbinde hem korku hem kararlılık vardı. Burak ve diğerleri onu bekliyordu. O da onları. Kapı tekrar açıldığında, Pınar derin bir nefes aldı. Bu sefer kapı arkasında bekleyenlerin kim olduğunu biliyordu. Çıkış anı gelmişti.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE