ÇARESİZLİK

3457 Kelimeler
-Onur Kurt- Gözlerimi kısmış bilgisayarı incelerken birimin kapısının hızla açıldığında içeri koşarak Savaş girdi. Hemen yanıma geldiğinde soluklanmak üzere ellerini dizlerine koyduğunda ayağa kalktım ve yarım kalan bilgisayardaki araştırmama hüzünlü bir bakış attım. "Kurt. Kötü şeyler oluyor. Çok kötü şeyler oluyor." Dediğinde yumruğunu sinirle masaya vurmaya başladı. Savaş bir şeyler oluyor dediğinde mutlaka bir şeyler olurdu. Bunu nereden bilirdi bilmiyordum ama bir şekilde bilip bize söylediğinde o şey olurdu. Adam gölge gibiydi hareketlerini kimse bilmez farkına varmazdı. En yakın arkadaşları olan biz bile. "Oğlum bir sakin ol önce. Neler oluyor?" diye sorduğumda cebinden çıkardığı beyaz flaşı kaptığım gibi bilgisayara taktım. Direk olarak Ahenk çıktı karşıma. "Bu videoyu kimin izlediğini bilmiyorum ama her kim izliyorsa Kurt'u bulsun. Ben Ahenk Göktürk. Eğer bu videoyu izliyorsan bana bir şeyler olmuş demektir. Çok fazla ayrıntı veremiyorum ama şunu söylemekte fayda var. Kurt, Haktan'ı bul. Beni bul. Bahar'ı bul." Diyerek bilgisayar ekranı kararınca kaşlarımı çattım. Neler oluyordu burada? Haktan ve Ahenk ne alakaydı ki? Olaylar yine cadı kazanına dönmüştü. Bu üçü neler yapıyordu? "Savaş neler oluyor?" dediğimde saçlarını ellerinin arasına aldı ve ileri geri hareket ettirdi. "Kahretsin bilmiyorum. İlk defa neler olduğunu bilmiyorum. Ahenk'in evine gittim kapıyı açmadığında bir şekilde eve girip bunu buldum." Diyerek flaşı işaret etti. "Neden Bahar'ı bul diyor?" diye sordum. Hayatımda ilk defa aklım çalışmıyordu. Kafayı yememek için neler olduğunu bulmalıydım. "Oğlum bilmiyorum diyorum kafayı yemek üzereyim. Neden sürekli bana sorup duruyorsun her şeyi?" diye öfke ile soludu. Kafamıza taş yağacaktı, birimde ilk defa böyle bir şey oluyordu daha doğrusu Şövalyelerin deyimiyle ilk defa Ölülerin kafası durmuş ne yapacağımızı bilmiyorduk. "Tamam, önce sakinleşiyoruz ardından ne yapacağımıza karar veriyoruz. Herkes..." başımı çevirip kimin burada olduğuna bakacağım sırada burada olduklarını gördüm "Burada. O zaman hemen toplantı masasına geçip neler yapabileceğimizi bir düşünelim." Diyerek bilgisayarımı aldığım gibi toplantı masasının başına oturdum. Herkes yerleştiğinde konuşmaya başladım. Aklımı karıştıran Bahar yine devreye girmişti. Daha olayın ne olduğunu bile bilmezken anlamaya çalışacaktık. "Evet arkadaşlar. Sorun şu ki Ahenk kayboldu. Flaş bellekten anladığım kadarıyla Bahar Zorlu'da bu işin peşinde ve tabi yakından tanıdığımız Haktan Bey de öyle." Dediğimde Engin konuşmaya başladı. "Olay tam başlamamışken belirtmek isterim ki yanımdaki kız Uzay zaten herkes bunu biliyor. Babasının adamları tarafından arandığı için yanımda olmak zorunda. Evet, şimdi asıl konuya başlayabiliriz." Dediğinde kaşlarımı çattım. Burası cidden yolgeçen hanına dönmüştü. Önce Bahar şimdi de Uzay. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım, kızla dikkatimi dağıtamazdım. Konu kızıldı, konu Bahar'dı. Haktan bozuntusunu es geçiyordum. "Üzerlerinizde mutlaka zor durumlar için benim hemen hemen her kıyafetinize ya da aksesuarınıza yerleştirdiğim takip cihazları mevcut şimdi de Ahenk'in nerede olduğunu bu sayede bulacağız. Yani en azından böyle umuyorum." Dediğimde sarışın olmasına rağmen saçlarının uçları pembe olan kıza baktım. Cık cıklamaya başladığında kaşlarını çatıp dik dik bana baktı. "Ne oldu? Bir sorun mu var hanım efendi?" diye sorduğumda elindeki minik defteri ve kalemi masaya bırakarak mavi gözlerle beni öldürmek ister gibi baktı. "Sen ekipteki herkesin kıyafetine takip cihazı mı taktın? Şizofren falan mısın?" diye sorduğunda derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. "Bana bak, aslında burada olmaman gerekirken sırf can güvenliğin için burada olduğunu unutma! Ve evet, arkadaşlarımın kıyafetlerine takip cihazı taktığım doğru, bunun amacı şizofren olmak falan değil senin baban gibilerden sevdiklerimi korumak için bunu yapıyorum." Diyerek susmasını sağladım. Şu an Ahenk ve Bahar kayıptı ama ben gelmiş bu kızla çene çalıyordum. Hayatları tehlikede olabilirdi! Engin olaya el atmış kızın kulağına bir şeyler fısıldarken kız masadan kalkıp Engin'in masasına gidip oturduğunda öldürücü bakışlarını bana savurmakla meşguldü. "Ahenk hiçbir zaman bize haber vermeden iş yapmaz. Tamam, o da senin gibi yalnız takılmayı sever ama yapacağı işi önce bize haber eder. Bu işte bir terslik olduğu kesin." Dediğinde Bahadır'ı onaylayıp bilgisayar ekranına bakmaya başladım. Umarım kızılın kıyafetleri- takip cihazını yerleştirdiğim- kıyafetleri üzerindedir diye ummakta başka bir şey yapamıyordum. Klavyedeki tuşlara art arda bastığımda nerede olduğunu bulmuştum. Yerimden fırladığım gibi deri ceketimi alarak arabama koştum. Bu sırada Dost da peşimden gelmiş arabaya atlamıştı. Arabayı çalıştırdığım gibi gazı kökledim. Onları ya da artık her kim varsa kurtarmalıydım. ** Gelene kadar aklımı yitireceğimi sanıp durmuştum. Onlara bir şey olmamalıydı! Neden her şeyin benim başıma geldiğini delicesine merak eder olmuştum. Bir yanım bu senin hayatın alışamadın mı diye hayıflarken diğer yanım ise buna alışamayabilirsin, senin yaşındaki herkesin kurulu bir düzeni varken sen araba tepelerinde masa başlarında koşturup uyuyorsun diye bas bas bağırıyordu. Annem babam gitmeseydi eminim ki her şey daha düzenli olabilirdi ama bu yaşama baş koymuştum. Altan da benim gibiydi. Biz onunla kardeş gibiydik, o hayatını kurtarması için birilerini bulmuştu. En azından bana göre bulmuştu. Arabayı durdurduğum gibi peşimden Dost atlamış, temkinli bir şekilde ağır ağır yürümeye başlamıştık. Belimdeki silahı çıkardığım gibi altından kavrayıp sabitledim. Bu hareketim ile Bahar'a öğrettiklerim aklıma gelirken dişlerimi sıktım. Diğerlerinin gelmesini beklersem çok şey kaybedebilirdim. Direk olarak siyah demir kapıyı açıp küften, tozdan bol olan depoya adımı attım. O kadar tozluydu ki nefes almak bile zor geliyordu ama kızılın ayakkabısındaki takip cihazından sinyalin buradan geldiğine emindim. Cebimdeki küçük feneri silahın altına tutup sabitledim ve sakince yürümeye başladım. Duyduğum art arda sesle beraber yerimde dikkat kesildim, bekledim. Kaşlarımı çatıp dinlerken inleme sesleri kulağımın pasını sildi ve yere demir parçası ile. Yavaşça hareket etmeye başladığımda her tarafı kontrol ediyordum. Tuzak olabilirdi, dikkatli olmalıydım. Tek başıma girdiğim için daha fazla dikkat etmeliydim. Demir kapının yanına kadar geldiğimde sesin içeriden geldiğini anlamıştım. Etraf zifiri karanlıktı, tek ışık kaynağı elimde olan küçük fenerden ibaretken sakarlığımla yere düştü. Boş depoda çıkan ses ile fener yerde yuvarlandı ve ayaklarımın dibine düştü. Sessizce feneri kaptığım gibi elimin altına yerleştirip yavaşça kapıyı açmaya başladım. Işığı geride tutuyordum. Kulaklarıma fısıldama sesi ilişiyordu. Tanıdık bir sesti fakat kime ait olduğunu çıkaramıyordum. "Git bu...ra...dan." Dedi fısıltı ile konuşan ses. Kaşlarımı çattım ve omuzlarımı eğerek kapıdan geçtim. Kapının boyu kısa olduğu için sığmam biraz zorlamıştı. İçeri adım attığımda yerde boylu boyunca yatan iki kişi karşıladı beni. Kısa saçlarından tanıdığım kişi Bahar'dı! "Bahar!" silahı yere bıraktığım gibi iyi olup olmadığına baktım. Neler olmuştu böyle? Bahar'ın bir eli karnındaydı, gözleri titreşerek bana bakıyordu. "Kurt... Bu...ra...da olabilir." Dediğinde Haktan'dan bahsettiğini anlamıştım. "Tamam, sen yerinde sabit kal. Kaç kurşun aldığını biliyor musun?" diye sorduğumda korku dolu gözler ile Ahenk'e baktım. Yüzünü kapatan kırmızı saçları ile yerde yatıyor ses bile çıkarmıyordu. "Bil...mi..yorum. defalar...ca." Dediğinde gözlerim, kapattım. Elimi cebime attığım gibi ekipten birini aradım rastgele. "Savaş, ambulansı arayın. Çabuk gelin Bahar ve Ahenk yaralı. Ekip arabasında ilk yardım çantası varsa onu da getirin ve mümkünse buraya ışınlanın." Diyerek telefonu kapattım. Elimi Bahar'ın alnına yerleştirdiğim gibi alnında biriken terleri sildim. Saçlarını ondan uzaklaştırdım. Çabucak kızılın yanına gidip onun durumuna baktım, onun bir giriş deliği vardı ama Bahar'ın da dediği gibi kaç defa ateşlendiğini hatırlamıyordu ve ben dışarıdan sayamıyordum. Kahretsin neden birime gelmeden önce doktorlukta falan uzmanlaşmadım ki? Altan yanında gazlı bez taşıyan adamdı! Kızılın durumu Bahar'a göre daha iyiydi en azından. Kızılın bayılmış olmasını acı eşiğinin düşük olmasına yoruyordum. Bahar ise bilmem kaç tane mermi alıp hala gözlerini açık tutabiliyordu. Kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Bunlar nerede kalmışlardı? Bahar gözlerini kapatmaya başladığında yanağına vurmaya başladım. "Uyumak yok. Uyumak yok. Uyanık kalacaksın. Uyuma Bahar lütfen. Bak ben birine daha önce lütfen dediğimi hatırlamıyorum. Ne olursun uyuma!" dediğimde hafifçe gülümsedi. Başını kucağıma aldığımda bizim ekip arabasının sesini duydum. Zaten bu lanet depoda duyduğum tek ses Bahar'ın çıkardığı acı dolu inlemelerken bizim arabayı duymamak sağırlık olurdu. "Bahar bak geldiler lütfen uyuma." Güçlükle öksürdüğünde dudaklarının kenarından kan geldi. Allah kahretsin iç kanaması vardı! Lan ben neden hiçbir şey bilmiyorum? İçimden onlara bir şey olmaması için dua ederken kapı büyük bir gürültü ile açıldı ve Savaş içeri girdi. "Savaş hemen hastaneye gidiyoruz. Ambulans falan beklemem ben. Kızılı al ve direk hastaneye geç ben kendi arabamla uçuyorum." Dediğim gibi Bahar'ı aldığım gibi koşarak depodan çıktım. Kahretsin silahımı unutmuştum. İçeriye silahımı almaları için bağırıp arabaya geçtim. Bahar'ı uyanık tutmam gerekiyordu ve arka koltuğa yatırdığım anda uyuyacak gibi duruyordu. Şoför koltuğuna geçtiğim gibi bacaklarını yandaki yolcu koltuğuna bıraktım. Arabayı çalıştırdığım gibi en yakın hastaneye ışınlanmak istedim. "Bahar bana bak. Bak ben senden kıdemliyim. Bundan dolayı hiçbir yere gitmeni istemiyorum. Benden önce ölürsen seni öldürürüm haberin olsun." Dediğimde söylediğim şeyleri duyuyor muydu bilmiyordum ama gözleri yarı açık bir şekilde beni dinlediğinden emin olmak istiyordum. "Umarım beni dinliyorsundur Bahar Zorlu. Ben beni dinlemeyenlerden nefret ederim." Diyerek gözlerinin içine baktım. O buz mavisi gözler bana neden büyük bir boşluğa bakar gibi bakıyordu? Lan ben boşluk muyum? "Bahar lütfen tepki ver. Bak gözlerin açık ama benimle konuşmuyorsun duyduğuna dair tepki bile vermiyorsun seni kaybetmek istemiyorum Bahar!" diye bağırdığımda önümdeki arabaya küfrederek yolumdan çekilmesi için öfkeyle baktım. Sağ elim boştayken Bahar'ın soğuk eli elimi kavradığında yavaşça sıkmasına bakarken kaza yapmamak için diğer yandan dikkat de ediyordum. Öfke tüm bedenimi sarmış kırmızı renk görmüş boğa kadar hızlıydım. Öfkem kimeydi çok iyi biliyordum. Bahar'ın sık nefesleri arasında göğsü hızlıca inip kalkıyor, acı çektiğini belli edercesine inliyordu. Şimdiye kadar bayılmamış olması mucizeydi. Bahadır uzun zamandır ilk defa doğru bir şey yapmıştı. Bahar'ı birime getirerek ne kadar iyi bir ajan olacağını önceden öngörmüş olmalıydı. Ama eğer o bu hayata veda ederse ondan geriye hiçbir şey kalmaz. Kollarımda ölenlere bir kişi daha eklenirdi. Öte yandan Ahenk... Düşüncelerim bile benimle işbirliği yapmıyordu. Zihnim bas bas bağırıyordu. İkisi de yaşayacak, senin şu anda yaptığın şey paronayaklıktan ibaret. Oysa onlar insan, hepimiz insanız. Hepimizin belli bir dayanma gücü vardı ama şu an tüm dualarım herkesten her şeyden daha fazla güçlü olmaları içindi. Ellerimde ölüm vardı, herkesten çok. Bedenim ölümle yarış içindeydi her zamanki gibi. Azrail her daim kovalamıştı, bir şekilde ondan kaçmış her defasında paçayı kurtarmıştık. Peki ya şimdi de öyle olur muydu? Ahenk ve Bahar Azrail'e kafa tutup ölümü def edebilir miydi? Ölümün acımasız pençelerinden kurtulup tekrar yanımıza gelebilirler miydi? İnanç ve umut şimdiye kadar nerede tutunduysa yaşayan duygulardı. İnanç olmadan umut bana göre bir işe yaramazdı. İçimde olan umut onları yaşayacağını söylüyordu ama kim korkmazdı ki? Kim sevdiklerini kaybederken ölümle o ince çizgide dans ederken tir tir titremezdi? İnsanlar her şeye karşı güçlü olabilirlerdi fakat bizi güçsüz yapan, o sıkı sıkıya örülmüş duvarlara güçlü bir balyoz darbesi ile delen ölümdü. Ölüm asil bir kelimeydi bana göre. İnsanın ölümü bile hak ettiği şekilde olmalıydı lakin onların zamanı gelmemişti. Elimde titrek bir şekilde nefes alan kızın zamanı daha gelmemişti. Ahenk'le Bahar'ın zamanı gelmemişti. Ölüm bu sefer onları es geçmeliydi. Ölüm siyah kanatlarını bu güzel kadınlardan uzak tutmalıydı. Yaşayacakları vardı, yapacakları çok şey vardı. Ölüm kadınlara yakışmazdı. Ölüm kadar güzel olan bu kadınlara ölüm yakışmaz, aksine kıskandırırdı. Elimde olsa onları yaşatmak için her şeyi yapardım. Sevdiklerimi yaşatmak için her şeyi yapardım. Ben Yalnız Kurttum. Çevremdeki herkes bunu bilirdi. Etrafım sevdiklerimle dolu iken yalnızlığımda boğulurdum ben. Fiziken bir yalnızlık değildi bu ruhen yalnızlıktı. Ruhen yalnızlık en zoru olanıydı. Şimdi her ne kadar yalnız değilim desem de içime işlemiş bu duyguyu çekip atmak kolay değildi. Eğer ellerimde sevdiklerim de can verirse benim için geri dönüşü olmazdı bu yolun. Yalnızlığım dünyanın en zor sınavı gibi olurdu. Kazanmak için ne kadar denense de kaybedilirdi. Hastaneye geldiğimde motoru durdurup hızlı hareketlerle arabadan Bahar'ı aldığım gibi çıktım. Acile koşarken Azrail'den kaçıyorduk. Onu sedyeye yatırdığımda elimi sıkı sıkıya tutmuştu bırakmak istemezcesine. Acısını paylaşma deyimi gerçek olsa da onun acılarının kendi üzerime alsaydım. Sevdiklerimin acı çekmesine engel olsaydım. Acil olarak ameliyathaneye girdiklerinde her ne kadar soğuk ellerini bırakmak istemesem de kapıya kadar eşlik edebilmiştim. Kulağına beni duysa da duymasa da o sözleri söyledim. Ahenk'in gelmesi için acilin kapısına çıktığımda Savaş'ın kucağında ruhunu teslim etmişçesine yatan kızıl vardı. Karnı da saçları gibi ölüme bulanmıştı. Kolları ve başı Savaş'ın istememiş olmasına rağmen ben cansızım dercesine yerçekimine dayanamayarak düşmüştü. O da sedyeye yatırılıp ameliyata alındığında kendimi farkında olmadan soğuk betona oturmuş bir vaziyette buldum. Saatime baktığımda neredeyse iki saatin geçmiş olduğunu gördüm. Saçlarımı ileri geri hareket ettirirken başımı da aynı zamanda duvara vuruyordum. Gözlerim boşluğa odaklanmış bir şekilde iken Bahar'ın boş bakan mavi gözleri gözlerimin önünde canlandı. Kafamı duvara yaslamış bir vaziyette tutarken herkes volta atıyordu bu sırada koridorun ucunda bizi dikkatle izleyen adamı gördüm. Bakışlarımız çarpıştığında dikkat çekmemesi için gözlerimi kaçırdım. Yavaşça yerimde kalkıp koridorun ucuna gittiğim gibi adamı yakasından yakalamış boş malzeme deposuna atmıştım. Yakasından tutup ayaklarını yerden kesince bacaklarını korku ile hareket ettirmeye başlamıştı. "Kimin köpeğisin?" diye fısıldadım. "Söyle! Yoksa seni öldürmekten beter yaparım." Dediğimde dili tutulmuş gibi konuşmuyordu. Gözlerimden öfke saçtığımı biliyordum. Adamın gözlerinde kendi gözlerimin yansımasını görüyor, bir anlık da olsa kendim olduğuma şaşırıyordum. "Boynunu şuracıkta kırmamam için bana bir şey söyle!" diye öfke ile bağırdığımda dilsiz gibi konuşamıyordu. "Demek Haktan köpeklerini dilsiz olanlardan seçiyor vay canına ilginç ama şöyle bir olay var ki ben ölümüm. Can yakan bir ölüm. Senin dilsiz olman bana sökmez." Dediğim gibi adamın yüzüne yumruğu geçirdim. Bir elimde adamın yakasını tutarken diğer elimle de İlke'yi aradım. Nerede olduğumu söyleyip gelmesini beklerken adama öyle bir bakıyordum ki ben bile korkmuştum. İlke kapıdan girdiği gibi kaşlarını kaldırdı. "Bunu merkeze at. Sorguya çekilecek. Haktan'ın köpeklerinden biri. Dilsiz dahi olsa onu konuşturacağım." Diyerek depodan çıktığımda İlke arkamdan bağırdı. "Ya Haktan'ın adamı değilse?" arkamı dönüp baktığımda acı ile hafifçe gülümsedim. Beni tanıyamamıştı. "Ben yaş tahtaya basar mıyım İlke?" dediğimde başını belli belirsiz sallayıp adamı çıkartırken ameliyathanenin önüne geldim. Koltuklardan birine oturduğum gibi harekete geçen fikirlerim aklımda cirit atmaya başladı. Durgunluğum öfkemden kaynaklanıyordu. İçimde öfke ile akan bir çağlayan vardı. İçimde kor ateşler yanıyordu. Kimseyi kaybetmek istemiyordum. Şimdiye kadar dokuz canlı gibi ölmemiştik Altan'la beraber. Ama ardımda kalanların da ölmesini acı bir şekilde can vermesini istemiyordum. Çaresizdim. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Köşeye sıkışmıştım. Bir şeyler yapmak için çıldırsam da bu çaresizlik beni bitiriyordu. Benim her zaman yapabileceğim bir şey varken şimdi neden böyleydi? Neden köşeye sıkışmıştım? Böyle beklemek insanın aklını başından alıyordu. Zaman o kadar yavaştı ki geçmek bilmiyordu. Ne Ahenk'in ne de Bahar'ın iyi olup olmadıklarını bilmiyordum, bilmediğim gibi de kafayı yemek üzereydim. Ameliyathanenin sessiz koridorlarında sessizliği bozan çığlık bir ses art arda yankılandı. Başımı kaldırıp baktığımda gelenin Altan olduğunu gördüm. Yerimden kalkıp ona sarıldığımda yetimhanede bana her zaman sarıldığı gibi o şeyi yaptı; saçlarımı karıştırdı. Ayrıldığımızda ondan uzun boylu olmama rağmen omzuna okkalı bir yumruk atıp gözlerime baktı. "İyi olacaklar. Ameliyata geldim. İyi olmaları için her şeyi yapacağım." Dediğinde ona güveniyordum. Ona güvenim her zaman tamdı. Sarsılmaz bir güvendi benimki ona karşı. Biz kader ortağıydık, nasıl güvenimiz olmazdı ki birbirimize karşı? Yanımızdan ayrılıp ameliyathanenin kapısına doğru koşarken ardından seslendim. "Altan." Dediğinde dönüp bana baktığında büyük cüsseli devi yıkılmış görmeyi elbette beklemiyordu. "Sana güveniyorum. Sana her zaman güvendim." Dediğimde başını ağır ağır salladı ve direk olarak ameliyathaneye girdi. Altan birime katılmak için eğitim aldığı sırada yanında ek olarak doktorluk eğitimi de almıştı. Ciddi ciddi doktordu, fakat ben böyle bir eğitim almak istememiş direk olarak istihbarat birimine atanmıştım. Şimdi böyle bir şeyi okumuş olduğundan dolayı sadece şükredebiliyordum. Geçen onca zamanın ardından onların içeride benimse dışarıda ölüm kalım mücadelesi verdiğini hissediyordum. Üçüncü saatin son dakikalarında maskesini koparırcasına çıkararak yeşil ameliyat önlüğü ile Altan çıktı. Yerimden kalkışım kasırga gibi olmuştu. Gözlerim korku ile açılmış söyleyeceği şeyi dinlerken yavaşça gülümsedi. "Ahenk'in durumu şu an iyi. Ameliyata her ne kadar yarısında katılmış olsam da bizi zorlamayı seviyor. Şimdi durumu iyi. Yoğun bakıma alınacak ve benim şu anda diğer ameliyata girmem gerek. Kurt, Bahar'ın çok fazla kanaması var. Üç ünite kan takıldığını Ahenk'in ameliyatını yaparken duyduk. Bahar'ın ameliyatındaki doktorlar dört ya da beş kurşun girişi saymışlar. Yani bende emin değilim. Kulaktan dolma bir haber ama sen vücuduna ne kadar kurşun aldığını görmüşsündür." Dediğinde bir yanım Ahenk için deli gibi sevinse de Bahar vardı. Çok fazla kurşun aldığını görmemiştim ama kanaması olduğunu ve sayısız mermi girişi olduğunu görmüştüm. Dişlerimi öfke ile sıktım. Eğer Bahar'a bir şey olursa o Haktan köpeğini kendi kanında boğacaktım. "Biliyorum. Altan bana gerçeği söyle. Yaşayabilir mi? O masadan kalkabilir mi?" diye sorduğumda eliyle alnını sıvazladı. "Aslına bakarsan zor. Çok zor ama ellerinden geleni yapıyorlar. Güçlü durun siz güçlü durun ki o da güçlü olsun ve bu ameliyatı başarıyla atlatsın." Diyerek hızlı bir giriş yaptı ameliyathaneye. Gözlerimi kapatıp duvarın kenarına oturdum ve bacaklarımı kendime çektim. Terk edilmiş hissediyordum. O yağmurlu günü hatırlıyordum yine istemsizce. Yağmurlu bir havada terk edildiğim için nefret etmezdim yağmurdan. Yağmur; gökyüzünün ağlamasıydı. İçini hunharca dökmesiydi, rahatlamasıydı, bundan dolayı severdim. Herkes yalnız kalışının resmiyete döküldüğü anda tasvir edilişini sevmezdi. Ben farklıydım, farkımın farkındaydım. Bahar'ın da farklı olduğunu biliyordum. Ölümle savaşından galip mi çıkacaktı yoksa yenilecek miydi? Yenilmemeliydi. Dik durmalıydı. Onun sayesinde yaşayacak insanlar vardı. Aklım düşüncelerimi esir alıp pusuya yattığında herkes korku dolu gözlerle ameliyathanenin kapısının açılmasını bekliyordu. Beklemek zordu. Beklemek ölümdü. Dördüncü saatin sonuna doğru üç doktor ameliyathanenin kapısından çıktıklarında birinin Altan olduğu fark ettim. Mavi-beyaz kepini yavaşlıkla çıkarırken yüzündeki ifadeden neler döndüğünü anlayamıyordum. Ne zaman ayağa kalkıp Altan'ın karşısına bir duvar gibi dikildiğimi bilmiyordum. "Nasıl?" diyerek korku ile sorduğumda dudaklarım korku ile zonkluyordu. Nabzımın sesini duyuyor, aklımdan sayısız fikirler geçiyordu. "Ameliyat zordu fakat başarıyla geçti öte yandan hala risk var. Vücudundan beş mermi çıkardık. Bizi bir hayli zorladı Bahar ama dayandı. Güçlü bir yapıya sahip olduğunu bize göstermek istercesine dayandı." Dediğinde uzman doktor onları görmek istiyordum. "Onları görebilir miyiz?" diye sordum. "Ahenk hanım anestezinin etkisi geçince uyanacaktır fakat Bahar Hanım için aynı şeyi söyleyemem. Çıkarılan mermilerden birkaçı arterleri zedelediğinden dolayı ilk yirmi dört saat kritik bulunmakta. Bu saatlerde kendinizi hazırlamanızı ve metanetli davranmanızı öneriyorum. Ahenk Hanımın yanına girebilirsiniz fakat tek tek ve kısa sürelerle. Geçmiş olsun." Diyerek iki doktor yanımızdan ayrıldığından başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Hala savaşıyordu. Hala Azrail'le savaşı sonlanmış değildi. Öte yandan Ahenk iyiydi. Bu haber içime su serperken sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Altan elini sırtıma vurduğunda bakışlarımı ona çevirdim. İlk yirmi dört saat kritik demişlerdi. "Altan, Bahar'ın yanına girmek istiyorum." Dediğimde çıkan ses bana ait değil gibiydi. Buzlarla donmuş bir sesti. Öfkeden yanıp tutuşan çaresizlikle ölen sesti benim sesim. "Ben izin vermesem sen bir şekilde içeri girersin zaten. Hoca sert konuştu ama sen gel yine de yanan benim başım olsun gel." Diyerek kolumu çekiştirince bir şey fark ettim. Sabahtan beri buradaydım ama etrafımda olan kimseyi gözüm görmüyordu. Gözümün gördüğü iki kişi vardı; Bahar ve Ahenk. Altan ameliyattan çıktıktan sonra üzerine giyinmiş olduğu yeşil formayı çıkarıp hemşirenin eline tutuşturduğunda mavi bir forma ile beni karşıladı. İstemsizce durumuma bakmaksızın gülümsedim. "Sen gül bakalım ama benim sayemde içeri girdiğini de unutma Kurt Efendi." Diyerek beni hazırladı. Üzerime o lanet yeşil şeyden giymiş ayaklarıma galoş takmış başıma bone geçirmiştim. Açılan kapıdan içeri girmeden önce Altan'a minnetle baktım. "Hadi!" diyerek kapıdan içeri itti beni. İçeri ağır ağır girdiğimde içerideki hemşire maske uzatınca yüzüme bağladım her nasıl bağlandığını bilmesem de. Ardından dışarı çıkan hemşire ile odanın soğukluğunu daha yeni fark etmiştim. Üşümezler miydi burada? Bu kadar soğuk olması normal miydi? Bahar üşümez miydi?! Bembeyaz teni beni selamladı. Üzerine giydirilen mavi önlüğün ona hiç yakışmadığını fark ettim. Ayağa kalkmalıydı ve onu söküp atmalıydı. Hatta bana öfke ile baksa bile kabulümdü. Kısa kahverengi saçları asiliklerini ilan etmiş, dağınık olmasına rağmen güzel duruyorlardı. Yanına gidip her yanından kablolar çıkan elini tuttum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum ama şu an acı gerçeği herkes biliyordu. Çaresizliğin pençesinde pusuya düşmüştüm. "Bahar, uyanmalısın. Bunu sende biliyorsun. Daha her şeyin başındasın. Başında olabilirsin ama büyük yenilgiler almak kimin umurunda? Ben de hayata bir sıfır yenik başlayanlardanım. En büyük yenilgiyi ben verdim. Ben sabahtan beri aynı şeyleri düşünmekten kafam patlamak üzere. Yalnızlığım bugün çok koydu bana. Neden bilmiyorum ama senin yenilmeyeceğini biliyorum. Güçlü duracağını biliyorum. Sen Bahar Zorlu hayatımda tanıdığım güçlü kadınlardan oluşan o topluluğa girmiş bulunmaktasın. İlke'yi, Ahenk'i, seni kaybedemem. Kaybedemeyiz. Bu bize toplanmamak üzere yıkar. Yaşatacağın, kurtaracağın canlar için aç gözlerini." Dediğimde her şey çok hızlı olup bitti. Makinelerin çıkardığı yanıp sönen ışıklar kalbime defalarca hançerleri sapladı. Odaya hemşireler ve doktorlar akın ederken doktor kafilesinin içinde Altan da vardı. "Altan neler oluyor?" diye kükredim. Gözlerim korku ile açılmıştı. Doktorlar odadan ayrılmam için konuştuklarında sesli bir şekilde bağırıp neler olduğunu sordum ama yanıt alamadım. "Neler oluyor diyorum, cevap versenize!" diye bağırdığımda içeri ne zaman geldiğini fark etmediğim Savaş kolumdan tuttuğu gibi beni odadan çıkarmaya çalıştı. Savaş'ın elinden kurtulup ona ne yaptıklarına baktığımda kısa süreli şok yaşadım ve çıldırdığımı hissettim. Onun yanına gitmek için çabalarken sol kolumdan tutan Altan sağ kolumdan tutan Savaş'ın ellerine bırakmışken hemen harekete geçtim. Onun yanına gitmeliydim. Aklım delirmişçesine sinyal veriyordu, onun yanına gitmek şu anda istediğim tek şeydi. "Bırak!" diye kükrediğimde Savaş ve Altan'a yardım olarak Bahadır da gelmişti. Kalp masajı yapıyorlardı! Kalp masajı! "Lan bırakın şerefsizler! Bırakın onun yanına gitmem gerek! Bahar gidemezsin duydun mu beni! Gidemezsin. Sana benden önce ölmemen gerektiğini söylemiştim. Ölmene izin vermiyorum." Diye bas bas bağırırken aklımda kalbimde sinyal veriyordu. Bahar ölüyordu. Söylediklerim boşunaydı, nefeslerim boşunaydı. Çırpınışlarım boşunaydı. Üç kişi beni durduramayınca olaya Engin de el atmış her biri tutup beni odadan çıkarmak isterken yaptığım şey direnmek ve Bahar'a bağırmaktı. "Bahar! Ölemezsin!" dediğimde Altan başımdaki boneyi ve üzerimdekileri çıkarmış elinde şırınga ile beklerken yapmaması gereken o hareketi yaptı. Nereye verdiğini bilmediğim sıvıyı bile önemsemeyip çırpınırken dördü birden beni tutmaya çalışıyordu. Boynumda akan sıcak sıvıyı hissedebiliyordum. "Bahar! Ölemez..." derken gözlerim buğulanmaya başladı. Doktorlar bacaklarından damar yolu açıp kalbinin atması için kırılan ampulden sıvı çekip verdiklerini hayal meyal gördüm. Adrenalin veriyorlardı. "Ölemezsin..." diye fısıltı eşliğinde söylediğim söz üzerine gözlerim sonsuz karanlığa doğru kapandı. Duyduğum tek ses Bahar'ın başından çıkan monitörün hastanın ex olduğuna dair çıkardığı sesti. Karanlığa gömüldüm.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE