2

4174 Kelimeler
Kasım ayının on ikisi. Bugün benim doğum günüm. Yirmi üçüncü yaşım için de çok farklı bir dilek tutmayacağımı biliyorum. Gözlerimi her kapadığımda içimden defalarca kez tekrarladığım cümleleri sıralayacağım. Bizimkilerin iyi, sağlıklı ve huzurlu olmasını diledikten sonra kendim için müthiş bir dans kariyeri istediğimi belirteceğim. Her zaman bunu yaparım. Yedi yaşıma basana kadar başka şeyler dilediğim de olmuştu elbette. Fakat yedi yaşımdan sonrasında benzer cümlelerle dileklerimi tutup önümdeki mumları öyle üflemiştim. Genelde doğum günlerimi ailemle beraber geçiririm. Önceki gün ya da doğum günümden bir sonraki gün arkadaşlarımın kutlama yapmasına müsaade ettiğimde ise mutlaka bazı sıkıntılar yaşanır. Aslında arkadaşlarımla başka etkinliklere katıldığımızda, onlardan birinin doğum gününü ya da özel bir günü kutladığımızda gayet iyi vakit geçiririz. Hiçbir problem çıkmaz. Oklar ne zaman bana dönse, merkezde ne zaman benim ismim yer alsa sıkıntının kralını yaşamadan rahat edemeyiz. Artık buna alıştığımı düşünürken, bu sene bir değişiklik yapmak istiyorum ve doğum günümü ayın on ikisinde dışarıda kutlama kararı alıyorum. Annemle babam İzmir’e gitmeye karar verdikleri, beni de oraya beklediklerini söyledikleri için ayın on üçünü ve sonraki günleri onlarla geçirmem daha iyi olacak. Bana sürpriz yapamayacaklarını gayet iyi bilen arkadaş grubumdan Alina gideceğimiz gece kulübünün ismini özellikle belirtmişti. Vukuat yaşamak istemediğimi ona da söylemiştim. Tanıdık birilerini görmek gibi bir merakım da yok üstelik. On yedi yaşıma girerken yaşananların bir benzerini yaşamaya da niyetim olmadığını söylemek durumundayım. Beni omuzlarıma koyduğu elleri sayesinde hareket ettiren, Kurtoğlu ailesinin şoförünü ayarlayıp evime bıraktıran Metehan’ı bu akşam görürsem bütün tadım kaçar. Yani sizin de bana hak vereceğiniz üzere işimi riske atmamayı tercih ediyorum. Koskoca İstanbul’da gidilecek kulüplerin tamamı da onlara ait olmadığına göre… Problemsiz bir akşama hazırım. Problemsiz olması için gerekli özeni göstereceğim bu akşama her zerremle hazırım hem de. Onu gördük. Şıkır şıkırsın. Aferin. Hak etmiyor değilsin canım. Devam et bu şekilde. Üzerimdeki kırmızı elbisenin kalın askılarının düzgün durduğundan emin olduktan sonra siyah paltomu giyiniyorum. Elbisenin boyu dizlerimin dört ya da beş parmak üzerinde bittiği için siyah ve tam dizlerimin üzerine kadar uzanan çizmelerim hoş duruyor. Annemin göz rengini aldığım için gözlerimin yeşili ışıklara göre değişiyor. Bazen daha elaya yakın, bazen daha koyu yeşil, bazen ise su yeşili gibi görünüyor. Şu an gözlerime yoğun bir makyaj yapmadığım, yalnızca ince bir eyeliner çektiğim için koyu duruyor. Muhtemelen kulübün rengârenk ışıklarında yine bariz bir değişime uğrayacak. Kırmızı rujumu kemirip yok etme ihtimalime karşılık zincirini omzuma astığım ufak çantama ruju atıyorum. Dalga dalga omuzlarıma dökülen saçlarımı el yordamıyla düzeltip yanağıma düşen perçemi de geriye doğru tarıyorum parmaklarım yardımıyla. Evden çıkmadan önce aradığım taksi durağından gönderilen araçtaki şoför kornaya basıyor. Anahtarımı son anda hatırlayıp portmantonun askılık kısmından çekiyorum, çantama atıyorum ve telefonumu paltomun cebine sıkıştırarak çabuk adımlarla ilerliyorum. Taksiye biner binmez gruptan gönderilen kulüp ismini ve semt adını şoföre aktarıyorum. Telefonumun bildirim paneline düşen mesajları teker teker okurken arkadaşlarımın neden böyle olduğunu sorgulama seansını başlatıyorum. Kırmızı kurdeleyi keselim, buyurun makasınız. Alina: Bari kendi doğum gününde geç kalma Duru. (21:43) Tevfik: Kalacak. Sen de biliyorsun. Hepimiz biliyoruz. Bu kız geç kalacak. Kabullen Aliş. (21:43) Alina: Aliş ne ya? Aliş ne oğlum? Seni ciğerin yeri süpürecek hale gelene kadar döverim bak. Bana bir daha Aliş dersen kaburganın üstünden arabamla geçerim. Ezerim lan seni. Ezik olursun. (21:44) Tevfik: Alina Hanım sinirlendi. Bulaşmayın yoksa sizi de ezik yapar. En büyük hobisi insanları ezik yapmaktır. (21:44) Buğra: Alina çok güzel bir isim çünkü. Haksızlık ediyorsun Tevfik Fikret. (21:45) Alina: Teşekkür ederim Buğra. (21:45) Buğra: Rica ederim Alina. Doğum günü partisinden sonra beraber kokoreç atmaya gidelim mi? (21:45) Alina: Sağ ol. Ben sevmiyorum kokoreç. Sen Burak’la git. O bayılır. (21:46) Burak: Gençler benim partiden sonra özel bir planım var. Kimse kimsenin planına salça olmamalı diye düşünüyorum. Lütfen bu tarz muhabbetlere beni katmayın. (21:46) Alina: Bunun yanında kız var şu an. Çok belli. (21:46) Tevfik. Nerede? Lütfen söyleyin. (21:46) Buğra: Shdsjhghsagafdhfghfhagfk (21:46) Alina: Bu grubun abazalık oranı neden bu kadar yüksek? İğrenme geliyor bana yine. (21:47) Buğra: Grupta üç tane erkek var Alina. Ne bekliyorsun? (21:47) Alina: İki tane de kız var sığır Buğra. Biraz ona göre davransanız ölür müsünüz? (21:47) Tevfik: Gelmişler buna, belli. Sakin ol Aliş. Sana çok iyi bir kokteyl yaptıracağım. Aklın uçacak. (21:47) Alina: En son yaptırdığından ne hayır gördük acaba? Özgüvene bak adamdaki. Beni oluk oluk kusturan kendisi değilmiş gibi nasıl da yukarılardan atıyor, gördünüz mü? (21:48) Alina: @duruüstün sana diyorum, alo! Gördün mü? Ya da görmeye niyetin var mı? (21:48) Burak: Bu akşam Duru Alina’yı tokatlasa da keyfimiz yerine gelse keşke ya. (21:48) Okuduğum mesajlara daha fazla kayıtsız kalamayıp parmaklarımı klavyede seri biçimde hareket ettiriyorum. Duru: Bana bunun konumuzla ne alakası olduğunu açıklasana. Aptal adam. (21:49) Alina: Nasıl da kayıtsız kalamadı ama kuşum. Benim canım kuşum. Benim güzel kuşum. Benim bir tanecik kuşum. Ben de seni seviyorum. (21:49) Tevfik: Duru’nun Aliş’i tokatlaması için ortaya ne koyardınız beyler? (21:49) Buğra: Ben senin ruhunu çok rahat ortaya koyardım Tevfik Fikret. (21:50) Burak: Ben Buğra’yı ve Buğra’nın kız kardeşinin ruhunu ortaya koyuyorum, buyurun bakalım. (21:50) Buğra: Ulan kız kardeşim ne alaka? El kadar çocuktan ne istiyorsun yavşak herif? (21:50) Burak: Cinli oğlum o. Geçen gün sizdeyken siyahlar içinde girdi odaya. Sesi de ekolu geliyor böyle. Gözleri elipse yakın. İnsanın yüzüne gözünü kırpmadan dakikalarca bakabiliyor. Bak dakikalarca diyorum. Korkuyorum ben senin kız kardeşinden Buğra. Elimde değil oğlum. (21:51) Buğra: Gelme lan bir daha evime. (21:51) Duru: Buğra alınma arkadaşım ama İlay’ın biraz ürkütücü bir yanı var gerçekten. (21:51) Tevfik: Abarttınız şu an. (21:52) Burak: Aynen abarttık kanka. Geçen gece Buğralardayken tuvalete kalkan, koridorda İlay’ı gördüğün için işemeden geri dönen sen değil miydin? (21:52) Buğra: Saksıya sen mi işedin lan it? (21:53) Alina: Kusuyorum köşede. Bırakın kolumu. Çıkacağım bu gruptan. (21:53) Onlar her zamanki gibi birbirlerine laf yetiştirmeye devam ederlerken, telefonumu evden çıkmadan önce şarja takmayı unuttuğum için uygulamadan çabucak çıkıyorum. Ekranı kilitleyip telefonumu çantaya sıkış tepiş koymanın bir yolunu bulmamın ardından da yolu seyrediyorum. Arkadaşlarımı seviyorum. Onlarla eğlenmeyi, sohbet etmeyi, kafamı her koşulda dağıtmayı başarabiliyor olmalarını da çok seviyorum. Alina ve Tevfik’le liseden beri arkadaşız. Biz Alina’yla bale bölümündeyken Tevfik müzik bölümündeydi ve her öğle arasında mutlaka okulun karşısındaki kafede onunla denk gelirdik. Arkadaşı yoktu. Bunu ilk kez Alina fark etmişti ve onun tek başına oturduğu masaya geçip selam vermişti. Aldığımız yemekleri masaya dizerken doğaldık. Tevfik zaten bizim arkadaşımızmış, her öğle yemeğinde bir araya gelirmişiz gibi davranmak zor gelmemişti. O günden sonra da öyle olmuştu gerçekten. Bütün öğle yemeklerini okulun karşısındaki kafede beraber yiyorduk. Sonra onu gösterilerimize çağırmaya başladık. O da gitaristi olduğu bir grubun ufak bir mekânda sahneye çıktığını söyledi, Alina’yla beni oraya çağırdığında koşa koşa gittik. Sadece arka planda gitar çalan çocuk olmaktan fazlasını hak ediyordu. Sesi güzeldi. Yani hâlâ öyledir ve bize şarkı söylemesi için ona yalvardığımızda kızara bozara söyler. Üniversiteye gittiğimizde de birbirimizden hiç kopmadık. Alina’yla ben aynı bölümdeydik zaten. Tevfik başka bir okulu kazanmıştı. Orada da sessiz sedasız takılacağını bildiğimiz için Alina’yla onun okuluna gidip gelirdik. Fakat Tevfik’in Buğra’yla tanışması, onun takıldığı ortamlara girip çıkması çok sürmemişti. Sürekli bize Buğra denen bir çocuktan bahsetmesi Alina’yla ikimizi gereksiz kıskançlık krizlerine sürüklüyordu. Derdimizin ne olduğunu anlayamıyorduk ve sesli bir şekilde birbirimize arkadaşımızı kıskandığımızı da söyleyemiyorduk. Neticede Tevfik’in farklı arkadaşlar edinebilmesi iyi bir şeydi. Bunu bozmak manasızlıktan, hatta çiğlikten başka bir şey değildi. Buğra’yla tanışmaya karar verdik. Yanında Burak’ı da getiren kocaman gövdeli Buğra’yı sevmeyeceğime kendimi şartlamıştım ama öyle olmadı. Günün sonunda ikisini de sevdiğimi kendime itiraf etmekten başka bir şansımın olmadığını kabullenerek yanlarından ayrıldım. Üniversitedeki gösterilerimizi seyretmeye gelen bu üçlüden en kârlı çıkan Burak olurdu. Mezuniyet balomuzda bile kızların kendisiyle dans etmesini sağlaması bir buçuk dakika sürmüştü. Şeytan tüyü var adamda. Tevfik kenarda kızarıp bozarırken, o genişçe sırıtıp küllü kumral rengindeki saçlarını geriye atarak caka satardı. Buğra ise… O biraz karışık bir mevzu. Bir ara Alina’yla ikisinin arasında bir şeyler olacağından çok emindik. Lakin öyle olmadı. Alina dans bölümünden başka bir çocukla çıkmaya başladı. Çok geçmeden bizim grupla da tanıştırdı çocuğu. Çok sürmeyeceğini tahmin ediyor olsam da arkadaşıma bir şey söylemedim. Zaten bir ya da bir buçuk ay sonra çocuktan ayrıldı. Ancak onun ayrıldığı vakitlerde Buğra’nın hayatına birisi girdi. Kızı bizimle tanıştırmaya getirdiğinde Alina da çocuklara sevgilisinden ayrıldığını söylemek üzereydi. Bir süre sonra ikisinin de hayatında kimsenin olmadığı bir dönemin içine girmiştik. Fakat bu sefer de gittiğimiz mekânda liseden birkaç arkadaşımızla denk geldik ve Alina onlara Buğra’yı tanıtırken bir tek ‘bu çocuk benim kan kardeşim canlar’ demediği kaldı. Ondan sonrasında alttan alttan bazı imalar oldu ama bunlar asla büyümedi. Arkadaş grubumuzun tuzu biberiymiş gibi düşünülmeye başlandı. Taksi nihayet durduğunda parayı verip kendimi dışarıya atıyorum. Kulübün önündeki kalabalıktan sıyrılıp nasıl geçeceğimin hesabını yapmaya çalışırken bir kadının bağırtısını duyuyorum. “Senin suratını dümdüz etmeden beni içeriye alacaksın!” Çizmelerimin topukları kaldırımda tak tak sesler çıkarıyor ve ben her iki sesi de birbirinden ayırt etmekte hiç zorlanmayarak kaşlarımı yukarı kaldırıyorum. Ne olduğunu anlamak gibi manasız bir gayrete bulaştığımda da geriye adım atamıyorum, çünkü birisi beni kolumdan tutup çekiştirmeye başlıyor. “Ne oluyor ya?” diyerek kendimi o elin sahibinden kurtarmayı deniyorum. Kolumu silkelesem de faydasını göremeyince bakışlarımı yüzüne taşıyorum. Devasa bir kadın… Çok büyük. Yemin ederim ki doğruyu söylüyorum size. Ben uzun boyluyumdur. Babama çekmişim. Minyon biri sayılmam yani. Buna rağmen kolumdan tutup çekiştiren kadının bambaşka bir mesele olduğunu düşünüyorum. “Buldum kız buldum seninkinin takıldığı karıyı!” Aaa! Ne münasebet?! Ne alakası var?! Kim kiminle takılıyormuş? Ayrıca sizinle tanışıyor muyuz hanımefendi? Niye karı diyorsunuz bize? “Bırakır mısın kolumu?” derken kaşlarımı çatıp bir kez daha kolumu silkeliyorum. “Debelenip durma kız sen de,” diyor devasa kadın bana. Hayretler içindeyim. “Bırak kadıncağız biraz saçını başını yolsun rahatlasın. Öldürecek değil ya seni.” “Kim kimi öldürüyormuş?” diyorum çizmemin topuğuyla kadının ayağına basarak. Acıyla inlerken kolumu bırakıyor, ben de morarttığını düşündüğüm etimi ovalıyorum. “Manyak mısınız siz? Ben kimseyle takılmıyorum!” “Elime dolayacağım seni süprüntü karı!” Devasa kadının muhatap aldığı diğer çığırtkan sesli kadın koştura koştura yanıma geliyor. Saçlarımı eline doladığında bileğinden tutup tırnaklarımı geçiriyorum ama ne olduğunu algılayamıyor olmak gücümü de köreltiyor sanki. Mahalle kavgasına mı çattık? Nedir? Tam olarak çözsek ona göre davranacağız da. “Ağzını topla bir sen,” diyorum saçlarımı çekiştirip durduğu için inleyerek. “Yanlış kişiye saldırıyorsun şu an. Bırak saçımı!” “Yeşil gözlü karı sensin işte,” diyerek saçlarıma biraz daha asılıyor. Ben de tırnaklarımı bileğine tamamen geçiriyorum ve acı içinde çığlık atmasına sebep oluyorum. “Koskoca İstanbul’da başka yeşil gözlü kadın yok çünkü! Bir tek ben varım! Ay sen deli misin ya?!” Güvenlik görevlisi yanımıza geliyor. Kadını belinden kavrayıp benden uzaklaştırmaya çalışırken canım daha çok acıyor çünkü saçlarımı asla serbest bırakmıyor. Çok iyi oldu tüm bunlar. Harika bir akşam için harika bir başlangıç yaptık fark ettiyseniz. Saçlarıma veda ediyoruz hep beraber. Videosunu çekenlerden alırsınız. Birileri ağzıma ağzıma kamera sokmaya çalışıyor şu anda. Evet, sosyal medyada çok izlenen videonun kahramanlarından biri olmak da varmış kaderde. Ne yapacaksınız? “Rıza’nın peşini bırakacak mısın bırakmayacak mısın? Söyle çabuk!” “Rıza kim be?” derken topuklu çizmemin avantajını kullanıp kadının ayağını yere bakmadan bulmaya çalışıyorum. En sonunda istediğim şeye ulaştığımda da ayağına iyice basıyorum kalın topuğum sayesinde. Attığı çığlık kulaklarımı tırmalıyor. Fakat hissettiği acı yüzünden saçlarımın arasına daldırdığı eli gevşiyor ve hızlıca sıyrılarak onu kendimden uzağa itiyorum. Bu hareketim nedeniyle kadını belinden kavrayan güvenlik görevlisinin de boşluğa düşüyor. Dengesini tutturamayınca da kaldırım kenarındaki yağmur çukurunun içine devriliyor. Kucağında kadınla beraber… Üst üste bir şekilde… “Duru!” Alina’nın sesini duysam da kafamı çevirip arkadaşıma bakamıyorum. Devasa kadın bile şokta şu anda. Bir bana bir de güvenlik görevlisinin kucağında debelenen kadına bakıyor. “Doğum günümü kutlamamalıyım,” diye mırıldanıyorum elimi acıyan enseme götürerek. “Başıma daha ne gelebilir ki bunu anlamam için?” Alina devasa kadının sırtına atlayıp onun saçlarını eline doladığında ne gelebileceğini gözlerimle görmem gerektiğini düşünüyorum. “Sen kimsin de benim arkadaşıma saldırı düzenliyorsun?” diye bağırarak devasa kadının saçlarını çekiştiriyor. Fakat yere devrilmekten çok uzakta olan kadının teni bile terlemiyor. Alina ufak tefek bir kızdır. Bu kadın onu çiğ çiğ yer ama arkasını dönmeye yeltendikçe arkadaşımla beraber hareket ettiği için hiçbir şey yapamıyor. “Çete misiniz siz? Ne istiyorsunuz koskoca Duru Üstün’den?” Çığıra çığıra söylediği adım ve soyadımdan sonra hafifçe çiseleyen yağmur bile duruyor sanki. Her şey, herkes susuyor. İnsanların tamamı donma kararı alıyor. Ağaçtan düşen yaprak dahi bir süreliğine havada kalmaktan başka bir şey yapamayacağına kanaat getiriyor. Gözüme girmek üzere olan telefonun kamerasını çalıştıran kişi gözünü kırpmadan yüzümü seyrediyor. “Duru.” Bu sefer sesini duyduğum kişi arkadaşlarımdan birisi değil. Bu sefer ayvayı birkaç parçaya bölemeden bütünüyle yutuyorum. Metehan Kurtoğlu’na omzumun üstünden bakarken hala kayıtta olan telefon kamerasına açıklama yapamayacak vaziyetteyim. Eğer olsaydım bir daha doğum günümü kutlamak için dışarıya çıkarsam beni linç etmelerini söylerdim. Metehan’ın ismimi söyledikten sonra benden bir cevap beklemeyişi, hatta yüzünde en ufak bir şaşkınlık emaresine rastlamayışım üzerinde durulacak şeyler olmuyor. Çünkü o hepimizden atik davranarak telefonun kamerasını burnuma sokma gayretinde olan kişiyi kolundan kavrıyor, elinden telefonunu alıyor ve kaydı durdurup ekranda birkaç defa parmağını oynatmayı tercih ediyor. “Tamamdır koçum,” diyor sonunda da. “Al telefonunu, temiz. İşine bak hadi.” Neydi şimdi bu? Bu defa Metehan Kurtoğlu’nun kafasını ezme hayalleri kurmuyorum. Kendi kafamı bir kayaya dayayıp ağır bir taşla sivri köşelerin hakkından geldiğimi düşlüyorum. Bence buna bayağı ihtiyacım var. Sırtında Alina’yla beraber dönmeyi bırakan devasa kadın gözünü kırpmadan bana bakıyor. Ben de Metehan’ın ciddi suretinden aldığım bakışlarımı kendisine çevirerek göz kırpıyorum. Ne olmuş yani? Böyle şeyler hiç mi başınıza gelmiyor? Burnunuza sokulmaya çalışılan bir telefon kamerasıyla tanışmadınız mı hiç? Sonra o kayıt alan telefonu kendi malıymış gibi eline alan, muhtemelen çekilmiş olan videoyu silen biriyle de mi karşılaşmadınız? Böyle şeyler çok normal değerli konuklar. Ben de her gün bu tarz olaylar yaşamıyorum fakat yaşıyor olanlara saygı duyuyorum. Neticede burada üstüne atlanan, mağdur olan, Rıza denen bir herifin takıldığı kadınmışım gibi davranılan şahıs benim. O Rıza’yı bir bulsak keşke. Ağzına doğru tükürük yağmuru gösterisi başlatsak! Buğra Alina’nın koala misali kadına yapışmış olmasını umursamadan harekete geçiyor. Geç bile kaldı bence. Arkadaşımı belinden kavrayıp iki kiloluk bir poşeti taşıyormuş gibi rahatlıkla yere bırakırken, “Kızım sen niye böyle atlıyorsun kendinin beş katı büyüklüğündeki insanların üzerine?” demeyi ihmal etmiyor. Aferin Buğra. Biz akıl edemedik çünkü bu azarlamayı şimdi yapmayı. Devasa kadından dayak ye de aklın başına gelsin, hadi bakayım. “Höst ulan!” Devasa kadının sesi bir kez daha kükrer gibi çıkınca Metehan olaya müdahale ediyor derhal. “Hanımlar sakinleşelim,” dediğinde sabahtan beri aynı şeyi talep etmiyormuşum gibi sessizlik oluyor. Kaldırım dibine, yağmurun oluşturduğu çukura düşen çirkef kadınla güvenlik görevlisi de toparlanıyorlar. Berbat görünüyor olmalarını umursamadan dikkatle Metehan’a bakmaya başlamaları çok saçma. Alo! Az önce bizi dövüyordunuz siz. Evet, siz karı hanım! “Bir yanlış anlaşılma olduğu ortada. Eğer konu büyürse güvenlik arkadaşlardan biri polisi çağıracak. Karakolla, polisle, ifadeyle uğraşmak istemiyorsanız burayı hemen boşaltın.” Çil yavrusu gibi dağılan topluluğa ağzımı iki karış açarak bakıyorum. “Nereye gidiyorsun sen acaba?” diye deliriyorum bir anda. Alina beni tutsa da aldırış etmiyorum. Bir koluma Buğra giriyor, diğerlerinin nerede olduklarını bile göremeyecek kadar gözüm dönüyor. “Saçımı yoldu o benim! Saçımı yolan kadını öylece bırakacak mıyız? Gel buraya! Sen uğraşmak istemeyebilirsin ama ben gayet uğraşırım karakolla, ifadeyle, polisle, bilmem neyle.” Beni sallamadan giden çirkef kadına ve onun yandaşı gibi görünen devasa kadına arkalarından çırpınarak bakabiliyorum. Metehan ise beni tutan arkadaşlarıma da çok da takılmayarak tam önümde duruyor ve bana kaşlarını alnına doğru yükselterek konuşuyor. “Sakin oluyorsun sen de Duru,” dediğinde kaşlarımı burnuma kadar çatan ben oluyorum. “Olay büyümeden gidelim buradan.” Şaşkınlıkla ona baktığım saniyelerin sonunda, “Senin saçını yolmadığı için sakinlikten bahsedersin tabii,” diyorum aceleyle. “Ayrıca nereye gidiyoruz? Biz buraya eğlenmeye geldik. Onlar gitsinler.” Metehan nefesini sesli biçimde bırakarak, “Burası şu anda güvenli bir bölge sayılmaz,” diyor ve ben ne dediğini algılayamayarak ona muşmula bir suratla bakmaya devam ediyorum. “Bak içeride değişik tipler varmış. Normalde fena bir mekân değildir ama güvenlik kısmında ciddi sıkıntıları var. Yöneticisi eski bir arkadaşım olduğu için uğrayıp destekte bulundum.” Bana verdiği detaylar neden burada olduğunu açıklasa da kaynar bir kazanı anımsatan öfkem kabara kabara etrafı su içinde bırakıyor. Üstelik değdiği teni de haşlayacağı çok bariz. Alina’nın tutuşundan silkelenerek sıyrılıyorum. Buğra da ona çatmamı hiç istemiyormuş gibi kolumu serbest bıraktığında Metehan’a bir adım yaklaşarak aşağı düşen bakışlarıyla aynı çizgide duruyorum. Benim gözlerim yukarı tırmanmak suretiyle başarabiliyorlar bunu. Neticede boyu uzun bir genç kadın olsam da Kurtoğlu genlerinin sağlam işlediğini açıkça gösteren Metehan’a yetişmem mümkün değil. “Bilgilendirme için teşekkürler,” diyorum anlık bir tebessümle. Yeniden ciddiyete boyanan yüzüme kinaye dolu bir bakış armağan ettiğini fark ediyorum. Lakin bu kısa sürüyor. O yüzden Metehan’ın suratına uzanıp iki tane tırnak izi bırakmaya yanaşamıyorum. “Ama senin burada ne maksatla bulunduğun beni hiç alakadar etmez.” Arka fonda Kurtlar Vadisi operasyon müziği çalmaya başladı bile. “Öyle mi?” dediğinde başımı itinayla yavaş yavaş sallıyorum. Herkes yerini, yurdunu bilmek mecburiyetinde arkadaşlar. “Yanlış anlıyorsun Duru. Seni bilgilendirmek için söylemiyorum bunları. Başını beladan kurtarmak için yol yapıyorum ki problem çıkarma.” “Başım belada değildi benim,” derken dilim yamulacak ve bir daha kelimeleri doğru telaffuz edemeyeceğim diye korkuyorum. Basbayağı yalan söylüyorum çünkü. Yakında insanları birbirine düşürmeye bayılan birine de dönüşürüm ben. Metehan kaşlarını eğerek, “Hadi ya,” diyor alay dolu bir ses tonuyla. “Dışarıdan görünen hiç öyle değildi. Kadın senin saçlarını yolup eline vermek için yemin etmişe benziyordu.” “Beni Rıza’nın takıldığı kadın zannetmiş!” Hırsla söylediğim sözcüklere karşılık ellerini beline dayayıp halimi ve tavrımı seyretmeye koyuluyor. Bir an için sendeleyip arkadaşlarımdan yardım isteyeceğimi düşünüyorum. Hemen sonra bu düşüncenin kafasını kendi ellerimle koparıyor, kenara atıyor ve üstüne bir kova su dökmeyi ihmal etmiyorum. Metehan ise devam etmemi istercesine başını çok hafif bir şekilde aşağı yukarı oynattığında gözüme girmek için uğraşan perçemime üflüyorum. Bu beyefendiyi yine içten içe eğlendirecek gibi oluyor sanırım. Fakat değiştirmediği ifadesi bana geniş bir yelpaze de sunmuyor tabii ki. “Rıza kim? Tanımıyorum bile! Kimseyle takılmıyorum, kimsenin kocasını ya da sevgilisini istemiyorum ben zaten. Rıza gibi adamlar benden uzak dursunlar. Şerefsiz bir köpeğin ekmeğine yağ sürecek kadar kafayı yemedim, değil mi?” Kendimi onaylarcasına hızlı hızlı başımı salladığımda Metehan da kafasını omzuna doğru eğip gözlerini kısıyor. “Yemedim elbette! Ayrıca gözlerimin yeşil olması benim kabahatim mi? Öyle yaratılmışım. İstanbul’da tek yeşil gözlü kadın da ben değilim. Yani benim Rıza’yla alakam yok. Olmayacak da! Rıza benden bir uzak dursun!” Nefes nefese karşısında durduğum adam da dâhil olmak üzere herkes sessiz kalıyor. En nihayetinde omzumdan çantamın zinciri kayıyor, yere kapaklanıyor ve içinden çıkanlarla beraber sessizlikte çok rahat duyulabilecek patırtıyı doğuruyor. “Üf ama,” diye sızlanarak dizlerimi kırıp yere çöküyorum. Benimle aynı anda yere çöken diğer kişi ise Metehan Kurtoğlu olduğu için dilimi hatırı sayılacak biçimde ısırıyorum. Kanatmazsam hatırım kalır çünkü. Birisi bana zarar veremediyse de ben kendime veririm sevgili konuklar. İçinizi ferah tutun o konuda. “Nefes al biraz,” diye mırıldanan Metehan’ı duyuyorum ve o sanki bunu söyleyen kendisi değilmiş gibi yere düşen rujumu bana uzatıyor rahatlıkla. Parmaklarının arasından rujumu adeta çekiştirerek alıyorum. Gereksiz bir güç uyguluyorum yani. Metehan da bu tavrıma varla yok arası bir gülümseme bahşettikten sonra telefonumu da yerden alıyor. Çantama her ikisini de sıkıştırarak kokusunu yakından soluyabildiğim ve bundan hiç ama hiç hoşlanmadığım adamdan uzaklaşıyorum. Çevik bir hareketle ayağa dikildiğimde o da gecikmeden aynı şekilde karşımda yükseliyor. Ulu bir ağacın nasıl o hale geldiğini göstermek maksadıyla haftalarca sabredilerek çekilmiş bir video kaydı gibi. “Gençler eğlenmek istiyorsanız kulübümüzün kapısı size açık,” dediğini duymak ise dengemi bir çuvala koyup duvarlara fırlatmayı başarıyor. Metehan bu kelimeleri yan yana getirirken bana bakmamayı seçiyor, arkadaşlarımla oralı olduğunu görmek ise bu akşamı çenemi kırmadan bitiremeyeceğimi düşündürüyor bana. “Aynı semtteyiz hem. Rahat edersiniz.” O az önce gençler mi dedi? Kendisi elli sekiz yaşında bir adam da benim mi haberim yok acaba? Buğra’ya kaşlarımı kaldırıp olumsuz bir cümle kurması için imada bulunuyorum fakat gevşek herifin işine geliyor Metehan Kurtoğlu’nun yapmış olduğu davet. “Bize uyar abi,” diyor hızlıca. Abi mi? İstersen bir de adamın elini öpüp alnına koy. Sen seversin kabadayılık işlerini. “Çocukları arıyorum hemen oraya geçsinler diye.” “Benim doğum günümde bana söz hakkı verilmemesi ne garip,” diye homurdanıyorum. Alina omzumun üstüne çenesini yaslayarak, “Kuşum Han’ın bu semtteki kulübü çok gelişmiş diyorlar. Biz de hiç gitmiyoruz ne zamandır,” diye mırıldandığında beni bıçaklamış kadar oluyorum. “Adamakıllı bir solist dinleriz. Azıcık kurtlarımızı dökeriz. Dans edip kaliteli müzik eşliğinde vakit geçirmek bizim de hakkımız değil mi?” Onlara engel olamayacağımın farkındayım. Küsüp çocuk gibi eve gitmek istediğimi söyleyebilirim fakat bunu da karakterime yakıştıramayacağım için sessizlik örtüsünü kuşanıyorum. Alina bu sessizliğin geldiği anlamı bildiği için kocaman sırıtıp beni yanağımdan şap diye öpüyor. Kafa radyom açılıyor an itibariyle. Susturamadığım sese içten içe ben de eşlik ediyorum. Şap öpeyim mi? İçime de çekeyim mi? Bal akıyor her yerinden, of of diyeyim mi? “Şuradan bir taksi çevirelim,” diyor Buğra çocukları arayıp yanımıza döndüğünde. “Tevfik’le Burak da direkt mekâna geçiyorlarmış.” Metehan birkaç saniyeliğine yanına uğradığı güvenlik görevlisine ne dediyse adam eyvallah çekiyor. Kurtoğlu ailesinin iftihar ettiği isim ise tekrar aramıza katıldığında Buğra’nın kurduğu cümleleri duyuyor sanırım. “Benim araç burada,” diyor kendine muhatap olarak Buğra’yı alarak. Çünkü ben saksıyım burada. Kollarım filizlenmeye müsait bir çiçeğin iki yandan açılmış yaprakları. Ayaklarımın dibinde köküm var. Vasfım burada sessiz sedasız durmak… Fotosentez de yapabiliyorum hatta. Metehan’ın beni ciddiye alacağı bir özellik değil tabii bu. “Gelin beraber geçelim.” “Abi süper olur,” diyor Buğra da neşeyle gülerek. Doğum günü benim olmasına rağmen neşesizlikten asfaltı yalayacak olan kim peki? Yine ben. On iki kasımın üzerimde böyle bir etkisi var demek ki. Metehan’ın aracına doğru ilerlerken onun birkaç adım arkasında olmamızdan faydalanıyorum ve Buğra’nın koluna elimin tersiyle yapıştırıyorum. O ağzını abartıyla açıp ne yaptığımı sorduğunda da sesini çıkarmaması için gözlerimi belertiyorum. Yüzünü acıklı bir ifadeye büründürüyor. Hiç etkilenmeden bu sefer de karnına uzanıp o kısmı çimdikliyorum. “Seni çok fena haşlayacağım, bekle sen bekle,” diyorum ağzımın içinden konuşarak. “Bunlar çok iyi anların. Tadını çıkar. Seni mahvedeceğim ben Buğra pisliği.” Metehan’ın kocaman cipinin önüne geldiğimizde Buğra beni bir kere daha delirtecek o hareketi yapıyor. Arkaya Alina’nın yanına kuruluyor ve beni ön koltuğa oturmaya mecbur bırakıyor. “Yer var orada,” diyorum kapıyı kapatmasına müsaade etmeden. “İlerle ortaya doğru.” “Sıkışalım mı şimdi Duru?” “Öf kavga etmeyin,” diyor Alina bacaklarını ileriye doğru uzatarak. “Kuşum sen de öne geçiver işte. Bir daha sıkış tepiş gitmeyelim, olmaz mı?” Sizinle elbet hesaplaşacağız. O gün gelecek ve o gün geldiğinde benden kurtulmak için ne kadar yalvarırsanız yalvarın gözünüzün yaşına bakmayacağım. “İyi,” diyorum bu nedenle içime dolan hırsa mani olamayarak. “Öyle olsun. Ona da peki diyelim.” Kapıyı biraz gürültülü bir şekilde kapattığımda cam titriyor. Dudağımın köşesini hafif hafif ısırarak yolcu koltuğunun olduğu kapıyı uzanıyorum. Metehan da aynı anda kendi kapısını açıyor ve ben onun bakışlarıyla kendimi yeni bir deliliğe gark etmeden koltuğa yerleşiyorum. Kapıları aynı anda kapatıyoruz. O arabayı çalıştırırken sessizlikten hoşlanmıyor olmalı ki, yarım kalmış olan müziğin de yeniden araca yayılmasını sağlıyor. Sakin, insanı dinlendiren, yüksek seste çalmayan yabancı parçayı ilk kez duyuyorum. Sözlerine odaklanamıyorum işin aslı. Şu anda Metehan Kurtoğlu’nun aracında, onun kulübüne doğru hareket ederken bizimkilerin hoşuna gitmeyecek bir şey yaptığımı düşünüyorum. “Bitecek,” diye fısıldıyorum kendi kendime. “Bu akşam da bitecek ve ben bir daha doğum günümde dışarıya çıkmamayı öğrenmiş olacağım.” “Bir şey mi dedin bebişim?” Alina’nın koltuğun arasından başını çıkarıp bana seslenmesiyle beraber yapmacık gülümsememi yüzüme yapıştırıyorum. “Şimdiden çok eğleniyorum diyordum. Harika bir akşam oluyor. Mutluluktan havalara uçuyorum Alina.” “Unutamayacağımız bir gece olacak bence,” diyor Alina heyecanını bana da bulaştırmak için elinden geleni ardına koymayarak. Tabii sizin bizim ne çektiğimizden haberiniz yok. Bu yanımızda oturan adam dokuz yaşında kızın kalbini aldı, duvarlara fırlatıp sanatsal bir çalışmayı seyreder gibi uzun uzun seyretti. Hey gidi! “Bu senin şimdiye dek katıldığın en güzel doğum günü partisi olacak Duru. Hazırlan.” Yol bitmek nedir bilmiyorken sıkılıp müziği değiştirmeye kalkışıyorum. Metehan’la bunu aynı anda yaptığımız için işaret parmaklarımız orta noktada birbirine değiyor ve aynı hızla da birbirinden kopuyor. Kollarımı göğsümde kavuşturmayı tercih ederek kendi köşeme siniyorum. Burada olmayı hiç istemiyorum. Burada olmayı hiç istemedikçe de boğazıma bir yangından ödünç alınmış kıvılcım destesi yerleşiyor. Kulübün bulunduğu caddeye girer girmez göğsüm sıkışıyor. Caddenin rengârenk ışıkları gözlerimi belli ölçüde kısmama sebebiyet verdiğinde araç da tam kulüp girişinde duruyor. “Teşekkür ederiz,” diyen Alina oluyor arabadan inmeden önce. Buğra da kendince bir minnettarlık sergileyerek Alina’nın peşinden atladığında kollarımı göğsümde bağlamaya son veriyorum. “Korkma,” diyorum elim kapının koluna uzanırken. “Bu sefer abuk sabuk şeyler içip seni zor durumda bırakmayacağım.” O günü belki de hatırlamıyordur. Bu ihtimal yüzümü buruşturmama neden olurken kapıyı açıyorum ve inmek için hamle yaptığımda Metehan’ın, “Beni zor durumda bırakmazsın,” dediğini duyuyorum. “Ama kendine çok da hoş olmayan bir gece yaşatırsın.” “Artık çocuk değilim,” diyorum bir ayağımı dışarıya atıp yandan onun suratına bakarak. Sık kirpikleriyle sarmalanmış kopkoyu görünen yeşil gözleri benim her an gidecek gibi duran bedenime bakıp geçiyor. “Nasıl içeceğimi biliyorum. Kendimi rezil etmeyeceğim.” Metehan bir şey söylemek için dudaklarını aralıyor fakat Alina’nın bana bağırdığını duyunca onu dinlemeden araçtan tamamen iniyorum. Kapıda bekleyen koca cüsseli görevlilerin yanından geçmeden önce onların indiğim arabaya baktığını, sonra başlarını öne eğip bana geçmem için yol verdiklerini görüyorum. Buraya Kurtlar Vadisi jeneriği gelsin direkt. Daha manalı olacak belli ki.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE