#7:Hesap

2690 Kelimeler
İnsanoğlu her zaman her şeyi sorgulardı. Varlığını sorgulardı mesela. Sonra dünyaya geliş amacını sorgulardı. Sonra Yaradan'ı sorgulardı. Ama hiç kimse bunu neden yaptığını bilmezdi. Her şeyi irdelemek ve bir nedene bağlamak isterdi. Oysa bazı şeyler bilinmezlik içerisindeyken daha iyidir. Mutlu olmak için bazen bilmemek gerekir. Nitekim şu an Sıraç'ın burada olan varlığının sebebini, nasıl seberst kaldığını ve bana beni öldürecekmiş gibi bakmasının nedenini deli gibi merak ediyordum. Ama biliyordum ki, bunu bilmemek bana iyi gelecekti. Sağ elini havaya kaldırıp boydan boya olan camı tıklattı. Olduğum yerde tıkılıp kalmıştım. Hareket etmeyi bırakın, doğru düzgün düşünemiyordum bile. Tekrar camı tıklatmasıyla olduğum yerde sıçrayıp, ona bakmaya devam ettim. Kaşlarıyla pencerenin kolunu gösterince ayaklarım benden bağımsız camın önüne geldi ve ellerimde ayaklarımla iş birliği içinde hareket edip camı açtı. İri bedeni camdan içeriye adım attığında, yüzüne korkuyla ve büyük bir şaşkınlıkla baktım. Aman Allah'ım ben az önce ne yaptım?!.. Üzerime doğru yürümeye başlayınca ufak adımlarla geriye doğru kaçmaya çalıştım. Gözlerini yüzümden çekip vücudumda gezdirdi ve dudaklarına arsız bir gülüş peydah oldu. İmalı gülüşünden dolayı kendimi süzme ihtiyacı hissettim. Başımı hafif aşağıya doğru eğdim ve gördüğüm şeyle ayak parmaklarımdan başlayıp, saç diplerime kadar kıpkırmızı olmuştum. Sıraç'ın karşısında bornozla duruyordum. BORNOZLA!! Bütün korkumun yerini utanç alırken anında arkamı dönüp banyoya doğru yürüdüm. Bir anda belimden çekilmemle ikinci bir şok dalgası vücudumu tesiri altına alırken, sırtım sert göğsünü sahiplenmişti bile. "Bir yere mi gidiyordun?"kulağıma doğru kısık sesiyle fısıldaması, tüylerimi diken diken etmişti. Nefesi kulağımın altını yakıp geçerken titrek bir nefes soludum. "Demek yine konuşmuyorsun." kolu belimi daha sıkı sarmaya başladı. Artık tüm bedenim ona yapışmıştı. Aldığım titrek nefesleri akciğerime ulaştıramadan dışarı iade ettiğim için ciğerlerim bir nefeslik oksijen için çırpınmaya başlamışlardı. Ama o durmuyordu. Kafasını boyun girintime yerleştirip derin bir nefes çekti. Konuşmamak için dilimi ısırdım ama ciğerlerim gerçekten isyanlardaydı. "Neyse, buluruz konuşturmanın bir yolunu." başı hala boynumdaydı ve konuşurken dudakları tenimde temas ediyordu. Resmen bana işkence ediyordu. Belimdeki elini biraz gevşetince ondan uzaklaşmak için öne doğru bir adım atmıştım ki, bel oyuntularıma yerleştirdiği elleri sıkılaşıp beni pençelerinin arasına hapsetti tekrar. Elleri yumuşak ve narin hareketlerle bel oyuntularımdan karnıma doğru hareket etmeye başlamışlardı. Ne yaptığını yahut ne yapmaya çalıştığını anlayabilmiş değildim. Elleri biraz daha ilerleyip bornozun bel bağlarının düğüm şeklinde bulunduğu yerde durdu. "Hazır mısın?" dudaklarındaki ateş tekrar tenimi kavururken, ellerimi kaldırıp ellerinin üzerine koydum. Ciğerlerimin isyanını haklı bulup derin bir nefes aldım. Burnuma yine vanilya dolmuştu. "Dur!" fısıltı gibi dökülmüştü ihtarım dudaklarımın arasından. Ama o beni kaile bile almadı. Elleri aynı yavaşlıkta hareket etmeye devam etti. "Yalvarırım, dur!" bu kez daha bir yüksek çıkmıştı isyanım. Bu defa etkili olmuş olacak ki elleri olduğu yerde durdu. "Aferin, Dilsiz'e." alaylı cümlesine aldırmadan kollarının arasından çıkmaya çalıştım. Pençelerini tekrar daraltmasıyla birlikte soluğum kesilmişti. Kafamı yana doğru çevirip, çelimsiz bir sesle sordum. "Ne istiyorsun benden?" sesim o kadar cılızdı ki, ben bile zor duymuştum. Başımı çevirmemle yüzlerimiz arasındaki mesafe yok denecek kadar azalmıştı. Gözlerinde ilk defa bu kadar yakından bakıyordum. Hiçbir duygu okunmuyordu mavilerinden, belki biraz garip ama tehditle bile parlamıyorlardı irisleri. Sanki gözlerinin önüne bir set çekilmişti. O dışarıyı tüm çıplaklığıyla görebiliyordu ama dışarıdan herhangi bir şey ona dokunamıyordu. Çıplaklık dedim de aklıma geldi. Ben. Sıraç'ın. Kollarının. Arasında. BORNOZLAYIM. Aklıma gelenlerle tüm vücudum tekrar bir kızarma evresi içine girmişti. Gözlerimi kaçırıp başımı tekrar önüme döndüm. Kısık sesli gülüşü kulağıma dolmuştu. Gerçekten aferin bana suratsızın tekini bile güldürebilmiştim. Zaten şu saçma dünyada bir tek kendimi güldürmeyi becerememiştim. Burnu tekrar boyun girintime yerleşmişti, sanki yeri orasıymış gibi hiç yadırgamamıştı tenim onu. Derin bir soluk daha çekti içine. "Tuhaf. " yüzümü tekrar ona doğru çevirdim. Çok yakındık. " Tuhaf olan ne?" asıl soru, normal olan ne? Ama sormuş bulundum bir kere. "Benim gibi kokuyorsun, ama bir şey eksik." vanilyalı duş jeli sayesinde onun gibi kokmaya başladığım doğruydu. Ama daha önce de söylemiştim o, sadece vanilya kokmuyordu. Başka bir şey daha vardı ama, ne olduğunu bilmiyordum. "Elini cebime sok." "Hı?" ne vardı yani anlamamış olamazmıydım? "Elini- cebime- sok!" bu kez tane tane söylemişti ama yine anlamamıştım. Cümleyi anlıyordum ama böyle bir şeyi neden yapmam gerektiğini kavrayamıyordum. "Kendi elin yok mu?" kahvaltıda ne yediğimi hatırlamıyordum ama yürek olmadığına emindim. O zaman bu diklenmeler de neyin nesiydi. "Ellerimi bırakayım da, kaç hemen değil mi? Bu yaşta bu zeka sence de fazla değil mi? Emri ikilettin, üçüncüsü de olursa, olacaklardan sorumlu değilim." "Hangi cep?" itiraz etmenin bana bir yararı dokunmuyordu. "Sağ." sağ elim arkaya doğru uzatıp cebine dokunmaya çalıştım. Ama ellerim o kadar çekingen ilerliyordu ki, aradaki kısa mesafe bir an hiç bitmeyecek sandım. Elim cebine değdiğinde parmaklarım titremeye başlamışlardı. Elimi cebine soktuğumda aradaki kumaş parçasına rağmen tenini hissedebiliyordum. "Paketi çıkar!" Hızlı hareketlerle parmak uçlarıma değen sigara paketini tutup çıkardım. Ardından derin bir nefes soludum. Paketi ona doğru uzattığımda sadece yüzüme baktı. "İçinden bir dal çıkar," dediğini yapıp, paketin kapağını açtım. Çakmak da paketin içindeydi. İçindeki sigara dallarından bir tane çıkardım titreyen parmaklarımla. Beyaz tarafından tuttuğum sigaranın sarı renkli kısmını ona doğru uzattım. Başını yaklaştırarak sigarayı iki dudağının arasına hapsetti. Dudakları sigarayı sahiplenirken parmaklarımda da kısa süreli misafir oldu. Sıcak ve ıslak dudakları parmak uçlarıma değdiği an, yeni bir titreme sardı vücudumu. Neyseki çok uzun sürmemişti. "Yak!" bana emir vermesi gerçekten sinirimi bozuyordu ama el mahkumdu, yapacak hiçbir şeyim yoktu. Sözde babam beni korumak için kendinden uzaklaştırmıştı. Peki ya şimdi, başıma musallat olan bu beladan beni kim koruyacaktı. Her gittiğim yere sil baştan deyip, yeni bir hayata başlıyorum kendimce. Ama eskilerden bir şeyler ayağımı demirden bir pranga gibi sarmış, ne beni terk ediyor ne de çok uzağa gitmeme müsaade ediyordu. Direnmenin bir anlamı da, bir yararı da yoktu kabullenmiş ve boyun eğmiştim. Paketin içindeki çakmağı çıkardım. Hafifçe ona doğru dönüş yapmak için hareketlenmiştim ki, belimden ittirerek önümü tamamen kendisine çevirdi. Sigaranın bir ucu onun ağzındayken, diğer ucu benim iki kaşımın ortasına denk geliyordu. Sigarayı yakmak için kendimi biraz geri çekmeye çalıştım ama belimdeki elleri yine müsaade etmemişti. Ben de sadece kafamı biraz geriye doğru yatırıp, titreyen parmaklarımdaki çakmağı sabit tutmaya çalıştım. Çakmağı sigaraya yaklaştırdıkça ellerimin titremesi artıyordu. Daha demin duş almış olmama rağmen yeniden ter içinde kalmıştım. Çakmağı sigaraya ulaştırmadan önce baş parmağımla kapağını kaldırdım ve içindeki alevi serbest bıraktım. Gözlerim, çakmakta harlanan aleve yöneldi. Belki bu ateş küçüktü ama bana o günü hatırlatmaktan ileriye gidemiyordu. Damarlarımda yükselen nefret kıvılcımları gözlerime değip, tek dalgalı aleve yansıdı. Küçücük bir alevden bile nefret eder olmuştum. Küçük alevi sigaranın ucuna getirip değdirdim. Ufak bir kızıllık peydah oldu alevin değdiği yerde. Sıraç sigarayı içine çekerken yanaklarında oluşan çukurlar, yeni ilgi odağım olmuştu. Belimdeki ellerinden birini geri çekip diğeriyle sarıp sarmalamıştı, diğer eli ağzındaki sigaraya gitti ve iki parmağının arasına sıkıştırıp dudaklarından uzaklaştırmıştı. Dudaklarını hafif bir şekilde açarak içindeki griliği gözler önüne serdi. Biçimli dudaklarından çıkan duman doğruca yüzüme akın ediyordu. Nefesimi tutmuştum. Fakat daha fazla dayanabileceğimi hiç sanmıyordum. Ciğerlerim bugün ne kadar da isyan ediyordu?! Kendimi tutamayıp derin bir nefes çektim içime ve anında öksürmeye başladım. O kadar çok öksürüyordum ki, Sıraç tutmasa yere yığılmıştım çoktan. Derin nefes almaya çalıştıkça, yeni bir öksürük krizinin eşiğine düşüyordum. Çünkü Sıraç bir eliyle beni sımsıkı tutarken diğer eliyle sigarasını sürekli ağzına götürüyor ve çektiği dumanı ciğerlerine değil bana gönderiyordu. Öksürmekten gözlerim yaşarmıştı ve tüm gücüm çekilmişti. Sıraç'tan uzaklaşmak için var olan gücümle ittirdim amacımı anlamış olacak ki, bu kez zorlamadan beni serbest bıraktı. Hemen yanımdaki yatağıma oturdum ve derin derin solumaya başladım. Sıraç sigarasını açık camdan dışarıya atmış ve camı tekrar kapatmıştı. Çok şükür! "Nasıl çıktın?" aklımdaki soruların artık cevap bulması gerekiyordu. "Sana söylemiştim, ben yapmadım!" ses tonu bıkkındı. "Peki neden buradasın?" yüzüne alaycı bir tebessüm yerleştirdi. "Seninle yapacak olduğum ufak bir hesaplaşma var, diyelim. " "İstesem seni ihbar edebileceğimi sen söylemiştin, şimdi neyin hesabı bu?!" konuşmak için ağzını açmıştı ki, buna müsaade etmeden devam ettim. "Ayrıca, ben istediğimi yaparım bu seni hiç ilgilendirmez!" "Sen ancak, benim izin verdiğim kadar isteklerini yerine getirebilirsin!" çenesi gerilmiş, sesi olabildiğince sert çıkmıştı. Ama bunun beni durdurmasına izin verecek değildim. "Sen kim oluyorsun da benim kararlarıma etki edebileceğini düşünüyorsun?!" dişlerimin arasından resmen tıslamıştım. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı ama kesinlikle gözlerine ulaşan bir gülüş değildi bu! Cebindeki elini yavaşça çıkarıp, parmakları arasındaki parlaklığı gözlerimin önüne serdi. Ve gözlerim anın verdiği dehşet ve şaşkınlıkla iyice açıldı. Elim diğer gecelerin aksine bu kez istemli bir şekilde boynuma gitti. Ve duştayken bile çıkarmadığım kolyeyi aradı. Parmaklarım köprücük kemiklerinin üzerinde bir sağa bir sola hareket edip kolyeyi arıyorken, bunun ne kadar gereksiz bir eylem olduğunu Sıraç'ın parmaklarından sarkan zincirin ucundaki kardeleni gördüğümde anlamıştım. Muhtemelen bana yaklaştığı an almıştı, kolyeyi boynumdan. Varlığına o kadar alışmıştım ki, kontrol etmediğim takdirde orada olup olmadığını anlayamıyordum. Nitekim şimdi tescillenmişti, kolyem Sıraç'ın, biraz önce sigarayı tutsak eden parmaklarının arasındaydı. Onu almaya yönelik bir hareket yaptığımda, elini yukarıya doğru kaldırdı. Ayağa kalkıp ona uzanmaya çalıştığımda elini daha yukarıya kaldırmıştı. "Şimdi anladın mı, kim olduğumu?" sesinden keyif akıyordu. Kıvranışlarım hoşuna gitmiş olmalıydı. Pislik! Akılsız olan bendim, o kolyenin benim zaafım olduğunu anlaması çok kolay olmuştu ama o an için elimden başka bir şey gelmiyordu ne yazık ki! "Bu yaptığın çok saçma! Beni kıvrandırarak eline bir şey geçmez!" biraz önceki kararlığımdan zerre kalmamış, hepsi çöldeki bir kum fırtınasına denk gelmişçesine etrafa savrulmuştu. "Buna sen karar veremezsin!" yine başladığımız noktadaydık. Benimle uğraşması için geçerli bir neden sunmak zorundaydı, aksi takdirde yaptıklarının akla mantığa sığar yanı yoktu.! "Neden beni rahat bırakmıyorsun?" gururumu ezip geçebilsem, ayaklarına kapanacaktım neredeyse! "Bilmem." hâlâ dalga geçiyordu benimle. Hiçbir güç kırıntısını barındırmayan yumruklarımı sıkıp sert göğsüne arka arkaya indirmeye başladım. Etkileniyormuş gibi görünmüyordu, hatta yerinden kıpırdamıyor ve beni durdurmak için bir harekette bulunmuyordu. Bir süre sonra, yorulduğum için durmak zorunda kaldım. "Kolyemi ver!" anlık bir dejavuya sürüklenmiştim. Bedenim yorulmuş olabilirdi ama dilimin kuvveti hâlâ yerindeydi. Birde uzun zamandır konuşmamış olmanın etkisiyle daha bir şarj olmuştu mübarek. "O gece benimle bir anlaşma yaptın, fakat ne hikmetse kolyeyi aldığın gibi unuttun!"tam ağzımı açıp kendimce savunma yapacaktım ki, bu kez o benim konuşmama müsaade etmeden devam etti. "Aklınca kolyeyi bir daha senden alamayacağımı sandın, değil mi?!" cümle yapısı her ne kadar soru eki barındırsa da, soru sormamış, düşüncelerimdeki acziyeti yüzüme bir Osmanlı tokadı gibi indirmişti. Gözlerim yine dolmaya başlamıştı. Birinin gözyaşlarımı görmesinden nefret ediyordum ama böyle durumlarda da istemsizce irademi kaybediyordum. Başımı yere eğdim yavaşça. Boştaki elini çeneme yerleştirip, başımı tekrar yukarıya kaldırdı. Ağlamamak için kendi kendimle büyük bir savaşa girmiştim ama gözlerimin, biriken yaşların etkisiyle parladığını biliyordum. Onun mavileriyse sis perdesinin arkasına saklanmış, ne olduğu belirsiz bir halde yüzümü tarıyordu. "Kolyeyi sana vereceğim, ama tekrar alabileceğimi sakın unutma!" "Ne mümkün!" dedim alayla. Sanırım bu rahatlığımın sebebini iki şeye borçluyum. Birincisi; kolyemi verecek olması, ikincisi ise onun bir katil olmaması. Yani umarım. "Anlaşma hâlâ geçerli!" sorar gibi kaşlarını kaldırıp yüzüme baktığında, başımı hızla onaylarcasına salladım. Bu hareketime bıyık altı bir gülüşle karşılık vermiş ve uzun zamandır havada bekleyen kolunu aşağı indirmişti. Bana doğru kaş göz işareti yapmaya başladı, ona sorarcasına baktım. Hareketleri hâlâ devam ediyordu. "Ne?" bıkkınca bir nefes verdi. "Arkanı dön!" yavaşça arkamı döndüm. Sorgulamadım emrini çünkü onu az çok tanımıştım. Yani en azından emirlerinin ikiletilmesinden ve sorgulanmasından hoşlanmadığını bilecek kadar tanıyordum. Tenime değen zincir beni yine büyük bir rahatlığın eşiğine bırakırken gülümsedim. Kolyeyi taktığında emin olunca geri çekilmek istedim ama yine müsaade etmemişti. Nefesi demin soğuk zincirin değerek üşüttüğü yerleri bilir gibi tam oralara temas ediyor ve ısıtıyordu. Aslında ısıtmanında ilerisinde gidip yakıyordu. Bir yandan donup, bir yandan yanmak... Garip ve birbirine yakışan tezatlıklardı bunlar.. Siyah ve beyaz, çöl ile yağmur, ay ile güneş gibiydi.. "Sakın unutma, sen ve kolyen için üçüncü bir şans olmayabilir!" tehditleri üzerimde zaten hatırı sayılır bir etki bırakırken, böyle tenime doğru fısıldayışı tüm itirazları reddediyordu. Usulca başımı salladım. Benden uzaklaştığını arkamda bir anda oluşan soğukluktan anlamıştım. Yüzümü ona doğru dönüp mavilerine kilitledim bakışlarımı. Geriye doğru adım atarak pencereye doğru yaklaştı. Arkasını dönmüştü. Hiçbir betimlemeye sığdıramadığım mavileri artık bana değil biraz önce onu mahremime davet eden pencereye bakıyordu. Uzun ince parmakları pencerenin kolunu kavradı ve camı araladı. İçeriye giren sert soğuk dışarıdaki karların varlığını yüzüme yüzüme vuruyordu. Titredim. Biraz önce duştan çıktığım ve hâlâ kurulanmadığım gerçeleğiyle yüzleşince, hasta olmamak için dua etmeye başlamıştım. "İyi geceler." sesi karanlık ve yoğun fırtınalı gecede kaybolurken sert esen rüzgar son bir kez kokusunu burnuma armağan etmişti. Artık biliyordum, bir türlü çözümleyemediğim koku, sigara kokusuydu. Her ne kadar vanilyayla harmanlanınca muhteşem gibi dursa da sigara denen o illetten hâlâ tiksiniyordum. Sıraç'ın eline yakışmış ve onu çekici kılmış olması, onun sevimli görünen bir katil olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bahsettiğim katil Sıraç değil, sigaraydı. İnsanları, özellikle gençleri cezbederek, ölümün eşiğine bırakıyor ve sanki oraya getiren kendisi değilmiş gibi sorumluluk kabul etmeden, kirletebileceği yeni bedenlere yöneliyordu. O yüzden sigaraya karşı asla ilgi veya hayranlık duymazdım. Açık camdan içeriye hücum eden rüzgar bedenimi bir kez daha titrettiğinde açık olan camı kapatıp, üzerimi giyinmeden yatağa girip yattım. Biraz evvel uyanmış olmam hemen uykuya dalmamda hiçbir olumsuz etki yaratmıyordu. Duşun ve Sıraç'ın etkiyle iyice mayışan bedenimin hakimiyetini tamamen uykuya devredip gözlerimi kapattım. ********** Gözlerimi araladığımda güneş yeni yeni gökkubbeyi tesiri altına alıyordu. Yavaşça yataktan doğruldum. Zihnim yavaş yavaş ayılmaya başlarken, dün gece olanlar bir bir aklıma düştü. Dün gece yaşadıklarım çok değişikti, aslında değişik olan yaşadıklarım değil hissettiklerimdi sanırım. Hem korkmuştum, hem şaşırmıştım hem de rahatlamıştım. Korkmuştum çünkü Sıraç'ı polise ben ihbar etmiştim. Şaşırmıştım çünkü onu serbest bırakmalarını beklemiyordum. Rahatlamıştım çünkü sesimi duyurabildiğim tek insanın bir cani olmadığını öğrenmiştim. Bütün bu kargaşanın yanı sıra tedirginliğimde vardı, çünkü ortalıkta dolanan bir katil vardı. İlk başlardaki rahatlığım ve rahatsızlığım katilin Sıraç olduğunu düşünmemden geliyordu sanırım, zira şuan ki tedirginliğim had safhaya ulaşmıştı. Hızlıca yataktan kalkıp dolaba doğru yürüdüm. Düşünmeyi bırakmam gerektiğini artık ciddi ciddi düşünüyordum. Düşündükçe işler daha da karmaşık hale geliyor ve ben cahil cesareti ile içlerine dalıp, boğulup kalıyordum. Başımı cama doğru çevirip havayı kontrol ettim. İki gün öncesinden yağan kar, yerdeki misafirliğini sürdürüyordu. Elimi dolabın içine gelişi güzel attım ve siyah bir dar paça, gri boğazlı kazak ve siyah deri ceketimi alıp çıkardım. Üzerimi giyindikten sonra saate baktım. Okul saatine daha var olduğunu görünce mutfağa geçip kendime bir kahvaltı hazırladım. Karnım doyurunca mutfaktan çıktım ve sırt çantamı sırtıma geçirdim. Saçlarımı salık bırakmıştım, bordo beremi üzerine gelişi güzel taktıktan sonra odamdan çıktım. Apartın hemen yanındaki fırından gelen kokular midemi bulandırmıştı. Eğer açsam her koku iştahımı açar, toksam da aldığım her yemek kokusu midemi bulandırırdı. Ayarım yok ki! Midemi rahatlatmak adına fırının önünden resmen koşarak geçmiştim. Koşarken aldığım hızı fırının önünden geçtikten sonra biraz yavaşlatarak devam ettirdim. Arkamdan bir arabanın kornaya basmasıyla resmen yerimde zıplamıştım. Arkamı dönüp arabaya baktığımda dün gördüğüm Sıraç'ın arabası olduğunu anladım. Geçmesi için yol verdiğimde biraz ilerleyip yanımda durdu. Yolcu kapısında bulunan cam aralandığında içeride bir adet bana sırıtarak bakan Sıraç vardı. "Atla." gözlerimi devirdim. "İki adımlık yol için, ciddi misin?" "Anlaşmayı yenilememizin üzerinden daha 24 saat geçmedi, Dilsiz!" tehditkar konuşması işe yaradı ve ben arabanın ön kapısını açarak yolcu koltuğuna oturdum. Kapıyı tekrar kapattığımda arabayı çalıştırdı. "Kemerini tak!" bana diyordu ama kendisi takmamıştı. "Bu kadar kısa mesafe için gerekmez." derin bir nefes verdiğini duydum. Sanırım sinirlenmişti, yine ne yaptım ki?! Oof! Arabanın hızını artırdı, ve aniden frene basmasıyla ön cama doğru savruldum. Tam cama bir sinek gibi yapışacaktım ki, eli son anda engel oldu. Ürkek bakışlarımı ona çevirdiğimde sinirli bakışlarının yönü bendeydi. Kırmızının 50 tonunu görmüş boğa gibiydi. Tırsmıştım. Derin bir nefes aldı ve başını tavana doğru kaldırıp soluklandı. Bunların hepsi sakinleşme çabalarıydı. "Sana son kez söylüyorum. Bir şey diyorsam, sorgulama ve ikiletme!" resmen yılan gibi tıslamıştı. Bağırsaydı üzerimde bu kadar etki bırakmazdı herhalde. Başımı hızla onaylarcasına sallayıp emniyet kemerini taktım. Okula iki dakikalık bir mesafe vardı ama tekrar cama yapışma ihtimalini göze alamazdım. Sıraç'ta başını sallayıp arabayı tekrar çalıştırdı. Okula gidene kadar ikimizde hiç konuşmadık. Resmen diken üstünde oturuyordum. Sırtımı dahi koltuğa yaslayamıyordum. Araba okul bahçesine girdiğinde, derin bir utancın eşiğine sürüklendim. Benim bu arabadan indiğimi görenler kim bilir hakkımda ne düşüneceklerdi. Gerçekten utanmıştım ve göz bebeklerime kadar kızardığıma emindim. Başımı ayaklarıma çevirip arabayı park etmesini bekledim. Araba durunca hızla emniyet kemerini çıkarıp, kapıyı araladım. Arabadan indiğimde, ne zaman indiğini bilmediğim Sıraç karşımdaydı. Kaşlarını çatmış yüzümde bir noktaya bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için gözlerimi yüzümde gezdirmeye çalıştığımda komik göründüğüme emindim. Sıraç kısık sesli bir kahkaha attığında kaşlarımı çatıp onun yüzüne baktım. "Burnun kızarmış. "diye nereye baktığına yönelik açıklama getirdiğinde kaşlarım eski halini almıştı. Ellerini uzatıp, evden çıkarken üstünkörü taktığım beremi düzeltti. Üzerimizde dolaşan meraklı gözleri hissettiğimde rahatsızca yerimde sallandım. O da rahatsızlığımın sebebini anlamış olacak ki, ellerini çekip, kaşlarını çattı. Yanımdan gitmeden hemen önce yağdırdı yine emirlerini. "Atkısız çıkma bir daha!"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE