Kâbus Gibi Bir Gece

2487 Kelimeler
Uyarı: Bu kitap; şiddet, kan, aşağılama, taciz, alıkoyma, küfür gibi unsurlar barındırır. İnsan doğru kişiyi nasıl seçerdi? Pardon, pardon. Özür diliyorum. Belki de yöneltilmesi gereken soru şuydu: İnsan kendi seçtiği kişinin doğru olduğuna mı inanıyordu? Belki uzun soluklu bir romana benzeyen hayatım olsaydı bu sorulara cevap verebilirdim. Ne yazık ki hayatı roman olmayacak kadar sıkıcı; parmaklarını piyanonun tuşlarını okşamak maksadıyla kıpırdatanlardandım. 28 yaşıma yeni girdiğim bu haftada, sevenlerimden gelen hediyeler evin kullanılmayan odasının bir kısmını doldurmuştu. Bu hediyelere el sürmem yasak olduğu gibi; resitalden resitale koştuğum hayatımda erkekler de yasaktı. Evet, yasaktı! Ve maalesef o da dahil. Her resitale gelir, siyah giyinme kuralını çiğner, beyaz gömleğiyle sahnenin en orta kısmına yerleşir, resital boyunca gözlerini benden ayırmazdı. Kimdi, adı neydi, kaç yaşındaydı, neden öfkeli ve hüzünlüydü ifadesi? Hiçbir şey bilmiyordum hakkında. Yalnızca hiçbir resitali yahut etkinliği kaçırmadığını biliyordum . Annem görse, o basit bir sokak serserisiydi. Otoriter babam ise bu konudan haberdar olsaydı şayet; yaka paça attırırdı onu resitalimden. Neyse ki katılamayacak kadar meşguldü. Zira ben; cam bir fanusta büyüyordum. Babam Aslan Bey, dünyanın benim gibi bir insan için fazla zor, acımasız ve stresli olduğunu söyler her zaman. Annemse bir hanımefendinin evde, usulünce yetiştirilerek kendisine uygun görülen beyefendi ile evlendirilmesini. Ancak o... Bana uygun görülecek bir beyefendi tiplemesinden oldukça farklıydı. Bir insan bakışlarıyla hikâye anlatabilir miydi? Kendi hikâyesini... Maalesef insanların gözlerine bakma fırsatı elime çok sık geçmiyordu. Yabancının bakışları kendi hikâyesini anlatıyordu. Kimi zaman çenesini eline yaslayarak dudaklarını çiğniyor; kimi zaman öfkeli bakışlarını bir an olsun ayırmıyordu yüzümden. Ne vakit resital sona erse, selam verirken başımı kaldırır kaldırmaz ona bakıyordum. Bu benim aileme karşı çiğnediğim ilk büyük yasaktı. Ben... Bunu dile getirmekten utansam da... Resitalime gelen bu adamla alâkalı, geceleri hayaller kuruyordum. Bu ufak yaramazlık beni asi bir evlat yapmıyordur umarım ama zevk alıyordum onu zihnimde canlandırdıkça. O, basit giyinme kuralını delerek bütün dünyaya karşı gelir cinsten beyaz gömlekler giyiyordu. Kumral saçları dağınık, sakalları uzun... Ve oturuşu dik. Bacak bacak üstüne atarak kollarını bağdaş yapıyordu. Bir gün... Benimle konuşmaya cesaret edecek miydi? Ya da ben yasakları çiğneyip yanına gidecek miydim? Muallak. -Gülüm yukarı doğru bak da rimelini sürelim. Hazırlandığım yeni gösteri için makyajım yapılıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırarak parmaklarımı kenetledim. Mümkün olduğunca yüzüme değdirmemeye çalışıyordu ellerini. Yine de yanağıma, gözümün altına dokunuyordu istemeden. Ve bu... Benim için neredeyse vücudumun tamamına dokunulmasıyla eşdeğerdi. Evet kimi zaman ufak kimi zaman ciddi belirtilerle obsesyonlarım* vardı. -Peki. Diyerek yukarı doğru yönelttim bakışlarımı. Psikologla konuşmaya gerek yoktu babam Aslan Bey'e göre. Bunlar zayıflığını sergilemekten başka bir şey değildi. Makyaj odasının dışından bir bağırış yükseldi. Kaşlarımı çatarak kulaklarımı kapattım iki elimle. -Ah, güzelim. Dur hemen uyarayım onları... Makyöz koşarak çıktı odadan. O esnada bu utanç verici özelliğimin altında eziliyordum. Ben bir müzisyendim. Ama yüksek sese karşı duyarlılığım vardı. Bağırışlar, havai fişekler, kahkahalar, şimşekler, birbirine sürten kaşık ve çatalların oluşturduğu o iç ürpertici ses... Kalbimde çarpıntı yapıp başımda ağrı oluşturuyordu. Böyle anlarda kulaklarımı kapatarak başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. Nafile bir çabaydı. Sonuçta utancımla baş başa kalıp insanlara sorun yarattığım için moralim bozuluyordu. Tüm bunların yanında... Tuhaftı ki rahatsız olmadığım bir ses vardı: Alkış sesi. Motivasyonumu kırbaçlayan, beni şevke getiren iki avucun birbirine kavuşmasının yankısı. Bu ses yalnızca gülümsetiyordu beni. Tabi makul ölçüde, dişlerimi göstermeden, vakur bir tebessüm. Daha önce dişlerimi göstererek kahkaha attığımda; annem bana hafif meşrep davrandığımı söyleyip bunu düzeltmemi istemişti. Annem ve babam her zaman iyiliğimi isterdi. Öyle değil mi? -Geldim İlay'cığım. Makyajını tamamen bitirelim de çık artık sahnene. Ellerini ilkin ıslak mendille sildi. Hemen ardından yeni bir eldiven taktı ve makyajımı yapmaya devam etti. Aynaya baktığımda kendimden memnun kalmıştım. Başka bir yerde, bambaşka yetiştirilmiş insanlar olsaydık şayet; o da bana bakar mıydı beğeniyle? Şimdilik sadece dertli görünüyordu. Konuşmaya da pek hevesi yok gibiydi. -İlay Hanım, sahne sizin. -Teşekkür ederim. Diyerek minnetimi ifade ettim. Ardından makyaj odasından çıkıp yavaş adımlarla, nefes ritmimi bozmadan sahne girişine ilerledim. -İlay Olivia Clark! İsmim zikredildiğinde gözlerimi kıstım. Hemen ardından adımımı attım sahneye. Geri döndüm ve bir kez daha adım attım. Her şeyden iki tane... Mümkün olduğunca iki defa... Çıt çıkarmayan seyircinin arasında; bu kez yine beyaz bir gömlekle gelip, ortalara yerleşmişti. Güzel... Çok güzeldi. Pek çok seyirci vardı. Pek çoğu güzeldi. Resitaller olmasa bu kadar insan göremezdim. Ne kadar tanındığımı, hakkımda neler düşünüldüğünü bilmiyordum. Ancak o... Evet onun güzelliği hepsinden farklıydı. O benim hayallerimi süsleyen adamdı. Gözlerimi her yumuşumda gecelerimde beliren... Güler yüz göstermekten uzak bir tavırla, çattığı kaşlarının altındaki hüzünlü ve öfkeli gözlerini gizlemeden sahneye bakıyordu. Piyanonun başına oturdum. İlkin her oturuştaki gibi başımı eğip göğsüme doğru nefesimi verdim. Hemen peşinden ellerimi kaldırdım ve piyanonun tuşlarına temas ettim. Ellerimi yeniden kaldırdım ve yeniden temas ettim piyanonun tuşlarına. İki defa... İki defa İlay... Kıpırdattığım parmaklarım beyaz ve siyah tuşları okşarken gözümün önünde yabancı, çaldığım müzik ise; Çaykovski'nin Kuğu Gölü Balesi... Üç dakika kırk dört saniye. Müziğe başladığım anda öyle bir sessizlik bürüdü ki salonu; piyanodan gelen tını dışında duyduğum tek şey nefes sesim oldu. Bu eser... Bu kaderci eser! "Çıkış yolu olmayan bir hayatın, aşkla çözümlenebileceğinin hikâyesi." Çıkış yolum yoktu. Hapsolduğum evde Çaykovski'nin eseriyle özdeşleşiyordum. Parmaklarımdan dökülen melodi... Kulak veren insanların dikkatiyle değerleniyordu. Üç dakika... Kırk dört saniye... Çaykovskiye ayırdığım zaman sona ermişti. Bir saatlik süreçte resitali finale kavuşturmuştum. Ayağa kalktıktan sonra sahnenin ortasına geçtim. Bundan evvel notaların yer aldığı deftere gitmişti gözüm. Ne vakit onu oradan almadan selam vermeye gelsem içimde korku oluşurdu. Birisi alacak diye tedirgin olurdum. Ancak... O tedirginlik bir yolla geçerdi. Seyircilerin ortasında, simsiyah giyinen insanların arasında, yıldız misali beyaz giysisiyle parlayan yabancı... Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz... Bu bir ilkti! Eğilip selam verdiğim andan başımı kaldırana kadar sekiz saniye boyunca göz göze kalmıştık. Bu çılgınlıktı! Hayatımın çılgınlığı... Heyecandan kıpır kıpırdı içim. Yabancıyla alakalı böyle yaramaz fikirler düşünmekten utanarak ayrıldım sahneden. Korumalarla dolu limuzine bindiğimde kimse sesini çıkarmıyordu. Kulaklıklarımı taktım şehrin gürültüsüne karşın. Çok geçmeden de "Rapunzel'in kulesine" ulaştık. Kapıyı açan hizmetliye selam vermeden önce ufak bir ricada bulundum. -Kapıyı tekrar kapatıp açar mısınız? İki tane... Alışkın olduğu için tebessüm ve anlayışla uyguladı dediğimi. Her zaman değil. Bazı zamanlar istiyordum. Evden hayli yüksek sesler geliyordu. Sanki... Kalabalıktı salonumuz. Düşündüğüm gibi... Daha önce hiç görmediğim bir aileydi bu. Bakışlarıyla beni boydan boya süzen orta yaşlardaki kadın, yüzüme baktıktan sonra direkt babama dönen olgun, kel adam. Bir de... -İlay Olivia, buraya gel ve misafirlerimizle tanış. Babamın emrini yerine getirirken hizmetlilerden birisi yanımda belirdi. Yüzüne döndüğüm bu kişinin Demet olduğunu gördüm. Şu tutsak hayatımdaki tek dostum... -Kulaklıklarınızı alayım İlay Hanım. Diyerek ellerini uzattı tebessümle. Ancak tebessümü pek de içten değildi. Bir sorun mu vardı? -Merhaba, hoşgeldiniz. Ortalarına geçip selam verdikten sonra babam eliyle annemin yanını işaret etti bana. Usulca otururken, dizimin bir karış altında biten eteğimi sıkıştırdım usulünce. Yaptığım harekete laubali bir tavırla, dudağını sol kısmını yukarı kaldırarak güldü genç olan. Bu adam esmer, keskin yüz hatlarına sahip ve düzenle taranmış saçlarıyla küstahça izliyordu beni. Öğrendiklerimden çokça farklıydı davranışı. -Hamit Bey, Nesrin Hanım ve oğulları Tunç Arsal. İsmini Hamit, diye söylediği yanında oturan adama beni işaret etti babam. -İlay Olivia. Kendisi müzisyendir. Ünlü piyanistlerin ellerinden ders görmüştür. 28 yaşına bir hafta önce bastı. Anlayacağınız üzere; dışarı hayatı olmayan, naif ve kırılgan bir genç hanımdır. Kızım... Bana seslendiğinde beni bir esermişim gibi tanıtma faslına ara verdi. -Arsal Holding'in başkanı Hamit Bey, oğlu Tunç ise babasının işini devralacak genç bir iş adamı. Hamit Bey'in bıyık altından gülüşü, Nesrin Hanım'ın ismimi zikretmesiyle sona erdi. -İlaycığım, rica etsem ayağa kalkar mısın? Şaşkınca sorguladım zihnimden teklifini. Ancak babamın ensemdeki gözlerinden korkuyordum. Ayağa kalktım ve ellerimi önümde kavuşturdum. Benim bu hareketimle beraber isminin Tunç olduğunu öğrendiğim adam da oturuş pozisyonunu değiştirip öne doğru hafifçe eğildi. -Oğlum, sen de kalk ayağa. Yüzükleri bugün takalım. Yüzükler... Ne... Yüzüğü? Şaşkınlığımı gizleyemeden sessizce oturan anneme baktım. Yutkunarak gözlerini yumup açtı. -İlay ve Tunç birbirlerine çok yakıştılar. Düğün planlarını derhal kurabiliriz Hamit Bey. Sizinle işbirliği yapmak beni nasıl mutlu etti, bilemezsiniz. -Aman efendim. Asıl mutlu olan biziz. Diplomat Aslan Bey'le dünür olmak, başına devlet kuşu konmasıyla birdir. Burada... Tam anlamıyla neler oluyordu böyle? Hayır, hayır... Bu bir tiyatro mu? Aslan Bey asla tiyatro izlemezken oynaması makul müydü? Ben... Ne kadar çıkarabilirdim sesimi? Arkada oturan annem bile ayağa kalkıp yüzüne sahte bir gülüş yerleştirirken; kolumu sıkarak itaat etmemin sinyalini veriyordu. -Uzat Olivia parmağını. Gözlerim kararıyordu. İsmini bile az evvel öğrendiğim bu adamın bakışları, olmadık yerlerde geziyordu. Parmağıma takılan yüzük biraz boldu. İçimdeki dürtüyle kırmızı kurdele ile bağlanan yüzüğün eşi Tunç'a takılırken parmağımdakini çıkardım. Hepsinin gözleri bana değdi. Ancak istediğim şey: Yüzüğün parmağıma iki kere girmesiydi. Aslan Bey bu yaptığım için beni cezalandıracaktı. Ya da annemi... Titreyen çenemi saklamak için alt dudağımı ısırdım. Tunç'un anne ve babası da şaşırmıştı parmağımdan çıkarıp yeniden takmama. İçimden dualar ediyordum görmezden gelinmesi için. Yaradana yalvarışım hiçbir zaman kesilmeyecekti. -Demet! Kulağımın dibinde Demet'e seslenen babam Aslan Bey, gözlerimi tedirgince yummama sebep oldu. -Fotoğraf çek. Bu kutsal an ölümsüzleştirilmeli. Arkadan kolumu sıkan annem kulağıma fısıldadı. -Yalvarırım... Gülümse İlay. Fısıltı... Reddedemeyeceğim halde uysallaştıran şeydi beni. Evet, bağırışların gerginliğini ancak ve ancak fısıltılar giderirdi. Gözlerimden yaş damlarken bedbaht geleceğimi kaydeden Demet'e gülümsedim. Kırmızı kurdele kesildi. Tıpkı hayatla olan bağım gibi... -Öyleyse nişanımızı tebrik ediyorum! Aslan Bey, Tunç'un babasıyla tokalaşırken annelerimiz de sarıldı birbirine. Geriye sadece iki yabancı kalmıştı: Tunç ve ben. -Boş ve uygun bir odanız varsa onları tanışmaları için o odaya bırakalım. -Tabii, elbette. Olivia! Nişanlını üst kata götür. Emirler itaat etmek için vardır. İtaat edilmeyen tüm emirlerin sonu cezadır. Bu ceza... Tüylerim ansızın ürperirken beklemekte olan Tunç'a baktım ve fısıldadım. -Gidelim. Önden ilerlerken merdivenlerden takip ediyordu beni. Eteğimi sıkıca tutan parmaklarım terlemişti. Çalışanlar üst kattan tamamen ayrıldıklarında, evin en küçük odasına, ütülerin yapıldığı alana götürdüm onu. Belki odama götürmem gerekirdi. Ancak habersiz bir nişandan sonra hiç tanımadığım birini yatağı olan odama götürmeyi uygun göremedim. İçeri girdiğimizde ellerini cebine yerleştirerek ikili koltuğun tam da ortasında oturup bacaklarını ayırdı. Ellerini cebinden çıkarıp koltuğun yaslanma kısmına serdi. Bana oturacak bir alan bırakmadığından geri geri adımlayarak duvara yaslandım. -Biz nişanlı mıyız şimdi? Diye sordu garipseyerek. -Eğer... İstemiyorsan... -Tabii ki isteğim dışında oldu bu durum. Evin içinde yetişmiş, cahil, tecrübesiz bir kızsın. Yutkundum. Beni tanımadan böyle ithamlarda nasıl bulunurdu? -O zaman söyle onlara. Olmaz, de. İstemiyorum, de. Dudak büktü. -Sanırım beni yanlış anladın. Kim olduğun, karakterin, ruhun... Pek umurumda değil. Beni ilgilendiren şey: Bedenin. Ha, bir de ailen. -Be-Bedenim? -Evet, mesela tam şuanda çene çalmak yerine soyunsaydın daha fazla yol kat ederdik. Ellerimi ovuşturarak yüzüne diktim gözlerimi. Şaka mıydı? Yoksa ciddi mi? Erkekler tanışırken karşısındakinin soyunmasını mı isterdi? Bu her açıdan uygunsuz! -Hadi, ne duruyorsun? -Sen... Ne cüretle! Böyle bir şey asla, asla olmayacak. Dozajı yüksek bir sesle kahkaha atarken gözlerimi kıstım. Kulağımda huzursuzluk bırakan çınlama ile odadan çıkmak üzere adım attım. Ancak o duracak gibi değildi. Elimi sıkıca tutup beni kendine çevirince, izinsiz teması ve nemli eli kalbimi bir kuş gibi çarptırdı. Geriye dönerken sonunu dahi düşünmeden suratının ortasına tokadı geçirdim. Avucumu kapatamadan tiksintiyle ellerime baktım. Ona değen derimi yüzmek istiyordum. -Ah... İnleyerek çenesini tutarken; elimin üzerindeki hissi bacaklarıma sürtüp gidermeye çalışıyordum. Çenesini sağa sola oynatarak az öncekinden pek de farksız olmayan desibelde güldü yine. -Bak bu... Sahiden hoşuma gitti. Bir tokat daha atma dürtüsüyle elimi kaldırdığımda bileğimden tuttu ve sırtımı duvara yasladı. -Ne var biliyor musun? Meydan okuman güzel. Ama bir günde iki defa tokat yersem, bu sevimli oyununun tadı kaçar. Anlayacağın küçük şeytan; benim de elim boş durmaz. Dudaklarım titremeye başladı soğuk ellerinin bedenimi bulmasıyla. Tiksinti... Boğazımda kasılmaya sebep oluyordu. Hatta bütünüyle kaskatı kesilmiştim. Ancak bilmediği bir şey vardı. Dayakla korkutulamayacak kadar tecrübeli bir kızdım. -Ellerini kırarım öyleyse! Sesli sesli gülerek başını omzuma kadar eğdi. Alnını boynumun sağına yaslayıp bir süre soluklandı. İki elim baraj olmuş ittiriyordu onu bedenimden uzağa. -Canını yakmakta serbest olacağım günü zevkle bekleyeceğim. Fısıltıların bana hep huzur vereceğini zannederdim. Bu cümleyle birlikte fısıltının da ürperti uyandırabileceğine şahit olmuştum. Olduğum yerde beni bırakarak aşağı kata yönelirken yüz ifadesinde tahrik edici bir sinsilik vardı. İnsan doğru kişiyi seçemezdi. Benim gibilerin doğru kişisini ailesi seçerdi. Ve benim gibiler... Karanlığın ortasında aydınlığını arardı. Beyaz gömlekli yabancı, artık hayallerimde dahi ulaşamayacağım yere konmuştu parmağımdaki prangayla. Ellerime bakmak gün geçtikçe zorlaşacaktı. Hiçbir resital dönüşü bu kadar korkunç olmamıştı. Ve hiçbir gece... Böyle bir işkenceyi işitmemi sağlamamıştı. Tunç ve ailesi evden gittiklerinde dudaklarımı ısırarak çıktım ailemin karşısına. Elinde gazeteyle baş köşeye yerleşen adam... Benim babamdı. Ancak ona "baba" diye hitap etme iznim yoktu. Yutkunarak girmek istedim cümleye. Salonun ortasındaki kilime bastım. Ardından kilimden çekilip yeniden adım attım. İki defa... -Aslan Bey. Gazeteden gözünü ayırıp da yüzüme bakmadı. Bu böyle mi olurdu hep? Bir başka ailenin hikâyesini bilmesem de Demet her zaman babasının eve elinde bir poşetin içerisinde ekmek ve çikolatayla geldiğini söylerdi. Çikolata bir hediyeymiş. Yutkundum. Benim babam... Aslan Bey... Bana hiç çikolata almamıştı. -Bir şey söylemek istiyorum. Annem gözlerini büyüterek iki yana salladı başını. Susmamı umuyordu. Her şeyi olduğu gibi kabul etmemi. Çünkü sonucunda ya o ya da ben çekecektik cezasını. -Ben... Bu evliliği... Kabul edemem. İsyan bayraklarını açtığım cümleye karşın mavi gözleri adım adım çekildi gazeteden. Yüzüme döndüğünde gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. -Ne zamandır ebeveynlerinin kararını sorguluyorsun Olivia? Yutkundum yeniden. Parmaklarımı etime geçirerek cesaret bulmaya çalıştım. -Biz anlaşamadık. -Söyler misin bunun ne önemi var? Sevgi, aşk, romantizm... Hepsi kitaplarda ve filmlerde olur. Seni bunca zamandır böyle gereksiz şeylerden uzak tutma sebebim buydu. Asi bir çocuktan daha çok nefret ettiğim şey: Hayalperest bir ergen! Bağırmayarak beni korkutabilen tek insandı bu adam. Artık bir kişi daha eklenmişti. -Yaklaş. -Özür dilerim... -Yaklaş Olivia! Ayaklarım geri çekse de yanına yürüdüm. İstemeye istemeye baktım yüzüne. Sıfır. Hiç merhamet yoktu bakışlarında. -Eğil. Söylediklerini harfiyen uyguluyordum. Zira o babaydı. İtaat etmezsem... Daha büyük cezalar alırdım. Annemin serçe parmağı neden yoktu? -Özür dilerim. Özür dilerim. İki defa... -Lütfen. Resitalim var. Yüzüme- Daha kendimi açıklayamadan, yanağım attığı tokatla sızlamıştı. Sağa doğru savrulunca yanıma inen annem kucakladı beni. Temasıyla titresem de, bunun bir sevgi gösterme yöntemi olduğunu biliyordum. -Bırak onu Jülide. -Bugünlük... Affet Aslan Bey. Özür diledi. Pişman oldu, evlenecek. Ağzıma hakim olamadan fısıltıyla inkâr ettim annemin kurtarıcı sözünü. -Hayır, evlenmeyeceğim. Sesi işiten koca adamın elinden kurtulmak ne zaman mümkün olmuştu da şimdi kurtulacaktım? İmkânsız. Zira o amansız bir insaf yoksunluğuna tutulmuştu. Yakamdan tuttu ve kenara fırlattı beni. Sesleri duyan çalışanlar mutfağa girerek kendilerini oraya kilitlediler. Bir alışkanlık haline gelmişti bu. Aslan Bey'in tembih ettiği gibiydi her şey. Sesler yükselince mutfağa girin ve işinize koyulun. Evde olan evde kalır. Dışarıya bilgi sızdıran tespit edilirse... Belindeki kemeri tek hamlede çıkarırken bunun anneme değeceğini anladım. Yerde sürünen kemer; çocukluğumdan bu yana yaşadığım bütün şiddeti hücrelerime kadar hatırlattı bana. Gözlerimi diğer yöne çevirirsem bir ceza daha bekleyecekti bizi. Düştüğüm yerde oturup kemerin savruluş sesini, tene değişini, annemin bağırışını dinledim. Sesler hep böyle korkutucu muydu? Hiç duymayan biri olmayı dilemiştim bu gece... *** Korumaların ortasında gece etkinliğine katılmak üzere yola çıkıyordum. Dün yediğim tokatın izi yüzümdeydi. Tenim renk değiştirmişti. Bunu gizlemek pek de kolay olmayacaktı. Acaba o da... Fark edecek miydi? Yabancı... Limuzine binmeden önce etrafa baktım. Gökyüzündeki yıldızlara, boynu bükük hilâle... Elim yukarı doğru kalktığında parmağımdaki yüzüğe... Daha doğrusu özgürlüğümü kısıtlayan kelepçeye baktım. Gözlerimi yumarak fısıldadım: -Özgürlüğümü elde edeceğim. Her ne pahasına olursa olsun... O korkunç adamın yatağına girmeyeceğim! Doğru adamı ben seçeceğim. Ve doğru adamın sen olduğuna inanıyorum "Yabancı".
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE