imtihan mıdır?

2137 Kelimeler
Pazarın ortasında bağıran adama ellerimi tulumun ceplerine sokup yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm. Arkası dönük olduğu için yüzünü henüz görmemiştim. "Ne bağırıp duraysun, ha geldim işte buradayum !" Bir hışımla arkasını döndü. "Sen misin arabamı mahveden manyak?" dedi. Bana dedi, "Ha beni sabah ıslatan ahmak!" Bana manyak dedi. "Sensin ula manyak, hakettin sen onu, oh iyi etmişsum, ellerime sağluk." "Kızım seni, var ya," diye üzerime yürüyünce tüm pazar esnafı bir anda adamın etrafını sarıvermişti. "Hop ağır ol, bakayum uşak, ne oldi, ne yapti bizum kız?"diye sordu temel amca. "Arabamı mahvetmiş, daha ne yapacak? Hakettin ula hakettun daha konuşay misin ?" "Ya ne yaptım kızım ben sana, deli midir nedir? Sabah beni yol kenarında ıslak hamsiye çevirdin ula, yolda insanlar olabileceği hiç aklına geldi mi dangoz?" "Ulan görmedim, nereden bileyim yol kenarında kim vardır, kim yoktur?" "Bileceksin ula, geçtiğin yola dikkatli bakacaksın, ha bir ders verdim sana hem de ödeştik." "Ulan ben sana bunun hesabını sorardım, ya dua et kadınsın ve benim yüzümden belli ki mağdur olmuşsun." "Yürü git ula, senin acımana ihtiyacım yoktur, bir özür bile dilemeyecek kadar egoist herifin tekisin, de haydi git, yumurta kurumasın arabana, yazık olayı." "Senin ben," diyerek önünde duran balık kasasını kafamdan aşağı boca etti. "Ha şimdi sinirlenmiştim işte ula, gaybana ula, sinirden deliye dönmüştüm." "Benim deliren halime kahkahalarla gülüyordu." "Temel Reis babamı tutarken oruç çoktan adamın üstüne uçmuştu." "Ula sen kimsin, kimsin ula?" diyerek yumruklar konuşuyordu, ortalık fena halde karışmıştı. "Oruç'a karşı gaybananın yumrukları da Oruç’un yüzüyle buluşuyordu. Bu kez ortada balık suyuyla ıslanmış, kimi nereden nasıl ayıracağımı bilememiştim." "Sonuç olarak kendimizi karakolda bulmuştuk." "Karadeniz insanı konuşmaya görsün, susturmak mümkün değildi. Babam bir yandan, Oruç bir yandan, gaybana hamsi bir yandan, ben öbür yandan komiserin karşısında resmen olayı farklı dillerden anlatmaya çalışıyorduk. Haliyle odada haddinden fazla ses vardı." "Yeter ula, yeter!" diye bağırdı komiser.Hepimiz susunca; Yanlızca biriniz anlatsın nedir mesele, ben anlatayım, komiserim diye söze girdi. Gaybana puşt anlat dedi, komiser epey sinirlendirmiştik adamı. Komiserim, bu kız benim arabamı yumurtaya bulamış, üstüne kremayla bir güzel mahvetmiş. Ben de doğal olarak hesabını sormaya gittim. Sonra oruca dönüp bu herif üzerime saldırdı, ben de kendimi savundum ve sonuç olarak buradayız. Ha, bir dakika komiserim, bu gaybana tam olarak anlatmadı olanları. Neresi yanlış? Pardon diyerek o şeytan gözlerini gözlerime dikti. Ben de karşılığını verip, "Ula, sen sabah beni ıslattın, üstüne balık kasasını başıma geçirdin, üstelik orucu da yumrukladın. Daha ne yapacaksın? Biz birbirimize girince," komiser yine sinirle masaya vurup, "Yeter, yeter! Allah'ım, bir tane akıllı hiç mi yok haznende? Nedir benim çektiğim, yarabbim!" dedi. "Ula, yeter düzgün anlatın derdinizi, yoksa hepinizi nezarete atacağım!" Ben anlatayım komiserim dedim, en düzgün dilime geçip şivesiz bir şekilde olanı biteni anlattım. "Hay sen çok yaşa akıllı kızım!" "Ula, uşak kızı ıslatmışsın, bir de üste çıkaysun," ama komiserim, o da benim arabamı mahvetti. "Doğru, bak onda haklısın kızım, sen de ayıp etmişsin. Hadi, birbirinizden özür dileyin, kapansın bu mesele." "Tamam komiserim, sizin hattınız için kabul ediyorum, o benden özür dilesin, kapatalım bu konuyu." "Hah, ben senden özür dileyeceğim, rüyanda görürsün sen, be! Arabamı mahvettin, ula ne kıymetli araban varmış!" "Ula, uşak hatalısın, özür dile, kapansın bu mevzu." "Peki komiserim, sizin hatrınız için bu gereksizle daha fazla uğraşmayacağım, özür dilerim balıkçı cadı." "Ula," diyerek bu kez ben üzerine yürüyünce komiser araya girip, "Kızım, sen de uzatmayalım," diyince, "İyi özür dilerim dangoz, ah pardon beyefendi!" Sinirle dilini yuvarlayıp, "Allah'ım, sen bana sabır ver!" "Tamam, konu kapandı evlat. Sen de, kızım, bir daha dikkat edin ve sakın bir daha karşıma gelmeyin. Şimdi odamı boşaltın," dedi başını ovarak. "Yok, bize normali hiç denk gelmezdi. Komiserin bile delisini bulmuştuk. Oruç ve babamla birlikte çıktık karakoldan, gaybana herif de yanımızdan fişek gibi geçip çıkıp gitmişti." Umarım bir daha karşılaşmayız dedim ama erken konuşmuşum. Balık pazarına döndüğümüzde herkes merakla bizi bekliyordu. Babam esnafa ve Temel Reis'e olayları özet geçmeye girişmişti. Benim de artık daha fazla konuşmaya mecazım kalmadığından, bizim tezgaha geçip elime bir çay doldurup bu saçma günü düşünmeye koyuldum. Üstüm başım buram buram balık kokuyordu.Ama takılmadım.Daha önce de birçok kavgaya şahit olmuştum, hatta müdahale bile etmiştim ama kendi başıma ilk kavga deneyimimi yaşamıştım. Adam hem suçlu hem güçlüydü. Gün kendini akşamın karanlığına bıraktığında biz de evin yolunu tutmuştuk. Allahtan beyaz kanat bu kez beni yanıltmıştı da eve bozulmadan gelebilmiştik. Nenem sofrayı kurmuş, bizi bekliyordu. Beni balıkçı tulumuyla görünce,birde buram buram balık kokunca "Ha nedir bu tulum ,bide sen neden böyle kokmuş hamsi gibisin, kız, kendi kıyafetlerin nerede?" derken elimdeki poşeti gösterip, "Burada, nene, niye değiştirdin? Hem bu çuval kılıklı tulumu niye giydin?" diye soru yağmuruna başlayınca, benden önce davranan babam bu kez de neneme özet geçmişti. "Ula, sulu dereye gidip de susuz dönesice, gavur uşak hem benim kızı ıslattı, üstüne balıkları ziyan etti, bir de üzerine yürüdü. Ha, siz ne ettiniz o gaybana bunları yaparken, Orhan sen neredeydun?" diye bu kez babama çıkışınca, nenemin de deli ayarları güncellenmişti. Keşke nenem olaydı, görürdü o gaybana ama şanslıydı puşt. Bu kez orucu tebrik edip, "Aferin oruç uşağıma, bak nasıl sahip çıkayı kızımıza, görey misun ?Orhan, has uşak bu oğlan," diye orucu övüp gözüme sokmaya başlamıştı. Nenemin derdi de beni oruçla baş göz etmekti. Ama orucun yıllardır Meryem’e sevdalı olduğundan haberi yoktu garibimin. Ama söyleyip de şu an için iki aşığın başını yakamazdım. Meryem’in abisi Çınar abi bir duyarsa orucu Karadeniz’in ortasında boğardı. Eh, onların kavuşması olur mu bilinmez ama şu an için pek mümkün görünmüyordu. Eğitimi tamamlayıp üstüne mastırımı yapıp İstanbul’dan geleli tam 6 ay olmuştu. Aile özlemi ağır basınca çalışmaya biraz ara vermiştim. Trabzon’daki iki büyük gemi firmasına başvuru yapmıştım ama ikisinden de henüz bir dönüş sağlanmamıştı. Aile durumumuz normal yaşam standartlarındaydı. Babam balıktan ekmeğini kazanarak beni okutmuş, mühendis yapmıştı. Ona fazla yük olmamak adına İstanbul Marmara Üniversitesi'nde gemi mühendisliğini okumuş, hem çalışıp hem okumuştum. Üstüne kazandığım bursla Güney Kore’de bir gemi üretim fabrikasında 2 yıl hem yüksek lisans yapmış hem çalışmıştım. Eğitimi tamamlayınca kendi ülkemde fayda sağlamak istemiştim; sağlam, güvenilir ve dayanıklı gemiler üretmek, bu gemilerle ülkemizin ekonomisine katkı sağlamak ve önemli bir gemi mühendisi olmaktı gayem. Nenemin düşündüğü gibi evlilikmiş, aşkmış, hiç bir zaman düşünmedim. Hiç aşık olmadım; mesela Güney Kore’de okurken bir toyun vardı, bir ondan etkilenir gibi olmuştum ama o da uzun sürmemiş, gelip geçmişti. Anlayacağınız, ne aşkı biliyordum ne evliliği; örnek alacağım tam bir ailem yoktu. Tam derken babam vardı ama annem yoktu. Anne neydi, anne kokusu nasıl bir şeydi bilmem. Mesela nenem örnek bir anneydi ama nenemdi işte, hiç eksik hissettirmedi ama eksiktim. Anlatması zordur ama takılmıyorum. Babama küçükken annemi sorduğumda "Uzaklara gitti, gelecek" derdi. Büyüdükçe artan sorularım karşısında anlayacağım yaşa geldiğimde, "Seni doğurup çalıştığım tekneye koyup bir mektupla çekip gitti" dedi. Kızım, bana ona gitme fırsatı, onun elinden tutma fırsatı bile vermedi. Senden hiç haberim olmadan bir gecede kollarımda buldum seni, bize bir şans bile vermeden gitti. Çok aradım, çok ulaşmaya çalıştım ama en son zengin bir adamla evlendi dediler. Ben de o saatten sonra onu aramayı bıraktım, sana tutundum kızım. Paraya pula satmış bizi, sorup durma artık, bil ve yolumuza bakalım. Annen öldü, say dedi. Babamın kalbine açılan yarayı ilk kez o gün hissettim. Benim kalbimi sormayın bile.Ben bir daha sormadım annemi kimdir, necidir, adı neydi mesela hiç bilmem ama yaptığı tek iyilik beni babama bırakmasıydı. Babam Orhan Kazdal, açık ara hem mükemmel bir baba hem de annem olmuştu. Hiç evlenmedi, nenem çok bulmuş zamanında, çok da uğraşmıştı. Ana kızıma öz anası analık yapmadı, üvey anamı analık yapacak gerek yok demiş, evlenmeyi kendine haram kılmıştı. Büyüdükçe aslında babamın çok yanıldığını anladım. Hayat yalnız geçmiyordu. Bir gün nenem de bende gittiğinde ne olacaktı bu adam? Ah, babam gönül sızım, hakkını nasıl öderdim ki ben senin? Günler geçip giderken, bugün işten kaytarıp Meryem’le çarşıya gidecektik. Haftalığımı almıştım Orhan Reisten. Aslında her şeyim vardı ama maksat Meryem’in moralini düzeltmekti. Babam bugün Temel Reis'le gitmiş, bize de beyaz kanat kalmıştı. Evet, yanlış duymadınız, beyaz kanadı babam bana bırakmış. Kız kıza felekten bir gün çalın demişti. Ben de inşallah bozulmazsa çalarız feleği, Orhan Reisim diyince babamın gazabından yanaklarını öperek kurtulmuştum. Meryem’i evden alırken Çınar Abi çarşıda bizi büyük tehlikeler bekliyormuşçasına uyarıp, Fadime Teyze'nin ısrarıyla zorla olsa izin vermişti. "Dee kız, bu senin abin, adamı hayattan soğutur." Hem de nasıl, sonunda orucuma kaçacağım o olacak kız deme öyle, yazık Fadime teyzemin Temel Reis'in ne suçu vardır? He, doğru dersin onu. Neyse, aldık izni, haydi bir kendimize gelelim. Dediğim gibi de oldu; önce kuaföre gidip bir güzel bakım yaptırdık, sonra mağaza mağaza dolaşıp kendimize güzel kıyafetler aldık. Güzel bir yerde yemek yiyip geri eve dönüyorduk ki, çevre yolunda bizi yarı yolda koymuştu beyaz kanat... Sinirlenmeyeceğim yok, bugün çok güzel geçti diye kendi kendime söylenirken Meryem yanımda kıkırdayıp "Şimdi ne edeceğiz, Leva Reis?" dedi. Sinirle saçlarımı karıştırıp arabadan indim, kanadına küreğine tükürdüğümün arabası bir gün şaşırt ula bir gün şaşırt, diye saydırıyordum ki, hiç görmek istemediğim, hiç karşılaşmak istemediğim o araç beyaz kanadın önüne durunca, kartal ambleminide görünce derin bir nefes alıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Yaradan'a seslenip "Sınıyorsun değil mi Allah'ım, başka kimse yok muydu, niye bu ya, niye bu?" derken, tüm heybetiyle araçtan inen gaybana piç, sırıtmasını yüzüne yerleştirip bana doğru geliyordu… Vay vay vay, bakın buradan kimler varmış, Balıkçı Cadısı'na bakın hele, balıkçıdan mankenliğe mi terfi ettin? diyerek beni süzmüş müydü o puşt? Bakışlarındaki hayranlıkta neyin nesiydi? "Hoşt ula, yeter süzdüğün! Hem saane sen ne diye durdun ki, kimsin ula sen?" Yolda kalmış iki güzel bayana yardım etmek için durmuştum, senin olduğunu bilseydim durmazdım. "Ne diye bekliyorsun o zaman, de sektir git!" "Cık cıklayım, bu kıyafete bu endama hiç yakışmıyor bu ağızlar!" "Ula sen bana asılmaya mı çalışıyorsun, kafanı kırarım ula senin!" diyerek babamın emektar levyesini alıp üzerine yürüyünce, ellerini kaldırıp "Sakin ol, Balıkçı Cadısı, gidiyorum. Sana yardım teklif edende suç, be halt edersen et!" diyerek geri adım attı. Adamı böyle geri adım attırırlardı işte. Gittiğini düşünüp geri Anadolu’nun kaputuna başımı gömüp yine hangi yerin bozuldu acaba diyerek sorunu çözmeye çalışıyordum. Meryem de yanımda kolumu dürtüp duruyordu. "Ne var kız, ne dürtüp duruyorsun? Arkana bak, ne var arkada?" diyerek döndüm. Bu adam kesinlikle bana imtihan olarak gönderilmişti. Ula, ne halt etmeye duruyorsun orada? Arabasına yaslanmış, resmen bizi izliyordu. Tamir edebilecek misin diye merakımdan bekliyorum. Ula, sana "sektir git" demedim mi ben? Kızım, yol tapulu malım mı? Benim canım burada durmak istiyor, sana ne zararım var? Balıkçı güzeli bana "güzel" mi demişti? Ula, senin ben! Tamam, kızma cadı, gidiyorum ama bak, uyarayım seni, bu yol pek tekin değildir. Süslenip püslememişsin, dikkat et avlanmasınlar sizi bu yolda. Hoşt, ula, kim avlayacak? Anlını karışlarım diyip kuyruğu dik tutsam da bir korkmadım desem yalan olurdu. Bu yol genelde tırların geçtiği ve akşam saatinden sonra ıssızlaşan bir yoldu. Akıl vermen sende kalsın, bakarız biz başımızın çaresine. Ben abimi aradım, "Uşak, de get yoluna" diyerek bu kez Meryem konuşmaya dahil olmuştu. Peki, o zaman hoşça kalın diyerek arabasına binip uzaklaştı. Hele şükür, kız gerçekten aradın mı Çınar abiyi? Yok, kız, deli misin?Herifi yollamak için attım bir yalan. Kız, ne halt etmeye adamı yolladın? En azından arabayı tamir edene kadar durabilirdi, korkuluk niyetine. Diyince Meryem kahkaha atmıştı. Kız, ne bileyim, rahatsız oldun diye göndereyim dedim, adamı koruma olarak tutacağını düşünemedim. Sus Meryem, sus! Get, marşa bas! Anladığım kadarıyla birkaç teli oynayıp babamın yaptığı gibi bir iki kabloyu söküp geri takınca külüstür çalışmıştı. Sevinç çığlığı atıp kaputundan öptüm, beyaz kanadı bozulsa da hemen insafa gelip birkaç kurcalama sonrası çalışıyordu emektar Anadolu. Hemen binip yola koyulduk, biraz daha geç kalırsak Çınar manyağının gazabından kurtulamazdık. Neyse ki mahalleye zamanında ulaşıp Meryem’i evine koyup ben de eve geçmiştim. Neneemin birkaç dırıldanmasını dinledikten sonra odama geçip aldıklarımı dolaba yerleştirdim. Sabah gelen telefon, aylardır beklediğim iş görüşmesi haberini vermişti. Kandemir Holding'e olan başvurum sonunda göz önüne alınmış, nihayet çıkan mühendis açığıyla beni iş görüşmesine çağırmışlardı. Öğleden sonra olacak görüşmeye en iyi şekilde hazırlanıp bu kez yolda kalmayı göze alamadığımdan taksiyle gitmeye karar vermiştim. Babam sokurdansada o da aylardır beklediğim için sonunda Anadolu'ya binip işe gitmişti. Holdingin önüne geldiğimde büyük, ihtişamlı bina oldukça dikkat çekiyordu. Mimarisi güzel tasarlanmıştı; gemi şeklinde yapılmış bina burada gemi tasarlanıyor diye resmen bağırıyordu. Tıpkı gemiye çıkar gibi bir giriş tasarlanmıştı. Merdivenleri çıkıp gösterişli binaya giriş yaptım. Danışmadaki bayana iş görüşmesi için geldiğimi söyledim. Hangi departman diye sorunca gemi mühendisliği diye bilgi verip beklemeye koyuldum. "Leva hanım değil mi?" "Evet, buyurun. Polat Bey de görüşmek için sizi bekliyordu." Tebessüm edip sekreteri takip etmeye başladım. "Melis hanım, Leva hanım geldiler. Polat Bey'e haber verir misiniz?" dedi. Polat Bey'in sekreteriydi sanırım; oldukça cüretkar giyimli bir kadındı ama sekreterden çok buranın sahibi gibi bir yürüyüşü vardı. Kadın bana tepeden bakıp "Bekleyin" dedi. "Ula alt tarafı sekretersin, ne bu havalar?" diyecektim, yanlış anlaşılma olmasın, sekreterliği küçümsediğimden değil ama kadının gözlerinden kibir ve kendini beğenmişlik akıyordu. Aman her neyse, "Leva işine odaklan" diyerek kendimi telkin ettim. Salona geri dönen Melis hanım, "Buyurun, Polat Bey sizi bekliyor" diyerek odaya yönlendirdi. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. Gördüğüm adamla;Yok, bu bir kabus olmalıydı, değil mi? Evet, evet, sürekli karşıma çıkan, bana imtihan olan, gaybana şu an patronum olacak adam Polat Kandemir’den başkası değildi…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE