HER ŞEYİN BAŞLANGICI, O GECE

5000 Kelimeler
Yine bir cumartesi akşamıydı, babamdan gizlice almış olduğum resim kursumdan dönüyordum. Küçükken resim defterime resimler çizerdim, bunlar daha çok çiçek ve aile tablosundan oluşan resimlerdi, ta ki annem ölene dek. Annem öldüğünde bende artık çiçek çizmeyi bırakmıştım, annemi çizmeye çalışmıştım. Resim bir sanattı, ve ben bu sanatın bir parçası olmak istiyordum. Ama ortada kocaman bir sorun vardı. Babam resim çizmemi istemiyordu. Babama göre resim çizmek 'saçmalık'tan ibaretti ve kızının o saçmalığın bir parçası olsun istemiyordu. Bu zamana kadar onun dedikleri olmuştu, onun istediği okula gitmiştim, onun istediği insanlar ile arkadaşlık kurmuştum, onun isteğine göre gülmüş, ağlamıştım. Buna bir son vermem gerektiğini biliyordum. Evimiz görüş açıma girince babamın evin içinde koparacağı fırtınayı bilerek derin bir nefes aldım ve her kavga da babamın kullandığı 'annesinin kızı' lafını duymaya kendimi hazırladım. Eve girince bu sessizliği beklemediğim aşikardı. Ben daha çok, kızgın bir boğa misali beni boynuzlamak yerine sözleriyle kıran babamı bekliyordum. "Neredeydin?" İşte başlıyoruz. Salon da elinde ki viskisi ile beni bekleyen babamım tam karşısında durdum. "Arkadaşlarımlaydım" dediğimde bana öyle sert bir bakış attı ki, vücudum ürperdi, sanki bedenimin üzerinde bir şeyler geziniyordu. "O arkadaşlar umarım kenar mahalle gülü değildir" dedi otoriter sesiyle. "Hayır" diye sakinlikle cevapladım. İçeceğinden bir yudum alarak ayağa kalktı ve kolumu tutarak beni kenara itti. Ardından baş parmağını bana doğru sallayarak "Bana sakın yalan söyleme! Bir daha böyle sakinlikle karşılamam" dedikten sonra merdivenleri çıkmaya başladı. Nereden anladığını sorgulamayacaktım, çünkü babam benim tek bakışımdan içimden geçen her şeyi anlardı. İlk defa birinin beni tanımasından nefret etmiştim. Çatı katıma çıkarak sakinliğin tadını çıkarmak amacıyla yatağıma atladım ve tavanımın pencerisinden gökyüzünü izlemeye başladım. Ben Elis. 'Özgürlük' kelimesi bazıları için ne kadar basit gelse de benim için çok fazla anlam içeriyordu. Benim dışarı çıkmak için bile belirli günlerim olurdu ve o gün boyunca ders çalışmak zorunda kalırdım. Babam asla benim düşüncelerime saygı duymazdı, onun için kendi istediği önemliydi. Bana kendi arkadaşlarımı bile seçmekte özgürlük tanımayan adamdan ne beklenirdi ki? Bu saatten sonra da hiç bir şey bekleniyordum. Sanki babam öl dese hiç düşünmeden kendimi öldürecek gibiydim. Gözlerimi kapattım, ve kendimi hayal dünyama kapattım. Kendi düşüncelerim olduğu, istedigim gibi gülüp, istediğim gibi yaşadığım zamanları hayal ettim, ama biliyordum ki bunların hepsi birer hayalden ibaret olacaktı. Diğerleri gibi bir babam olmayacaktı, en çok acıtan da buydu, bir ümidinin bile olmaması. "Elis!" bana yüksek sesle bağıran babamla yatakta hızla doğrulup odamdan koşar adımlarla çıktım, babamın çalışma odasına girdiğimde babam içeri de volta atıp, bir şeyler mırıldanıyordu. Kapıdan benim girdigimi gördüğünde "Geç içeri" dedi sinirle. Kapıyı kapatıp karşında durdum. "Ne demek resim kursuna gitmek?!" diye yüksek sesle kükredi resmen. Onun dediği şeylerin tam tersini yapmamdan nefret ediyordu. "Resim çizmek istiyorum" kısık sesle mırıldandım, babam ise ellerini saçları arasında geçirip sinirle soludu, ve alayla "Ama ben istemiyorum?" Dedi. "Ama çizecek olan benim!" Dedim inlercesine. Bu: daha fazla üstüme gelme demekti, ama babam bunu takmadan sandalye bir tekme savurdu. "Annesinin kızı, ne beklenir ki?" Diye homurdandı. Ağlarcasına "Baba... " dedim. "Bırak istediğimi yapayım" diye ekledim. Küçümsercesine bir bakış attı, "Resim çizmek neyine yarayacak? Sen şirkette benim yanımda çalışacaksın, ve modellerin fotoğraflarını çekeceksin" dedi. "Anladın mı?" Hayır Elis. Susma. Haykır içinden geldiği gibi, haykır içinden geçenleri, haykır. Susma. ' Tamam baba' deme, itiraz et. Gül, ağla, istediğin insanlarla arkadaş ol, istediğin gibi gez, özgür ol. Eğer şimdi itiraz edersen, çok şey değişecek. "Hayır" dediğimde bunu beklemediği aşikâr bu sekilde bana şaşkınlıkla baktı. "Ne demek hayır?!" Alayla güldüm, "Unuttun mu? Ben annemin kızıyım, düşünüyorum da benim annem, asla sana boyun eğmezdi" derken bile bu cesaretin nereden geldiğini sorguluyordum. "Bırak artık kendi hayatımı yaşayım, bırak" dedim, "Ben artık resim çizmek istiyorum!" Bazen hayallerinizin gerçekleşmesi için binlerce engel aşmanız gerekir, benim binlerce engelim yok, benim binlerce engele eş değer bir babam var. Bana bir böcek gibi bakmasına dayanamıyorum, gözlerim dolduğunda yumuşayan bakışları yeniden sertleşti. "Ağlama!" Ve gözyaşlarım dökülür. "Ağlama dedim sana! Duydun mu?" Kolumu tutup sertçe sarstığında hıçkırığımı boğazımda asılı tuttum. "Ağlamak sadece acizlerin işidir" Başımı salladım. "Şimdi odana git ve uyku çek. Yarın sabah bu konuyu yeniden konuşacağız" Kapıya yürüdüm ve son kez arkamı döndüm, tahmin edebilir miydim babamın, annemin asılı olduğu fotoğrafına baktığını? O ne kadar kabul etmese de annemi seviyordu, tek sorun babamın bunu kabul etmemesiydi. Odama girdiğimde direkt yatağıma atlayarak bilgisayarımı elime aldim ve i********: da gezinmeye başladım. Hikaye kısmında gezerken, neredeyse çoğu arkadaşımın şu an bir barda olduğunu anlamıştım. Melekozsoy Arkadaşım Melek. Arkadaşım dediğime bakmayın, sadece babamın zoru ile bir kaç cümle kurmuşluğumuz var. Herkes eğlenirken, benim burada durmam çok adice değil miydi? Aklıma gelen fikirle aniden ayağa kalktım ve dolabıma ilerledim. Dolabımın kapağını açtığımda elbiselerime bakmaya başlamıştım, babam davetler için binbir çeşit elbise koymuştu dolabıma. Evet. Elbiselerimi bile seçemiyordum. Fakat ben bunlardan birini seçmeyecektim, diğer dolabıma ulaşarak içinden rahat edebileceğim bir kıyafet giydim. Buz mavisi pantolon ve kırmızı bir büstiyer den oluşan kombinime bir de dedi ceket giydiğimde sadece tek sorun kalıyordu? Evde ki ve dışarı da ki korumaları atlatarak nasıl dışarı çıkacağımdı. Pencerimi açtım, odamın camı, çatıya ulaşıyordu. Pencereden çıkarak çatının kahverengi tahtalarında yürürken durumun garipliğine gülüyordum. Evin çıkış kapısında 2 tane koruma bekliyordu, onları atlatmak gerekiyordu sadece. Çatının sonuna ulaştığımda beyaz bir boru ilişti gözüme. Sanırım film de izleyip 'tam bir çılgınlık' dediğim şeyi şu an yapacaktım. Ve hiç düşünmeden boruya sıkıca tutunup aşağıya indim. Çünkü biliyordum, eğer düşünürsem vazgeçecektim, bazen düşünmek yetersiz kalıyordu. Çatıdan indigim için 5 tane korumayı atlatmıstım, kapıda ki diğer korumalara bakıp, bahçe duvarına koştum. Hızlı koştuğum için bir ayağımı duvara vererek, diğer elimi duvarın diğer tarafına atarak destek aldım ve bahçe duvarından geçerek dışarıya çıktım. En son duyduğum şey ise, "Bu evde sinek uçsa dahi haberimiz olur" Sırıttım. İlk işim o bara gitmek olacaktı. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup, barın adresini verdim. Babam, buraya geldiğimi öğrendiğinde çok kızacaktı, belki beni eve bile kapatabilirdi. Ama onu görmeye değerdi. Evet. Bunca derdimin arasında bir de aşık olmuştum. Murat. Babama ne ise kızgın da olsam, onu görünce bütün kızgınlığım gidiyordu. Onun icin bütün bir dünyayı önüme alabilirdim. Kalbim gerçekten onda güzel atıyordu, düzensiz ama güzel. Taksi durunca parayı uzatarak indim, kimlik kontrolü yapan görevlilere kimliğimi uzattığımda, bir motor sesi duydum. Arkamı dönünce onu ilk burada gördüm. Son model bir motor ve arkasına da onu takip eden motorlar vardı. Önde ki durduğunda diğerleri de ona uyarak durdu. Kaskı çıkarıp başını salladı ve güldü. Hepsi motordan inerek buraya doğru yürümeye başladılar. Toplam dört kişilerdi ve aralarında bir kız vardı. Onlar ne kadarda... Özgüvenlilerdi? Özgür? Mutlu? Neredeyse hepsinin yüzünün çeşitli yerlerinde pirsing gibi şeyler vardı, bir tanesinin hariç. Önde gelenin yüzünde bir şey yoktu, dağınık saçları ve güldüğünde oluşan gamzesi güzeldi. Onlar önümden geçip giderken kız olan bana baktı ve beni baştan aşağı süzdü. Ilk önce kaşları çatıldı, ardından saçlarını savura savura içeri gitti. Benim de kimlik kontrolum bitince içeriye girdim, Melek ve diğerlerini ararken onları gördüm. Melek ve Murat'ı. Tamam. Melek ile çok konuşmadık ancak, bir gün çok kötü olduğumda ona kendimi açmıştım. Ve o Murat'a aşık olduğumu biliyordu. Benim geldiğimi gördüklerinde hepsi şok oldu. Melek gülerek şaşırmış bir şekilde "Aaa baban izin verdi mi?" Deyince bir şey demeden hala ayakta dikiliyordum. Kalbimi heyecanlandıran kişi, nasıl olurda şu an beni binbir parçaya bölebiliyordu? Murat tebessüm edip "Otursana" dedi ve ekledi. "Sana istersen su söyleyelim" En kötüsü de buydu işte. Ondan nefret bile edemiyordum. "Şey... Aslında ben... " diye bir şeyler gevelerken, Melek yeniden araya girdi. "Ah! Biz Murat ile sevgiliyiz, bunu söylemiş miydik?" Diyerek sırıttı. Masadakiler gülerek kafa sallarken, aslında hepsinin Murat'ı sevdiğimi bildiklerini anlamıştım. Buraya hiç gelmemeliydim. "Ben gitmeliyim" diye mırıldandım. Murat kaşlarını çatıp "Neden geldin neden gidiyorsun? Hadi bize eşlik et" Tam hayır demek için ağzımı açmıştım ki arkadan bir ses beni engelledi. "Aslında, ben onu davet etmiştim. O yüzden size iyi eğlenceler" Arkamı dönünce o kızı gördüm. Tam dudağının ucunda ki piercing ile çok havalı duruyordu. Kızın bunu söylemesiyle masadan şaşkınlık nidaları yükselmeye başladı. Melek "Senin böyle kızlarla ne işin var? Baban biliyor mu?" Deyince derin bir nefes aldım. Sinirlenmeyecek, onların istediklerini vermeyecektim. Kız bana yaklaşıp kolumu tuttu ve götürmeye başladı, tabii götürmeden önce Melek'e "Senin gibi kaveşe ile mi takılacaktı?" Dedi. Güldüm. Beni getirdiği yer barın arka bölümü olmuştu. "Neden beni buraya getirdin?" Diye sorunca sırıtarak omuz silkti. "Yardıma ihtiyacın var gibi görünüyordu" deyince başımı salladım. "Teşekkür etmeyecek misin?" Dedi tekrardan. Teşekkür bile etmek yasakken, bunu unutabiliyordum. Bu yüzden mahcupça gülümseyerek "Teşekkür ederim" dedim. Kız omuz silkerek "Etme" dedi ve sigarasını yaktı, bama uzatıp "Ister misin?" Diye sorunca başımı olumsuz manasında salladım. "Vermeyecektim zaten" Güldüm. "Eee senin gibi bir kızın ne işi var burada?" "Bir işim yok" "Sen kesin annen ile babandan kaçarak geldin buraya" dediğinde gözlerimi kaçırdım. Tepkime kocaman bir kahkaha atıp "Hadi canım" dedi ve yeniden güldü. "Tahmin etmeliydim. Ben de senin babanın yerinde olsam böyle bir güzelliği buralara yollamazdım" Utanarak, "Sağol" diye mırıldandım. "Ben artık eve gitmeliyim" "Tamam" "Adın ne?" Diye sordum. Bekledim. Bekledim. Cevap gelmeyince arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. "Şebnem. Senin?" Arkamdan seslendiğin de bende arkamı dönüp "Elis" dedim. Yaslandığı duvardan doğruldu. "Yarın bu saatlerde motor yarışı var. Gelmek ister misin?" Yarın büyük ihtimalle camların ve kapının kilitli olduğu bir odada kalacağım diyemedim. Onun yerine "Sanırım olmaz" dedim. Bana gülümseyerek kaşını kaldırdı. "Bu motor yarışı yılda bir kez yapılır. Bizim çetenin başından Alaz katılacak, onu 5 senedir yenen yok! Zaten 5 sene önce motor yarışlarına katılmıyordu" dedi gülerek. "Yarın seni 22:00'a kadar tam burada beklerim. Eğer gelmezsen gelmezsin" Gelemeyeceğimi bile bile başımı salladım. Hayat cesaret edenleri seviyordu. Aptalları değil, bu gece bunu öğrenmiştim. Çünkü ben buraya gelerek cesaret örneği göstermemiş, tamamiyle aptal olduğumu göstermiştim. Eve geldiğimde babamı koridorda bir o tarafa, bir bu tarafa gittiğini görünce alt dudağımı ısırarak geldiğimi belli etmek icin öksürdüm. Benim sesimi duyar duymaz başını bana döndürüp hızlı adımlarla yanıma geldi ve hiç beklemediğim bir şey yaparak bana sarıldı. Kendimi o kadar garip hissettim ki... Sanki bana sarılan adam babam değil de bir yabancı gibi hissetmiştim. Ve bunun sorumlusu yine oydu O ve onun sıkıcı, otoriter kuralları. "Senin öyle yerlerde ne işin var?!" Sonunda bana sarılmayı keserek omuzlarımı sıkıca tuttu ve sordu. "Nasıl öyle bir yere gidersin? Kim ne der diye düşünmez misin sen?! Melek olmasa haberim bile olmayacaktı!" Melek. Bu kızın benimle ilgili sorunu neydi? Kendi yaşantımı bilmesem bin kıskanıyor derdim ama yaşantım, ve baskı altında duruşumun neresini kıskanacaktı. "Mükemmel olmak zorunda değilim! Hata yaptım, bir daha olmaz" dedim keskin bir dille. "Zaten böyle bir hata olmayacak" derken gözlerime öyle kötü bakıyordu ki, yanlış bir yapıp yapmadığımı sorguladım bir an. "Gerçekten bıktım baba" diye mırıldanıyor ve merdivenleri çıkıyordum. Dişlerimi birbirine öyle kilitlemiştim ki, resmen gıcırdıyordu. Odama girdiğimde direkt kapımı kapattım ve sırtımı kapıya yaslanarak ağlamaya başladım. Sevdiğim ve değer verdiğim insanlar tarafından hırpalanmaktan, ağlatılmaktan, kırılmaktan yorulmuştum. Neden kimse benim ne düşündüğümü umursamıyordu? Neden insanlar benim hayatımı kendi yönetiyordu, kendi hayatımın başrol oyuncusu ben değil miydim? Yönetmeni ben değil miydim? Dudaklarımdan kaçan bir hıçkırıkla, babamın duymaması için ellerimi dudaklarıma bastırdım. Kapıdan uzaklaşarak, yatağıma yüz üstü yattım ve yarın olacakları düşünmeye başladım. Zaten bugünün yorgunluğu ile fark etmeden uykuya dalmıştım. Sabah uyanınca, günlük olarak yaptığım şeyleri yaparak üstümü giyindim ve aşağı kahvaltı masasına oturdum. Babam yine jilet gibi takımı ile mutfağa girdiğinde küçülmek, yok olmak istedim. Beni görüp, süzdü ve, "Bunlarla mı okula gideceksin?" Diye sorunca bir şey demeden başımı salladım. "Buna da karısmazsan sevinirim" "Seni düşünüyorum" Beni kırıyorsun. "İyiliğin için" Bana kötülük yapıyorsun. "Mükemmel olman için ne gerekiyorsa yapıyorum" Mükemmel olmak istemiyorum. Bende herkes gibi, pijamalar ile bakkala gitmek istiyorum, bende kapı zillerine basıp kaçmak istiyorum, bende arkadaşlarım ile bir sokakta içimden geldiği gibi kahkaha atmak istiyorum, kahvaltı da sürekli olarak yumurta yemek istiyorum, arabaların alarmlarını çalıp kaçmak istiyorum, eğer bunlar beni mükemmel yapmayacaksa ben mükemmel olmak istemiyorum. Ben mükemmel olmak istemiyorum. "Bir hafta sonra vizelerin yaklaşıyor, iyi çalış" başımı belli belirsiz sallayınca, babam gülümseyerek telefonu ile bir şeyler yaptı ve en sonunda masadan kalktı. "Bugün evden dışarı adım bile atmıyor, gelecek hafta için sıkıca çalışıyorsun? Anladın mı?" "Baba--" diye itiraz edecekken, beni bakışı ile susturup mutfaktan çıktı, bir kac dakika sonra kapının kapanma sesi geldi. Sinirle oflayıp sandalyeye tekme attım. Masadan bir hışım ile kalkıp, odama çıktım. Ders notlarımı alarak tekrardan aşağıya indim ve ders çalışmaya başladım. Kalem sürekli soru bankamın üzerinde geziniyordu, çünkü aklımda sadece dün gece olanlar geliyordu. O kız. Grupları. Melek ile Murat. Uzunca ofladım, motor yarışına gidebilir miydim acaba? Ama babam izin vermezdi, ki bu sefer kaçamazdım. Çünkü babam güvenlik sayısını iki katına çıkarmıştı. Aklıma gelen şeyle aniden telefonumu elime aldım ve rehbere girerek 'Melek' yazan yere tıklayarak kulağıma götürdüm. Bir kaç saniye sonra telefonun ardından "Elis?" Dediğini işittim. "Melek, nasılsın?" "Iyiyim, hayırdır ne oldu?" 'Bok oldu yediğin boku temizlemek ister misin?' Demek yerine normalce "Bir şey yok, sadece seninle bir şey konuşmak istiyorum" dedim. "Dinliyorum" "Öncelikle bir daha babama beni şikayet edersen hiç iyi olmaz, ikinci olarak bugün babama sende kalacağımı söyle" Karşıdan uzunca bir kahkaha sesi geldi. "Tamam hemen yapıyorum" dedi alayla ve devam etti. "Bunları neye dayanarak söylüyorsun?" Sırıttım. "Bir daha sarhoşken insanların yanında ağzını açmamaya dikkat et. Örneğin Ulaş ile --" diyemeden sözümü kesti. "Tamam sus! Babanı ararım, saat kaçta?" "Saat 21:00 da olacağını söylersin" diyerek telefonu kapattım. Blöfüm işe yaramış görünüyordu. Melek sarhoşken Ulaş diye birinden bahsetmiş ama onun kim olduğunu ve kimsenin bilmemesi gereken şeyin ne olduğunu söylememişti. Ama yine de blöfüm işe yaramıştı. Bunun sevinciyle güldüm. Ve akşam olacakları düşünmeye başladım. Galiba ilk kez motor yarışına katılacağım için heyecanlıydım ve biraz da korkuyordum. Şebnem'i gördükten sonra kendimin ne kadar yetersiz olduğuna karar vermiştim. Bugün kendimi dünyaya ilk kez açtığımın tarihiydi. Ders çalışmam bitince, saatime baktım ve derse 30 dakika olduğunu gördüm, hızla bahçeden içeriye girerek aynada saçımı düzelttim ardından ayakkabılarımı giyerek dışarı çıktım. Koruma çıktığımı görür görmez direkt burnumun dibinde bitmişti, tabii ki dün kaçmanın ve babamın azarlamasının bunda etkisi vardı. "Elis hanım?" "Okula gidiyoruz" dedim ve arabanın arkasına bindim. Şoför de sonunda binince yola çıktık, yaklaşık 10 dakika sonra okula gelince arabadan inerek dersliğime yetişmeye çalıştım. Çok şükür ki evimiz okula yakındı. Babam yorulmamam için okulun yakınına ev almıştı, tabi mutluydum buna. ? Sıkıcı bir okul gününden sonra eve gelmiştim, babam benim geldiğimi görüp gülümseyerek, "Hoşgeldin" dedi. Bi'an şaşkınca baktım, babamın derslerin nasıl diye boğmasını bekliyordum. "Hoş buldum" diye mırıldandım. "Akşam Melek ile buluşacak olduğunuza sevindim" deyince gözlerimi devirdim. Neden mutlu olduğu belli olmuştu. Çünkü benden çok sevdiği 'Melek' ile buluşacak olmam onu sevindirmişti "Evet. Ben odama çıkıp hazırlanayım" başını onaylar anlamda sallayınca odama hızlı adımlarla çıktım ve giyinecegim şeylere baktım. Sade ama şık olmalıydım. Yüksek bel kot pantolunumu giyerek, üzerine giydiğim bu sıralar moda olan tişörtü pantolonumun içine soktum, ardından sade bir makyaj yaparak aşağıya inmeye başladım. "Görüşürüz baba" "Sana da görüşürüz" Evden çıkınca koruma zımbırtısına 'xy' ışınları göndermeye çalışarak gelen taksiye bindim. Taksi barın önünde durunca, kenardan dolaşarak geçen gün konuştuğumuz yere geldim ve beklemeye başladım. Saat tam tamına 22:00'dı fakat ne gelen vardı ne giden. Neredeyse 10 dakika beklememe rağmen kızdan hala eser olmadığını görünce alayla güldüm ve yürümeye başladım. "Ne bekliyordum ki? Kız beni daha dün tanıdı, hemen nasıl güvendi aptal kafam!" Diye hayıflandığım sırada arkada bir ıslık sesi duydum. "Arkamdan konuşmak hiç hoş değil ama Elis!" Dendiğini duyduğum an arkama dönüp motorunun üzerinde bana bakan Şebnem'e baktım. Telaşla ve yakalanmanın verdiği utançla "Çok özür dilerim, ben gerçekten özür dilerim" deyince gülerek kalbini gösterdi. "Bak ponçik kalbim kırıldı" ardından tekrardan kahkaha attı. "Hadi ne duruyorsun! Kaçıracağız" verdiği kaskı takarak motorun arkasına geçtim ve o yolculuk başladı. Motorun üzerinde olmanın verdiği haz ile gözlerimi kapattım. "Geldik" Şebnem'in sesini duymamla gözlerimi açarak motordan indim ve kaskı çıkardım. Şebnem önden giderken bende onu takip ediyordum. Dün ki grubu duvara yaşlanmış bir şekilde, pisste motorlarına hasar kontrolü yapan adamlara pis pis baktığını gördüm. Şebnem de bunu görmüş olacak ki gider gitmez "Sorun ne beyler?" Diye sordu. Hepsi bize döndü, ardından bana baktılar. Bir şey demelerini en azından 'merhaba' demelerini beklerken onlar bir şey demediler ve sinirle solumaya devam ettiler. "Hey sorun ne diyorum" diye tekrarladı Şebnem. Büyük ihtimalle Alaz olan, "Şerefsiz Ceyhun, benim kızın içeceğine bir sey katmış, buraya tam gelecektik ki hastalandı. Simdi kimi eş bulacağımı düşünüyorum" "Bulamazsan otomatik olarak diskalefi olacaksın?" "Evet! Orospu ço--" diyemeden yanında ki çocuk Alaz'ı sertçe dürttü ve beni gösterdi. Ben neden gösterdiğini düşünürken bir anda hepsi bana bakmaya başlayınca şaşkınca "Ne oldu?" Diye sordum. Şebnem kararsız bir şekilde "Elis" dedi. "Sen katılsan?" Gözlerimi kocaman açtım ve direkt itiraz ettim. "Olmaz!" "Ama diskalefi olacak, lütfen." "Sen katıl" dediğimde içlerinden yeşil gözlü olan gözlerini devirerek "Çünkü bunu biz düşünemiyoruz" diye homurdandı ve "Gruptan birisi katılmaz" dedi. "Bu beni alakadar eden bir durum değil" dedim, çocuk tekrar ağzını açıp bir şey söyleyecekti ki Şebnem onu susturarak kolumdan çekiştirip biraz ileri götürdü. "Aşka Yükseliş filmini izledin mi?" Diye sorunca kaşlarım şaşkınca havalandı. "Evet de, şu an konumuz ile alakasını anlayamadım?" Güldü. "Peki orada, Hugo ile Babi'nin motor yarışı sahnesinde ne düşünüyordun?" Ofladım. "Ne demek istiyorsun?" "Motor yarışı aynı o şekilde olacak" deyince gözlerimi kocaman açtım, "O zaman hayatta olmaz!" Dedim hayretle. Kendimi bile bile ölüme sürükleyemezdim herhalde. "Bak, Alaz motora binecek, sende onun sırtına yaslı bir şekilde oturacaksın ve birbirinizi tutmak için belinizde sımsıkı bir kemer olacak. Bam! Yarış başlayacak, sene diğer kızlar ne yapıyor ise onu taklit edeceksin" O kadar çok ısrar ediyordu ki, dayanamadım. Kalbim, yapmamı istiyordu, aklım de tamamen bunu reddediyor, zihnimin en köşesinde ki küçük Elis ise hayretle bana bakıyordu. Belki bunu kabul etmemeliydim, başıma bir iş gelme ihtimali yüksekti. "Yasal değil dimi?" Dediğimde gözlerini kaçırdı. "Seni bulaştırdığım için affedersin, ama gerçekten çok önemli. Bunu sana istersen daha sonra anlatırım, fakat Alaz yarışa katılamazsa, ortalık karışır" "Tamam" Şaşkınca bana bakıp güldü. "Ciddisin?" Ciddiydim. Hatalar yapmamak için, hatalar yapmalıydım. "Gidelim" Tek kelime. Bu insanın hayatını ne denli değiştirir sorusuna cevaptı resmen, kalbim şimdiden atıyordu heyecanla. Yanlarına dönünce Şebnem, Alaz'a alayla bakıp "Ben sana eş buldum, istersen motoruna bak, belki freni falan patlatmışlardır". Böyle bir şey olabilir miydi? Artık nasıl bir ifadem vardı bilmiyorum ancak bu onları güldürdü. Alaz, kolumdan tutup beni depo gibi bir yere götürmeye başladı. Büyük ihtimalle burası hazırlanacağımız yerdi. "Neden kabul ettiğimi sormayacak mısın?" Motorunu incelemeyi bırakıp omuz silkti, "Hayır. Yarıştan sonra ne istediğini konuşuruz" deyince kaşlarımı çattım ve "Sizden bir sey istemiyorum" dedim. Kaşlarını çatarak, "O zaman neden buradasın?" Diye sordu. Alayla gülerek "Çünkü Şebnem bana yardım etmişti, şimdi ise... " diyerek sustum ve derin bir nefes aldım. Omuz silkip başını hadi gidiyoruz manasında salladı. Bende daha fazla uzatmadım ve onu takip ettim, herkes yerini almış ortadaki kızın kırmızı bayrağı kaldırmasını bekliyordu. Bizim geldiğimizi görenler fısıldasmaya başladı, Ceyhun diye tahmin ettiğim çocuk onun önünden geçerken bana delice bakışlarını gönderse de bunu umursamamaya çalıştım. Motorun üzerine kurulan Alaz'ın, diğer kızlar gibi sırtını sırtıma verecek şekilde oturdum. Kemeri Alaz 'ın belinden geçirerek kendi belime de geçirdim ve son deliğe soktum, bunu yaptığım zaman Alaz gülerek "Nefes almamı engelliyorsun" deyince dudağımın kenarını ısırarak telaşla üçüncü deliğe geçirdim. Karşımda bana sırıtarak bakan üçlüye göz devirdim. Daha iki çocuk ile tanışmış olmasam bile ruhlarında gıcıklık olduğunu sezmiştim. "Hazır 3... 2... 1... BAŞLA!" O kadar hızlı çıktı ki dudaklarımdan çığlık kaçmaması için dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an hayatımda ilk defa bir çılgınlık yapıyordum! Kafamızda ne kask vardı, nede çevremizde bir güvenlik önlemi. Ölüme davetiye çıkarıyor gibi gözüksek bile şu an mutluydum. Diğer kızların aynı anda ellerini yukarı kaldırmasıyla bende korku ile kemeri bıraktım ve ellerimi yavaşça yukarı kaldırdım. Tribünden gelen çığlık ve ıslık sesleri cesaretlenmemi sağlıyordu, fakat cesaret bir zamandan sonra kendini edebi bir korkuya bırakıyordu. Eller inince hemen kemere yapıştım. Daha önce motor yarışına dahi gelmeyen birisi olarak yasal olmayan bir yarışa 'eş' olarak katılmıştım. Babam bu halimi görseydi sinir krizi geçirirdi. Motor bir anda sola yattı ve asfalta değen motor tiz bir çığlık oluşturdu. Nefesin kesildi. Motor eski haline dönünce derin bir nefes aldım. Bir çok kişi geride kalmıştı, sadece bir kişi ile yarışıyor sayılırdık ve o gözlerinden gördüğüm nefret ile büyük ihtimalle Ceyhun dedikleri kişiydi. Ceyhun bir anda motorunu motorumuza sürtünce korkuyla yutkundum. Alaz, sağa kayarak onun dokunuşundan kurtulacak sanarken hiç beklemediğim bir şey yaparak o da Ceyhun'un motoruna sürtündü. Sürtünmek az kalır. Öyle şiddetli çarptı ki, Ceyhun'un motoru hiç beklemediğim bir şekilde devrildi ve arkasında ki kızın acı çığlığını duydum. Dehşetle "Ne yaptın!" Diye bağırdım. "Neden yaptın böyle bir şey" Sustu. Yarış çizgisini bitirir bitirmez tribünler Alaz'a doğru koştu ve tezahürat yaptı, ben ise kemeri açarak sorumu yeniledim. "Neden yaptın diyorum" "Ölebilirlerdi! Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?" Ikimiz depoya doğru adımarken bir anda durdu ve bana baktı. "Ben yapmasaydım o yapacaktı, ve emin ol düşen kız senin yerinde olsaydı bize gülerdi" dedi aptal bir çocuğa bir şey anlatırmış gibi tek tek söyledi. "Şimdi ise kazanmanın verdiği hazzı yaşamak istiyorum" Beni bırakıp depoya ilerlemeye başladı, benim peşinden gitmediğini görünce adımlarını duraksatıp kafasını çevirerek "Güzel yarıştın" dedi ve gitti. Hayatımda güzel bir anının sahibi olmuştu. Saat gece 1'i gösteriyordu ve ben eve gelmiştim. Evin kapısını anahtarla açıp içeriye girdim ve sessizce merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenleri ses çıkarmamak için parmak uçlarında çıkarken, babamın odasından bir ses duydum. Daha çok mırıldanmaya benzer bir sesti, ses tonu şarkı söylüyormuş gibi arada sırada yükseliyor ve alçalıyordu. Ancak ne demek istediğini anlayamıyordum. Daha fazla takılmamak adına kendi odama geçerek banyoma girdim. Banyo da aynaya bakarken bu kızın ben olup olmadığını sorguladım. Büyük ihtimalle soğuk yüzünden kızaran burun, birbirine girmiş saçlar ve bayık gözler. Tek kelimeyle berbattım. Üstümü çıkararak küvete girdim ve tıpayı tıkayarak sıcak suyun küveti doldurmasını seyrettim. Uykumun geldiğini anlayınca daha fazla kalmamak için küvetten çıkarak odama girdim ve üstümü giyinerek saçımı havluyla sardım. Ardından direkt yatağa atlayarak kendimi uykunun kollarına bıraktım. Sabah hiçte hoş olmayan bir ağrı ile uyanınca yüzümü buruşturarak söylendim. Annem bana hep, banyodan sonra saçlarımı kurulamam gerektiğini, yapmazsam başımın ağrıyacağını söylerdi. Bende inatla kurulamaz, gelip kendi elleriyle saçlarımı hem tarayarak hemde makine ile kurutmasını beklerdim. Gelirdi. Zaten benim annem hep gelirdi. Ama o gün gelmedi. Gelmeyecek. Hala aptal gibi gelip saçımı kurutmasını beklediğimi anlayamıyordum. Burnum sızlayınca daha fazla düşünmemeye çalışarak yataktan kalktım ve üstümü giyinip aşağıya inmeye başladım. Mutfaktan gelen çatal bıçak sesleri ile oraya yöneldim. Babam benim geldiğimi görünce şaşırdı ve "Sen bugün Melek'lerde değil miydin?" Diye sordu. Umursamaz bir şekilde dolaptan meyve suyu çıkartırken "Sabah geldim" dedim. Anladığını belirten bir ses çıkardı. "Elis?" Dedi sorarcasına. "Efendim?" Deyince elinde ki çatalı bırakıp ciddiyetle arkasına yaslandı. "Dün gece neredeydin?" Kaşlarımı çatıp "Mele--" diyecektim ki masaya vurması ile diyeceklerimi yuttum. "Yalan söyleme!" Diye bağırdı. "Sen beni salak mı sandın?" Sustuğumu görünce bu kez daha masaya vurup "Söyle bana! Neredeydin dün gece" dedi tekrardan. "Bunu sen nereden biliyorsun?" Güldü. Daha çok alayla harmanlanmış bir gülüştü. "Önemli olan bu değil! Senin bana yalan söylemen ve dün nerede olduğu" Elimde ki meyve suyunu masaya bırakıp babamın karşına oturdum. "Dün gece mutlu olduğum bir yerdeydim" "Melek bana serseri tiplerle takıldığını söyledi" deyince elimde ki çatal durdu. Dişlerimi sıkıp "Bunu da o aptal mı söyledi?" Dediğimde "Düzgün konuş" diye ikaz etti. "Evet o söyledi" devam etti. "Hatta onu tehdit ettiğini söyledi, sen ne zaman böyle bir kız oldun?" Deyince sinirle masadan kalktım ve mutfaktan çıkmak için kapıya yürümeye başladım. "Gitmen için izin vermedim" "Gitmem için izin almadığımdandır" Evet. Şu an oldukça saygısız davranıyordum, ne olursa olsun o benim babamdı ancak sürekli o sinsi şeytanın sözlerine bakıyor oluşu beni çileden çıkartıyordu. "Bir kere bile onun yalan söyleyeceğini düşünmüyorsun baba" tam bir şey söyleyecekti ki onu susturdum ve devam ettim. "Evet. Melek ile değildim, dün gece gittiğim yerde oldukça eğlendim, ama bana direkt gelip te sormadın. Ah! Doğru ya" dedim sonlara doğru alayla. "Melek ne derse doğru odur" diye devam ettim. "Düzgün konuş" Bir şey demeden mutfaktan ardından ayakkabılarımı giyerek dışarı çıktım. Mart ayında olabilirdik ancak hava yine de soğuktu, bir an önce yaz gelsin istiyordum. Soğuğu ne kadar sevsem de sıcak vazgeçilmezim oluyordu. Kaldırımda yürürken, cebimden telefonumu çıkartıp rehberden 'Melek' yazan yere tıkladım. Bir kaç saniye içinde açılınca, onun ne dediğini dinlemeden "Az sonra atacağım konumda ol" dedim ve telefonu kapatarak yanımdan geçen taksiyi durdurup, bindim. Verdiğim adrese vardığımızda, parayı taksiciye vererek dışarı çıktım ve kafenin içine girdim. Melek benden önce varmış olduğu için köşede oturmuş önünde ki salatası ile ilgileniyordu. Sandalyeyi geldiğimi belli edercesine çektim, sesimi duyar duymaz elinde ki telefonu bırakıp bana baktı. Gözleri alay ile parlıyordu. "Nasılsın?" Dedi gülerek ve çatalını salatasına batırarak ağzına attı. O çatal ile ne yapmak istediğimi tahmin bile edemezsiniz "Amacın ne?" Diyerek konuya bodoslama daldım. Arkasına yaslandı, "Bir amacım yok. Sen sadece kendini fazla zeki sanıyorsun" deyince gözlerimi devirdim. "Ulaş --" cümlenin devamını getiremeden kahkaha attı. "Gerekirse 100 kadeh içeyim, mutlaka hatırlarım. Ve o geceyi hatırlıyorum" dedi sırıtarak. "Ve sana sadece Ulaş'ın adından bahsettim" Ben ona sinirle bakarken, devam etti. "En başından beri biliyordum. Ah! Sanırım babana bazı şeyleri ben söyledim" derken yapmacık bir şekilde dudaklarını büzdü. Aklıma gelen şeyle sırıttım. "Aslında biliyor musun? Sana teşekkür etmem gerek" deyince afalladı. "Sayende hayatımın en güzel gününü geçirdim. Babama gelecek olursak; bilirsin babam her ne kadar kolay şeyler ile memnun olmasa da bi' o kadar kolay şeyler ile memnun olabilecek birisi. 2 hafta sonra açıklanacak vize sonuçlarından sonra bana yumuşayacaktır. Ama senin abin, kolay şeyler ile yumuşar mı bilemem. En iyi sen bilirsin, birisine iftira atmak çocuk oyuncağıdır" Her cümlem de yüzü şekilden şekile giren Melek'e küçük bir sırıtış yollayıp sandalyeden kalktım ve kafeden çıktım. Abisinden açıklanamayacak şekilde korkuyordu. Ona asla iftira atmazdım, atamazdım ki. Ben onun gibi biri değildim. Ancak öyle şeyler yapıyordu ki sürekli onu tehdit etmek durumunda kalıyordum. Dün beni büyük bir şekilde kandırmıştı, fakat bu durumdan memnundum. Yağmur yağmaya başlamasıyla oflayarak küçük bir bakkala sığınmak zorunda kaldım. "Ne kadar tuttu?" Bu sesin sahibi? Arkama dönmem ile Alaz ile karşılaştım. O beni göremediği için cips reyonun arkasına saklandım. "107 tl" Yuh! Ne almıştı bu kadar? Içimde ki meraklı melahat sayesinde başımı çıkartıp ne aldığına baktım. Siyah poşetin içinde ancak bira olabilirdi. "Eyvallah, kolay gelsin" Kapıya doğru yürümeye başlaması ile cips reyonun tekrar arkasına saklanıyordum ki ceketimin yakası, rafa takıldı. Homurdanarak yakamı raftan kurtardım, tekrardan Alaz'ın olduğu tarafa döndüğümde artık yoktu. Sanırım gitmişti. Somurttuğumda, "Beni mi arıyordun ajancık(!)" Diyen sesi duymamla küçük bir çığlık atıp arkama döndüm. Bir eli reyona yaşlanmış bir şekilde bana üstten gülerek bakıyordu. "Yooo" dedim gözlerimi kaçırarak. "Yooo?" Dedi, dediğimi onaylamak istercesine. Başımı hızla sallayınca daha da güldü. "Şebnem senden akıllı diye bahsetmişti, aptal değil" Kaşlarımı çatıp "Aptal değilim zaten!" Diye cırladım. Yüzünü buruşturup "Bütün kadınlar böyle misiniz?" Diye homurdandı. Hala market rafına yaslı durduğumu anlayınca oradan çıkıp çıkış kapısına yöneldim. Alaz da arkamdan gelirken, "Dışarı da fena yağmur yağıyor. Gidecegin yere bırakabilirim?" Dediğini duysam da omuz silkip "Ben giderim" dedim. "Sen bilirsin" Dışarı çıkmam ile içeri girmem bir oldu. Yağmur o kadar şiddetliydi ki, beş dakika içinde her yer göl olmuştu. "Şey, hala aynı düşünce de misin?" Dedim arkamda ki Alaz'a. Güldü. "Evet." Dedi ve devam etti. "Arabam hemen bakkalın önünde zaten" Hızla bakkaldan çıkıp arabaya koştuk, o kilidi açar açmaz arabaya bindim ve arkama yaslandım. On saniye koşmuş olsak bile saçlarım sırılsıklamdı. O da binince arabayı çalıştırıp direkt klimayı açtı. "Nereye?" Diye sorunca, "Sanat galerisi" dedim. Bugün okulum olmadığı için akşama kadar orada vakit geçirecek, resim yapacaktım. Bana yandan bir bakış atıp, "Müzik ile mi ilgileniyorsun?" Dedi ilgili bir şekilde. "Hayır. Resim yapıyorum, neden sordun?" Omuz silkip sol tarafta ki sokağa döndü. "Bizim grupta ki piyanist ayrıldı. Yarın için acil piyano bilen biri lazım" deyince şaşkınlıkla "Grubunuz mu var?" Diye sordum. Başını salladı. "Evet. Şarkı söyleyen benim, bizim diğerleri de çalıyor. Yarın mekanda şarkı söyleyeceğiz ama piyanist bizi ortada bıraktı" diye uzun uzun açıkladı. Bu sırada sanat galerisinin önünde durmuştuk. Küçükken, annem piyano çalmayı çok severdi. O çalınca bana bir huzur gelirdi, bir keresinde bende annem piyano çalarken kucağına oturmuştum. 'Bana da ögretir misin?' Demiştim, annem de bana gülümseyerek bakmış ve öğretmeye başlamıştı. 3 yaşından 8 yaşına kadar sürekli piyano çaldım, annemin öldüğü gün bende piyano çalmayı bıraktım. Zaten babam, bir hafta sonra piyanoyu çöpe atmıştı. Anılarım canlanırken, ne yapsam diye düşünüyordum. Acaba gitmeli miydim? Günün 2. Kurtarıcısı olacaksın. "Hey" dedi ellerini sallayarak. "Geldik" Başımı sallayıp kapının kulpuna uzandığım sırada aniden onun tarafına dönerek "Aslında ben biliyorum." Dedim. "Ama en son 8 yaşında çaldım, yani unutmuş olabilirim" dediğimde başını 'önemli değil' manasında sallayarak "Sadece paslanmışsındır, notaları hatırlasan çalabilirsin" deyince "Emin değilim" dedim güçsüz çıkan sesimle. "Yarın dediğim mekana gelsen? Birlikte çalışırız. Akşam saat 19:00'a kadar mekan bize ait, prova yapıyoruz" Kararsız kaldığım için bir kaç dakika sustum, en sonunda dün çok eğlendiğimi hatırlayarak, "Tamam" dedim. "Tamam, yarın sabah 8'de seni buradan alırım" Başımı salladım, ardından araçtan çıktıktan sonra sanat galerisine ilerlemeye başladım. "Umarım" dedim içimden. "Umarım her şey güzel olur" Sanat galerisinden içeri girer girmez, resim odasına girdim. 2-3 kişiye göz gezdirdikten sonra, duvara yaslanmış olan tuvallerden bir tanesini alıp, odanın en köşesine geçtim. Tuvali yerine koyarken, boya fırçalarını yanıma koydum. İlk önce, yüzün hatlarını çizmeye başladım. Kimi mi çiziyordum? Annemi. Ama hafızamda ki yeri o kadar silikti ki, sadece belli belirsiz şeyleri hatırlıyordum. Mesela, küçük burnu, küçük dudaklara ve minik bi' surata sahipti, saçları kumraldı... Başka yok. Başka yok. Annemin bir fotoğrafı bile yoktu ki. Zaten resim çizmeye bu sayede başlamıştım, annemin görüntüsü hafızamda daha fazla silikleşmeden onu resme dökmek istemiştim. Kalemi, hafifçe tuval üstünde hareket ettirirken, bazı şeyler düşünüyordum. Düşüncelerim arasında tabii ki yarın olacak olaylar vardı. Hatları bitirdiğimi anladığımda küçük boya fırçasını alıp siyah boyaya batırdım ve annemin yüzünün etrafından yavaşça gezdirmeye başladım. Annemin o gülen yüzünün ardında en sevdiği renk siyahtı, ben annemden daha canlı renkler beklerken bunu dediğinde çok şaşırmıştım. Şimdi ise benim en sevdiğim renk siyahtı, babam hayatıma bir gölge düşürmüştü. Ve bu gölge benim göz yaşlarımı akıttığım mürekkepti. Resim benim ruhumdu. Ve ben bu ruha siyah mürekkep adını vermiştim. Eğer bir gün, bir şeyi resimden daha çok seversem, ona siyah mürekkep diyecektim. Ölü bir beden, ruh gibidir. Konuşur, kimse onun sesini duymaz. Ağlar, kimse ağladığını anlamaz. İnsanların yanındadır, fakat kimse onu görmez. Can çekişir, fark edilmez. Herkes ölü ruhları mutlu sanarken, onlar nutluluğun arkasına saklanmış gölgelerdir. Şu sıralar, kendimi böyle hissediyordum. Avazım çıktığı kadar bağırsam bile, kimsenin sesimi duyamayacağını biliyordum. Bunu bilmek bile insana öyle acı veriyordu ki. İnsanların senin sesini duymayacağını bilmek ve hayatını bu doğrultuda yaşamak. Annem bana, bir gün sesini herkese duyuracağını söylemişti. Acaba duyurmuş muydu? Gözlerimi açıp, daldığım hayal dünyasından çıktım. Yataktan kalkarak üstümü değiştirdim, saat daha çok erken olsa bile uyku tutmamıştı. Her şeyimi hallettikten sonra mutfağa indim ve kaseye döktüğüm gevreği yemeye başladım. "Günaydın" Bana gülümseyerek bakan babama bende aynı şekilde gülümseyerek "Günaydın" dedim. "Baba, bu akşam eve geç geleceğim" dediğimde neden manasında bana baktı. "Arkadaşlar ile bir mekanda toplanacağız." dediğimde ise olumsuzdu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE