Gitmek isteyeni zincire bağlasan, olacak olanı zamanın hakimi olsan da durduramazdın.
Köy meydanından gelen bağırış çağırışlar, daha meydana varmadan duyuluyordu.
Ağlayarak koşan annemin böğründen çıkan içli bir "Aahh.!" tüm bedenini sarssa bile annemi yere serememişti, şayet onun şu an tek derdi Cihangir'e yetişmekti.
Çığlıklar bile bağırıyordu ben felaketim diye. Öyle ki çığlıklar, bir tek insanın değil onlarca kişinin felaketiyim diyordu.
Bütün gelen çığlıklar, karmakarışık duyulan teselli sesleri birbirlerine girseler de Munise'nin çıkardığı sesleri çok net duyabiliyordum çünkü yakarışı arşı inletiyordu.
Sesini öyle bir yükseltiyordu ki arştan geri istiyordu.
Munise arşa alacaklı gibi bağırıyordu, oysa veren de O'ydu, alan da.
Bebeğini tekrar geri istiyordu.
Her ölümün kabullenişi çok zordu ama evladının, hele ki daha dün çorba döktüğü yakasını sildiğin, sütüne şeker kattığın, karnını gıdıklayıp boynundaki kokuyu ciğerlerine çektiğin bebeğinin ellerinden kayıp gidişi...
Devamı yok.
Çünkü bunun tarifi yok.
Kahvehanenin kapısında Cihangir'i gördüm etten bir duvarında arasında.
Mustafa çıldırmıştı, bu etten duvarda olan her bir adamı tuğla alır gibi çekip alıyor ve yere fırlatıyordu.
Korkmuş ve başını ellerinin arasına almış Cihangir, etten duvarın ortasında bir sağa bir sola dönerek anlamsız sesler çıkarıyor ve inim inim ağlıyordu.
Muhtemelen insanlar onu korumadan evvel Mustafa'dan dayak yemişti.
Cihangir'e koşmam gerekiyordu ama koşamadım.
Koşamadım çünkü o an gördüğüm başka bir şeyle donakalmıştım.
Yolun karşısında ufak bir beden vardı. Sarılı olduğu battaniyeden taşmış daha iki saat önce öptüğüm ve hatta ısırdığım o tombik eli gördüğüm gibi olduğum yerde kalmıştım.
Kımıldayamıyordum.
Annem Cihangir'in yanına gitse de ben bir adım dahi atamıyordum.
Munise'nin çığlıkları zaten başlı başına iç dağlıyordu ama Cihangir'in tarla yeşilinde yayılan kanından sonra ilk kez bir acı lahza daha zihnime kazınıyordu.
Battaniyeden taşmış o tombul ufak el...
Ben o eli de şu anı da hiç unutamayacaktım.
Bu vakte kadar hep tarla yeşilinden nefret etmiştim çünkü o tarla yeşili vaktiyle Cihangir'in kanına bulanmıştı.
Artık Yeşilırmak'ın yeşilinden de nefret ediyordum.
Asım'ın kanına girdiği için.
Yeşilırmak'a yeşil demesinlerdi.
Yeşil olamayacak kadar ölüme bulanmıştı.
Munise'nin çıkardığı çığlıklar yüreğine yetmeyince bir hışım battaniyeye sarılı yavrusuna sarıldı. Gözyaşlarıyla inletti tekrar yeri göğü;
"GİTMEEEE ! ANANI SENSİZ GOYUP DA GİTMEE ASIIIM!"
Boğazım düğümlendi, gözyaşlarım pınarlarıma hücum etti ama kımıldayamıyordum.
Benim gibi küçüklüğünde trajediye veya vahşete tanık olmuş kişiler hayatlarında yaşadıkları her trajedi veya kazada donup kalırlardı.
Annemin Mustafa'ya ve Bülent'e bağırmasıyla kendime geldim. Annem de ağlıyor ama yine de dimdik ayakta duruyordu.
"Ali kıran baş kesen misiniz la siz.?!! Acunuz var biliyiz, bizim de içimiz yaniyi... Emme bir olayun ne olduğunu anlayalım evvelden. Ne oliciğik..? Siz de ha bu oğlanı öldürince ne geçecik elinize?"
Cihangir'in hayatı tehlikedeydi çünkü Şahinlerin gözü dönmüştü. Hüseyin amcayla Reyhan teyze ortada gözükmese de sadece Mustafa'yla Bülent bile Cihangir'i öldürmeye ant içmiş gibiydi. Ya da sadece Mustafa...
"O anlatacak bize ne olduğunu. O !" diyen Deli Mustafa ağlamasa da bembeyaz olmuştu.
Zor duruyor gibiydi...
O da ayakta zor duruyordu.
Deli Mustafa, etten duvardaki her bir adamı bir tuğla gibi alıp, yere çalıyor git gide Cihangir'le arasını kapatıyordu.
Bülent ise hop oturup hop kalkıyor ne yaptığı belli olmayan bir halde tavır arıyor gibiydi.
Ne hissedeceğini ne tavra bürüneceğini bile şaşırmıştı.
Mustafa'nın Cihangir'e ulaşmasına ramak kala koştum. Mustafa'nın ve bir ordu adamın arasına girdiğimde iki elimle durdurabilirmişim gibi tuttum bedenimin iki katı genişlikteki Mustafa'nın göğsünü.
Mustafa'nın geniş göğsüne dokunduğumda onu elektrikle çarpmışım gibi vahşet içindeki gözleri hayretle bana bakarak iki adım geri attı.
"Acın var anladık! Ama hele geri dur! Saygısızsın anladık! Ama cenazene bari saygı duy! Kıt kafalısın anladık! Ama senden başka bu oğlana saldıran var mı şu an bak etrafına?!"