2- Benim Olacak!

1122 Kelimeler
Azizbey Konağı’nın geniş avlusunda bir hareketlilik vardı. Hizmetçiler arabayı hazırlamış, Boran Ağa’nın iki karısı olan Fatıma ve Rojda, düğün alışverişi için giyinip süslenmişti. Kuzeni Erden'in düğünü olacaktı. Her zamanki gibi görücü usulü evlilikti tabii. Bu düğün işlerini sevmese de mecbur kuzeni diye ayak uydurmak durumunda kalmıştı. Erdem'i severdi, iyi bir çocuktu. Boran, konağın geniş taş merdivenlerinden aşağıya inerken, eşlerinin konuşmaları kulağına çalınıyordu. Ancak aldırmaz bir tavırla adımlarını sürdürdü, bakışları ise uzaklara, konağın ihtişamlı bahçesinin ötesine dalmıştı. Fatıma, ağırbaşlı ve asil tavrıyla avluda bekliyordu. Üzerindeki zarif işlemeli elbisesi, yaşına uygun bir ciddiyetle seçilmişti. Başını örten ince örtü, yüzüne dingin bir ifade katıyordu. Yanında duran Rojda ise daha genç, daha hareketliydi. Kıskançlığı ve hırçın tavırları, Boran’ın gözdesi olma arzusundan kaynaklanıyordu. Onun da elbisesi dikkat çekiciydi, renkleri ve desenleri daha cesur bir tercih olmuştu. Ancak gözlerinde bir huzursuzluk, yüzünde memnuniyetsizlik vardı. “Düğün için sen ne alacaksın, Fatıma?” diye sordu Rojda, dudaklarını büzerek. Sesinde hafif bir alay vardı. Sanki sadece soruyla yetinmeyecek, biraz da üstünlük kurmaya çalışacaktı. Fatıma, sakin bir şekilde Rojda’ya döndü. Onun bu küçümseyen tavrına alışık gibiydi. Sessiz bir nefes alarak gülümsedi. “Düğüne uygun bir şey alacağım elbette,” dedi, dingin sesiyle. “Kumaş bakarım belki, ya da birkaç parça takı.” Rojda, Fatıma’nın sakinliğine daha da sinirlendi. Burnunu kırıştırarak hafifçe başını geriye attı. “Tabii tabii,” dedi alaycı bir sesle. “Boran Ağa hep seninle birlikte oluyor ya… Şimdi düğünde de herkes ‘Fatıma hanım nasıl şık olmuş’ der durur. Şanını yürütürsün yine.” Fatıma bu sözleri olgunlukla karşıladı, Rojda’nın ne demek istediğini biliyordu. Ancak ne bu sözlere alınıyor ne de kavga etmek istiyordu. Başını çevirip başka bir yere baktı, konuşmayı uzatmadı. Rojda ise kazandığını zannederek gözlerini devirip derin bir nefes aldı. Ardından Boran’a doğru bir bakış fırlattı. Kendi içindeki kıskançlıkla dolu düşüncelerle boğuşurken, “Acaba onun gözünde neden hep Fatıma özel oluyor?” diye içinden geçiriyordu. Bilmiyordu ki Boran Ağa, Fatıma ile cinsellik için o odada kalmıyor. Amacı sadece sakin ve sessizce uyumaktı. Ama Rojda geceleri hep isteklerde bulunduğu için Boran Ağa'nın tercihi değildi. Fakat cinsellik konusunda Boran Ağa, en çok Rojda ile oluyordu. Boran, bu konuşmaları duymamış gibi camdan dışarı bakmaya devam ediyordu. Gözleri, konağın dışındaki taşlı yollarda geziniyordu. Eşlerinin bu bitmek bilmeyen çekişmeleri artık ona sıradan geliyordu. “Kadın milleti işte,” diye içinden geçirdi. Çarşıya gitmek için arabaya binene kadar onların sözlerini görmezden gelmeye kararlıydı. Eşler arabaya yerleşirken Rojda hâlâ Fatıma’yı iğnelemeye devam ediyordu. “Fatıma, bu gece nasıl geçti? Pek bir dinginsin. Ağam memenun etmiş belli ki seni." Fatıma, Rojda’ya bir kez daha bakmadan pencereden dışarı yöneldi. Sözleri yanıtlamaya gerek duymadı. Boran ise, bu kez başını hafifçe çevirerek Rojda’ya keskin bir bakış attı. “Yeter Rojda,” dedi, sesi sakin ama bir o kadar tehditkârdı. “Ne Fatıma’nın ne de benim sabrımı taşır.” Rojda, Boran’ın sert bakışları karşısında başını öne eğdi ama içinde hâlâ kıvılcımlar vardı. Fatıma ise sessizliğini koruyarak dışarıyı izlemeye devam etti. Boran, bu konuşmaların üzerine bir kez daha camdan dışarı baktı. Çarşıya gitmek için yaklaşıyorlardı. Ama içinden, “Bu kadınların çekişmeleri ne zaman biter ki?” diye geçirmeden edemedi. Kendini, asıl düşündüğü başka bir konuya, yani bu düğün alışverişinde karşılaşabileceği yeni bir ihtimale odaklamaya başladı. Nihayet çarşıya geldiklerinde Boran artık biraz da olsa nefes almaya hazırdı. Bu karılardan bıkmıştı çünkü. Geniş çarşı meydanı, telaşlı insan kalabalığı ve baharat kokularıyla doluydu. Dükkanlardan yükselen bakır tepsilerin tınısı, kumaş satan kadınların cıvıl cıvıl sesleriyle birleşiyor, çarşıyı adeta bir panayır alanına çeviriyordu. Boran Ağa, elleri cebinde ağır adımlarla kalabalığın arasından ilerliyordu. Her zamanki gibi dimdik duruşu, ciddi yüz ifadesi ve karizmasıyla çevresindekilerin dikkatini çekiyordu. Ancak onun bu dikkatleri umursadığı yoktu. Gözleri çarşının renkli karmaşasına kayıyor, aklı ise bambaşka bir yerdeydi. Fatıma ve Rojda, dükkanları gezerken her gördükleri şeye hayranlıkla bakıyor, düğün alışverişi için en güzel eşyaları seçmeye çalışıyordu. Boran ise onların telaşlı hallerine pek de dikkat etmiyor, kendi ritminde yürümeye devam ediyordu. Bir süre sonra gözleri, köşede yer alan küçük ama göz alıcı bir takıcıya takıldı. İnce bir işçilikle yapılmış mücevherler vitrinde sergileniyor, güneş ışığına yakalandıkça parıldıyordu. İstemeden de olsa bu takıcıya doğru yöneldi. Tam dükkanın önüne geldiği sırada, çarşıdaki hareketliliğin bir anlık kaosunda bir beden hızla ona çarptı. Boran, önce ne olduğunu anlayamadı. Çarpışmanın etkisiyle ince bir bedeni kollarının arasında buldu. Refleksle elini kızın incecik beline dolayarak onu düşmekten kurtardı. Genç bir kız, hafifçe sendelemiş ama Boran’ın güçlü kollarında dengede kalmayı başarmıştı. Kız, başını utangaç bir şekilde kaldırdı, masumiyet ve mahcubiyet dolu iri mavi gözlerini Boran’a dikti. Yüzü, güneşin altında parlayan porselen gibi pürüzsüzdü; yanakları utançtan pembeye çalan bir renge bürünmüştü. “Kusura bakmayın,” dedi, zarif bir ses tonuyla. “Sizi görmemişim.” Boran, o an sanki dünya durmuş gibi hissetti. Kalbi, hızla atmaya başladı, neredeyse göğsünden dışarı fırlayacak gibiydi. Gözleri kızın yüzüne kilitlenmişti. O iri mavi gözler, kiraz gibi dudaklar ve omzuna dökülen uzun, kestane rengi sırma saçlar… Hepsi bir anda Boran’ın ruhunu esir almıştı. Burnuna yasemin kokusu geldiğinde nefesi kesildi. Kızın yanında hissettiği bu ferahlık ve masumiyet, ona hayatında hiç tatmadığı bir heyecan yaşatıyordu. Çarpışmanın etkisiyle kızın fistanının yakası hafifçe açılmıştı. Boran’ın bakışları, istemsizce kızın dolgun ve biçimli göğüslerine kaydı. Gözlerini hemen kaçırmak istese de başaramadı. İçinde bir yerlerde, o anda gördüğü bu zarif güzelliği aklından çıkaramayacağını biliyordu. “Daha dikkatli ol, küçük kız,” diye mırıldandı, sesi titrek bir kararlılıkla. Kız, Boran’ın kendisini sımsıkı tuttuğunu fark edince hafifçe geri çekildi. Yüzünde hâlâ o mahcup ifade vardı. Tam konuşacak gibi oldu ama o sırada arkadan gelen bir sesle irkildi. “Narin! Narin, kızım neredesin?” diye seslenen bir kadındı bu. Kız, annesinin sesini duyduğunda hızla toparlandı ve bir adım geriye çekildi. “Tekrardan kusura bakmayın,” dedi aceleyle. Boran’ın gözlerine bir kez daha baktı, ama bu sefer gözlerinde ürkek bir ifade vardı. Ardından arkasını dönüp hızla annesine doğru yürüdü. Boran ise olduğu yerde donakalmıştı. Sanki kızın ardından bakarken zaman bir anlığına durmuş, kalabalığın sesleri bile hafiflemişti. Gözleri, o ince bel, o uzun saçlar ve zarif yürüyüş üzerinde takılı kalmıştı. Derin bir nefes aldı, ama bu nefes onu rahatlatmak yerine kalbinde başka bir şeyin kıvılcımını ateşliyordu. Arkasından gelen sesle kendine geldi. Yanında her zaman sadık olan adamı Eşref belirdi. Eşref, Boran’ın alışılmadık bir şekilde dalgın olduğunu fark etmişti. “Hayırdır ağam? Bir şey mi oldu?” diye sordu, endişeyle. Boran, gözlerini hâlâ kızın uzaklaşan siluetinden ayırmadan konuştu. “Eşref,” dedi, sesi bu sefer kararlı ve otoriterdi. “Bana bu kızı bulun. Kimmiş, neymiş bilmiyorum ama o kız benim olacak.” Eşref, Boran’ın gözlerindeki kararlılığı gördü. Boran’ın verdiği bu tür kararların geri dönüşü olmadığını biliyordu. Başını eğerek kısa bir şekilde yanıtladı. “Emredersiniz, ağam.” Boran, çarşıdaki o curcunanın içinde bile aklını yalnızca bir şeye odaklamıştı: Az önce karşılaştığı o kız. İçinden, “Bu kız benim kaderim olacak,” diye geçirdi. Ancak bunun nasıl bir kader olduğunu henüz kendisi de bilmiyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE