Vera Akalay'dan
Koşuyordum. Ve koştukça ruhuma bağlı prangaların, hoyratça yarattığı acıyı bütün kurallarıyla birer birer ihlal ediyordum. Bu yaptığım, cenahları kırılmış bir kuşun ilk kez özgürlüğe uçması, kaçınılmaz sonun azap verici sayesi altında sehven yaşamaktı.
Bu kaçmak değildi. Bu, yaşarken ölen bir kızın özgürlüğüne kavuşma sahnesiydi.
Dakikalar, birbirlerine perçinlenmiş saniyeleri kovaladığında o lanet olası okuldan oldukça uzaklaşmıştım. O cehennemden uzaklaşmak için attığım her adımda, sırtımdaki yükler birer birer eksilmiş, yerini özgürlüğün verdiği vuslata bırakmıştı.
Evet, o okul benim kirli mazimdi. Günahlarla süslenmiş bir kirli mazi..
Ne kadar süre böyle koşmaya devam ettim bilmiyorum. Tenha ve ıssız bir yola saptığımda yavaşlamıştım çünkü yorgunluktan yere yığılmam an meselesiydi.
Kaburgamdan alıp verdiğim her soluk, ciğerlerime keskin bir ok gibi saplanıp kalırken olduğum yerde buz kesilmiş gibi durdum. Bedenim yere yığılmak için çırpınırcasına yalvarıyordu bana. O kadar yorgundum ki artık hiçbir olayı kaldıracak durumda değildim. Ne kalbim, ne zihnim, ne bedenim... Her bir zerrem yorulmuştu savaşmaktan.
Olanları düşünmemeye çalışsam da yaşadığım her an, birer birer geçiyordu gözlerimin önünden. Eğitim hayatımı kendi ellerimle bitirmiştim. Müdür sicilime sıçacaktı kesin.
Zaten okumak istemiyordum. On yedi yaşında biri için bu çok yanlış bir karar olsa da geçmişte yaşadıklarımdan sonra okumak benim için ihtimal bile değildi.
Sanırım artık önümdeki maçlarına baksam iyi olacaktı. Bu olaydan sonra varla yok arasındaki ailemin beni destekleyeceğini hiç sanmıyordum.
Derin bir nefes çektim içime. Düşünmek istemedikçe düşünceler zihnimi istila ediyordu sanki. Tüm bu yaşananlara rağmen içimi kemiren ve yıllardır peşimi bırakmayan his hâlâ oradaydı. İçimdeki bütün renkleri siyaha boyayan o gece...
Neden yaptıklarımdan zerre pişman değildim? Ayrıca bugün yaptıklarım neyin intikamıydı? Geçmişin mi?
O pisliğin sadece ismini bile düşünmek irkilmeme sebep olurken yaşadıklarımı yaşatmak istiyordum herkese. Ezilmişliği, çaresizliği ve mutsuzluğu herkes yaşasın istiyordum. Mutlu insan görmeye tahammül dahi edemezken iki yıl önceki o lanet günden sonra her şeyi mahfetmek benim için bir zorunluluk olmuştu. Çünkü ben buydum.
Herkese sahip ama kimsesiz, mutlu gibi görünen bir yıkılmış, karanlığın izleriyle tırmalanmış bir yaralı ama asla pes etmeyen bir savaşçı...
Aydınlık gökyüzü yerini yavaş yavaş karanlığa bırakırken hoyrat esen rüzgarın usulca saçlarımı uçuşturmasına izin verdim. Bu ıssız yerden gitmeliydim artık. Burası tehlikeliydi. Daha doğrusu, ben çok savunmasızdım. Ve eğer acilen buradan uzaklaşmazsam, başıma her an kötü bir şey gelebilirdi.
İleri doğru adım atacakken arkamda bir hareketlilik hissettiğimde olduğum yerde durdum. Bir gölge önüme düşerken kısık bir ses kulağımda yankılandı. Sakin ol Vera, belki de kedidir.
Ne kadar da rezil bir kendini avutma sahnesi...
Kalbim korkuyla çarparken önüme düşen ve benden daha büyük olan gölgeyi gördüğümde sertçe dudağımı dişledim. Arkamdaki kedi falan değildi. Ve başım kesin beladaydı.
İçimdeki müphem şüphe, kum saatinden düşen her saniyede şiddetini hoyratça arttırırken nefes alamadığını hissettim.
Yüksek ihtimalle... Biri beni takip etmişti. Ve kahretsin ki o kadar koşmama rağmen ben hiçbir şey fark edememiştim.
Aklıma onlarca çehre düşerken, hangisinin daha tehlikeli olduğunu seçemedim. O kadar çok düşmanım vardı ki şuan peşimdeki kişinin müdürün adamı olma fikri, içlerinde en masum ihtimal olarak kalıyordu.
Tekrar koşmaya başlayacakken hiç beklemediğim anda, bir el sıkıca ağzımı kapattığında dehşet içinde kendimi ileri attım. Ama arkamdaki kaçmama fırsat vermeden beni kendine çekti. O an çığlık atmak istedim ama çırpınışlarım yersizdi. Beni tutan her kimse çok güçlüydü.
Umarım günün sonunda hâlâ nefes alıp veriyor olabilirdim. Ya da son nefesimi de verebilirdim. Ölümün aciz esareti işte...
Korku buram buram bedenime yayılırken cesaretim kırılmıştı. Ve daha da kötüsü bu ıssız yerden hiçbir insan geçmiyordu! Tekrar sert bir hamle daha yapıp ondan kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Beni bırakmıyordu piç kurusu!
Müdür mü yollamıştı onu?
Kimdi bu arkamdaki lanet olası psikopat?
Sanki içimden sorduğum soruyu duymuş gibi usulca kulağıma eğildi. Tehdit kokan nefesini boynumda hissedebiliyordum. Korkuyla geri çekilmeye çalıştım ama beni sıkıca tutan eli buna izin vermedi.
"İntikam sözümü unutmuş olamazsın. Beni hatırladın değil mi küçük fahişe? Ben geçmişten gelen..."
Sesini duyduğum an nefesim kesildi. İçimdeki her bir zerrem birer birer veryansın etti. Ruhum dilhun oldu ağladı, dilim lal oldu sustu. Zaman durdu, ben buz kestim.
Küçük fahişe... Geçmişten gelen...
Arkandaki kişi müdürün adamı değildi. Daha tehlikeli, daha karanlık, daha pislik biriydi. Bu... Geçmişin bana ördüğü en büyük tuzak, en büyük cehennem ve bu dünyadaki en büyük imtihanımdı.
Lanet olası üvey abim... Hapisten çıkmış mıydı?