Dark romantic türündedir. Konudan yoksun, taciz ve tecavüz sahneleri mevcuttur. 18 yaş ve üzeri için uygundur; tercih meselesi olarak bölümleri okumayabilirsin.
İlk bölümde uyarı bulunmamaktadır, yalnızca argo kelimeler yer almaktadır.
---
🪷 /1. YAŞAMAK İÇİN NEFES AL
Tabureyi önüne bıraktı. Ayağıyla dikkatlice üzerine çıktı, parmak uçlarında uzanarak…
Minik, tombul ellerini uzattı; toz pembeden maviye hızla geçiş yapan, masalsı ve ağır kitabı eline aldı. Kalbi istemsizce sıkıştı. Hastalığı izin verse, âciz nefsini düzene koyacaktı.Masanın kahverengi-bej tonlarında, ekose desenli sofra bezini kaldırdı; masanın altına girdi.Kitabı yavaşça açtı… Düş kırıklığına uğradı.Simsiyah, düz sayfalarına ceylan gözlerini dikmişti.
İç dünyamda o kadar rahatım ki… Keşke…
Keşke bu dünyada da böyle olsa.
Her insan, farklı dünyaları temsil eder.
İç dünyamın parçalanmasına şahit olacaksınız.Belki de parçalanmak, basit kalacak.Belki de ben abartıyorum… Olmaz mı sence?
Toplumun ahlaki değerlerinin dışında bulunan, neredeyse her coğrafyada ters düşen bir suçtu; suçsuz da olsam, bu dünyaya geliş sebebim…
Annemin lise son sınıfta hamile kalmasıyla, yani evlilik dışı bir bebek olarak, hikâyem benimle başladı.Annemin sürekli gelen mide bulantıları başladığında bir şeylerin ters gittiğini anladı.İstemeden gelen bu korku, gençliğin verdiği cahillik ve korunmayı hiçe sayışı...Kadınlara özgü o naçizane tavsiyeleri dinlememesi ve bilmemesi, yoğun saflığıyla birleşince, hamile olduğunu anlaması uzun sürmedi.
Hamile olduğundan emin olmak için doktora gitti. Doktorun onayıyla gerçek kesinleşince, ne yapacağını bilemedi.Hiç düşünmeden, apar topar bir karar verdi: Bebeği aldıracaktı.
Ancak karnı doğal olarak büyümeye başladı…
Soylu bir aileden geliyordu. Öte yandan, toplumun ahlakına kafayı takmış ailesine bunu nasıl söylerdi? Bu mümkün müydü?
Kafası çok meşguldü…
Sedye üzerinde uzanıyordu. Ağzında beyaz bir maske, üzerinde beyaz önlük olan doktora son kez baktı.Odanın soğukluğu, dersini veriyordu sanki…
Bu bir rüya mıydı?
Annem, yoğun kavga seslerini kulağında işitmişti.Bu sesler, ailesinin tedirginliğiyle yükselen, toplumun korkusunu taşıyan tartışmalardı.Annem bu sesleri nerede duysa tanırdı; bu, onun ailesiydi.
Gözlerini sıkıca kapattı.Annesinin yüzüne nasıl bakacaktı?Ellerini korkuyla titretirken, o an itibariyle tüm hayatı boyunca bu karalekeyi silmek için çaba sarf edeceğini biliyordu.
Taşra Kozga ailesi, şehrin en önde gelen, mütevazı ama gözlerin üzerinde olduğu bir aileydi.Annem dört kardeştiler.
En büyükleri, Atay Taşra Kozga.Ardından en büyük abla, Rozerin Taşra Kozga.
Üçüncü çocuk ise annem, Sahra Taşra Kozga.
Ve en küçükleri, annemden nefret eden ve onu sürekli ispikleyen dördüncü çocuk: Beyza Taşra Kozga.
Annem gözlerini yavaşça açtı. Evet, en küçük olan, ispikleyen teyzemin sinsi sırıtarak annemin uyanmasını bekliyordu. Tıpkı bir akbaba gibi, leş yemeye hazırdı.
Tiz bir sesle: "Anne, bak uyandı!"
Anneannem, hayatları karanlığa gömen bir kadındı. Zeytin rengi teni, gümüş gri saçları sıkıca aşağıdan topuz hâlindeydi. Zayıf, orta boyluydu. Alnında daha belirgin olmak üzere yaşlı, hafif kırışık bir yüzü vardı. Elinde ahşap bastonunu yere vurduğunda, evdeki hizmetçilerin dizleri korkuyla titrerdi.
Anneme nefretle ve imrenerek baktı. Elini havaya kaldırdı, elinin gölgesi annemin yüzüne düştü. Sert bir tokat attı. Annemin burnu kanamıştı.
"Anne, lütfen affet! Ben ne yapacağımı bilemedim," dedi annem. O çaresizlik ve durgunlukla sadece tokadı değil, gerçekliğin algısını da şiddetle hissetti. Bilinci hızla açıldı. Dolan gözlerle annesine baktı.
"Kes sesini! Bu çocuk doğacak! Günah işlemekten korkmuyor musun, değil mi? Ahlaksız! Babası kim?" dedi anneannem. Sert sesi ahşap dubleks evde yankılandı.
Annem başını yere eğdi. Gözyaşları yere düştü. Bunları akıl edemeyecek kadar masum ve saftı. Dolan gözlerinden süzülen yaşlara baktı. Bebekten kurtulmak istiyordu. Belki de o zaman rahata erecekti.
"Kimden?! Söyle!"
Anneannemin sert ve sabırsız sesi yeniden odaya hâkim oldu.
Rozerin teyzem, annemin bileğini yavaşça tutarak kaldırdı.
"Anne, biz lavaboya gidelim. Dediğin gibi, hamile çocuğa zarar verebiliriz,"
diyerek bir bahane uydurdu ve annemi odadan çıkardı.
Rozerin teyzem, annemin yüzünü yavaşça ıslak bir mendille sildi.
"Bu ağır bir itham... Annemizi bilirsin, sert bir kadın. Ona gerçeği söyledim. Erkek arkadaşının ailesine de haber verdik önceden. Korkunun ecele faydası yok."
Rozerin teyzem, siyah gür saçlarını alçaktan mütevazı bir şekilde sıkıca bağlamıştı. Üzerinde açık mavi, diz boyunda bir elbise vardı; kısa siyah yeleği, birkaç büyük düğmeyle kapanıyordu. Anneme üzülerek baktı. Gözlerindeki o acıma duygusu karşısındaki insana doğrudan geçiyordu.
Annem, kırılgan ses tonuyla, gözlerinin hızla dolmasına aldırmadan ağlamaya yakın bir sesle konuştu:
"Abla... Benim bu bebekten kurtulmam lazım. Yoksa... moda tasarım bölümünü nasıl bitireceğim? Okula ara veremem. Hattamın farkına vardım. Lütfen yardım et bana... Bu çocuk hayatımın kara lekesi."
Aşağı indiklerinde babam ve ailesi gelmişlerdi babam annem aynı okulda okuyolarmış babam erkek model siyah saçlı, beyaz tenli uzun boylu, zayıf, koyu kahve gözlü, üzerinde uzun palto, kahve tonlarda pantolon, gömlek üstüne süveter varmış.
"Oğlumdan falan değildir hanım efendi oğlum o okula imza için gider fazla uğramaz" dedi babaannem sonra anneme göz devrip tekrar konuşmasına devam ettmiş.
"Hem oğlum etrafı kızla dolu başkasındandır o bebek. dn testine de gerke yok" dedi
"Anne saçmalam" dedi babam kısık sesle.
Akşam olduğunda güneş, soluk tonlarda hızla battı. Anneannem, kanepede oturmuş derin derin düşünüyordu. İçinden içe annelik duygusu uyanmaya başlamıştı. Kızına ne olacaktı? Acımasız topluma yem olarak altın tepside mi sunacaktı? Kalbi sıkışmıştı. Sert olan kalbi, çatlamaya müsaitti. Gözlerini hızla açılan kapıya dikti.
Dedem, ellerinde alışveriş poşetleriyle kapıyı yavaşça açtı. Poşetleri masaya bıraktı. Gazeteci şapkasını çıkardı; beyaz saçları yoğun ve dağınıktı. Dışarıdaki rüzgar, saçlarını özensiz bir hâle getirmişti. Kırışmış, yorgun yüz hatlarına rağmen, kambur beline inat dik duruşuyla içeri girdi. Dudaklarındaki tebessüm yavaşça kayboldu.
"Ne oldu? Ne için bu kadar üzgünsünüz?"
Dedemin sorusu üzerine anneannem ayağa kalktı ve sert bir dille konuştu:
"Bu kız başımıza getirmediğini bırakmadı! Keşke benim çocuğum olmasaydı, kahrımdan öleceğim!"
Dedem, annemin yanına ağır adımlarla yürüdü.
"Ne oldu, güzel kızım? İyi misin?"
Annem, babasının yüzüne bakmadı. Gözleri istemsizce dolmuştu, yutkunmakta zorlanıyordu.
Beyza teyzem, keskin gözlerle anneme nefretle baktı. Kollarını birleştirerek, itici bir sesle konuştu:
"Baba, ablam hamile."
Annemin gözleri bu ani itirafla sonuna kadar açıldı.
"Bana bak! Senin işin gücün yok mu? Eğer bana laf yetiştirmeye devam edersen, seni çok fena döverim!"
Annem hırçın bir sesle bağırdı. O böyleydi; baş kaldırmayı sever, aciz görünmekten nefret ederdi.
"Ben mi dedim milletin altında yat?" diye karşılık verdi Beyza teyzem.
Annem tam kalkacakken Rozerin teyzem, annemin kolunu tuttu. Sakin bir olgunlukla ikisine de baktı:
"Kesin sesinizi."
Babam mesleğine yurt dışında devam etti, annem ise okuluna ara verdi. Hiç konuşmuyorlar, görüşmüyorlardı ki... Bu mümkün değildi. Ergenlik hataları ikisi de içten içe bir daha görüşmemeye yemin etmişlerdi.
Ben doğduğumda annem, ilk iş olarak bavullarını alıp şehir dışına gitmişti. beni... bir şato gibi evde büyümüştü.Ama yalnızdım, yapayalnız...
Hizmetçi kadın, masanın yere kadar uzanan, açık yeşil desenli örtüsünü kaldırdı. İç çekerek yüzüme baktı.
“Yemek hazır, Elizcim.”
Siyah, dizlerime kadar uzanan saçlarım iki örgü halindeydi. Yüz ifademi gizliyen kahküllerim vardı. Siyah, askılı elbisemin içine giydiğim bej renk gömlek, bacaklarımı somurtkan bir tavırla göğsüme çekmiştim. Masanın altından çıkmıyordum.
Dedem yüzüme baktı.
“Eliz, yemek hazır. İki gündür ağzına lokma girmedi.”
“Bırak baba ya! Bu ne? Ablamın pisliğini biz temizliyoruz.” diye söylendi Beyza teyzem.
“Çık şu odadan.” diye karşılık verdi dedem.
Beyza teyzem masanın örtüsünü kaldırıp bana baktı.
“Hey, bana bak! Sen bu aileye huzursuzluk getirdin!”Kapıyı sertçe açtı ve çıktı gitti.
Dedem masanın altına eğildi.
“Özür dilerim, rahatsız etti mi?”
Soğuk gözlerle ona baktım, sonra başka tarafa çevirdim başımı.
“Burası güzelmiş, ben olsam ben de çıkmazdım ama... dur! Canım tatlı istedi. Tadaa!”
Elinde iki çikolata vardı.
Yüzümü buruşturarak dedeme baktım.
Dedem gülmeye devam etti.
“Ne oldu?”
“Ben…” deyip derin bir nefes aldım,
“Ben yemeyeceğim.”
“Tamam, sen nasıl istersen.”
“Dede, anneannem seni çağırıyor.” dedi kuzenim.
“Tamam, geliyorum.” dedi sonra bana döndü.
“Sen de gelecek misin?” diye sakin bir ses tonuyla sordu.
Ses çıkarmadım.
Gülümseyerek bana baktı.
“Ha…” deyip nefes aldım, “Hay... Hayır.” dedim.
“Tamam, öyle olsun. Duyduğuma göre prensesler şatolarını çok severmiş.”
Burnuma hafifçe dokunup gitti.
Desene, koca şatoda kendimi yalnızlığa itmiştim. Ayaklarımı kendime çeker, saatlerce hayale dalardım...