9.Bölüm "Yüzleşme"

2941 Kelimeler
9. Bölüm “Yüzleşme” Buse Seçkin… 😎😎😎 Biletimi aldım… Yarın bu Şırnak macerası benim için sonsuza kadar kapanıyor. Yarın ilk uçakla dönüyorum modern Avrupa ülkem İsviçre’ye… Yaşadığım tüm olaylardan sonra bir erkekte aradığım tek özellik, irade… Arin gibi maddi manevi her konuda iradesine sahip olamayan başka bir erkeği daha asla hayatıma almayı düşünmüyorum. Azad Şahinbey’de ilk dikkatimi çeken şey aslında iradesi oldu. Cesur yakın arkadaşım olduğu için senin peşine düşmedim. Bana yakışmaz demesi… Bu sözlerinden anladığım kadarıyla irade var ama ne kadar, onu bilemiyorum… Belki de aradığım iradeli erkek Azad olabilir ancak onunda yaşadığı coğrafya belli. O yüzden en hızlısından buraları bırakıp gitmek zorundayım… Yattığım yerde biri omzumdan silkeleyip uyandırdı beni. Gözümü açınca Sudenaz ile karşılaştım. Bana bakıp; “Buse, biz balayına çıkıyoruz. Seninle konuşmadan gitmek istemedim.” dedi. Ooo kankam muradına ermiş… Genleşdim uzandığım yerde ve; “Konuşacak bir şey yok canım. Ben biletimi aldım, yarın uçuyorum. Siz keyfinize bakın, zaten bir sorun olursa haberleşiriz.” dedim. “Buse, lütfen kalbinin sesini dinle. O seni yanlış yönlendirmez. Bir de gitmeden benim Sıdıka teyzemle görüşmeni istiyorum. Emrah’la konuşurum ben, götürür seni…” “O kim?” diye sordum. Adını ilk defa duyuyorum… “Çok değerli ve tecrübeli bir teyze, komşumuz sayılır!” deyince anladım. Beni teselli edecek birini bulmuş Sudenaz. Ama birazcık uğraşmak istedim hanımağa ile; “Hayır, Emrah kim ve yakışıklı mı?” diye sordum. Gözlerini devirdi… “İsviçre’ye gidene kadar lütfen kendini vurdurma. Başarabilirsin değil mi bu kadarını?” Kıkırdadım… “Denerim, şu an Azrail gelse canımı alsa hayır demem.” “Ölü gibi yatıyorsun zaten, belli halinden. Hadi kalk, biraz yürüyüş falan yap. Harekette bereket var derler. Bizi uğurla, sonra da Sıdıka teyzeme git.” dedi. Rahat yok, anladım… “Tamam giderim ama sizi uğurlamak istemiyorum. Sevmem ben vedalaşmayı.” deyip arkamı döndüm. Sudenaz’ın derin bir nefes alıp verdiğini duydum; “Peki, görüşürüz canım…” deyip ayağa kalktı. Yataktaki hareketlilikten anladım, ayaklandığını. Aynı pozisyonda, Sudenaz’a bakmadan; “Vakit olursa İsviçre’ye de beklerim!” dedim. Sudenaz; “Cesur’a bağlı, iletirim teklifini.” deyip çıktı odadan. Ben de Sudenaz’ı kırmamak için Sıdıka teyze ile konuşup sonra uçacağım… Uykum bölündü bir kere, rahat edemedim. Kalktım sıcak ve bol köpüklü bir duş aldım. Sonra mavi kot pantolon üzerine beyaz bir bluz giydim. Saçlarımı kuruttum, güzelce tarayıp ördüm. Sarı saçlı olduğum için örgüyü çok yakıştırıyorum saçlarıma. Sık sık örüyorum. Konak ahalisi kendi halinde rutin işlerle uğraşıyor. Avluya inip Emrah’ın yanına gittim ve; “Sudenaz’ın Sıdıka teyzesi varmış. Beni ona götürür müsün, Emroşş!” dedim. “Ee… Evet Buse Hanım, bilgim var. Araba mı, yürüyerek mi?” “Yürüyelim… Yolda namusunu korumalısın benden…” “Taa… Tamam Buse Hanım…” dedi. Bu çocuk kekeme falan mı oldu? Neden böyle panikledi? Emrah önde, ben arkada yürüdük biraz. Elinden telefon hiç düşmedi. Attığı adımı sanırım Ceso Agaya haber veriyor. Bir iki adım hızlıca attım ve Emrah’ın koluna girip; “Ne yapıyorsun Emrah, kime haber veriyorsun?” diye sordum. Ateşe dokunmuş gibi benden hızla uzaklaştı ve; “Buse Hanım lütfen benimle bu kadar samimi olmayın. Cesur Ağam ayrı, Demir Ağam ayrı bana hesap soracak. Kendimi açıklayamam.” dedi. “Demir Ağa kim ayol? Yeni mi atandı? Buralarda ağadan geçilmiyor, ne kadar çok ağanız var böyle?” deyince Emrah, alnındaki teri silip; “Yani… Demir Yürek demek istedim. Azad Ağa… Azat Şahinbey… Biz ona bazen Azad Ağa, bazen de Demir Ağa deriz.” dedi. Dura dura konuşuyor. Terliyor, sebebini anlamadım. “Memnun oldum, ben de Buse Ağa.” deyip güldüm. Emrah hızlanıp bir iki adım daha attı ve bir bahçe kapısını açtı; “Geldik, Sıdıka teyzenin evi. Ben sizi bekliyorum burada.” dedi. “Sen git, ben buradaki işim bitince Azad’ı ararım. Boşuna bekçilik yapmana gerek yok, Azad’la buluşacağım zaten.” dedim ve içeri girdim. Emrah’ın kaşları çatıldı. Yalan söyledim, beni burada boşa beklememesi için. Cesur değil de Azad peşime takmış Emrah’ı, o yüzden daha fazla yorulsun istemiyorum. Şirin, tek katlı müstakil bir ev duruyor karşımda. Bahçeden içeriye adımımı attığım gibi huzur kapladı içimi. Bu ev, ben sadece ev değilim yuvayım diyor aslında her detayıyla. 3-4 basamaklı merdivenden çıkıp kapıyı tıklattım. Bir süre sonra yaşlı bir amca kapıyı açtı. “Merhaba, ben Sudenaz Hanımağanın arkadaşıyım. Sıdıka teyze evde mi?” “Evde, evde. Sudenaz arayıp bir arkadaşım gelecek diye haber vermişti. Gel hanım kızım, buyur.” deyip kapıyı açtı ve bana yol verdi. İçeri girdim. Yaşlı amcanın gösterdiği odaya geçince, kanepede oturan beyaz tülbentli, eli yüzü nurlu, minyon tipli yaşlı bir teyze gördüm. Elinde yeşil tespih… Sudenaz’ın kankası bu teyze sanırım. Beni görünce ayağa kalkmak istedi ama izin vermedim. Elini öptüm, yumuşacıktı elinin üzeri… Bir yerde mi okudum ya da birinden mi duydum hatırlamıyorum ama ibadetli yaşlıların el yüzü yumuşak olur diye biliyorum. Tıpkı Sıdıka teyzenin eli yüzü gibi. Sıdıka teyze öyle bir yaşlı sanırım… Tam karşısına oturdum. Gözlerime baktı. “Hoş geldin güzel kızım, nasılsın bakalım?” “İyiyim Sıdıka teyze, sen nasılsın?” “Ben de iyiyim. İsmin ne senin?” “Buse.” “Güzel ismin varmış. Allah kaderini de ismin gibi, yüzün gibi güzel eylesin.” Derin bir nefes alıp verdim. “Amin.” dedim. O sırada bana kapıyı açan ve Sıdıka teyzenin kocası olduğunu tahmin ettiğim yaşlı amca; “Hanım, ben camiye gidiyorum. Hadi size iyi oturmalar, güzel sohbetler. Görüşürüz.” deyip çıktı. Sıdıka teyze bana baktı; “Anlat bakalım Buse. Seni bana neden gönderdi Sudenaz?” Gülümsedim. “İşgüzarlık etmiş Sudenaz. Ben sırf kırılmasın diye tanışmak için geldim.” “Böyle mi yaparsın hep? Sırf insanlar kırılmasın diye mi hareket edersin?” “Sevdiklerim için evet ama… Sevmediğim birine yağmurlu günde bir bardak su vermem.” “Yorar seni… Sevmek güzeldir de, sevmemek, nefret etmek, birine kin duymak… Seni yorar. Yorulursan daha kolay üzülürsün. O yüzden boş vereceksin.” “Boş vermek daha zor. Unutamıyorum ki… Boş versem de içimden çıkmıyor.” “Neydi en acısı? İçinden çıkartamadığın en kötü olay neydi?” “Çocukluktan beri sevdiğimi sandığım, iradesiz bir adamın en yakın arkadaşımla bir olup benim üzüntülerimle dalga geçtiğine şahit oldum. Aynı yatakta çıplaklardı.” deyip sustum… Anladım der gibi başını öne arkaya salladı Sıdıka teyze ve hayatım boyunca hiç unutamayacağım o cümle ile başladı konuşmasına; “Geçmişinle pazarlık yapmaya devam edersen, asla geleceğini düzeltemezsin.” Sonra devam etti; “ O anlara şahit olmasaydın, başkası gelip sana anlatsaydı, sevdiğin adam en yakın arkadaşınla seni aldatıyor, aldatmakla kalmıyor acılarınla dalga geçiyor deseydi inanır mıydın?” “Asla inanmazdım. Hatta bunu söyleyen kişiyle kavga ederdim.” “Sonuç olarak yapan değil, söyleyen suçlu olacaktı senin gözünde. Sen de bu gerçeği öğrenemeden, bilmeden o adamla evlenecektin belki. Hatta bir de çocuğun olacaktı. Ömür boyu aranızda bir bağ olarak kalacaktı. Ne kadar nefret edersen et çocuğun için görüşmeye mecbur kalacaktın. Öyle bir hayat ister miydin?” “Tabii ki istemezdim.” “O zaman… O yaşadığın acıya bile şükredeceksin. Beni büyük bir hatadan geri çevirdi diyeceksin. Şükür edeceksin… Bazı acılar büyük hataları engeller.” Beynimde şimşek çaktı. Ya ben Arin ve Sofia’nın bana attığı o büyük kazığa gözlerimle şahit olup kulaklarımla duymasaydım? Kim derse desin inanmazdım. Arin de Sofia da bana bunu yapmaz derdim. Ve onların planı tıkır tıkır işlerdi. Ömür boyu kurtulamazdım… Ah Sudenaz, beni en doğru kişiye yollamışsın. Ayağa kalktım. Sıdıka teyze; “Otur kızım, bir çay ya da kahve içelim birlikte, öyle çık.” dedi. “Hayır Sıdıka teyze, çok acelem var. Geçmişimle pazarlık yapmayı bırakacağım. Artık, hayatımda zaman kaybı olmasın istiyorum. Geleceğime bakacağım.” dedim. Gülümsedi. “Allah yolunu da bahtını da açık etsin. Bari bir bardak su vereyim. Ben evimden kimseyi ikramsız gönderemem.” deyip kalktı ve bana bir bardak su getirdi. O suyu içtikten sonra sıkıca sarıldım. Önce evden, sonra bahçeden çıktım. Çıktığım gibi siyah suv tarzı bir araç gördüm. Yolun başında bekliyor. Galiba Azad bu… Emrah yerimi haber verdi, bu da geldi burada beni bekliyor. Telefonu çıkarıp, geldiğimden beri bir iki defa arabasına bindiğim ihtiyar taksiciyi aradım. Konağın adresini verdim ve taksiyle değil, sivil arabasıyla gelmesini rica ettim. Hiç itiraz etmeden kabul etti. Ben hızlıca konağa geçtim. Sultan babaanne ve Ceylan teyzeye; “İsviçre’de işler karışmış, hemen düzene sokmam lazım. Beni misafir ettiğiniz için çok teşekkür ederim.” deyip çalışanlardan hiç kimse duymadan hızlıca vedalaşıp, bir iki parça eşyamı aldığım gibi konaktan çıktım. Beni bekleyen kırmızı arabaya binip havaalanına doğru yola çıktım. Yolda, yarın için aldığım bileti iptal ettim. Bugün İstanbul’a, oradan da yine ilk uçakla İsviçre’ye uçmayı planlıyorum. İstanbul’a bir gideyim, havaalanında bir şekilde bana uygun uçak bulurum diye düşündüm. Bu kırmızı arabaya bindiğim için Azad beni takip edemez. Çünkü kırmızı arabayla konaktan herhangi biri çıkış yapmış olabilir. Ara ara arka camdan dönüp arkama baktım. O siyah suv tarzı araç yok. Demek ki Azad hiçbir şeyden şüphelenmemiş, peşimde değil. Zaten ben konaktan çıkarken Emrah yoktu, diğer koruma vardı. Emrah ihtiyaç molasında demişti. İyi denk geldi. İsviçre’de bir de bu Azad denilen adamla uğraşamam. Benim başka planlarım var. Havaalanına geldim ve iç hatalarla İstanbul'a uçtum. İstanbul Havalimanı’nda tahmin ettiğim gibi İsviçre’ye anında bilet buldum ve uçtum. Azad kendi derdine yansın. Benim İsviçre’ye döndüğümü öğrenip peşime düşene kadar ben aklımda olan ve yıllardır ertelediğim o yüzleşmeyi gerçekleştiririm diye düşündüm. Uçak yolculuğum başlamadan, İsviçre'deki asistanıma haber verdim. Yardımcıma ulaşıp evimi havalandırıp temizlesin dedim. Yemekte yapsın deyip menü yolladım. İşte özlediğim hayatım. Kontrol tamamen bende. Ne giyeceğime ve ne yiyeceğime ben karar veriyorum… Yolculuğum gayet rahat ve keyifli geçti. Çok kararlıyım. Benim yıllarımı çalan o iki kansıza haddini bildireceğim. Düşüncelerimden ve kurduğum plandan yapılan anons ile çıktım. İniş için hazırlandım. Uçaktan inmek için hiçbir zaman acele etmem. Acelesi olanlar çıktıktan sonra ben de çıktım. Valizimi alıp en üste koyduğum montumu hemen alelacele çıkarıp üzerime geçirdim. İsviçre yine tüm soğuğuyla beni karşıladı. Havaalanının kapısı açılıp da dışarı adım attığımda gördüğüm manzara ile şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Siyah bir arabaya yaslanmış, kollarını önünde bağlamış, kaşları çatık bir adet Azad Şahinbey beni bekliyor! “Siktiiirr!” dedim. Bu hiç olmadı, bütün planlarımı altüst edecek Demir Yürek! Sağa sola bakındım. Polisi görünce aklıma geleni yaptım. Polisin yanına gidip Azad’ı havaalanı polisine şikâyet ettim. “Türkiye'den beri peşimde! Sapığın teki! Türkiye’de sabıkası var, kadınları takip edip taciz ediyormuş. Lütfen tutuklayın, beni bu adamdan kurtarın!” dedim. Azad yine kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Polis anons geçti. Benim polisin dibinden ayrılmadığımı görünce galiba ne yaptığımı anladı. Benim olduğum tarafa doğru yürümeye başladı ancak havaalanından çıkan diğer iki polis ve benim şikayet ettiğim polis üçü bir olup Azad’ı tutuklayıp ekip arabasına bindirdiler ve götürdüler. Ekip arabasından dönüp bana baktığında, arkasından sırıtarak el salladım. Azad da başını hafif hafif öne arkaya salladı. Ben suçsuzum demesi ve ispat etmesi neredeyse bir gününü alır. Burası Türkiye değil. Araya hatırlı insanları koyup da işleri hızlandıramazsınız Demir Yürek Bey. Azad ayağımın altında dolanmıyorken ben şu yüzleşme işini halledeyim dedim. Önce evime gidip daha şık bir şeyler giydim. Siyah kalem elbise… Sağ bacağında derin yırtmacı var, elbise tam vücuduma oturuyor, daracık. Yıllardır formumu korumak için yaptığım spor ve diyet, bu elbiseyi giyince işe yaradığını daha güzel gösterdi. Siyah topuklu ayakkabı giydim, ağır ve koyu bir makyaj yaptım. Dudağıma kıpkırmızı ruj sürdüm. Saçlarımı düzleştirdim ve serbest bıraktım. Siyahlara zıt, yine kıpkırmızı bir kaban giydim elbisenin üzerine. Bir günün içinde Şırnak'ta yazı, İsviçre'de sonbaharın serin havasını yaşıyorum ama önemli değil. Önemli olan yüzleşmenin istediğim gibi geçmesi. Havadan sudan meselelerle uğraşamam. Arin ve Sofia evlenmediler, biraz daha takılıp sonra şiddetli bir kavgayla ayrıldılar diye duydum. İkisinin de nerede yaşadığını biliyorum, ortak arkadaşlar sayesinde haberim oldu. Aslında araştırmamıştım, sadece nerede olduklarını bileyim, yanlışlıkla dahi olsa o civarda karşılaşmayayım diye öğrenmiştim. Önce Arin’in yaşadığı eve gittim. Derin bir nefes alıp verdikten sonra zile bastım. Kapıyı Arin açtı. Karşısında beni görünce önce şaşırdı, sonra mutlu oldu. Kapıyı sonuna kadar açıp; "Biliyordum Buse, bir gün tekrar bana geleceğini biliyordum." dedi. Şuh bir kahkaha attım. İçeri adımladım ve kıvırarak yürüdüm. Dağınık, pis bir ev. Bu dağınıklığın içinde bana uygun temiz, oturabileceğim bir alan var mı diye bakındım. Tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne attım. Özellikle sağ bacağımı attım; derin yırtmaç beyaz ve pürüzsüz bacağımı tamamen gözler önüne serdi. Arin aksayarak yürüyor. Canım arkadaşım Cesur’un Arin’e hediyesi beni kırmayıp birazcık hırpalamıştı. Karşıma oturdu ve; "Hiç değişmemişsin Buse. Hatta daha da iyiye gitmişsin. Tam bir kadın olmuşsun.” dedi. Alt dudağını ısırdı… Sonra; “Her erkeğin aklını başından alacak bir kadın olmuşsun." dedi. Bacağımı indirdim, koltukta hafif öne doğru geldim ve eğildim. Arin'in bakışları göğüslerime kaydı. Ben ise direkt gözlerinin içine baktım ve; "İşte hasta edip delirtmek istediğin kadın karşında. Tımarhaneye yatırıp malına konmak istediğiniz o tecrübesiz genç kız, şu an gözlerinin içine bakıyor. Ne geçti eline, Arin? Bana o kötülüğü yaptın da eline ne geçti?" dedim. İki eliyle yüzünü sinirli bir şekilde sıvazladı; "Lanet olsun, hiçbir şey geçmedi! Aksine her şeyi kaybettim. O eski güzel günler çoktan gitti, tek bir arkadaşım kalmadı. Babamın da işleri kötüye gitti; itibarı sarsıldı, iş çevresinde duyuldu yaptığı bu plan.” dedi. “Ben duyurdum Arin! Kimseden hiçbir şeyi saklamadım, herkese ben duyurdum, ben anlattım!" deyip ayağa kalktım, Arin’e doğru birkaç adım attım; "Şimdiye kadar sana olan nefretimi hep başkalarından çıkarmaya çalıştım ama yanlış yapmışım. İşte birikmiş hırsımı senden çıkarmaya geldim." deyip suratına bir tokat attım. Yüzü diğer tarafa döndü Arin'in. Elimin ayarı pek yoktur, asla ayarlayamadım. Tokadı attığım yanağına koydu elini. Tokattan daha ağır cümleler döküldü dudaklarımdan; "Arkandan bir gün bile yas tutmadım. Hızlıca iyileşip kendi ayaklarımın üzerinde durdum. Siz mahvolurken ben günümü gün ettim. Sadece yaşayamadığım bir aşk hikayem kaldı. Bugünden itibaren aşk hayatıma yoğunlaşacağım. Öyle biriyle evlenip öyle bir aşk yaşayacağım ki… Duydukça pişman olacaksın. Beni kaybettiğin her gün için yanacaksın!" dedim. Yavaşça ayağa kalktı ve; "Buse… Zaten ben çok pişmanım. Gel eskisi gibi olalım. Yarım kalan aşkımızı yaşayalım, bana bir şans daha ver." dedi. "Bir eşek bana tekme atarsa ben de dönüp o eşeğe tekme atmam. Bir daha o eşekten tekme yemeyecek mesafede dururum. O mesafeyi korurum daima. Konunun eşekle alakası olmadığını anladın umarım. Ayrıca sevmediğim aynı yemeği ısıtıp ısıtıp yemem…" dedim, ne demek istediğimi anladı. Bir tokat daha atıp iteledim. Kanepeye oturup kaldı ben iteleyince. Ve öylece yürüyüp çıktım… Arabayı atladığım gibi Sofia’nın evine geçtim. Evlendi, çalışmıyor ev kadını oldu. Bir tane de oğlu var. Bu mutlu aile tablosunu yakından göreyim bakalım. Sofia’nın evine gelip kapıyı çaldım. Yardımcı kadın açtı. Arkadaşıyım deyince; "Sofia Hanım içeride, buyurun." dedi. İçeriye girdiğimde Sofia’yı oldukça bakımsız bir halde buldum. Hâlâ pijamalar üzerinde, galiba birazcık da sarhoş. Saçını tepesinde bağlamış, dağınık ev topuzu yapmış. Ama biraz fazla dağınık. Bense karşısında şıkır şıkır giyinmiş, gayet bakımlıyım. Yüksek tonda; "Benimle dalga geçen Sofia’ya bakın… Ne hallere düşmüş." dedim. Ağlamaya başladı direkt… "Buse, defalarca geldim bürona ama beni kapıdan içeri bile aldırmadın.” dedi. “Her girip çıktığında o kapıya böcek ilacı sıktırdım Sofia. Bir de büroya alıp tüm binayı mı ilaçlatayım? Ama olsun, yine de iyi gördüm seni. En azından nefes alıyorsun. Ben delirmek üzereydim sizin yüzünüzden." dedim koltuğa oturup, yine bacak bacak üstüne attım. Sofia iki elini yüzüne kapatıp ağlamaya devam etti ve; "İhanete uğramak neymiş, her gün onun acısını yaşıyorum. Dibine kadar çekiyorum bu acıyı. Yaşayarak öğrendim. Kocam her ay yeni bir sevgili buluyor kendine. Her ay 19 - 20 yaşında genç, bakımlı yeni sevgililer ediniyor. Bana almadığı ne kadar hediye ve çiçek varsa onlara alıyor." dedi. Aslında sevinmemem gerekiyor bir kadın olarak; kendi hemcinsimin düştüğü bu duruma. Ama Sofia’nın bana yaptığı affedilir gibi değildi. Ayağa kalktım. "Sana söylenecek çok söz var ama tek kelime etmeme bile gerek kalmamış. Sen zaten yaşayarak cezanı çekiyorsun. Benim seninle asıl hesaplaşmam cehennemin kapısında olacak Sofia. Bu dünyada yaşadığın şu acı sana az. Asıl acıların için cehennemi bekle. Dalga geçip delirtmeye çalıştığınız genç ve tecrübesiz bir kızdım. O günlerin sefasını siz sürdünüz, cefasını ben çektim. Şimdi devran döndü, benim sefamı izleyeceksiniz." deyip çıktım. Arabaya atladığım gibi yüksek sesle eğlenceli bir müzik açtım. Hem ağladım hem sürdüm arabayı. Bu yüzleşme beni rahatlattı ama çokta duygusallaştırdı. Şimdiye kadar neden bunların karşısına geçip iki çift laf etmedim diye kendime kızıyorum. Aslında mezarlığa gidip annemi ve babamı ziyaret etmek istedim ama üzerimdeki kıyafet mezarlık ziyareti için hiç uygun değildi. Doğruca eve geçtim. Eve gelince üzerime çöken duygusallığı atmak için ses sisteminden müzik açtım. Kabanımı ve topuklu ayakkabılarımı çıkardım. "Lost On You” Şarkısını açıp bir kadeh kırmızı şarap aldım. Battı balık yan gider. Belki sarhoş olurum. Hem içip hem hafif ritimle dans ediyorum. Bir taraftanda, bağıra çağıra eşlik ediyorum şarkıya. Birden güm güm diye ses duydum. Şarkının sesini hafif kıstım. Elimdeki şarabı bıraktım ve kapıya doğru baktım. Tekrar çaldı. Gelen kim aslında tahmin ediyorum… Mutlu da oldum. Pes etmedi; geldi… Hızlıca kapıya doğru adımladım. Kapıyı açtığımda öfkeden kızgın bir boğaya dönmüş bir adet Azad Şahinbey’le karşılaştım. Gözlerinden ateş çıkıyor resmen. Şimdi hatırladım Azad’ı… O gece de böyle bakmıştı bana. Derin derin ve ateşli… Hatırladım seni Demir Kapı Bey… Kendimi tutamayıp kahkaha attım ama o kahkaha yarıda kaldı. Neyin ne olduğunu anlamadan birden dudaklarıma yapıştı. Hırçın ve hunharca öpüyordu. Aslında öpmüyor, yiyordu sanki dudaklarımı. Neden bilmiyorum ama bu hırçın öpüşme hoşuma gitti. İlk defa bu kadar ateşli bir öpüşme yaşıyorum. Kucağına aldı. Bacaklarımı beline doladım. İçeri adımladı Azad ve kapıyı ayağıyla kapatıp sırtımı kapıya yasladı. “Lost On You” şarkısı hâlâ çalıyor… Nefes alamayınca geriye doğru çektim başımı. İzin verdi Azad… Göz göze geldik. Kıkırdadım ve; “Lanet olsun çok güzel öpüyorsun ve ben devam etmeni istiyorum…” dedim. Azad dudaklarımın üstüne doğru fısıldar şekilde konuştu; “Devam edeceğim güzelim… Önce seninle görülecek ufak bir hesabım var. Sonra kaldığımız yerden devam edeceğiz… Bu dakikadan sonra oyunu benim kurallarıma göre oynuyoruz. Hayatıma ve kalbime hoş geldin Buse Seçkin… En kısa zamanda Buse Şahinbey yapacağım seni…” deyip tekrar dudaklarıma kapandı… Arka fonda Lost On You çalmaya devam ediyor. Ahh Demir Kapı Bey, iradeni birazcık zorlamak istiyorum. Seni deneyeceğim, başarılı olursan eğer, asıl sen benim hayatıma ve kalbime hoş geldin… ❤️‍🔥❤️‍🔥❤️‍🔥❤️‍🔥
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE