Bitmedi. Bitmiyor. Bitmeyecek. Bitmeli.
Benim yerime toplantıya gir diye ricada bulunan abim bana ne büyük ve kalın bir kazık sokmuştu meğer. Rica olmadığını, emrivaki yaptığını ve emrivakilerden hiç hoşlanmadığımı toplantının ikinci saati bittiğinde fark edebildim. Piç.
Babam yuvarlak masanın ortasında, biz de diğer ortalarında sekiz kişi, outsource gelen danışmanın anlattıklarını tek hece kaçırmadan dinliyormuş, anlıyormuş ve onaylıyormuş gibi yapıyorduk. Ben öyle yapıyordum en azından. Saate baktım. Neredeyse dört olmuştu. Altıda en yakın arkadaşımın nikahı vardı. Pendik'e taa anasının nikahına değil Hakan'ınkine gitmek için beşte çıksam... Taksiyle bir saate yakın sürerdi en az. İş çıkışı trafik olurdu. Hadi abim beni toplantı için ikna etti diyelim, yok demeyelim. Hali hazırda toplantıdaydım zaten. Evet dil mahkum diyeceğiz mecburen, arabamı ben nasıl kaptırdım o Çin askerine? İçten kuşatıp böldü beni.
Sıçayım bacağına abimin. Piç demiş miydim? Kendi bacağıma sıçsam daha makbule geçer. Benim hatam. Günahını vermez bana normalde ben nasıl kandım onun bu saf, masum, kardeşi iş öğrensin, babasının gözüne girsin diye toplantıyı bana kakalayan boyundan büyük laflar etmesine?
Yüreği çok temiz annemin küçük oğlunun. Berrak aklım o piç gibi düzenbazlığa, temiz yüreğim art niyetle bezenmiş riyakarlığa hiç alışık değil ki, gördüğü yerde tanısın? Abim öyle mi ama? Hin.
Jilet gibi bir takım var iyi ki üstümde. Bir çıkabilsem şu odadan. Arkama bakmadan bağıra bağıra atacağım kendimi şirketten dışarıya. Parmak mı kaldırsam ki? Babam ağzıma sıçar. Sifonu bile çekmez. Ben de daha az sıkılırım umuduna tutunarak çok akıntılı sularda boğularak önümüze not almamız için konan deftere güzel notlar aldım.
-Yeni bir çitf tenis çorabına ihtiyacım vardı. Raketimin tellerini acilen değiştirmeli, saha üyeliğimi yenilemeliydim.
-Gitarımın da tellerini değiştirmeliydim.
-Bahar'a hediye almalıydım. Hangi gün, ne için olduğunu daha sonra kafamı iyice vererek düşünecektim.
-Kuş resmi, kedi resmi, balık resmi, kuşu yiyen kedi resmi, balığı yiyen kedi resmi...
-Hakan'ın bekarlığa vedası için mekanı ben ayarlacaktım. Haftaya cumaydı.
Nikahı saat altıda.
Yine aklıma geldi. Saat beşe geldi. Oğlum, Melih, oğlum, lan puşt... Ne oluyor ya? Bir an başımı kaldırınca masadakilerin ayağa kalktığını, sinevizyonun kapandığını, bize sunuma gelen kişinin el sıkmak için beni beklediğini fark ettim. Babam bana puşt dedi herkesin içinde.
Anneme söyleyeceğim. Mert'i de şikayet edeceğim. Görür onlar baba oğul ikisi de.
"Efendim baba?"
"Sen de yorum yap bakalım, konuşmadın tek kelime toplantıda. Anca kafa salladın. Ne diyorsun Fatih beyin proje planı için?"
"Fatih beyin proje planı içiiiiin..."
Kimdi lan bu Fatih bey? Acele edip bir çıkarımda bulunmam lazımdı. Toplantı, proje planı, şimdiki zaman...
Outsource'un adı Fatih'ti demek ki.
"... iyi fikirler barındırdığını düşünüyorum. İyi ve biraz eksik. Arka plandaki dinamikler düzgün konfigüre edildiği takdirde işimizin web sitesi hızında gözle görülür şekilde bir artış olacak. Bizim işimizde malum hız çok önemli. İnsanlar beklemeyi sevmiyorlar. Ben de bir şey alırken yirmi beş saniyede açılan bir görüntüyle karşılaşsam almaktan vazgeçerim. Ön yüzde çok fazla yükleme var. Her şey mal satmaya gelmiş satıcının perşembe pazarı tezgahı gibi. Tamam ürün satmak istiyoruz; ama kategorilendirilmesi düzgün yapılmalı. Aranan bu şekilde daha iyi bulunur. Birkaç fazla tık yapmak hızla ilgili sorun çözüldüğü zaman çok da büyük sorun olmayacaktır. E-ticaret sitesiyiz biz. Bu da hızlı aksiyon alabilmek adına data base için doğru indekslemeyi gerektiriyor. Her buttonda datalar hızlı şekilde gelmeli. Hız, hız, hız. Bir de ne kadar oldu biz bu işi size vereli? Altı ayı geçti diye biliyorum. Siz hala altı ay gibi zaman istiyorsunuz eksik tamamlamak için. Amacımız rakiplerimizi yakalamak. Misyonumuz onlardan daha çok tıklanan tercih edilen e-ticaret sitesi olmak kendi alanımızda. Üç ay, saydığım sorunları halletmeniz için yeterli olur size sanırım."
Babamla abim kesin beni göt etme amacı güderek ortaklaşa bir çalışmaya imza atmış bu toplantı için; ama yemezler. Babam tek kaşı havada verdiğim cevabın mantıksızlık seviyesini ölçerken bulamadı da aferin alabildim.
"Aferin! Ben de boş boş oturup önündeki kağıdı karaladın sadece sandım. Bir kelime çıkmadı ağzından. Dinliyormuşsun demek."
"Aşk olsun baba, tabii dinliyorum. Önemli ve verimli bir toplantı oldu arkadaşlar, çok teşekkürler katkılarınızdan dolayı."
"Fatih bey oğlumu duydunuz. Gerekeni yapmak için üç ayınız var. Toplantı bitti."
Teşekkür ederken ben onu demek istedim aslında. Babamın demesi ayrı tabii. Büyük patron bitti demeden bitemez.
Okuduğum bilimsel bir veriyi çerçeveletip odamın duvarına asacağım. Bir konuşmayı dinlerken bir yandan da kağıda karalama yapmanın dinlediğini anlamada daha etkili olduğu varsayımında bulunan bir yazıydı. Aldığım notlar hayatımı ve haftalık planımı kurtardı. Karalamanın benim anladığım ve yaptığım manada olmadığını düşünmeme gerek yoktu. Yırtıp cebime koydum. Bir de babamın görmesini, aferini geri almasını çekemezdim.
"Baba benim acil çıkmam lazım. Mert arabamı aldı. Hakan'ın nikahında şahit olmam gerekiyor, vaktim yok. Gece geç gelirim. Anneme söylersin."
"Yolda ararsın anneni. Uşağın mıyım ben senin?"
"Estağfurullah baba. Görüşürüz."
Ne var sen söylesen? Aynı eve gidiyorsun işte şimdi. Bağıra bağıra olmasa da attım kendimi holdingin dışına. Şemsiyemi açıp taksi beklemeye başladım.
"Melih bey taksi durağını aramamı ister misiniz?"
"Çok iyi olur Şükrü abi. Acelem de var."
Aradı şirketin kapı görevlisi. Durakta hiç taksi kalmamış. Durağa gelen ilk taksiyi yollayacaktı bu tarafa. Taksiler hep dolu geçiyordu. Ne vardı sanki babam benim arabamı al oğlum dese. Oğlum demese de olur. Arabamı al kafiydi aslında. Geçen on beş dakikanın ardından köprüyü kimsenin geçmek gibi niyetinin olmadığını anladım. Yolun bu tarafından taksi geçmiyordu. Sonraki beş dakika ıslık çalmakla geçti. Taksicinin birinin olur da aklına eser de, buradan geçerse diye yolun karşı tarafına da geçemedim.
"Fiiyyyuuuuuvvvttht."
Biri beni duyup durdu. Harika. Fırladım karşıdan karşıya benim için duran taksiye. Şemsiyeyi kapatıp içine girdiğim gibi çığlık çığlığa bir kadın. Ne oluyor yahu? Sen niye inmedin hala? Taksi ne diye dursun yoksa yolcusu içindeyken? Kadın da haklı şimdi bağırmakta.
İnmiyormuş. Binmiş. Pardon? Arkadaşa derdimi bir türlü anlatamadım. Benim durdurduğuma ikna olması için tam on beş dakika beyefendi gibi dil döktüm. Taşkınlık yapmadan, iyi bile dayandım, üst düzey, limit gökyüzü. İndirmek istemezdim seni çirkef kadın; ancak yetişmem gereken bir nikah vardı. İçimdeki tüm iyi niyetimle o kadar rezil ithamlara rağmen yine de benimle gelip dönmesini teklif ettim. Beddua edip de taksiyi terk etti. Hak etmedim bence.
Yağmurlu bir hava olduğu doğruydu. Çok da ıslanmıştı. Dediği gibi sıçana dönmüştü. Yine de, önce ben gördüm. Taksici de beni onayladı. Sordum kulağının dibinde işte. Neyse indi de gecikmeli bile olsa yola koyuldum.
Trafik kısmen iyiydi. On beş dakikacık bir gecikmeyle nikah salonuna geldim. Hayat ne garip tesadüflerle dolu ki, tam da beni kendi taksimden indirmeye çalışan sıçana dönmüş kadının beni oyaladığı süre kadar geciktim. Parayı ödeyip elimle kendimi kapıya doğru kaydırıken avcuma değen sertlikle tırstım. Birazcık.
Hızla çektim elimi.
Siyah bir çantaymış. Oh!
Ups!
Taksideki kadın evlenmek niyetiyle akıl yaşını büyükmüş gibi kendisine ve ailesine dikte ettirmiş olsa da bana kalırsa taksinin arka koltuğunda bir yabancıyla atışabilecek kadar cazgır, çantasını bir takside unutacak kadar da aklı bir karış havadaydı.
Takside mi bıraksam da taksici bulsa?
Taksiciyi tanımıyordum. İyi de olabilirdi kötü de. Kendimi tanıyordum; ama. Ben dürüst, güvenilir ve namuslu biriydim. Bu çantayı içinden beş kuruş eksilmeden hiç istemesem de o bedduacı kadına bir türlü ulaştırırdım. Almaya karar verdim.
Nikah salonuna girişim çok sükseli oldu. Hakan'a öldürecekmiş gibi bakan Yeşim'i görmek moralimi düzeltti, stresimi aldı. İki adımda masaya gelip yerime oturdum ve sıram gelince evet diyebildim. Tebrikler de edilince Hakan beni köşeye çekti.
"İbne gibi nasıl çantayla geldin nikahıma? Evet deme zamanımı kaçıracaktım az daha. Kırmızı çizgileri var bir de."
"Nonoş olmaya karar verdim. Yeşim'i boşa beni al. Taksiyle geldim buraya. Kadının biri unuttu."
"Sen niye aldın ki? Taksici bulurdu. Hatta kadın, taksiciyi bulurdu belki."
"Sana göre taksiciye kendimden daha çok mu güvenseydim yani?"
"Yani! Ben olsam öyle yapardım. On beş dakikada kaç kere ölebilirdim bir fikrin var mı? Yeşim lazer fırlatmaya başlamıştı artık ve gelmeyip nikahımızı sabote ettiğini de düşündüğünü bilmem söylememe gerek var mı?"
"O da öyle demişti."
"Kim ne demişti?"
"Çantanın sahibi gıcık kadın. Her kimseler inşallah boşanırlar ve sebebi sen olursun demişti."
"Sahibini tanıyorsan niye hala sende çanta?"
"Takside unuttu dedim ya? Ne boktan bir günde nikahın var lan senin? Deli yağmur var dışarıda."
"Di'li geçmiş zaman. Yaşanan bir olay gibi anlatıyorsun. Senin yanında bilerek unuttu sanki kadın?"
"Bilerek değil; ama kasıtlı sinir harbinden çıkmıştı. Gergindi, sıçan gibi ıslaktı. İnerken de unuttu işte. Yağmurda kapı dışarı attım kadını. Senin boktan nikahın beyefendilik, centilmenlik sınırımın dışına taşmama sebep oldu."
"Hakan, gelir misin hayatım? Seninle birini tanıştıracağım."
"Git sen. Ben de bir şeyler içerim."
Küçük ve yüksek yuvarlak masalara içecek bardakları ve kurabiye tabakları dizilmişti. Geçtim boş bir tanesinin başına çantayı koydum ortaya. Bakıştık bir süre.
Beni istemeye gelecekler demişti. Şimdi çantası bende. İçini açtım. Telefon, cüzdan var sadece. Eve gitmesini sağlayacak veya cüzdanını bir takside unuttuğunu birilerine haber verebileceği tüm ekipmanlar elimde şu an. Cüzdanını açtım. Süper İstanbul kart da bende. Dönüşte metrobüse bineyim ben de bari. Kimmiş bakalım?
Zeynep Yaver.
Zeynep metrobüse de binemeyecek artık. Benim yüzümden. Neden benim yüzümden olsun ki? Ben mi dedim bana hırslan, kapıyı çarp, çantanı unut diye. Hatırlayamadım da hiç. Demedim çünkü.
Telefonu kapanmıştı. Şarja koysam, pini yoksa açar, sevgilim, nişanlım, aşkileytom, bokböceğim... Ne kadar laubali takma isim varsa bulur buluşturur ulaştırırdım çantayı.
Ya pin varsa? O zaman da neden taksiden aldım ki çantayı diye kendime söver, beş kuruşuna bile dokunmadığım çantayla el elde baş başta kalırdım. Taksinin durağına da bakmayı akıl etmedim ki! Hiç yapmam böyle başıboşluklar. Kadın çenesiyle sidik yarıştırdı benimle. Hakkı var yenebilirdi de. Çok dürüsttü. Islık çaldım deseydi inerdim taksiden. Neyse ama, demedi.
Belki de pin yoktur.
Koymadım de Zeynep Yaver.
Bastım açma tuşuna. Açıldı %1 şarjla.
Pin yoktu. Süper haber. Parmak izi vardı. Önce parmağını sonra da Zeynep Yaver'i bulmam gerekecekti artık.