1.Bölüm "Gürültü"

1405 Kelimeler
"Filiz’in Sessiz Çığlığı" Üç yıl önce ölmedim. Ama yaşayan biri de değilim artık. Ben Filiz Çetin; yatağa çakılmış, konuşamayan bir kadınım. İyileşmeyi beklerken daha da kötüye gitmeye başladım. Şimdi ne konuşa biliyorum ne de hareket edebiliyorum. Odam da sadece tavanı izleyerek geçirdiğim günleri saymayı bıraktım. Yatağın yan tarafında tekli iki koltuk ve ortasında da küçük bir sehpa var. Gelen ziyaretçilerin getirdikleri çiçekler için vazo. En yakın iki arkadaşım Eylül ve Beyza. Bu aralar her gün gelmeye başladılar. Onları beklemek bile güzel. Bu hale gelmeden önce çok güzel bir hayatım vardı. Oğlum Kerem vardı ilk adımlarını atışı, ilk kelimesi anne demesi çok mutlu olduğum anlardı. Babamdan bana inşaat şirketi kalmıştı. Beni şirketin başına geçirdi okulum biter bitmez. Taze bilgi taze yönetici, taze kan deyip fikirlerime hep saygı duydu. Şirkette babamın sağ kolum dediği ve en yakın arkadaşı olan İbrahim beyin oğlu Tolga ile evlenmiştim. Tolga çok anlayışlı sevecen bir eşti, tam bir işkolikti. Çoğu zaman benimle mi evlendi yoksa şirketlemi anlam veremezdim. Üç ay kadar olmuştur, Beyza çok erken saatte ziyaretime geldi ve 'sana verilen ilaçları sakın kullanma' dedi. O gün bıraktım ilaçları yutmayı, gerçi ilaçları yutmadığım için bu seferde damar yoluyla vermeye başladılar. Üç ay öncede Doktorum değişti. Eskiyi ver yeniyi götür kampanyası gibi olmuş. Yaşlı huysuz Ahmet doktor gitmiş yerine genç, yakışıklı, esmer, siyah gür saçlı uzun boylu Selim doktor gelmiş. Bazen kendi kendime düşünüyorum, böyle doktor mu olur git manken ol ne hastaların nefsiyle oynuyorsun. Birden etraf karardı nefesim kesilmeye başladı. Yine aynı kabusun içine düştüm. Üzerime beton dökülüyor sanki ağırlık artmaya başladıkça nefesimde kesilmeye başladı. Siyahlar giyinmiş bir kadın asla bana yüzünü göstermiyor, bana doğru yaklaşmaya başladı. Çığlık atmak istiyorum atamıyorum. O şey bana yaklaştıkça derin bir kuyuya çekildiğimi hissediyorum. Bitmek bilmeyen dibi olmayan o kuyu beni öyle hızlı kendine çekiyor ki dibi gördüğümde parçam kalmayacak sanki. Gözlerimi açmak istiyorum biri beni uyandırsın istiyorum ama olmuyor. O siyahlı kadın anlamadığım hırıltılar çıkararak bana iyice yaklaştı ve kulağıma aynı cümleleri tekrarladı “ Benden kurtuluşun yok” dedi ve aniden kayboldu. “ Filiz hanım Filiz hanım uyanın artık gözlerinizi açın “ Ohhh çok şükür gerçek değilmiş hemşirenin sesiyle kendime geldim. İlaçları bıraktıktan sonra bu kabuslar başladı gerçek gibi acıyı, soğuğu, sıcağı hep hissedebiliyorum. Kimseyle paylaşamıyorum derdimi anlatamıyorum da. Hemşire beni uyandırdı ve sabah rutinleri başladı. Beni temizledi, kıyafetlerimi değiştirdi eskiden kendi yaptığım herşeyi şimdi başkası bana yapıyor. Utanç verici bir durum ama el mahkum. Sabah kahvaltı geldi nimete laf edilmez ama bu kadarda tatsız tuzsuz kahvaltı olmazki. Ne lapası anlamıyorum da,şöyle güzel bir menemen olsaydı, börekler olsaydı, peynir, zeytin çeşitleri olsaydı en önemlisi tam demini almış bir bardak çay. Ohh düşüncesi bile doyurdu beni. Ah annem benim, ne güzel kahvaltı sofraları kurup bizleri etrafında toplardı o günleri özledim. Annemi özledim uzun zamandır o da gelmiyor, ya çok hasta ya da benden umudunu kesti. Bana incitmeden bakardı saçlarımı tarar öper koklardı beni. :( Bu düşüncelerden hemşirenin sesiyle sıyrıldım. Bana kızmaya başladı ilaçları veremediği için. İnadım benden de Sağlam, içmem dediysem içmem! Hemşire benimle uğraşırken odaya Doktorum geldi ve hemşirenin tavırlarını görünce onu ikaz etmeye başladı. Dr. Selim; “Fatma Hemşire! Filiz hanım, yine inat ediyorsa zorlamayalım. Damardan verin ilaçları daha hızlı etki eder. Siz getirin ben yapacağım, yeterince yormuşsunuz güzel misafirimizi.” dedi. Güzel mi dedi??? demek duygularımız karşılıklı yakışıklı doktorcuğum. Bizim kızlar kesin senden hoşlanıyor o yüzden her gün beni ziyarete gelmeye başladılar. Ben biraz dinleneceğim herkes çekilebilir :). Beyza ve Eylül gelmeden dinleneyim biraz. Tabii bunları içimden kendim duyuyorum sadece. Koridordan sesler gelmeye başladı kalabalık bir grup sanırım. Rengarenk balonlar doldu odaya, müzikli pastalı balonlu kutlama var sanırım. Bakalım neyi kutluyoruz. Ooo çikolatalı pasta, kesin biri boşandı yada sevmedikleri biri öldü. Bu pasta ondan çikolatalı. Beyza ilk yanıma gelip; “Hey güzellik nasılsın bakayım? Afet afet! Yine çok seksi bu kız, ayaklansın iki daire bir BMW'ye satarız bunu .” Dedi ve alnıma öpücük kondurdu. "Ne demessin" Bende yine içimden cevap verdim ona; "Eylül hanım yine makyajin dibine vurmuşsunuz!" Kesin yine birini beğendi iş açmasa başımıza . Eylül'de gelip bana sarıldı ve; “Nasılsın güzelim? Bu sefer benim boşanmamı kutluyoruz. Kurtuldum o pis heriften, darısı senin başına ciğerim.“ Dedi ve kokulu bir öpücük kondurdu alnıma anne şefkati gibi .Darısı senin başına derken ne ima etmeye çalıştı anlamadım ama neyse. Eylül ve Beyza benim olmayan ablalarim resmen. Sağlıklıyken kıymetlerini bilemediğim. Eylül Adıyaman’dan gelip İstanbul’da Beyza ile ortak iş yapmaya başladı. Kimseden destek almadan kendi emekleriyle küçük bir butik açtılar. Onları tesadüfen tanıdım, önemli bir toplantıdan çıkmıştım. Kahve molası vermek istedim. Kafeden çıkarken ayağım takıldı düşmemek için korkuluktan tutunca dar olan eteğimi zorladım sanırım dikişleri patladı. Üzerimdeki eteğim yırtılınca sağa sola baktım karşımda küçük ama çok şık bir butik gördüm. Hemen oraya attım kendimi. İçeri girdiğimde iki bayan birbirine iltifatlarda bulunuyorlar. Başta yapmacık mı acaba dedim ama biraz izledim beni fark etmediler . Beyza, Eylül'ün diktiği kıyafete methiyeler diziyordu; “Senin gibi usta yok, ölçü almadan yaptın şak diye oturdu üzerime.” dedi. Eylül de; “Fizik güzel olunca ustaya çok iş düşmüyor.” diyerek karşıladı iltifatı… Birden kahkaha attı Beyza. Eylül'e bakıp; “Aynısından kendine bir daha dik daha vermem bunu sana” dedi. “Kızım hep kendimize çalışıyoruz. Bu gidişle batacağız. Bir tane müşteri gelsede siftah yapsak, kıymetimiz anlaşılmadı bu şehirde.” Sonra beni fark ettiler; “Ayy pardon, hoş geldiniz. Hiç farketmedik kusura bakmayin” dediler… O kadar sıcak davrandılar ki gaza gelip 10 parça elbise siparişi verdim . Orda bana uyan kıyafetle de üzerimi değişip sorunu çözdüm ama ustalıklarına gerçekten diyecek sözüm yoktu. Kıyafetlere tarzlarina işçiliklerine bayıldım . O günden sonrada ayrılmadık çok sıkı dost olduk çevremi onlara yönlendirdim ve hiç pişman etmediler beni . Fonda ilk defa duyduğum bir müzik çalıyor (benden bir tane daha yok ) sanki bizden 10 tane var. Bir kerede güzel benlik bir şeyler çalın, ölmezsiniz ya! Eylül'e sevinmedim desem yalan olur. ALLAH yalanı sevmez kulunda .Çok şükür gelip ağlamaz artık, benimkiyle şöyle kavga ettik böyle tartıştık. Yok bunu yapmadı yok çok düşüncesiz, yılmıştım. Ölmeden kurtulduk gereksizden. Hım bu arada bir şey farkettim bu ikisi yine aynı erkekten mi hoşlanıyor? Odada ki doktora hitaben ilk Beyza başladı söze; “Doktor bey! Arkadaşımın sıkıntısı var galiba? Hiç yüzü gülmüyor, içine kapandı konuşmuyor bizimle :)” Bende saydırdım, bak beni şikayet ediyor yine. Sanki ben keyfimden susuyorum imkan olsa neler söylerim de hep içime atıyorum. Eylül pastayı hazırlamış bile, ilk doktor beyimize ikram ediyor çok gücendim ama belli etmeyeceğim çünkü mutlu günü .. Doktor da Maşallah kibarlık abidesi. Hastasına acımadı, bana atmaya başladı; “Filiz hanım bizide çok üzüyor. İlaçlarını almak istemediği için damardan vermek zorunda kalıyoruz.“ Beyza atıldı; “Damar demişken ne zaman yürüyecek bizim artist?” (damarla yürümek ne alakaysa bu arada) Eylül doktora kur yapar gibi cilveli edasıyla; “Filiz belki de yürüyor doktor bey. Bizi kekliyor olabilir. Yeni doktorunu beğendi çıkmak istemiyor hastaneden olamaz mı?" Keyifleri yerinde gülüştüler ama gözlerindeki hüzün hep aynı. Anlamadığımı sanıyorlar. Kendi durumumu bende bilmiyorum nasıl bu hale geldim? Yanımda hiç konuşmadılar . Neden düzelemiyorum, eşim neden gelmiyor artık ziyaretime? Oğlum nerede? Unuttu beni. Onu çok özledim. O kadar çok sorum var ki soramıyorum yattığım yerden sadece nefes alıp veriyorum . Ölmek istesem ölemiyorum kalkmak istesem kalkamıyorum .İnsan elindekilerinin değerini hepmi kaybedince anlar? İyi olacak mıyım neden bu haldeyim hatırlamıyorum. Sonra Beyza kulağıma yaklaşıp yine aynı şeyleri söyledi; “Sana verilen ilaçları sakın yutma, yakında hepsi bitecek…” Ben düşünceye daldım neden böyle söylüyor? Geçen geldiğinde de aynısını söyledi, bende yaptım. Ben bunları düşünürken kutlama bitmiş ortalığı toplamışlar. Sanıyorlar ki ben ilaçları yutmasam iyileşirim değişen bir şey yokki damardan veriyorlar. Ama ne derlerse el mecbur onu yapacağım. Güveniyorum bu iki deliye, yine çok şık giyinmişler. Bu yaşta nasıl bu kadar fit olmayı başarıyorlar anlamıyorum . Hayranım ikisinede Beyza siyah dalgalı saçları omuzlarında, beyaz ten, kahve göz rengi kara kaşları ve 90' lık sarkmamış goğüsler. Maşallah nazar etmeyeyim. Eylül, kıvırcık lüle lüle saçları bazen sarı bazen kızıl bazen siyah. Ruh haline göre boyatır saçlarını. Beyaz tenli düzgün fiziği var. Tek kusuru küçük göğüslerı. Aslında küçük değil de Beyza'nınkileri gördükce kızım hakkımı helal etmiyorum hakkımı almışsın ver hakkımı diye laf etmesine çok gülüyorum . İkiside anne olsalarda asla büyümeyen iki çocuk gibi atışmaları çok güzel .Çocukları bile, 'bazen size nasihat vermekten usandık. artık büyüseniz de bizde işimize baksak' dediklerine şahit olmuşluğum var. Onların çocuklarının büyümesine şahit oldum ama kendi çocuğumun gelişimini kaçırdım .Ziyaret saati bitti. Beyza kulağıma kulaklık taktı sen müzik dinle keyfin yerine gelsin dedi. En sevdiğim şarkıyı açtı Özdemir Erdoğan; " Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE