KOLYE

2191 Kelimeler
Kerim (ATEŞ) Telefonu elime aldığımda parmaklarım titriyordu. Ekrandaki o isme her dokunduğumda, kalbimin ritmi hızlanıyor, nefesim göğsümde sıkışıyordu. Arama tuşuna bastım. Telefon çalmaya başladı. Bir… iki… üç… Her bir ses, kalbimin atışlarını biraz daha hızlandırdı. Sonunda o tanıdık, yumuşacık ama kırılgan ses duyuldu. Efendim, Kerim? O andaki hissi tarif edemem. Duru’nun sesi kulağımda yankılanan, her harfinde huzur saklı olan o ses… Bir an gözlerimi kapattım. Dünyadaki tüm gürültü sustu. Sadece onun sesi vardı. Ama o “Efendim, Kerim?” deki soğukluk, içimi buz gibi kesti. Eskiden ismimi söylediğinde içinde gülümseme olurdu. Şimdi ise temkin… kırgınlık… mesafe vardı. Duru, güzelim… nasılsın? dedim, sesim titreyerek. İyiyim. Sen nasılsın? Annen iyi mi? Evet güzelim, annem de ben de gayet iyiyiz. Sevindim… her şeyin yolunda olmasına. Bir sessizlik oldu. İçimde kelimelere sığmayan cümleler dolaşıyordu ama hangisini söyleyeceğimi bilmiyordum. Sonunda, Sen nasılsın? Babanla hasret giderebildin mi? diye sordum. “Baban” kelimesini duyar duymaz sesi değişti. Bir anda o güçlü, neşeli tını ve bir o kadar da mahzun bir melodi aldı. Evet… onu çok özlemiştim. Birlikte çok güzel zamanlar geçirdik. Ama bugün döndü, dedi. Demek Esat bugün dönmüştü. Bu bilgiyi öğrenmem iyi olmuştu. Duru, güzelim… Tekrar o mesafeli sesle, Efendim, Kerim? İçimde bir şey inceldi o an. Özür dilerim… senden milyonlarca kez özür dilerim, dedim. Neden özür diliyorsun? Doğum günün kutlu olsun, güzelim. Böylesine özel bir günü unuttuğum için kendimden utandım. Kelimeler ağzımdan çıkarken bile yetersiz hissediyordum. O ise yumuşak ama gerçek bir tonda konuştu: Özür dileme. Olabilir. Sana kırgın değilim. Yalan değil, yanımda olmanı çok isterdim ama ne kadar yoğun olduğunu biliyorum. Hem annenin durumu da var. Kafanın meşgul olması çok normal. Bir an için sesindeki o eski sıcaklık geri gelmişti. Yine de kalbimin içinde, ona geç kalmış olmanın ağırlığı vardı. Söyle güzelim, sana kendimi nasıl affettirebilirim? Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu. Sadece nefesini duydum. O nefeste kırgınlık da vardı, sevgi de. Sana kızgın ya da kırgın değilim, dedi sonunda. Ama bu doğum günümün telafisini yapmak istiyorsan senden bir şey isteyebilirim. Söyle güzelim… ne istersen yapmaya hazırım. Bütün imkânlarım emrinde. Bir an nefesini tuttu. Kalbim kulağımdaydı. Sonra o sesi, sanki rüzgârın kulağıma dokunuşu gibi geldi: Bundan sonraki bütün doğum günlerimde yanımda olacağına söz verirsen, sensiz geçirdiğim bu doğum günümü telafi edebilirsin. O an zaman durdu. Sanki yıllardır beklediğim bir söz, benden çıkmak için doğru anı beklemişti. Söz veriyorum, güzelim. Söz veriyorum, masum prensesim. Bundan sonraki bütün doğum günlerinde yanında olacağım. Telefondan gelen o minik kahkaha… kalbimin derinliklerine işledi. O zaman mevzu çözüldü, dedi gülerek. Sonra, birden ciddileşti. Kerim, seni çok özledim… hem de çok. Sen olmayınca eksik hissediyorum. O kadar saf, o kadar içtendi ki… Ben de seni çok özledim, güzelim. Elimden gelen en kısa zamanda yanına geleceğim, dedim. Seni bekliyor olacağım, dedi sessizce.bir süre daha konuştuktan sonra.Telefon kapandı ama o ses hâlâ odamda yankılanıyordu. Tüm kasvet, tüm sıkıntı bir anda yok olmuştu. Yerine huzurlu bir umut bıraktı. İki gün içinde işlerimi toparlayıp Duru’nun yanına gidecektim. Ve yanımda, onu mutlu edeceğini düşündüğüm bir hediye olacaktı. Evimde, kimsenin girmesine izin vermediğim küçük bir atölyem vardı. Kendimle baş başa kalmak, zihnimi boşaltmak istediğimde oraya sığınırdım. Uzun zamandır o kapıyı açmamıştım. En son, iki yıl önce annem için bir broş yapmıştım. Tamamen el işçiliğiyle, sabırla işlemiştim her detayını. Annem taktığında yüzündeki gülümseme hâlâ gözlerimin önündeydi. Bu kez, yıllar sonra ilk defa, o kapıyı Duru için açtım. Atölyenin kokusu değişmemişti: metal, toz, biraz da geçmişin sessizliği. Masama oturup Duru’yu düşündüm. Onun zarafetini, sadeliğini, ışığını… Fikirler bir anda zihnime doluştu. Ona bir kolye tasarlayacaktım. Ne fazla gösterişli olacaktı ne de sıradan. Tıpkı Duru gibi zarif, sade ama etkileyici. Kalemi elime aldım, kâğıda ilk çizgiyi attım. Sanki kalem değil, kalbim hareket ediyordu. Ateş üzerinde bir su damlası figürü… Etrafında kırmızı zümrüt taşları, tam ortasında mavi bir zümrüt. Ateşle suyun dengesi. Tutku ve sükûnetin buluşması. Tam Duru’ydu bu. “Eminim, ona çok yakışacak,” dedim fısıltıyla. Kollarımı sıvayıp çalışmaya başladım. O güzel gözlerini düşünerek, her taşta onu hissettim. Bütün gece uyumadım. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kolye tamamlandı. Masamın üzerinde duruyordu ama sanki içinde kalbim parlıyordu. Birçok kadının fark edemeyeceği küçük detaylar saklıydı üstünde, ama ben biliyordum; Duru fark edecekti. Çünkü o, sadece gören değil… hissedendi. Yorgunluğu bütün bedenimde hissediyordum ama garip bir şekilde içimde tarifsiz bir huzur vardı. Kalkıp üzerimden bu yorgunluğu atacak bir duş aldım, ardından aşağıya kahvaltıya indim. Kahvaltı masasında Tan düşünceli bir halde oturuyordu. “Günaydın Tan.” “Günaydın abi.” “Hayırdır, dalgınsın yine?” Tan başını eğdi. “Sabah annemle konuştum canım sıkıldı biraz.” “Ne oldu, Dilem teyze niye canını sıktı?” Tanın sesi yavaşladı. “Teyzemin ölüm yıldönümüydü. Annem sabah çok kötüydü. Dün koşturmaktan mezara gidemedim,onunla o yüzden bana kırılmış.” Derin bir nefes aldım. “Dilem teyze kızmakta haklı. Böyle günlerde yanında olmak önemli. Sen demiyor muydun hep, annen teyzene çok düşkünmüş diye? Hele beklenmeyen kayıplar… her zaman daha derin iz bırakır ve acıları asla unutulmaz .”dedim Tan başını salladı. “Haklısın abi. Bugün gönlünü almaya çalışırım. Ama senin halin ne böyle? Gözlerin çökmüş, sanki hiç uyumamış gibisin.” “Doğru tahmin ettin,” dedim gülümseyerek. “Dün gece hiç uyumadım.” “Hayırdır abi, bir sıkıntı mı var?” “Yok. Atölyedeydim.” Tan şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Abi yıllardır o atölyeye girmiyordun.” “Evet, iki yıldır kapısını bile açmamıştım. Ama dün gece... Duru için bir hediye yapmak istedim.” Tan’ın gözleri büyüdü. “Duru için sen hediye mi yaptın? Doğru mu duydum?” “Evet. Dün durunun doğum günü olduğunu unutmuşum. Dedim ki, kendimi affettirmem lazım.” Tan sinsi sinsi gülümsedi. “Eee abi, pahalı bir set alırdık, olur biterdi. Niye kendini yordun ki?” Bir an dalıp gittim. “Duru öyle pahalı, hazır şeylere değer veren bir kız değil Tan. Onun için maneviyat ön planda. Onu mutlu etmek için pahalı hediyelere gerek yok,” dedim tebessümle. Tan karşımdaki sandalyede sırıtıyordu. Onun diline düşmemek için sesimi biraz sertleştirdim. “Hadi kahvaltını yap, çok işimiz var. İki gün sonra Duru’nun yanına gideceğiz.” Kahvaltıdan sonra annemle Dilem teyzenin yanına uğradık. Annem, geçirdiği krizden sonra yavaş yavaş toparlanıyordu. Dilem teyze ona gerçekten iyi geliyordu. Bir süre onlarla vakit geçirip şirkete geçtik. Gün, toplantılarla, hesaplarla, bitmek bilmeyen işlerle akıp gitti. Akşam olduğunda yorgunluktan ayakta zor duruyordum ama kulübe uğramamız gerekiyordu. Tan’la geç saatlerde kulübe geçtik. Birkaç eski tanıdık da oradaydı. Bir şeyler içtik, sohbet ettik. Sonra Yavuz’u yanıma çağırıp odama geçtim. “Geç Yavuz, konuşalım biraz.” “Tabi abi,” dedi, karşıma geçti. “Rahat ol, Yavuz. Bize birer viski doldur, karşılıklı biraz muhabbet edelim geç otur karşıma.” Yavuz viskileri doldurup masaya bıraktı. “Yarın birkaç günlüğüne yurt dışına çıkıyorum. Buralar her zamanki gibi sana emanet,” dedim. “Emanetin başımın üstüne abi, gözün arkada kalmasın,” dedi kararlı bir sesle. Benim gözüm onlardaydı hep. “Ben sizden yana her zaman rahatım Yavuz, ama son zamanlarda bir tuhaflık var. Ortam fazla sessiz. Sanki bir şeyler dönüyor.” “Abi, ben bir sordururum. Ama bir şey olsa kulağımıza mutlaka gelir.” “Olsun, biz yine de önlemimizi alalım,” dedim. Tam o sırada Yavuz’un telefonu çaldı. “Müsaadenle abi,” deyip açtı. Bir anda yüzü ciddileşti. “Hayırdır?” der gibi baktım. “Abi... Pars Ataoğlu aşağıda. Seninle görüşmek istiyormuş.” İçimdeki huzur bir anda buz kesti. “İyi, gelsin. Misafiri geri çevirmek olmaz ama puşt hayra gelmemiştir bu saate.”dedim Yavuz ceketini ilikleyip dışarı çıktı. Birkaç dakika sonra kapı tıklatıldı. Önde Yavuz, arkasında Pars. Burnu sargılı, kolu alçıda... Üzerinden geçtiğim gecenin izlerini hâlâ taşıyordu toparlayamamıştı kendini. “Buyur Pars, hoş geldin,” dedim alayla. “Hoş bulduk,” dedi, o iğrenç sırıtışıyla. “Ne içersin?” “Bende bir viski alayım. Sana eşlik ederim.” Yavuz viskisini doldurup çıktı. Ben bekledim. Hayır için gelmemişti, belli ki bir şeyler yumurtlayacaktı. “Eee Ateş, nasılsın?” “Bunu sormak için gelmediğini ikimiz de biliyoruz,” dedim soğukkanlı bir sesle. “Bu aralar çok dikkatimi çekiyorsun,” dedi. “Nerede ne yapıyorsun, kimi görüyorsun yakın takibimdesin anlayacağın dedi sırıtarak. Beni bu kadar düşünmen ne güzel pars baya sevmeye başladın desene beni dedim alayla Ama Benimle bu kadar ilgileneceğine bence işlerine odaklamalısın Halkısın bu aralar bir yurt dışına çıkayım diyorum. Finlandiya sence nasıl bir ülke?” diye sordu yüzündeki o pis sırıtmayla Bir an içimden bir yangın başladı.. Ama yüzümdeki ifade değişmedi. “Evet, güzel bir ülke ” dedim sakin bir sesle. “İş için sık sık gidiyorum. Neden sordun?” Omzunu silkti. “Sık sık gittiğini biliyorum ama iş için mi, ondan emin değilim.” Pislik... Demek beni takip ettiriyordu. Duru’nun varlığından haberi varsa, bu iş tehlikeliydi. Pars gibileri, birinin zayıf noktasını buldu mu, oradan vururdu. Kadın, çocuk fark etmezdi onlar için. Derin bir nefes aldım. “Sadede gel Pars.Ne istiyorsun .” “Bir şey dediğim yok,” dedi sinsice. “Sadece dikkatimi çekti bu Finlandiya meselesi.” “Çok merak ediyorsan bir gün seni de götüreyim. Oraları sana gezdiririm,” dedim soğuk bir tebessümle. Sözlerimin altındaki anlamı fazlasıyla anlamıştı. “Sağ ol Ateş. Ama bil istiyorum ensendeyim. Bir şeylerin peşindesin, bulacağım. Mekanıma gelip bana yaptıklarının bedelini ödeyeceksin,” dedi tehditkâr bir sesle. Artık emindim. Elinde somut bir şey yoktu. Sadece beni huzursuz etmek istiyordu. Fakat farkında olmadan beni daha da dikkatli olmaya itmişti. Aptal düşman tehlikeli değil, sıkıcıydı. “Pars,” dedim sessiz ama kararlı bir sesle. “Seni neden o hale getirdiğimi gayet iyi biliyorsun. Her şeyin bir bedeli vardır. Sen de ödedin. Ama sana bir abi tavsiye vereyim; benim karşıma çıkaracağın adamlara olayları eksik anlatma. Yoksa, yanındakileri bir gün karşında bulursun.” Pars elindeki bardağı masaya sertçe vurdu. “Senle işim bitmedi Ateş Hanoğlu! Hep ensendeyim, bunu unutma!” diye çıkıp gitti. Başımı ellerimin arasına aldım. O sırada Tan içeri girdi. “Abi, iyi misin? Ne işi var bu sırtlanın burada?” “Beni tehdit etmeye gelmiş,” dedim sakin bir sesle. Tan gülümsedi. “İntihar etse daha iyiymiş.” “Finlandiya’ya gidip gelmemi araştırmaya başlamış,” dedim ciddi bir ifadeyle. “Abi... Duru’yu öğrenmiş olabilir mi?” dedi panikle. “Yok, sakin ol. Pars bir şey bilmiyor. Ama sen bu abilik işini iyice ciddiye aldın. Yok abi pars pisliğin teki durudan haberi olursa kıza bir zararı dokunur diye korktum. Tan ben yaşarken kimse durunun kılına zarar veremez. Ona dokunacak oruspu çocuğunu anasından doğduğuna pişman ederim dedim sert bir sesle. Ama yine de önlemimizi alacağız. Duru’nun yanına iki adam yerleştir. Asla kendilerini belli etmesinler sürekli takipte olsunlar. Küçük sinek mide bulandırır.” Masadan kalkarken, “Bu arada, kuyumcudan istediklerimi aldın mı?” diye sordum. Tan sitemle baktı. “Aldık abi. Kıza kuyumcu dükkânı açacak kadar takı aldın.” “Ne yapalım,” dedim gülümseyerek. “Aslı gibi kızların zayıf noktaları bunlar.” Eve geçer geçmez odama çıktım. Telefona sarılıp Duru’ya mesaj attım: “Seni özledim.” Dakikalar içinde cevap geldi: “Benim kadar olamaz. Bununla idare ediyorum.” Yanında bir fotoğraf… Üzerinde benim tişörtüm. Yüzümde istemsiz bir tebessüm belirdi. O kadar güzeldi ki, her bakışımda kalbim hızla çarpmaya başladı. Duru… beni benden alıyordu. Hem de hiçbir çaba harcamadan. Fotoğrafına dakikalarca bakarak uykuya daldım. Sabah erkenden kalktım. Önce şirkete uğrayacak, sonra Aslı’yla öğle yemeğine çıkacaktım. Bir ay içinde büyük bir toplantı ve yüklü bir sevkiyat vardı. Artık işleri yoluna koymalı ve yeni sevkiyata odaklanmalıydım. Şirketteki işlerimi hızla bitirip Aslı’yla buluşacağımız şık restorana geçtim. Birkaç dakika sonra Aslı içeri girdi. Her zamanki gibi özenle hazırlanmıştı. Ama üzerindeki yapaylık... insanı yoruyordu. Masaya gelince ayağa kalktım. “Yine harikasın Aslı. Biz senin bu güzelliğinle ne yapacağız?” “Ateş, beni utandırıyorsun,” dedi gülümseyerek. “Elimde değil,” dedim. “Sen farkında bile olmadan aklımı karıştırıyorsun.”deyip elini usulca öptüm. Masaya oturup yemek siparişlerimizi verdikten sonra. Yanımdaki kutuyu aslıya uzattım. “Bu, senin için.” “Ne bu?” dedi heyecanla. “Aç bakalım, beğenecek misin? Özel tasarım.” Kutuyu açınca gözleri parladı. “Ateş! Bu pırlanta gerdanlık. sadece sınırlı sayıda üretilmişti!” “Evet,” dedim gülümseyerek. “Ve onlardan biri artık senin boynunda olmalı.” Kalkıp gerdanlığı takarken, “Şimdi eksiksiz görünüyorsun,” dedim. Aslı boynuma sarılıp yanaklarımdan öptü. İstem dışı gerildim ama o bunu fark edecek durumda değildi. Bütün ilgisi gerdanlıktaydı. Yemek boyunca durmadan konuştu. Ben de elimden geldiğince onu dinledim. Babasının kız kardeşini görmeye gittiğinden ve annesinin beni yemeğe davet ettiğinden bahsetti. Seve seve kabul ettim yemek davetlerini. “Aslı, bir kız kardeşin olduğunu bilmiyordum,” dedim şaşırarak. “Evet,” dedi, sanki önemsiz bir şeyden bahseder gibi. “Duru isminde bir kardeşim var ama yıllardır yurtdışında yaşıyor. Çok şımarıktır. Babama yurtdışında okumak için ısrar etti, babamda onu kıramadı ve eğitim hayatını orada planladı dedi soğuk bir şekilde” Oysa ben çok iyi biliyordum. On yaşındaki bir çocuk asla öyle bir karar vermezdi. Duru’yu tanıyordum. Şımarık değildi, asla... Esat’ın Duru’yla ilgili sakladığı başka şeyler olduğundan artık emindim. Neyse ki yemeğin sonuna gelmiştik. Aslı ayağa kalktı. “Birkaç gün buralarda olmayacağım. Yurt dışına çıkmam gerekiyor. Sana da haber vermek istedim.” Duyduklarıyla yüzü asılsa da, ona haber vermem hoşuna gitmişti. “Seni özleyeceğim Ateş. Uzun sürmez değil mi?” “Hayır. Sen buradayken ben işlerimi hızlıca halledip dönerim,” dedim. Elini tutarken. Aslı’yı eve bırakıp hızlıca toparlandım. Tan’la birlikte uçağa doğru yola çıktık. Birkaç saat sonra en huzurlu olduğum yer olan durunun gözlerine kavuşacaktım….
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE