Eun Woo ile dosyaları incelerken kapıda olan gürültü ile ikimizde birbirimize baktık.
"Topla şunları."
Eun Woo dosyaları toplarken ben de kapıya doğru ilerledim. Kapıda gördüğüm yüzler şaşırmama neden olsa da belli etmemeye çalıştım.
"Ne yapıyorsunuz?" Adamlarıma dönerek azarlar bir tonda konuştum. Yaptıkları şey rahatsız etmemişti ama bunu bilmelerine gerek yoktu.
"Böyle mi misafir karşılıyorsunuz?"
Orta yaşlı olan ve henüz isimini net olarak hatırlamadığım adam saygı selamı verdikten sonra konuştu.
"Efendim birşey söylemeden içeri girmeye çalışınca durdurmak zorunda kaldık."
Elimle çekilmesi için işaret yapıp Namjoon'un çetesinden üç kişiye gözlerimi diktim. "Sizin de pek görgü kuralı bildiginiz yok anlaşılan."
"Çay içip kurabiye yemeye gelmedik."
Omuz silkip gülümsedim. "Kahve içersin o zaman Min Yoongi."
Elimle içeriye girmeleri için işaret ettim. Burunlarından soludukları çok netti ve haz alıyordum haz.
Hepsi hakkında çok fazla bilgiye sahiptim. Bir savaşa gireceksem düşmanlarımın iyi ve kötü yönlerini çok iyi bilmem gerekiyordu.
Zaafları her zaman işime yarardı.
İçlerinde en fevri olan Yoongi'yi buraya göndermeleri çok barışçıl bir hareket değildi. Zaten ben de barış istemiyordum.
"Bizimle uğraşmanın nedeni ne? Bu hafta dört tane anlaşmamızı bozdun."
Ay evet yapmıştım ya. Yaparken de acayip zevk almıştım. Gülerek arkama yaslandığımda üzerimde olan sinirli diğer bakışlarla göz göze geldim, Jeon Jungkook.
Abilerinle dolaş demiştim ve sözümü dinlemişti, akıllı çocuk.
"Yalnız ben bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum." Ellerimi masanın üzerine yerleştirerek Yoongi'ye doğru eğilip gülümsedim.
"Ben kimsenin anlaşmasını bozmadım ya da müşterisini çalmadım. Kaybettiğimiz ortaklarımızı tekrar geri kazandım. Bizden çalınanı aldım ve bunda etik olmayan bir durum görmüyorum."
Yoongi çenesini sağa sola hareket ettirerek ne kadar sinirli olduğunu göstermeye çalışıyordu muhtemelen ama hiç umurumda değildi.
"Kaybetmeseydin Haneul."
Kafamı anladığımı belirten şekilde sallayıp gülümsedim. Gülmekten çene kaslarım ağırmıştı ama onları uyuz etmek için idare edebilirdim.
"E sen de kaybetmeseydin Min Yoongi." Dudaklarımı büzerek şirin bir yüz ifadesi ile ona baktım.
"Ben senin elinden almadım ama sen alıyorsun!" Elini masaya vurduğunda aman abi yapma falan deyip korkmamı mı bekliyordu acaba?
Hayır zerre etki etmemişti de üzerimde. Biraz önce masanın üzerine vurmasında dolayı devrilen bibloyu alarak düzeltip yerine koydum.
"Bunu sen söylüyorsun ben emin değilim."
Yoongi tam cevap verecek iken araya Jungkook girdi. "Söylesene adamları nasıl ikna ettin?"
İma ettiği şeyi anlamak çok zor değildi. Burada bu insanların içinde bu imaları yapması sonunun iyi olmadığını gösteriyordu.
"Sence?" Kafamı yana yatırarak gülümsedim. Beni bir orospu olarak gördüğüne emindim ve işime gelirdi. Bunu açıkça dile getirirse onu öldürmek için bir bahane aramama gerek kalmazdı.
"Gerçekten tahminlerimi paylaşmamı ister misin?"
Odanın içindekilere göz gezdirerek konuşunca güldüm. Bunu söylemek için fazla geç kalmıştı, odada ki herkes zaten ne ima ettiğini anlamıştı.
"Neymiş ben de merak ettim?" Eun Woo diklenerek Jungkook'a doğru dönünce nihayet konuştuğu için şükür ettim. İstediğim bir kaosun içine girmesi elbette değildi ama korkak gibi arkamda durması da benim ve ailemin en önemlisi babamın itibarını zedeliyordu.
"O zaman şöyle söyleyeyim Eun Woo sevgili ablan-"
"Jungkook kes!"
Jungkook'un cümlesini yarıda kesen Yoongi olmuştu.
"Devam etsin dinliyorum." Elimde ki kalemi parmaklarım arasında çevirirken Jungkook'a bakmaya başladım. Histerik bir şekilde gülüp kafasını iki yana sallayarak başını öne eğdi.
Aferin sana uslu çocuk, abi sözü dinliyorsun.
"Yoongi bence bu konuşma çok gereksiz herkes işine baksın."
Eun Woo'nun olası bir kaostan korktuğu o kadar belliydi ki bu durum beni deli ediyordu.
"Yani diyor ki müşteriler belli hodri meydan."
En azından benim bu durumu toplamam gerekiyordu.
"Yanlış yapıyorsun Haneul pişman olacaksın." Yoongi'nin söylediği şey ile Jungkook'a bakarak gülümsedim.
"Ben pişman olmam yoongi." Elimle kapıyı göstererek Yoongi'ye baktım. "Eun Woo size eşlik etsin."
Hiç birşey söylemeden çıkışa ilerlediklerinde arkama yaslanarak bacak bacak üzerine attım.
Meydan boş iken koşturmak kolaydı, tabii şimdi zorlanıyorlardı.
Son olarak Jungkook kapıdan çıkarken bugün onunla yeterince uğraşmadığımı fark ederek laf attım.
"Bak abilerinle gezince canın yanmıyor."
Arkasını dönerek sinirli bir şekilde bana baktı. Bir insanın sana karşı olan öfkesi nasıl bu kadar mutlu edebilirdi?
"Haneul kaşınıyorsun."
Ay gülmesem olmazdı, o yüzden koca bir kahkaha attım. Gülerken elimle çıkması için işaret ettim.
Beklediğim şey odadan çıkmasıydı, kapıyı kapatıp yanıma gelmesi değil. Ellerini masanın üzerine yerleştirip destek alarak bana doğru eğildi.
"Canımı sıkıyorsun, tavsiye etmem yapma."
Bakışlarımı gözlerine odaklayarak alt dudağımı ısırdım. Bakışları anında dudaklarıma kayınca dudaklarım yukarı kıvrıldı.
Tipik erkekler akılları hep önlerinde ki fazlalıktaydı ve her kadına bu gözle bakıyordu. Onlarla böyle uğraşmak cidden zevkli oluyordu.
"Söylesene canın sıkılırsa ne olur Jungkook?"
Yüzüme doğru eğilerek aramızda santimler bıraktı ve ben sıcak nefesini tam yüzümde hissediyordum.
"Aslında çokta kötü şeyler olmaz. Zevk alacağımız kesin."
Bana bu şekilde rahat imalar yapmasının nedenini düşünüyordum. Muhtemelen ya beni ciddiye almıyor ya da korkmuyordu ama o nasıl isterse öyle oynardık sorun yoktu.
Bakışlarımı aşağı kısmına indirerek gülümsedim. Ardından elimi erkekliğinin üzerine getirerek sertçe sıktım. Gözlerini yumarak derin bir nefes aldı.
Canı mı yanmıştı hoşuna mı gitmişti kestiremiyordum ama iki türlüsü de umrumda değildi.
"Bununla zevk alacağımı değil, bunu hissedeceğimi bile sanmıyorum."
Böyle söylüyordum ama elimin altında ki şey tam aksini söylüyordu. Fazla uzatmadan elimi çekerek sandalyede geriye yaslandım.
"Bir deneyelim istersen."
Üzerime daha çok eğilince geri çekilmek istemiştim ama yapamadım, ondan çekindiğimi düşünmesini istemiyordum. Beni etkilediğini düşünüp havalara girmemeliydi.
"Sanırım denemeyeceğim. Küçük bir çocuğu mutlu etmek için vakit kaybedemem. Biliyorsun daha önemli işlerim var."
Nihayet geri çekildiğinde vücuduma bir rahatlama geldi. Ellerini göğsünde birleştirip beni süzmeye başladı.
"Benden iki yaş küçük olmana rağmen bana çocuk demen çok ironik."
Uyuz bir kahkaha atıp ben de kollarımı onun gibi önümde bağladım.
"Zeka yaşından haberdar mısın peki? Aklı altında ki fazlalıkta olan bir adamdan çok birşeyler beklemiyorum ben."
"Aklımın sadece oraya çalışmadığını zamanla göreceksin Haneul."
Kafamı sallayarak gülümsedim. "Gösterirsin Jungkook, yani becerebilirsen."
Oturduğu yerden kalkarak çıkışa yöneldi.
"Görüşeceğiz Haneul."
Görüşürdük benim için her hangi bir sıkıntı yoktu.
Bu işlerle uğraşırken bana da eğlence olurdu. Onu ciddiye alacak kadar önemli biri olarak görmediğim için eğlenmek en mantıklı seçenekti.
***
"Babamın o gün oraya gideceğini sizden başka kim biliyordu?"
Minho bıkkın bir nefes verince gözlerimi devirdim.
"Haneul kaç kere daha söyleyeceğim ben ve baban."
Bu demek oluyordu ki bizden gelen bir sıkıntı değildi. Yani bizim içimizden sızan bir bilgi yoktu.
Buluştuğu adam da toplantı alanında aynı adamlar tarafından öldürülmüştü. Onların yapmadığı da netti ama içlerinden birinin yani herhangi bir adamın bu olayda parmağı olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekiyordu.
"Babamın anlaşma yaptığı adamın yerinde şu an kim var?"
Onunla birde ben konuşmalıydım. Muhtemelen birşeyler biliyor olmalıydı.
" Oğlu, Ji Chang Wook."
Anladığımı belirten şekilde kafamı salladım. "Adresini masama bırakırsın."
Ji Chang Wook, kendisini en kısa zamanda ziyaret edecektim ama önce şu teslimat sıkıntısını çözmem gerekiyordu.
"Teslimat bu gece. Ne gibi bir önlem almayı planlıyorsun?"
Minho'ya bakarak düşünmeye başladım. Şimdilik planlarımı kimseyle paylaşmayı düşünmüyordum, buna Eun Woo da dahildi.
"Bana sevkiyat olacak araçların şoför bilgilerini ver."
Arka taraftan bir dosya alarak bana uzattı. Elime alıp inceledikten sonra dosyayı tekrar kapattım.
"Bana söylemeyecek misin?"
Minho'nun babamın emanetine Eun Woo'dan daha çok sahip çıktığı netti ama durum onluk birşey değildi, sadece planımı kendim yönetmek istiyordum.
Sonra ki adımlarda elbette onunla paylaşacaktım ama bu sevkiyat bizim için çok önemliydi. Min joon kaybetmek istediğim bir müşteri değildi.
"Şimdilik bana güven."
Kafasını iki yana sallayarak gülümsedi. "Ama sen bana güvenmiyorsun."
"Bu öyle birşey değil Minho, uzatma. Sana herkesten çok güvendiğimi biliyorsun."
Anladığını belirten şekilde kafasını sallayıp odadan çıktı. Alınmış veya alınmamış olması şu anlık umrumda değildi.
İlgi odağım akşam ki sevkiyattı. Bu sevkiyatı sadece biz ve Min Joon değil bizimle iş yapacak herkes dört gözle bekleyerek önemsiyordu.
İşte tam da bu yüzden kusursuz bir plan yapmam gerekiyordu.
***
Yine bu mekana gelmek istemiştim bu gece, başarılı geçen sevkiyat haberinden sonra hepsinin yüz ifadesini zihnime kazımam gerekiyordu.
Bulunduğumuz mekanda göz gezdirirken üzerimde olan bakışlar beni rahatsız etmiyordu.
Jungkook ile göz göze geldiğim an gülümseyerek elimde ki kadehi ona doğru kaldırdım.
Onunla uğraşmak zevkliydi, beni sinir edemedikçe daha çok çıldırıyordu.
Küstah çocuk kadehini kaldırıp karşılık vermeden kafasını iki yana sallayarak içkisini yudumladı.
Abilerinden biraz da saygı kurallarını öğrenmesi gerekiyordu.
Eun Woo'ya gelen telefonla bakışlarımı ona odakladım. Sinirlendiğini hissediyordum. Telefon görüşmesini bitirip yanıma yaklaşınca söyleyeceği şeye çekiniyor gibiydi.
"Tırlar baskın yemiş."
Sonunda ondan duyduğum cümle ile etrafıma baktım. Jungkook ile göz göze geldiğimde yüzünde ki alaycı gülümseme ile karşılaştım.
Tahminlerimde asla yanılmazdım ve şu an itibari ile tam olarak bir savaş başlıyordu.
Vote bebekler, vote mühim biliyorsunuz.❤