Bulutların arasından bir külçe gibi kendini gösteren güneş, yakıcı olmasa da iç ısıtıcıydı. Keyifli bir şekilde başlayan sabahlar, günün geri kalanının daha güzel geçeceğini hissettirir. Devasa problemleri anında silip atamasa da tatlı gülümseyiş, kısa süreli olsa da edilen samimi sohbetler, sabahı ve günün devamını hoş geçireceğimizin mesajını vermeye çalışırdı.
Benim hayatımsa hiçbir hava olayının etki edemeyeceği kadar karmaşık bir hal almıştı. Arel denen savaşçı bozuntusuysa iliklerime kadar berbat hissetmeme sebep oluyordu.
Sabahın ilk ışıklarında uyanmıştım. Uyuşmuş vücudum için salon ortasında kimse gelmeden birkaç egzersiz yapma niyetindeydim. İçimde biriken kötü enerjiyi atmam gerekiyordu. Ben Arel'in yaptığı gibi insanlara nefret kusmadan da halledebilirdim.
Kollarımla yarım daire çizerken yüzümü buruşturdum. Uzun zamandır egzersiz yapmıyordum. Sarah sayesinde hayatımı düzene sokma çalışmalarımdan geriye birkaç hareket kalmıştı ezberimde. Neye yaracağına emin değildim. Belki biraz kafa dağıtmak ya da güçlenmekti tek istediğim.
"Komik görünüyorsun."
Sesin geldiği yöne bakınca Noyan'ın kollarını birleştirmiş bir şekilde kapıya yaslanıp beni izlediğini gördüm. Yüzünde saklamaktan çekinmediği bir gülümseme vardı. Beni bu şekilde görmekten keyif aldığı her halinden belliydi.
"Ne zamandır orada dikiliyorsun? Umarım bacaklarımı esnetmeye çalışırken de izlememişsindir. Bu hareketi yaparken denge kurmayı beceremediğim için gerçekten gülünç duruyorum."
Her şeyin yolunda olduğunu belli eden bir gülümsemeyle, tüm kaslarımı zorlayan hareketime ara verip yerde bağdaş kurdum. Beni dinlendirmesi adına derin birkaç nefes aldım.
"Şimdi ne yapacaksın, meditasyon falan mı?"
Tam bir elimi kulağımın üstüne koyup, boynumu da elimin yönünde uzatarak esneteceğim sırada gözlerimi Noyan'a diktim ve dalga içeren sözlerine ayak uydurdum.
"Büyü yapmamdan iyidir, öyle değil mi?" Gözlerimi kapatıp boynumu diğer yönde esnetirken vücudumun hafiflediğini hissettim.
"Büyünün böyle yapılmadığını ve kimsenin burada büyü yapmaya cesaret etmeyeceğini biliyorum." Noyan bu itirafının ardından yenilmiş bir şekilde kendini krem rengi koltuğun üstüne bıraktı.
"Ah, eminim herkesin dünyaya sadece büyü yapmak için gelmediğini de biliyorsundur." Konuşmadan geçirilen birkaç dakikadan sonra baş başa olduğumuz için sözlerimi sürdürmeye karar verdim. "Söylemek istediğim, bu durum beni çok sıkıyor. Masum olduğumu nasıl ispatlayacağımı bilmiyorum. O kadar kötü şeyler yaşamışsınız ki, bana güvenmemekte haklısınız. Bunun bir yolu olsa hiç kimseyle alakam olmadığını size kanıtlardım."
"Böyle bir şeyle daha önce karşılaşmadık. Yani sıradan bir insan bizi bu şekilde görmemişti. Belki de kötülüğü yanlış yerde sezinledik. Belki yüzyıllardır böyle sorumsuzca hareket eden olmamıştır. Seni de böyle zorlu bir aleme dahil ettiğimiz için üzgünüz."
"Aslında kızgın değilim, bunu söylediğime inanamıyorum ama yine de kızgın değilim. Bana en çok güvenen ya da güvenmek isteyen sensin Noyan, görebiliyorum. Nankör biri olsam her şeyde sizi suçlardım ama ormana gitmem de büyük saçmalıktı bunu kabul ediyorum. Yani tüm sebep aslında biraz da benim fevri davranışım."
"Hayır her şey senin suçun olamaz, tüm bunları omuzlarına yükleme. Hislerimi seninle paylaşmak istedim, bunlar gerçek. Gerçi hissediyorum, hiç değilse samimiyetime inanıyorsundur."
"Elbette inanıyorum." Uyuşmuş bacaklarımla yerden kalktım, gülümseyerek Noyan'ın yanına oturdum. "Belki saçma gelecek ama seninle böyle arkadaş olabildiğimiz için çok mutluyum. Keşke daha önce farklı yerlerde karşılaşsaydık."
Noyan bu dostane itirafım karşısında sıcak bir gülümsemeyle başını salladı. "Biliyor musun, ben de aynı şeyi düşündüm. Kızıl Mühürlüler olmamız duygularımızı olabildiğince köreltmemizi gerektirse de sen gelince hepimizde garip bir samimiyet havası oluştu. Belki bunun sebebi yanımızda sıradan birinin olmasının verdiği rahatlıktandır ama yine de bizi keyiflendirdiğin de bir gerçek."
"Vay canına, kendinize Kızıl Mühürlüler diyorsunuz."
Noyan sanırım birçok şeyi henüz bilmediğimi unutmuştu. Düşündükleri ve şimdiye kadar gördükleri gibi lanet bir cadıysam bundan zaten haberim olurdu.
"Yüzyıllardır kabul görülmüş isim bu. Mühürlenmiş olup kendine kanatsız melek, saklı mühür, gizli savaşçı diyenler de var. Oldukça kalabalık sayılmayız zaten, uzun zamandır herkes mühürlenmeye cesaret edemez oldu. Mühürlü bir çift, doğan bebeklerine Kızıl Mühür uygulamak zorunda değil. Fakat eğer çocuklarının mühürlü olmamasını seçiyorlarsa, tüm gerçekleri gizlemek ve asıl kimliklerini saklamak zorundalar. Savaş çok can kaybına yol açtığı için bunu göze alıp, çocuklarından gerçekleri gizleyen çok aile tanıyorum."
Kafamda yavaş yavaş bir şeylerin şekillenmesi beni artık az da olsa karanlıktan gün ışığına çıkarmış gibiydi. Duyduklarımı kafamda tartınca taşlar da yerine oturuyordu. Diğer yanıma yine de tüm bunlar mantıklı gelmiyordu. Onları olduğu gibi kabullenmekten başka tutum sergileyemiyordum. En azından beni dinlemişler, biraz zor olsa da olduğum gibi benimsemişlerdi. Savaştıkları türlerin böylesine zorlu ve acımasızlığı ellerinde olan bir şey değildi.
Belki mühürlenmeyi ve bir çeşit yeryüzü meleği olmaları bile onların seçtiği bir yol olduğu söylenemezdi. Küçük bir çocuk oldukları sırada yanlarında yetiştikleri ailelerinden bu uğurda nasıl savaşmaları gerektiğini bir nasihat gibi dinlediklerini hayal ettiğim sırada Noyan'ın sesiyle daldığım düş denizinden birkaç saniye içinde çıkmış oldum.
"Bak Vera, ben sana inanıyorum. Eğer masumluğun ortaya çıkarsa anneni bulman için de sana yardım edeceğiz."
Bunu duyunca hayatım onun ellerindeymiş gibi Noyan'ın kollarını sıkıca kavradım. "Sen doğru mu söylüyorsun? Mesela ben suçsuzsam, tabii zaten öyleyim de annemi beraber mi arayacağız? Gerçekten yanımda durup benimle beraber mi arayacaksınız? Siz savaşçılar ve ben, buna inanamıyorum! Bana yardım ederseniz onu kesinlikle bulabilirim! Ona kesinlikle kavuşabilirim!"
"Kollarımı bırakmazsan hiçbir şey yapamayacağım kesin."
Ağzım kulaklarıma varmış bir şekilde güçlükle Noyan'dan ayrıldım. "Ne zaman yola çıkacağız? Lütfen hemen gidelim söz veriyorum yine sizinle buraya döneceğim."
"Dediğim gibi, önce her şeyin yoluna girmesini bekleyeceğiz ondan sonra birlikte arayacağız. Bu konuda ben de sana söz veriyorum. Beklemesi zor biraz biliyorum, sen sadece sabret. En azından artık tek başına aramayacaksın. Ama sana bunu söylediğimden yine de kimseye bahsetme. Uslu ol ve ağzını sıkı tut."
Parmak uçlarımla ağzıma görünmez bir fermuar çektim ve başımı iki yana hızlıca salladım. Duyduklarıma inanamıyordum, kalbim içime sığmayacak kadar büyümüş gibiydi. Sadece gülümsemekten gerginleşen yanaklarımı ovuşturarak gözlerimi sımsıkı kapamış, anneme kavuşmanın hayalini kuruyordum.
"Dünyanın en mutlu insanıyım, Noyan! Siz o kadar güçlüsünüz ki, yanımda olduğunuz zaman en azından hiçbir şeyden korkmadan annemi arayabilirim. Kimseye bir şey söylemeyeceğim, hatta sen bu konuyu açana kadar sana bile hatırlatmayacağım. Delfin'in ilk andan itibaren bana olan yakınlığını görebilmiştim, benim için çok üzülmüştü. İkinize de öyle minnettarım ki."
Noyan oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanınca birilerinin bizi dinlediğini düşünerek meraklı bakışlarımı kapıya yönelttim fakat orada da ölüm sessizliği hakimdi.
"Tamam Noyan sorun yok, bizi kimse duymadı. Hem Delfin duysa bile bunu söylediğin için sana kızmayacaktır. Biliyorsun ki o da bana en az senin kadar güveniyor."
"Hayır Vera, bunu bana Delfin söylemedi."
Bakışlarımız buluştuğunda Noyan'ın siyah harelerinde gizlenen anlamı göremiyordum. Ben sessizliğimi korurken o daha çok geriliyordu. Lakin biliyordu ki duymak zorundaydım.
"Suçsuz olduğun ortaya çıktıktan sonra beraber anneni arayacağımızı söyleyen Arel'di."