Kapalı Kutu

1847 Kelimeler
Akşamın büründüğü yoğun sis altında gözlerimin seçebildiği kadarıyla onları inceliyordum; beni almaya gelenleri. Posta kutusunun hemen yanındaydım. Arel sırtını Audi model bir araca yaslamıştı. Noyan ise göz göze gelsem bana koşup sırt çantamı alacak gibi riyasız duruyordu. "Bu sefer sakin bir merhaba." Delfin'e gülümsemeye çalıştım. Sarah henüz işten dönmemişti ama beni defalarca aramıştı. Yine de hücrelerimde korkulu bir adrenalin hissediyordum. "Merhaba," dediğimde sesimin yüksek çıkmasını sağlamıştım. Arabaya yürüdüğümde sırtını araçtan ayıran Arel, yüzüme bakmadan diğer tarafa saptı. Onun yön verdiği herhangi bir şeyde dosdoğru ilerleyeceğimizden asla emin olamazdım. Egoist tavrını dikizlemeyi bıraktığımda telefonu çalan Delfin de arayan önemli kişi olmalı ki bir şey söylemeden yanımızdan uzaklaştı. Açıkçası ben telefon kullandıklarını dahi tahmin etmezdim. "Tüm bunlar senin için zor olmalı." Noyan çekingenlikle gözlerime baktığında düşüncelerim dağılmıştı. "Genel olarak konuşuyorum. Kayıpların, zarf, hayatına giren esrarengiz insanlar ve şu tuhaf tavırlarımız." "Tahmin edemeyeceğin kadar zor," dedim keskin bir sesle. Bana bakmayı kestiği için onu inceledim. Noyan üstüne giydiği siyah deri ceketiyle, siyah kot pantolonu, siyah ayakkabılarıyla karanlık bir efendi gibi içten içe hükmediyordu adeta. Bunun yanında katran karası kombinini tamamlayan siyah kısa saçları ve koyu kahve gözleriyle her an her yeri yıkıp geçebilir görünmesinin yanı sıra, asla böyle bir şey yapmayacağı da apaçık ortadaydı. Her ne kadar karanlık gibi görünse de öyle biri olmadığını anlamak için çok çaba harcamaya gerek yoktu. Ormandaki ilk karşılaşmamızda eğer biri daha benim gibi panik olduysa bu kişi kesinlikle Noyan'dı. Arel'in attığı düğümü nasıl incelediğini ve merak ettiğini çok net bir şekilde hatırlayabiliyordum. "Olanlardan sıyrılmamın bir yolu yok mu, Noyan?" Sorunlu havayı biraz olsun rahatlatabilmek, güven duymasını sağlayabilmek için ismiyle hitap etmeyi tercih etmiştim. Noyan ise hiç beklemediği sohbetin bu açılış cümlesinden hoşnut değildi, huzursuzca yerinde kıpırdandı. "Sanırım bunun hakkında yapabileceğim hiçbir şey yok." Telefonla konuşmaya devam eden Delfin'e baktım bıkkınlıkla. Noyan'ın beni izlediğine, susup kalmaktan sıkıldığına emindim. Sessizliğin onu daralttığını sezinliyordum. "Kaç yaşındasın?" diye sordu masum bir sesle. Alakasız bir soruyla giriş yapsa da yanılmamıştım. "On dokuz," dedim. Geçen yaz yalnız geçirdiğim doğum günümü hatırlamak istemesem de yaş aldığım bir gerçekti. "Aynı yaşta sayılırız." Noyan aptalca gülümsediğini fark etti ve kendini toparladı. "Sence yalnız başına akşam vakti ormana gelmen doğru muydu? Biri gerçekten annenin nerede olduğu bilse ya da onu bir şekilde bulsa polise gitmez mi, neden posta kutunuza zarf koysun ki?" "Bilmiyorum, belki fidye isteyecekti belki beni de kaçıracaktı hiçbir şey bilmiyorum. Yaptığım saçma farkındayım, başıma daha kötüsü de gelebilirdi. Yani sizden daha kötüleri. Üzgünüm ama bu doğru, beni ürkütüyorsunuz." Delfin'in bize katılmasıyla beraber Noyan'la aramızda geçen soğuk diyalog sonlanmıştı. Noyan ön koltuğa bindiğinde biz de arkada yerimizi almıştık. Sırt çantamı kucağıma yerleştirdim. Bugün istemeden de olsa dış görünüşümüzde bir yakınlık vardı. Siyahı ben de seviyordum, kiminle pişti olduğum umurumda değildi. "Kuhav'a gitmiyor muyduk?" dedim, farklı bir yol ayrımına girdiğimizde. "Sarah için öyleydi." Bunun asla sonunun gelmeyeceğini, iyi ihtimalle kaçırıp oradan oraya sürükleyeceklerini, kötü ihtimalle de benimle uğraşamayacak kadar dertleri olduklarını söyleyip bir dakikadan kısa sürede hayatıma son vereceklerini düşünüyordum. Bu kadar çabuk olamazdı. Henüz hiçbir şey yaşamamışken, anneme kavuşamamışken, hayatımda bir kez olsun seyahat etmemişken, gerçekten aşık olmamışken, kendi ayaklarımın üstüne basma günlerim böylesine yakınken ölmek istemiyordum. Konuşmadan gidilen birkaç kilometre kuşkusuz bu keyif takımına göreydi. Kirpiklerimi titreten bitip tükenmeyen korkuyla başa çıkabilmem için bunların korkunç bir şaka olması gerektiği fikri hâlâ benimleydi. Yanında durduğumuz ahşap ev sanki bir kostüm partisi için tutulmuştu. Üstelik hâlâ Lotus'taydık fakat oldukça uç bir noktasında. Arabadan indiğimizde tüm bu düşüncelerim birtakım homurtularla bölünerek zihnimden uçuverdi. "Öncelikle sen sorularını sıralamadan kısaca özet geçeyim." Delfin önümde durdu, ellerimi tutup hafifçe gülümseyerek adeta fısıldadı. "Hayalinde ne vardı bilmiyorum. Küçük olduğuna bakma, içi gayet kullanışlıdır. Zaman öldürebileceğin birçok aktivite olduğuna şüphen olmasın. Biz bu konuya çözüm bulana kadar biraz misafirimiz olursun değil mi? Sorun çıkarmadan." Son sözlerini gözlerini kısarak, karşısındakine başka seçeneği olmadığını belirtir tarzda söylemişti. Her şeyin, neredeyse kaçınılmaz sonun bile bilincindeydim. Sonuçta artık buradaydım, onlarla ormanın ininde. Sessizce başımı salladım. Bunu ölmeden ya da çok uzak diyarlara yapayalnız bir şekilde sürülmeden önce yapabileceğim bir tatil gibi düşündüm. Tıpkı Sarah'ın zannettiği gibi. Hayatımda tam anlamıyla yolunda giden bir şey var mıydı? Tüm bunlar başıma gelmeden önce ne yapıyordum? İçten gülüşlerimi ne zaman bırakmıştım? Cevabını bilmediğim soruların sonunda şimdi keskin bir soru işareti vardı. Geçmişte annem, babam, bana sahip çıkan teyzem ve sadece okul açıkken görüştüğüm arkadaşlarım dışında beni dinleyebilen, destek olabilen hiç kimsem yoktu. Hayatımın en büyük kayıplarını da yıllar önce yaşadığıma göre ayaklarımı sürümem gereken bu macerada korkmak yersizdi. Cesur ol, Vera. Hayat bitse de devam etse de bunu cesur olarak tamamla. Yıllardır yaşadığın gibi, insanlara davrandığın gibi ol. Korkacak bir şey yok. Annen ölüyse onunla cennete buluşma, yaşıyorsa da onu son nefesine kadar arama azmine sıkıca sarılmaktan vazgeçmeyeceksin. İç sesim adeta ağlayarak bunları söylese de kararlılığımı yitirmeden, biriken yaşın damlamasına izin vermeden elimle çabucak gözlerimi ovaladım. "Birbirimize nasıl güvenebileceğimizi bilmiyorum ama bunu deneyeceğim. Siz bana gerçekleri aydınlatmam için bir şans verdiniz, ben de sorun çıkarmayacağım. Tek isteğim evime dönebilmem için bir yol bulmanız." Tüm barışçıl düşüncelerimi ses tonuma ve dostane bakışlarıma yansıtmayı başarmıştım. Hiç kimse böyle ince çizgilerde pürüz çıkarmayı istemezdi, tek çare onları kızdırmamaktı. Delfin'in saklayamadığı gülümsemesi de bu anlaşmamızın altına imza atmış olmasına yetti. Pozitifliklerden beslenen Noyan da ışıldayan bir yüzle evin giriş yolunu koşarak geçip kalın tahta kapıyı olanca gücüyle çalmaya başladı. Biz de arkasından gelerek ona yetişmiştik. Kapı önce olabildiğince az, sonra gıcırdayarak açılınca şaşkınlıktan başka tepki gösteremedim. Çünkü karşımda bulmayı beklediğim karanlık bir diğer yüzdü. Fakat şimdi bize tatlı tatlı bakan, yaşça en büyük olduğu belli olan, kısa kızıl saçlı, kalın çerçeveli gözlüklü, oldukça da güzel gülümseyen bir kadındı. İçimin ısınmaması mümkün değildi, kadını görür görmez keyiflendiğimi hissettim. "Eve rüzgâr dolsun diye açmadım kapıyı hanımlar, beyler." Geçmemiz için çekilince, Arel Noyan'ı önünden kenara doğru itekleyerek içeriye girdi. "Ah, iyiki çekilmişim yoksa beni de ezecektin. Bugün de gayet kibarsın, yine gülücükler saçıyorsun Arel." "Bu deli saçmalıklarından yoruldum ve sonunda biraz da olsa kafamı dinleyebileceğim bir yere gelmenin mutluluğunu saçıyordum, haklısın Sare." Sesi gittikçe azaldığı için evin derinlerinde kaybolduğu anlaşılıyordu. Delfin de ceketini çıkararak içeriye adım atınca ardından girmem gerekirken içimden geçen ürpertiye anlam veremedim. Kapı eşiğinde kalmış, dümdüz karşıya bakıyordum ama hiçbir şey yoktu. Sadece soğuk bir rüzgar, sessiz bir uğultunun buna neden olabileceğini düşünürken bakışlarım Sare'nin gözleriyle buluştu. Sare bana son günlerini yaşamakta olan bir hastayı ziyarete gelmiş gibi, açlıktan ya da susuzluktan ölecek ürkek bir kuşa bakar gibi bakıyordu. Gülümsemeye çalıştım fakat karşımdaki kadın bu yalancı tebessüme bir saniye olsun uyum sağlamayıp, bana bakmayı sürdürdü. "Hayatında buraya gelmekten daha önemli kararlar vermen gereken anlar gelebilir. Uzun uzun düşünürsen yanlış karar verirsin. Sadece yüreğinin sesini dinle. Kalbinin konuşmasına izin ver, onu duy." "Anlamadım?" Boş bakışlarla baktığım kadının gözleri çoktan başka bir yere dalmıştı ve gelen adamı hoş karşılamak için tüm gülücüklerini saçarak, "Saniyeler içinde nereye kayboldun, Noyan?"dedi sanki hiçbir şey olmamış gibi. Arka kapıya gitmen boşuna çünkü onu her zaman içeriden kilitli tutarım. Yani Arel'le aynı kapıdan girmeye mecbursun. Seni kızgın adam, hadi gir içeri." Noyan gerçekten istediği kadar kızgın görünmeye çalışsın bunu sadece yüzünün kızarıklığıyla ve masum gözlerine eklemeye çalıştığı öfkeli bakışlarla belli edebiliyordu. O da burnundan soluyup içeri girince Sare kapıyı kapattı. Yüzünden henüz atamadığı yarım gülümsemesiyle arkasını dönünce kendisini tarayan şüpheci bakışlarımla karşılaştı. Bu da gülüşünü silmeye yetti. "Az önce söylediklerinizden ne sonuç çıkarabileceğimi bilemiyorum. Daha önce karşılaştık mı?" Böyle olmadığı kesindi fakat mantıklı bir açıklama için tek sebep de bu gibiydi. "Ah, üzgünüm tatlım. Dediklerinden bir şey anlayamadım. Yüzünde renk namına bir şey kalmamış. Salona girelim de küçük şöminemizi ateşleyelim ısın." "Lütfen benimle oyun oynamayın, tekrar edin söylediklerinizi. Hangi konuda karar vermem gerekecek?" İçeriden gelen gürültülerden dolayı kafamı merakla geriye çevirdim. Hol çok kısa olduğundan salonun küçük bir kısmı görülüyordu. Sare söyledikleri için her ne kadar önemsemez davransa da bunun bir şeyler hakkında uyarıcı bir niteliği olduğunu düşünmekten vazgeçmedim. Salondan gelen konuşmaların benim hakkımda olduğunu bildiğimden şu an daha önemli gibiydi. Noyan kollarını birbirine birleştirmiş, sessiz kalmaya çalışsa da gözleri destan yazabilecek kadar duygu barındırıyordu. "Daha iyi bir fikrimiz tabii ki yoktu! Senin var mıydı peki, öldürmekten başka? Bizim duygularımız gerçek, vicdanımız ise hâlâ yerinde. Birilerinin oyununu hatta belki de kendi hatamızın bedelini başkasına ödetecek kadar kötü kalpli değilim!" "Ya, demek kötü kalpli değilsin. Senin o kalp dediğini tek hamlede söküp almak isteyen karşı ırkla şu an aynı evde olabilirsin, farkında mısın?" Arel şöminenin yanındaki koltukta oturup güçlü sesini küçük beyaz duvarlarda yankılandırıyordu. Doğru kelimelerdi, insanlar onları öldürmek isteyenlerden elbette intikam almaya çalışırdı. Ama hepsi zararlı değildi ya, en azından buradakiler. Biraz gözdağı dışında onlardan bir zarar görmemiştim. Yine de bunları söyleyecek ve ikisinin arasına girecek cesareti asla kendinde bulamadım. "Bakın, o bir ajan olabilir. Bize yollanan bir denek de olabilir." Sözlerini bıkkınlıkla tamamlayan Arel, bakışlarını şöminedeki sönmek üzere olan ateşe çevirdi. Yumuşadığı yanılgısına düşen Noyan ise, "Kararlaştırdığımız gibi, geçici bir süre. Çok kısa süreliğine burada olacak. Sonra zaten her zamanki kurallar uygulanacak biliyorsun," diyerek karşı atağa geçti. Kafamın içinde dönme dolap gibi dönen sorular, sonumun ne olacağı, kadim kitapları onlara hangi kuralları koyduğunu merak etme meşguliyetindeyken dudaklarımdan acıyla dökülecek kelimeleri bir an evvel seçmem gerektiğini biliyordum. "Ben ajan değilim, gerçekten ajan değilim. Bu konuda kimseyle bağlantım yok." Korkulu bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirdim ve bana bakan tek kişi Noyan olduğundan onunla konuşmaya devam ettim. "Burada kalırım, tamam. Siz nerede derseniz ama gerçekten hepsi sadece kötü bir tesadüftü. Ajan değilim, yemin ederim." Noyan yumuşak bakışlarını benden çevirip yerdeki siyah halıyı incelemeye koyuldu. Rahatsız edici sessizlik, bilmiş bir ses tonuyla bölündü. "Te sa düf." Kelimeleri heceleyerek ve sondaki heceyi uzatarak söylediği için evin içinde bir ıslık yankılandı. "Senin hayatın, senin zamansız karşılaşmaların. Hiçbiri bizim sorunumuz değil. Şimdi sadece sus, çünkü gerçekten şu tiz sesine katlanamıyorum." Kalbimde binlerce kırığı aynı anda hissettim. Bunun bana acı vermemesi gerekiyordu. Arel gibi sivri dilli, huysuz ve bencil birinin düşünceleri bana tesir etmemeliydi. Onu daha az umursayabilmek için bakışlarımı gözlerinden ayırdım. Sare kapıda durmuş, balkonun ötesindeki gökyüzünü izleyerek ve bakışlarını asla başka yere çevirmeyerek konuştu. "Tesadüf değil çocuklar. Bu yaşadığınız kaç yüzyılda bir gerçekleşiyor dersiniz? Bir insan son güz gecelerinde ormana geliyor, korkudan aklını kaybetmiyor ve siz Kızıl Mühürlüler de hemen hüküm vermek yerine kalbinizin sesiyle hareket edip bir çözüm uğruna, yaşaması uğruna onu buraya kadar getiriyorsunuz. Üstelik hangi tehlikeli türün yolladığını bile bilmediğiniz bir kızı. Bu gerçekten mümkün mü? Demek ki aramızda dostluk kurulması düşündüğümüz kadar imkânsız değil. İhtiyacımız olan sabır, güven ve en önemlisi sadakat. Bunlar elmastan daha değerlidir. Şimdi konuşmadan bu eşsiz anın tadını çıkarın," dedi hafif bir tonlamayla. Arel sözü almadan önce gözlerini devirdi. "Bu söylediklerin mükemmel medeniyette geçerli olabilir. Ama bende medeniyet namına bir şey yok. Sadece hayatımın sona ermesini bekliyorum. Sandığınız gibi intihar edecek değilim, yüzüme öyle bakmanıza gerek yok. Onurlu bir şekilde, bir savaşçı olarak öleceğim. Şu kızdan en ufak umudum olması biliyorum komik gelecek ama var. Gidip bizi ispiyonlamasıyla onların en güçlü silahlarla kapımıza dikilmeleri ve benim silah kullanmadan karşılarına yumruklarımla çıkmam. Tek başıma kocaman bir orduya karşı geleceğim ve onların çokluğu benim gücümü elbette tüketip öldürecek. Ben de gözlerimi sonsuza kadar kapatacağım." Bir hayali beklerken yapılan iç çekişle yerinden kalktı. Hayatını mahvettiğimi düşünüyordu ama ben ne yapmış olabilirdim ki? En kötücül, en yok edici bakışlarını bana attıktan sonra küçük balkona çıkıp ahşap korkuluklara sıkıca tutundu. Acı çektiğini saklamaya çalışanlar gibi bir daha da yüzünü bize dönmedi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE