Kırık ayna

1710 Kelimeler
1. Bölüm Bir şairin zihninde geçen savaş.. **Ses 1:** (Yavaş, titrek) Bu gece yine boş sayfaya bakakaldın, değil mi? İçinde bir şey kıpırdamalıydı... Ateş olmalıydı. Peki neden her kelime bir kül yığını gibi dağılıyor avuçlarından? **Ses 2:** (Keskin, alaycı) Şiir mi yazacaksın? Sen mi? Duygularını cümlelere hapsedip "sanat" diye sunacaksın. Kim anlar ki senin o karanlık labirentini? Belki de anlamsızdır her şey. Belki de sadece… *gürültü.* *[Kalem masaya düşer. Sessizlik çatlar.]* **Ses 1:** (Fısıldayarak) Ama yağmuru anlatmalıyım… Damlaların camda bıraktığı izleri. O ilk damla nasıl da süzülürdü, biliyor musun? Sessizliği yırtarak. Tıpkı annemin gözyaşları gibi. **Ses 2:** (Sert) Bırak artık geçmişi! Her mısrada onu diriltmekle ne kazanacaksın? Acıyı süsleyip vitrine koymak, seni şair yapmaz. Sadece *zayıf* yapar. *[Rüzgâr pencereden sızar. Kâğıtlar uçuşur.]* **Ses 1:** (Israrla) Peki ya aşk? O gülüşü tarif etmeliyim… Dudaklarda donmuş bir bahar. Teninde gezinen hüzün. Belki de şiir, işte o *anlatamadığımız* şeydir. **Ses 2:** (Yumuşak, acı dolu) Ama kim duymak ister? Senin yalnızlığın, başkasının gözünde bir "dize"den ibaret. Belki de gerçekten değersizsin. Belki de bu ses… sadece *senin* sesin. *[Uzun bir suskunluk. Sonra kalem yeniden kâğıda değer.]* **Ses 1 & 2:** (Birlikte, çatışarak) Yaz. Yazma. Yaz. Yazma. Yaz… *[Mürekkep akar. Kırık bir ayna gibi parçalanır satırlar. Şair, kendi yansımasını yakalamak için kanatır kelimeleri.]* **Son:** _"Belki de şiir; yenilginin zaferidir."_ --- Şimdi yerden kalkıp derin bir nefes almanın vakti midir yoksa herşeyin aynılaştığı şu koca evrenin küçük bir noktasında işe yaramaz bunca insanın arasında sadece nefes alıp vererek yaşadığımı zannetmeye devam mı etmeliyim? içimde anlamlandıramadığım ve adını koyamadığım o kadar çok yaram var ki nefes almak daha çok can acıtmaktan başka birşey katmıyordu varlığıma.. Ancak bildiğim tek birşey vardı ki, o da; *Ne olursa olsun bu hayattan yenik ve hatırlanmayan birisi olarak gitmeyecegim...* Sürekli kendi kendine tekrar ettiği bu cümle aynı zamanda da hayatının dönüm noktası olacak sırrı taşıyordu.. Ama ne olursa olsun içinde sürekli kendisine tekrarladığı bu *varsayım* ın önünde kendisinin göremediği belki de görmek istemediği bir engel vardı.. o da yine kendisiydi. . *** İçindeki bu gelgitlerden yorulmuştu artık.. Gözlerinin ağrıdını hissetti, ne kadar süredir bilgisayarın başında oturduğunu bile bilmiyordu. Bilgisayarın ekranında yazıp yazıp sürekli değiştirdiği birbirinden tamamen bağımsız paragraflar doluydu. Yerinden kalkarak mutfağa doğru yönelip sade bir kahve yaptı kendine.. Bir iki yudum ancak almıştı ki kapının garip ve uzun sesiyle irkilip kendine gelerek kapıya yöneldi. *** - Ne o, Geldiğime pek sevinmedin heralde? Müsait değil miydin yoksa? diye hayretle yüzüne baktı Canan içeri girerken. Üzerindeki paltosunu ve atkısını çıkarıp koltuğun üzerine bıraktiktan sonra "Şu evi arada bir havalandırsan nasıl olur acaba?" diye sertçe çıkışırken Ahmet umarsızca omuz silkerken kahvesini yudumlamaya devam etti. Canan perdeyi çekip pencereyi açtığı an içeriye buz gibi bir hava akın etti. "Havalar soğumuş" dedi Ahmet.. Canan, Ahmet'in dediklerini duymazdan gelerek mutfağa geçip o da kendisine bir kahve yaparken mutfaktan söylenmeye de devam ediyordu. "Ne zamandır görünmüyorsun ortada. insan arada bir çıkar bır hava falan alır, ablasının yanına uğrar. Ama nerdeee? Tam ev kuşu oldun... Ahmet ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Ablasını çok sevmesine rağmen eniştesinin kendisinden pek haz etmediğini bildiğinden yanına uğramayı çok tercih etmezdi. Nadir zamanlarda uğrar çok fazla kalmadan bir bahane uydurarak kaçar gibi giderdi evden. Ancak yine de ablasını üzmek bu hayatta isteyebileceği en son şeydi.. - "Havalar soğudu, biliyorsun. Dışarı hiç çıkmıyorum. Lazım olan ufak tefek şeyleri de zaten netten sipariş veriyorum. Fazla dışarı çıkma ihtiyacı duymuyorum o yüzden." diyebildi sadece.. Ancak bu cevabın ablasını hiç tatmin etmediğinin gayet farkındaydı.. - "İtiraz istemiyorum bu hafta sonu mutlaka bana geliyorsun. En azından gündüz çocuklar evdeyken gel, seni sorup duruyorlar. Tamam mı?" Ablasının bu sözü üzerine Ahmet'in diyebileceği hiç birşey kalmamıştı. Mecburen; "Tamam! Cumartesi uğrarım." diyebildi. **** 2. Bölüm Pencereden içeriye sızan sonbahar güneşi Ahmet'in yüzüne vurmuştu yarı kapalı gözlerini aralayarak pencereye doğru baktı. Süzülen ışık hüzmesi, toz taneciklerini altın rengi bir dansa zorluyor, odanın ağır havasını hafifçe dağıtıyordu. Ancak bu dingin an, kapının gıcırtısıyla paramparça oldu. Bir gölge adeta süzülerek içeri girdi. Ahmet’in yüreği, o an nefesini tutarcasına göğsüne çakıldı. “Beklemiyordun, değil mi?” diye fısıldadı bir ses.. O an korkuyla doğruldu bir anda yatağın içinde.. Sonbaharın o yakmayan ama keskin güneş ışıkları yatağının içine vuruyordu. kapıya doğru emin olmak istercesine bakarken doğruldu yatağından.. Lavaboya geçip yüzüne sertçe bir kaç kez şu çarparak kendine gelmeye çalıştı. Yıllardır aynı rüyaları görmesine rağmen halen alışamamıştı bu başı sonu olmayan anlam veremediği rüyalarına.. *** Pencereden dışarıya baktı elindeki kahvesini yudumlarken. Rüyasının etkisinden yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı artık. O anda gözü karşı binanın üstünden görünen gökkuşağına takıldı. O kadar çok zaman olmuştu ki gökkuşağını görmeyeli, içinin huzurla dolduğunu hissetti bir anda. Karşı binanın üzerinden görünen gökkuşağı sanki ona gizli bir haberi müjdeliyor gibiydi. En son ne zaman böyle içinin huzurla dolduğunu düşündü bir an.. Tekrar bilgisayarın başına oturdu. *** "Sükûtun Kıyısında" Bir yangını söndürmek için yazdım her mısrayı: Alevler, cümlelerime sıçradı. Küller, gözbebeklerimde biriktikçe —suskun bir nehir oldum. *Sözcükler çıplak,* *kırık cam üstünde yürüyen çocuklar.* Ellerim kanıyor her dokunuşta. Yine de avuçlarımda saklıyorum —kayıp bir çağın haritasını. **Bana dediler ki:** *"Rüzgârı yakalayıp şişelere doldurma, şarkısı boğulur kırılan camlarda."* Ben ise, fırtınanın dilini öğrendim: Her *hayır*, bir *evet*'e gebeydi —ve her düşüş, kanatları olan bir çığlık. **İçimdeki yabancı** —gölgemi ısırıyor gece olunca— *"Dizelerinle beslediğin bu canavar,* *seni de yiyecek,"* diyor. Ben, bir mumu üfleyip karanlığı sayıyorum: Kaç kırık? Kaç bütün? *Sayılar bile yalan söylüyor.* --- **En sonunda,** kelimeleri bir mezarlığa gömdüm. Taşlara kazıdım adını: *"İşte budur şiir; vurulmuş kuşların düşüşündeki —o ilk saniye."* --- Ekranda *kaydet* düğmesine bastıktan sonra bilgisayarın başından kalkarak sanki çok acil unuttuğu birşey varmış, bir yere yetişmeye çalışıyormuş gibi aceleyle dışarı attı kendini. Boğulduğunu hissediyordu sanki. uzun zamandır hissettiği bu durum içinden çıkılmaz hale gelmişti.. Kapıyı çarparak çıktığında ciğerlerine dolan soğuk hava, içini kemiren o boşluk hissini bir anlığına unutturdu. Sokak aralarından hızlı adımlarla geçti. Ellerini dizlerine dayamış, göğsünün üzerine çöken ağırlığı savuşturmaya çalışıyordu. "Neden?" diye sordu kendi kendine, ama cevap yoktu. Sadece bir uçurumun kenarında sallanan bir çalı gibi hissediyordu; kökleri gevşemiş, rüzgârın bir hamlede koparıp atacağından emin... Adımlarını sürükleyerek ilerlerken, kulaklarında yıllar önce kaybettiği bir ses çınlamaya başladı: "Sakın geri dönme," diyordu kadın, yüzü bulanık ama tonu acı dolu. Belki annesiydi, belki de hiç tanımadığı biri. Hafızası, bir sis perdesinin ardından parçalar fırlatıyordu zihnine. Her adımda bastığı kaldırım taşları çatlıyor, sanki yerin altından bir şey onu içine çekmek için uzanıyordu. Son sokağı da hızlı adımlarla geçip deniz kıyısına geldiginde karşısındaki denize bakakaldı. Dalgalar iskeleye sertçe vurarak yalayıp geçiyordu. İşte *o* his oradaydı. Boğulma duygusu, dalgaların ritmiyle büyüyor, içini kemiriyordu. Belki de kaçtığı şey buydu. Dalgaların çığlığıydı... Aniden, dalgaların sesine karışan bir cep telefonu melodisi duyuldu. Titreyen eliyle ekrana baktı: *Bilinmeyen Numara.* Zil sesi, denizin uğultusuna karışıp onu hipnotize edercesine yükseldi. Parmağı *aç* butonun üzerinde gezindi. Belki de cevap, tam da kaçtığı yerdeydi. Telefonu sessize alıp dalgaların hırçınlığını seyretmeye devam etti.. Böyle bir süre daha bekledikten sonra deniz kenarından ayrılıp gidiş yolundaki hızın aksine gayet sakin ve yavaş adımlarla geri dönerken sokağın başına geldiğinde burnuna taze çekilmiş kahve ve çiçek kokuları doldu. Karşısında küçük bir kafe duruyordu: *Mavi Fincan* Aslında uzun zamandır burada böyle bir kafe olduğunu biliyordu ancak ilk defa bu kadar dikkatini çekmiş ve ilk defa burnuna taze kahve kokusu gelmişti. Dikkatlice baktı. Pencerelerindeki buğulu camlar, içerideki sıcaklığı davet ediyordu. İçeri girmek için adım attığında, kapıdaki çıngırak sesiyle birlikte bir kahkaha duydu. *O kahkaha.* Tezgâhta, beyaz önlüğü üzerinde kahve lekesi olan genç bir kadın, müşteriye bir şeyler anlatıyordu. Saçları kızıla çalan kahverengi bukleler halinde omuzlarına dökülmüş, gözleri ise parktaki sonbahar yaprakları gibi altın rengiydi ve sanki sesi bu dünyaya ait değildi. Sessizce içeri girdiğinde boş bir masaya yaklaşıp altına sandalye çekti. Henüz uyanmamış ve rüya görüyor olabileceğini düşündü. "Merhaba," dedi Lara, dönüp ona baktığında. "Hoşgeldiniz! Ne alırsınız?" Ahmet kekeleyerek "Şeyyy!!" diyebildi sadece.. Sonrasında da hemen toparlanarak "Sade bir kahve olsun. Lütfen!" diyebildi. Lara'nın gülümseyerek; "Kurabiyelerimiz de çok güzeldir, tavsiye ederim henüz çok tazeler." demesi üzerine "Olur!" diyebildi sadece. Sanki büyülenmiş gibiydi. Kendine gelmeye çalışıyordu. *** Kafeden çıktıktan sonra yürürken sanki artık başka birisine dönüştüğünü hissediyor gibiydi. Daha önce hissetmediği kadar derinlerde adını koyamadığı tarifsiz bir huzur vardı. Derin bir nefes alırken "Yaşamak güzel şey.." diye düşündü. Elinde az önceki kafeden çıkarken almış olduğu kurabiye kutusu vardı. Taze kurabiyelerin fırından çıkarken yaydığı o sıcaklık, tıpkı kalbinizin sevdikçe kabarması gibi. Un, tereyağı, şeker… Aşk da öyle değil mi? Sabırla yoğurursunuz, incitmeden şekil verirsiniz. Biraz tatlı, biraz kırılgan, ama her ısırıkta içine çeken bir lezzet. Belki de en güzel aşk, bir fincan çayın yanında paylaşılan kurabiyeler kadar sadedir. Kırıntılar dökülür, kahkahalar yayılır, ve o an *"İşte bu…"* dersiniz. Bir an için durdu ve kendine dikkat etti. Kendi kendine mırıldandığını farketmişti. 3. Bölüm – Bir Fincan Umut (Revize) O sabah uyandığında, odadaki hava uzun zamandır olmadığı kadar sakindi. Ne içini kemiren o gürültü vardı ne de susturamadığı sesler. Sanki sessizlik ilk kez bir düşman değil, dosttu. Masasında dün akşamdan kalan kurabiye kutusu duruyordu. Kutunun kapağını araladığında, içinden yayılan hafif tereyağı kokusu nedense yüzünde bir gülümseme bıraktı. “Ne garip,” diye düşündü. “Bazen bir kahve kokusu bile insanı hayata döndürebiliyor.” Bilgisayarını açtı. Dün gece yazdığı şiire baktı: “Sükûtun Kıyısında.” Satırların arasında hâlâ o hüzün vardı ama bir satır dikkatini çekti: > “Ve her düşüş, kanatları olan bir çığlık.” O an fark etti — belki de hayat hep düşmekti. Ama bazen düşerken bile kanatlanabilirdi insan. Birden içinden gelen dürtüyle paltosunu aldı, dışarı çıktı. Günün o soluk sonbahar güneşi yüzüne değdiğinde, uzun zamandır hissetmediği bir hafiflik vardı içinde. Yine o sokağa yürüdü, Mavi Fincan. Kapıyı açtığında çıngırak aynı sesi çıkardı. Kahve kokusu aynıydı. Vitrindeki buğulu camın ardından dışarıyı izlerken, hayatın aslında hep orada olduğunu fark etti — sadece o, içeri girmeye geç kalmıştı. Köşede iki çocuk okuldan dönüyordu, biri elindeki balonu kaçırıp gökyüzüne bakakaldı. Ahmet de baktı, o da balonun yükselişini izledi. Bir an için içinden şu cümle geçti: > “Bazı şeyler gitmek için yaratılmıştır; tutmaya çalıştıkça eksiltir insanı.” Kahvesini masaya bırakıp dışarıyı izlemeye devam etti. Sokaktan geçen insanların yüzlerinde yorgunluk, umut, kayıtsızlık, telaş… hepsi birer cümle gibiydi; kiminin başı eksik, kiminin sonu belirsiz. Ama hepsi yaşıyordu. Belki de yaşamak buydu — eksik ama devam eden bir cümle olmak. Gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldı. Kahve kokusu, güneş ışığı ve sonbaharın sessizliği birbirine karıştı. İçinde bir yer, uzun bir aradan sonra ilk kez fısıldadı: > “Belki de artık yazmaya değil, yaşamaya başlamanın zamanı.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE