Gözlerim saatlerdir elimin arasında tuttuğum defter üzerindeydi. Bakıyordum, inceliyordum, başa dönüyor ve sonra bilinmezliğin kasvetli harareti üzerime ansızın çörekleniyordu. Hayata yüklenmiş bazı anlamlar yoksa eğer, anlamsızlığın savaşının sonucunda sadece bilinçle yaşayanların gerçek hayatında ölü bir ruh gibi onlara hizmet edersiniz. Ne başı vardı ne sonu, sadece çaba ve sonuç.
Dünya, yalandır. Dünya, gerçek değildir. Bunu bir ilizyon gösterisi olarak da görebilirsiniz. Her şey bir seraba bakar gibi gerçek hissettirebilir, lakin ona sahip olacak kadar yaklaştığınız zaman o gerçek sanılan şeyin yanılsamadan ibaret olduğunu anlamış olacaksınız. Birnevi hayat da böyledir benim nazarımda. Çaba sarf edilen şeyler dünya içindir, sonsuzluğun olduğu var sayılmayan bu dünya dışında yapılan hiçbir şey yoktur. Düşünceleriniz normalden uzakta kaldığı vakit bunu dile getirmeyin, bilirdim, konuştukça yalanlanır ve dışlanırsın. Belki de susmak gerekiyordu. Susturulmuş bazı düşünceler oluştu ve sonrasında bu sessizliği kabullenen ben kaybolan bir ruh kadar tehlikeli düşüncelere gebe kalmıştım.
Öğleden sonraki dersler göz açıp kapar kadar hızlı geçmişti, Barın'la üstünde yeni izler keşfedemediğimiz izlerin olumsuzluğunu konuştuktan sonra servise binmiş ve kendimi sokağın başında bulmuştum. Yol boyunca düşündüğüm şeyler gözlerimin önünde bir bir canlanıyordu. Ceseti bulmamızla birlikte Barın'a yapması için verdiğim görevle, sesini eğip bükerek polis hattına bir telefon açarak cesetin bulunduğu adresi vermişti. Kalan tüm şeyi abimden, sanki her şeyi organize eden ben değilmişim gibi dinledim. Artık Ilgaz Ferhan baş şüpheliydi, fakat cesedin bulunduğu yer ormanda olduğu için ve adamın evinin çok da yakınında kalmadığı için kesin yargıya varamamışlardı. Yine de abim mutluydu. Kasabada kaybolan kişilerin cesedini bulmak katilini bulmaktan daha zor olduğunu söylüyordu. Cesedi bulmasıyla davayı yarı başarıda kapattı, çünkü amiri bu işin sonucunun nedeninin bir vahşi hayvan olduğu ihtimaline varıp didiklemeye gerek olmadığını savunmuş. Ne saçma, değil mi? Gerçek bir katil olduğu aşikardı. Bunun ormanda herkesi avlayan bir hayvan olmadığına kesin mantıklı bir kanıda ulaşsak da, hukuka dayalı kesin bir kanıt verilemediği için suçlamalar yapamıyorduk. Emindim ama ben, hatta kalıbımı bile basardım bu katilin bir insan olduğuna dair. Neticede elim boştu. Küçük adımlar atılmış olsa bile sonuç her halükarda belirsizdi.
Beynimi kemiren düşüncelerle eve girdim, anahtarları bir köşeye atıp guruldamak için zaman kollayan karnımın ağrısı baş gösterince adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Çok fazla düşündüğüm için çok acıkıyor olabilir miydim? Yüzümdeki aksi, karamsar ifadeyi görmek için aynaya ihtiyacım yoktu. Salkım saçak şekilde, dolabın kapağını açıp yarımlanmış vişne suyundan bardağa doldurmaya başladım. Dolap boştu. Bisküvi ile idare etmek lazımdı. Abim galiba geldiğimizden beridir sadece bir kez mutfak alışverişine çıkmıştı, yoksa bu dolabın halinin neticesine farklı bir kalıp bulmak zordu.
Jelatinini kenarına sıyırdığım bisküviden bir tane ağzıma koyarken salona doğru yürümeye başladım. Abimi tarayan gözlerim onu yokluğunda bulurken, sehpaya iliştirdiği minik kağıtta mesaiye kalacağını anlatan bir notu gördüm. Yanaklarımı sıkıntıyla şişirip bıraktım. Koltukla aramdaki mesafeyi sıfıra indirdim, yattım ve televizyonu açıp haber kanalını izlemeye başladım. İçimi kemiren bir şey vardı. Kulaklarımı da tırmalayan aynı zamanda. İçimi kemiren şey yalnızlığın ne illet şey olduğuydu, fakat kulağımı tırmalayan şey düşüncelerden ziyade kendi nefes seslerimin dışında başka birinin daha nefes sesleriydi. Bir an için içimdeki cesareti kaybettiğimi hissettim. Dönüp bakmak, ne olduğunu kavramaya çalışmak kıyamet gününde kaçmaya çalışmaktan daha da mantıksız hale bürünüvermişti.
Vişne suyu dolu bardağı yere indirdim. Bisküvi paketi karnımın üzerinden hareketlenmemle düşerken, ağırlıkla başımı altmış derecede duyduğum nefes sesinin olduğu yere çevirdim ve karşımda o yabancı ama bir o kadar tanıdık bakışlarıyla beni izleyen adama yüklendi. Gözleri lacivertti. Belki siyah olan rengi kendi yaşam biçimiyle şekillendirmişti, onun nazarında değerli olabilirdi bu renk çünkü kıyafetinden saçının rengine kadar katran bir siyah vardı. Ilgaz, sırtını duvara dayamış, kolları göğsünde sarılı bir halde hafif kısık gözleriyle üstten bana bakarken sessizce ne yaptığıma uzun bir solukta baktı. Ancak hiç konuşmadı. Şu klasik cinayet işlenmeden önceki şekilde sonunda demesini beklerdim, fakat konuşmaması yetmezmiş gibi saçma bir şekilde bütün hareketlerimi gözünü kırpmadan izlemeye programlanmış gibi beni izlemeye devam etti. Sorular yağıyordu beynime; İçeri nasıl girmişti? Ben neden fark etmemiştim? Ne zamandır buradaydı?
Dakikalar sonra yattığım yerden ağır ve korku dolu harelerimle onu izleyerek ağırlıkla kalktım. Küçük bir adım attım ve sözlerimde emin olmamakla birlikte,"Abim birazdan burada olacak."dedim, sanki bütün umudum abimde toparlanır gibi. Biliyordum ki abim gelecek olsa bile, öldürmeye programlı bir adamdan beni asla koruyamazdı. Gittikçe korkuyordum. Cesur görünmeye çalıştıkça yaşımın verdiği çaresizlik kendini açığa isteksizce çıkarıyordu.
Yüzünde keyifli bir gülüş peydah etti. "Abin mi? Galiba o şimdi işlerin içine gömülmüştür ama eğer gelip seni korumasını bekliyorsan biraz aptalca olur, sarışın."
Onun dikkatliği sakinliğine ve küstahlığına karşı yutkunmaktan başka yapacak bir şey bulamadım, adımlarımı yere daha sert basarken yaptığım tek şey sabit ayakta durmayı başarabilmekti. Karşımdaki adamın gerçekten katil olup olmadığını şahsen bilmiyordum, fakat evime bu şekilde izinsizce girebiliyorsa suç teşkil eden birisiydi.
"Hansa,"diye fısıldadığında yüzüme perdelenen saçlarımın ardından ona baktım ve sadece yumruklarımı ani hareketinde yüzüne indirmek için bekliyordum. "Üst üste uyarmama rağmen nedenli bir şekilde evimin sınırları içinde dolanmaktan vazgeçmedin,"dedi ve hemen ardından sırtını duvardan çekerek bir adım attığında geriye çekilmemek içimde zorlu bir müdadele vermeye başladım, neyseki başka adım atmamış ve cümlesine devam etmişti. "Korkuyorsun. Seni ilk gördüğümde de fark ettim bunu. Ama, vazgeçmiyorsun. Uyarılarımın gözdağı olmadığının farkında değil misin?"
Kendimden emin olmaya gayret gösterdiğim sesimle,"Niyetim de derdim de evinin sınırında dolanmak değil. Tanımadığım birinin peşine neden takılayım ki?"dedikten sonra kaşlarımı çattım. "Aptal mıyım ben?"
"Ceset aramaya çıkacak kadar."
Yüzündeki düz ifadeye bakarken, diğer yandan içimden yeni kalıplarla saydırdığım lanet kelimelerini dizginlemeye çalışırcasına derinden bir nefes verdim. "Yaptığım işler seni neden rahatsız ediyor? Ceset senin evinde bulunmadı. Hapis yatmıyorsun. Benim derdim, benim hayatım. Evime girerek neyi yapmayı planlıyorsun?"
Yüzüme ne düşündüğünü anlatmayan bakışlarla düz düz baktı ve birkaç adım atmasıyla aramızdaki iki adımlık mesafeyi fark eden beynim ayaklarımı yere çiviledi. Hareket etmeyecektim. Başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım, nefesimi tuttum ve sarf edeceği sözleri sıktığım yumruklarımla bekledim. Yakından bakıyordum. Barın'ın merhametsiz ve canavar dediği adama bakarken gözlerinde yakaladığım tek duygu bana laf saydırırken onun merhamet olduğunu fark ediyordum. Evet, o da bana bakıyordu ama içimde beni bulamayan uzakta kalmış bir yardım eli gibiydi hissettirdiği. Hayat hikayesini duyduktan sonra delirmiş bir kaçık görmeyi düşünüyordum, karşımda duran adam sözlerini eminlikle anlatan ve bastığı yerde kendini çivileyen düzgün biri gibiydi. Emin olamadım yine de. Korkularımı tavana çıkaran böyle bir yerde düzgün birini bulmak hayalden başka bir şey olamazdı. Üstelik yalnızca ihtimaller değil, işaretler de suçu onun üzerine yığıyordu. Ilgaz, gerçek ne olursa olsun beynimde şüpheli konumundaydı.
"Katil miyim sence?"diye sordu. Bunun soru olmadığımı o konuşmaya devam ettikçe fark ettim, yoksa kesinlikle EVET demeye hazırlıyordum kendimi. "İnsanlar neden bir başkasını uyarır, sarışın? Öldürmek için uyarıya ihtiyaç olmaz diye düşünüyorum. Bir katil olsaydım, özellikle de öldürdüğüm birinin cesedini arayan birini görseydim seni ortadan kaldırmak için bu zamanı beklemez ilk gördüğüm yerde öldürürdüm. Hangi katil yapar bunu?"
"O hiç belli olmaz,"derken beynime format atılan cesaretlerle diklenip başımı kaldırdım. "Çok fazla manyak katil var. Ters köşe yapmayacağını nereden bilebilirim? Evin içindesin, öylece konuşmadan bekliyorsun ve ne düşünmemi bekliyorsun?"
Ağzından bir kıkırtı çıktı. Yarım ağız gülerek baktı bana. "Beni fark etmeyecek kadar körsen ben ne yapabilirim?"
"Beni uyarmayı da gözetlemeyi de bırak, Ferhan. Katil olmadığını iddia ediyorsan ayağımın altından çekil."
Kendinden emin bir sesle,"Gerçeği bulabilirsen bile kaldıramayacak kadar olgun değilsin."dedi.
Tam, tam o anda yaptığım bütün işlerin dökümanını çıkarıp önüne sermek istedim. Yüzümdeki keyifsiz hava arttıkça dişlerimi sıktım, çenemi kastım ve ayağımı öne sürüyüp yakından yüzüne nefesimi savurarak,"Yanlışlarım da doğrularım da beni alakadar eder, anlıyor musun?"diye konuştum.
Belki de insanların bazı şeyleri anlaması için kafalarına balyozla vurmak gerekiyordu. Lakin bazı kişiler bazı şeyleri anlamamak için fazla ısrarcıydı.
Bir dakika, ya da üç dakika yüzüme sadece baktı. Bunalıyordum, karşımda öylece durması ve bazı şeyleri açık ve net konuşmadan durması soru işareleri dolu beynime iğne misali batıyordu. Kolundan tuttuğumda, yüzündeki karizmatik ifade sönüp yerini ne yaptığıma merakla ve anlamsızlıkla bakan şaşkın ifade yerleşti. "Ne yapıyorsun?"dedi birdnebire. Kolundan ittire ittire, gücüm yetmeyip sadece tökezlemesini gördükten sonra sırtından var gücümle salondan çıkardım onu.
"Hansa,"dedi ben o sırada sokak kapısını açmaya çabalarken. Ellerini hareket ettirerek konuşuyordu. "Kafanda basitleştirdiğin şey normal değil. Uyarılarımı dinlemen lazım."
Beni düşündüğünden mi yoksa kendi hayatına ipleri bağlı olan bir kördüğümden çıkmaya çalıştığı için mi beni geri çekmeye çalışıyordu bilmiyordum ama, şu anda söylediği hiçbir şey düşüncelerimi değiştiremeyecek kadar nettim. Son bir darbeyle omzundan ittirdim. Çok güçlü değildim, cılız bile sayılırdım ama Ilgaz karşılık vermeden hareketlerime boyun eğiyordu. Sözlerin anlamsız olduğunu fark edemiyorduk. Yanlış olabilirdi ama gözümü boyayan hırs bazı şeyleri umutsuzca takip etme isteği uyandırıyordu.
Yavaşça ona dönüp, elimi kapı koluna atıp kendime çekerken tek kelime etmedim. Kapıyı sertçe kapattım, salona yeniden ama daha öfkeli halde yürürken aynı zamanlamayla ısrarla çalan telefon öfke yükümü daha da büyüttü. Bir gün, hatta bir hafta daha ne kadar kötü olabilirdi acaba? Arayan abimdi! Hadi ama, birkaç dakika oturup kendi kendime vesvese üretemeyecek miydim?
Telefonu aldım, tüm nefesimi salıp kendimi toparladıktan sonra aramayı cevapladım. İçten içe düşündüğüm şeyler elbet vardı. Beni düşünmediğini biliyordum o adamın, fakat bir şeyler bildiği o kadar belliydi ki onu öğrenmeden başka bir davaya bakmak epey zorlayacaktı beni. Katil ya oydu ya da cinayetle bir bağlantısı vardı. Düşünmeden edemiyor, abimi dinlemeye başlarken bile sadece o adamın sözleri ve yüzü beynimin içinde bilmem kaçıncı bin kez tur atıyordu.
"Gününü nasıl geçirdin bakalım?"diye sorduğunu duydum en son.
"Aynıydı, abi." Alnımı tırnağımla geçerken koltuğa oturdum ve televizyonun sesini kıstım.
"Ben gelene kadar evden çıkma. Olayın üstünü kapattık ama hala tehlikenin devam ettiğini düşünüyorum. Buradaki herkes çocuklarını kafes sistemiyle büyütüyor, ben olmadığım müddetçe dışarı çıkma artık."
İstemsiz olarak ağzımdan bir kıkırtı çıktı ve eğlenir bir sesle,"Kendimi koruyabilirim, komiser."dedim.
"Hala tam pişmedin."
"Tamam, seni bekleyeceğim." Televizyonda cinayet haberleri son dakika gelişmesi ile verilmeye başlarken, bir yandan alttaki yazıları okuyor diğer yandan,"Dava ile bir gelişme oldu mu? Katili serbest bırakmışsınız diye duydum. Bugün ortalıkta geziyordu."diye sordum. Üstü kapalı soruyordum, dakikalar önce dibimde beni evimde uyarıyor diyemiyordum tabii.
Yine de,"Dışarıda olduğunu nereden biliyorsun sen? Konuştun mu?"diye sordu, sesi endişe yüklüydü.
"Yok,"dedim yalandan. Neyseki yalan söyleme kabiliyetim bazı zamanlar kusursuz çalışıyordu. "Okulda konuşuyorlardı, duydum. Merak ediyorum biliyorsun. Ya gerçekten katil oysa ne olacak?"
"Sanmıyorum."
Kaşlarım çatıldı, ardından alnıma havalandı. "Eminsin?"
Duraksayarak ve ağzının içinde mırıltılı sesler çıkartarak yeteri kadar üzerime yüklenmiş merakın arşa çıkmasına neden oldu. Abim,"Ailesini tanırdık."dedi küçük bir aradan sonra. Merakla dinlemeye koyulurken anlatmaya başladı. "Hepsi bilgili insanlardır. Yani, buraya taşınmak istememin sebebi de ailemizin soyunun buralarda büyümesindendi. Bizimkiler Ferhanlarla haşır neşirlermiş, annemlerden duyduğum kadarını biliyorum ama Ilgaz'ı da az çok görüp bilirim. Birini öldürecek birisi değil. Görev icabı sorguladık sadece."
"Yıllar içinde insanların ne kadar değiştiğini çok iyi biliyorum. Nereden biliyorsun o adamın da değişmediğini?"
"İnsan karakteri değişmez, Hansa." Uzaklardan gelen sesi kulaklarıma ulaşırken, bu tepiti ile kendime gerekli cevabı alamamış olmakla yüzümü buruşturdum. "Sen bile değişmedin, sadece yaşadığımız şeylerle yoruldun ve verdiğin çabalar şekillendi. Tespitlerim her zaman doğru çıkar. Gördüğüm kadarı doğruysa eğer, o çocuk katil değil ama katil hakkında her şeyi biliyor."
Düşüncelerimiz farksızdı. Netice ise sonuçsuz.
Titrek ve kısa bir nefes verdikten sonra sözlerimin beli bükülmüş, sessizliğin adı hüküm olmuştu. Üstü kapalı bir bilinçle biliyordum bunu, sonrasında mırıltılarla sözlerini tamamladıktan sonra abim son uyarılarını yaptı ve konuşma bitmişti. Son ses parçası da hızla gittiğinde sadece televizyondaki yapay ses ile kalakalmıştım. Boş bakışlar, uzun bir uğraş ama sonucu teferruat olan anlamsızlık.
Bekleyiş sınırında boğazıma takılan yumruyla birlikte yutkunduğumda kendimi hiç hissetmediğim kadar rahatsız ve eksik hissederek sorulara yanıt aramaya başladım.
Ferhan katil miydi?
Katil olmadığını diğer polisler gibi kesin bir kanıyla emin olmuştum. İşaretler onu gösteriyor ama sonuç doğrudan katil olmadığını açıklıyordu.
Ferhan'ın bu işteki vazifesi neydi?
İşte bilinmezlik burada başlıyordu. Kafamda bomboş bir netlik olsa da, soru işaretleri fırtınasından bir tanesini silebilmeyi başarabilmiştik. Katil değildi. Baş şüpheli olayın içinden çıktığına göre yeniden en başa dönmüştüm. Araştırmalara yeniden başlamam gerekiyordu. Burun kemerimi işaret ve orta parmağımla sıktım. Vişne suyundan bir yudum alıp rahatlamaya çalışırken, gerginlik haber başlığı ile nüksederek arttı.
CESEDİN KALAN YARISI BULUNDU
Gölet üzerinde araştırmalar yapan görevliler cesedi siyah bir torbanın içinde inceliyorlardı. Nasıl bir şey olduğunu göremiyordum, fakat kurtlanmış bir şeye döndüştüğünü anlıyordum.
Telaş içinde ceketimi vestiyerden alıp evden çıktım. Kendimi tükenmişliğin son noktasına varana kadar çalışmaya zorlamaya yemin etmiştim. Yüzümdeki solgunluk ve baş ağrısı son düşüneceğim şeyler oluyor. Abim belki izin vermezdi ama gidip görmeyene kadar içimde ferahlamayacak bir kasvet bulunuyordu. Gerçeği bulmak, suçluyu adalete teslim etmek ve masumları gün yüzüne çıkarmak hayat mottom gibi bir şeydi. Bu benim geçmişten yaptığım ve aldığım dersler sonucunda vermek istediğim tek çabaydı.
Telefona aktarılan sesli mesaj bildirimle geldiği an hızla açtım. Barın'dan bir mesajdı. "Sakın, bak sakın bana oraya gittiğini söyleme. Duruma çare bakılana kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş bile. Hansa, dışarı çıkamıyorum. Bizimkiler çıkmama izin vermiyor. Sakın sende çıkma. Duydun mu beni, başına iş alacaksın yapma."
Beynim ağırlaşmıştı. Her ne kadar cesedi görme eğilimi ile gidiyor olsam da, ormana adım attığım an beynime sürüklenen sorular silsilesi bilincimi zorluyordu. Gece uyumamıştım. Uyku ihtiyacı gözlerimi kapanmaya zorladı, cesedin başında çember oluşturan ekibi görebildiğim uzaklıktan bir el beni geriye savurduğunda ağzımı saran bir kol ve sırtımın yaslandığı bir beden hissettim.
Tehlikeyi fark edince kanım dondu, çırpındım lakin sert tutuşla neredeyse ağacın kökünde ayaklarımı ezecektim. Duyduğum yabancı erkek sesi,"Kıpırdama."diye fısıldadı.
Ağzımı kapayan bir kol olmasaydı konuşurdum ve ardından bütün ormanda sesimi duyuracak kadar gür bir çığlık atardım.
"Kıpırdarsan canın daha çok acır."
Dişlerim etini ısırdı. Tıslayarak kendini geriye bıraktığında küfürlerini duymazdan gelerek apar topar kalktım ve derin bir nefesle boynumu saran görünmez korku ipini çözmek için hareketlendim. O bir çocuktu, hatta basketbol takımındaki çocuklardan biri olduğuna emindim. Yüzünü daha çok seçmeye çalışırken beni geriye iten el, hemen sonra yerden kalkmak için hareket eden çocuğun yüzüne botunu geçirdi. Kahretsin, çocuğun okuldan olduğuna mı yoksa beni ondan korumak için çocuğu bayıltanın Ilgaz olduğuna mı şaşırayım?
Ilgaz hemen kolumdan tutup beni götürmeye başladı. "Eve gidelim."dedi. Nefes nefeseydi. Etrafına bakınarak görünmediğimizden emin oldu. Bana baktı ve başını ah be kızım dercesine salladı. "Mahir buralarda dolandığını görseydi ipini çekerdi. Seni görmeden, işleri bitene kadar evde bekle."
"Mahir?" Çocuk görüş açımdan çıktığı an, abimle ilgili varsayımının gerçekliğiyle şaşkınlığımı örtbas etmeden suratına baktım. "Sen nerden tanıyorsun onu?"
Derin bir nefes alıp yüzüme baktı. "Arkadaşım."
Gecenin bir körü veya cinayetin işlendiği kan kokan bir yerde beni rahatsız etmiyordu, fakat siması asla tanıdık olmamasına rağmen beni koruyan bir adamın ailemden tek kalan abimle ilişiği olması tüylerimi ürpertiyordu. Karmaşıktım. Sözleri terk edip yalnızca hararetleri nefeslerim arasında güvenli bir yere varma ihtiyacıyla adımlarına eşlik ettim. Öğrenmem gereken şeyler artıyordu.
Bu şaibeli yolculukta başıma gelecek şeylerin ihtimalini verebiliyordum, yalnız dava çözmeyi bekledim ama dava içinde geçmişe inmek isteyebileceğim türden bir olay değildi.
Peşpeşe merdiven basamaklarını yüzümüze sinen kasvetli ifadeyle çıktık ve evin içine giriş anım ile birlikte içimi son zamanlarda terk etmeyen bir ağırlık kapladı. Gördüğüm ve hissettiğim birçok şey ise geçmişim kadar bataklığa saplıydı.