BARDO |2. BÖLÜM

3263 Kelimeler
Camdan, üzerine ince çizgiler çekilmiş hassas bir kum saati...Dokunduğunda içinde dağılıp başka yönlere savrulan kumları hissettiğin ama varlığına asla ulaşamayacağın bir kum saati...Hangi yöne çevirirsen o yöne savrulur, savurdukça binlerce parçası birbirine karışıp kendini kaybeder, bir aşağı akar bir yukarı. Misali bile, yapay bir kum saati iken bunun karşılığı bendim. Cam kadar, kim bilir ondan da hassas zihnim ve onu savurup duran insanların ilerisini düşünmediği hareketleri, her daim sonu acı bir son ile biter ve sonrasında zihin bunu evirip çevirip suçu kendisinde bulurdu. Düşüncelerim, insanların ilerisini düşünmediği hareketleri karşısında kördüğüm olmuş, hayatın karşısında kaskatı kesilen hatıralarım olduğu yerde kalırken ben yenilerini oluşturmak için bilmediğim ve öğrenmekte hiç çaba göstermek istemediğim bir yerde yaşam sürüyordum. Yalnızlık insana mahsus değildir. Dünya gibi biçimlendirilmiş ve kısıtlı bir yaşama zamanı verilmiş bir gezegende, yalnızlık insanlara değil de bu insanları yaratan asıl kişide olmalıydı ve bu yalnızlık kelimesinin insanlar için sadece bir kelime oyunu olduğunu anlaşılmalıydı. Hayatın içinde olayları kavrayamamak, onları biçimlendirememek, devam edememek ya da akışa bırakmışken bile bunun ne olduğunun farkında olmadan gelişigüzel yaşamaktır karmaşa ve bu kayboluşa denilir yalnızlık. Ben değildim yalnız olan. Benim hayatım değildi kaybolmuş olan. Kaybolmuş hayatların, tükenmiş umutların ve yitirilmiş beyinlerin ilerisinde yalnızlık telaşına düşmüş insanların soyundan gelen insanlar olarak abim ve ben birbirimize sımsıkı tutunmuş halde kalıplaşmış şeylerin çözümünü arardık. Hayatı böyle biçimlendirdik. Bu şekilde yaşam sürüyoruz. Abimin dava dosyalarına bakardım sürekli, onları inceler ve bir noktada fark ettiğim şeyleri ondan gizli veya ona söyleyerek kasıtlı bir şekilde yardım ederdim. Onun kadar zeki, ya da onun kadar bahtsızdım işte. Gün gelir, düşersin. Gün yine gelir, kalkarsın. Önemli olan tek başına kalkmış olman değildir, önemli olan o yalnızlık olayına düşüp düşünmeden seni elinden tutup gözlerinin içine bakan destekçindir. Başarılmış bir hayatın da habercisi bu olurdu, çaresizliği de mutluluğu da birileriyle paylaşmak. Sadece abim ve ben, başka kimse olmazdı. Onun yaşamından geçen yirmi yedi yıl, benim yaşamımdan geçen on dokuz yılın karşılığı sonsuz bir hayat. Zihinlerimiz arasında geçişin sağlandığı binlerce ayna ve aynaların arasında hareketsiz bekleyen siyah bir silüet. Onun ne olduğunu bilmezdim, şimdilerde biliyorum çünkü korkunun artık insanları ne denli hatalar yaptırdığının farkındaydım. Aynaların yansıması silüeti çok gerçekçi gösterir, onu aramaya başladığında yaptığın hatayı fark edersin ve tek yapman gereken şeyin aynaları kırmak, yani düşüncelerini hayallerden sıyırıp gerçeklikle ilerlemek olduğunu anlayıverirsin. Çakıldığın o delikten çık, sadece bak ve gerçek olanı gör. Bakışlarım, tabağımda çatal vasıtasıyla karıştırdığım makarnanın dönüş sayısını biçimlendirirken düşüncelerim çok başka ve çok farklı şeylerin hizasında şekilleniyordu. Çatala saplanan makarna tanesini izlerken, tabağın kenarına cam bardağı çarparak dikkatimi kendine vermemi isteyen abim,"Daldın."dedi soru işaretleri ile bana bakarak. Yüzündeki meraklı ifadeye bakarken, bakışlarım dalıp gider ve yeniden gözlerinde durulurdu. Başımı iki yana sallayarak yeniden tabağa döndüm ama sessiz kalmadı. "Öğretmeninle konuştum. Veli toplantısına gidemeyince, tabi sende haber vermeyince öğretmen arayarak konuştu. Sorun yokmuş, derslerin de iyiye gidiyormuş. Bir yıl boşluğu kolayca kapattığını söylüyor." Yavaşça başımı salladım ve,"Güzel."diye mırıldandım, fakat umursamazlığımın hizasında hala bakışlarımın tabakta kalmasına karşılık,"Sadece güzel mi?"diye sordu abim. "O konuları yalayıp yuttuğunu, sözlülerden de yazılı sınavlardan da kolayca geçebileceğini ikimiz de biliyoruz zaten. Son bir hafta içinde çıkarılan sosyal aktivetelerin sadece kütüphanede geçen okuma etkinliğine katılmışsın. Anlaştığımız konu neydi, Hansa?" Gözlerimi birkaç saniye olduğu yerde bıraktım ama sonra başımı kaldırıp, gözlerine doğru baktığımda boğazımı temizeyerek konuştum:"Sosyalleşmem gerekiyordu, biliyorum. Olmayan şeyler var, abi. Yapamıyorum." "Neden? Ne olmuyor?"diye sordu, sonrasında iç geçirerek omuzlarını düşürdü. "Bak Hansa, yapacağın tek şey arkadaşlar edinip yaşının güzel zamanlarını dolu dolu geçirmek. Atomu da parçalaman gerekmiyor, tamam mı? Basitçe gidip birkaç arkadaş bulacaksın." Yüzümdeki asıklığa engel olamadan,"Olmuyor."diye tekrarladım. Parmaklarım arasındaki çatal tabağa düştüğünde çıkan gürültülü ses kulağıma akarken, ellerimi yasladığım masanın elimin altında dalgalandığını hissettim, veyahut bu başarısızlığın beynimdeki ufak bir yanılgısıydı. "Neyin olmadığını zaten bilmiyor musun...bu şey...arkadaş edinmek." Yüzüme olan bakışı öylesine çaresizceydi ki, sadece beni dinliyordu. "Kaç şehir oldu, kaç ülke? Hepsinde aynısı oldu. Arkadaş ediniyorum, ama bitmek için başlayan hikayelerde bir devamlılık beklemek saçmalık işte. Sen varsın, başkasına ihtiyacım yok abi. Yeterince düzenli bir hayatım zaten var, ben bunu bozmak istemiyorum." "Düzenli bir hayat mı?"dedi, sıkıntılı bir şekilde nefes vererek. "Ders kitapları, tarihi kitaplar, gazeteler, suç haberleri...bunları okumak ve bir sonuç çıkarmaya çalışmak mı? Öğretmenlerin seni gözde öğrenci yapsınlar. Çalışmaya başladığında amirin seni en kaliteli eleman olarak ilan etsin. Yalnız sen benim gözümde hala sıkıntılı, hala dışarı çıktığında insanları bir şüpheli gözüyle gören biri olarak kalacaksın. Her şeye bir nedenle bakamazsın, bazı şeyler nedensizdir. Bazı şeyler yaşanmak için vardır, sadece yaşanmak için." Dudaklarımı birbirine bastırarak,"Peki..."dedim. Oturduğum sandalyeyi, dizimle iterek geriye iterken ayağa kalktım. Abim başını kaldırarak gözleriyle beni takip etti, ben yalnızca ayağa kalkıp yüzüne bakmakla kaldığımda,"İyi."diye devam ettim. "Bana sorunlu kardeş olarak bakmaya devam et, abi. Sorunumun sadece araştırma bağımlısı oluşumla sınırlı kaldığına inandırma, bu kadar değil çünkü. Üstelik sorunlar sadece bende kalıntı olarak kalmadı." Gittikçe ağrının oluştuğu bazı günlerde sabah, gün ışığı, aydınlanmış bir gökyüzü görmek zorlaşır. Geceye zifrini akıtan karanlık, geçmişin hatıralarını hatırlatan beyin kadar hastalıklı bir ruh haline sahipti. Saati yoktu bunun, bazen gelesi tutar ve gelirdi, fakat sonrasında alt üst olan kişiliğiniz siz ne kadar düzeltmek isteseniz de düzelmezdi. Bu böyle sürer giderdi, çabalarınız kifayetsiz kalır ve yaşam olduğu gibi sürüp bitiverir. Gerçek şudur ki, çoğu şey yalnızca son bulmak için vardır. Ne sizin geçmişiniz önemli, ne sizinle olan insanların gidecek olma gerçeği önemlidir; bu hayat sadece gelişmede yaşanan olayların döndüğü andan ibarettir. Ufak bir sessizlik aramızdaki diyaloğu bozmuştu. O benim yüzüme, ben onun yüzüne öylece bakıyorduk. Sözlerimden mi yoksa konuşmaya devam etmek isterken kelimeleri birleştirememesinden mi bilmiyorum, sessiz kaldı. Gökyüzünün ayıp işlediği, gecelerde bile o gri rengi taşıyan gözleri usulca gözlerimden kayıp giderken başını salladı. "Hata yaptım galiba." Sandalyeyi geri çekti, masadan kalkıp ağır ağır yürümeye başlarken konuşması devam etti. "Her şey olduğu gibi kalmalı, çaba sarf etmeye gerek yok." Hissettiğim kaygıyla birlikte önlemekte zorlandığım telaş saklandığı inden çıkıp benimle buluştuğunda koltuğa bedenini yığılır gibi bırakmasını durduğum yerden izledim. Abim vazgeçmezdi. Asla, hemde hiç üzerinde düşündüğü şeyleri gelişigüzel masaya bırakıp gitmezdi. Mahir Balca, benim kaderimi paylaştığım abim sırtını dönmezdi hiçbir şeye. Beklediğim, hareket etmeye red verdiğim dakikaları terk eyleyip yanına gittiğimde kollarımı arkadan boynuna dolayıp başımı boyun boşluğuna bıraktım. Hareketsiz, sadece sözlerimin onu kırdığını bilerek kendimi affetirmeye çalışıyordum. Yılışmalı sözler geçmezdi bizim aramızda. Uzaktan bakıldığında, bir yabancı ciddi iş yapan iki insandan farkımız olduğunu görebilirdi, lakin bizim aramızdaki ciddiyetin bile anlamı vardır. Her şeyi bir yere bağlayan, bu bağlantıların kökünü bulan ve üzerine çöreklenen kardeşler olarak basit bir yaşamı sürmek oldu olası zor bir durumdu. Arkadaş bulma ve onlarla anlaşma konusunda sorunlu biri olduğum için değil, bulduğum arkadaşlarımın kaçması veya kaybolmasından duyduğum tereddüt beni uzak tutuyordu. Son edindiğim arkadaş, abime gelen ihbar doğrultusunda kafesten kaçan sırtlanı bulmak için sokağa çıkışım ve arkadaşımın beni eve götürmeye çalışırken, sırtlanın kaçmaya çalışması ve arkadaşımı altında ezerek görevlilerin dikkatini başka yöne çekip ormana girmesiyle arkadaşım komada bir ay kalmıştı. Sonra onunla hiç konuşmadım. Ailesi görüşmemizi yasaklamıştı, muhakkak yerli yerinde bir karardı. Mantığa ters olan tek şey şuydu ki, ben merakıma ve düşüncelerime mani olamaz bir halde olaylara koşarak çözüm bulmaya çalışan biriydim. Abim bu yüzden, telsizini benden sakınırdı. Emniyetten gelen ihbarları duymam harekete geçmem için yeterli olurdu. Bazen bundan hoşlandığı ve erkenden bir polis olma yolunda sorunları çözme işini üstlendiğimi söylerdi ama zamanla bunu detaylarına inerek ve beynimi ağrıtarak yaptığım için artık bunu bir süreliğine düşünmemem ve masa başı bir meslekte görev almam için beni teselli ediyordu. Olacak olan şeyin ne olduğunu ise yalnız ben bilmiyordum. Yüksek görevde çalışan, soruşturmalarda görev bulan başarılı bir ajan idealim olabilirdi. Gözlerimi yumarken nefesimi seslice dışarı verdim. "Yaptığın şeyin benim geleceğim için olduğunu biliyorum. Hayatım bataklığa çekilmesin diye, gördüğümüz onca insanın hayatı kadar boş yaşayamayalım diye olduğunu anlıyorum. Ben...yalnızca zaman istiyorum. Ne kadar sürer bilmiyorum ama bu sefer, bu yerde yeni insanlarla oluşturacağım profilin iyi olmasını istiyorum." Kuru bir sesle,"Olmazsa anlarım."diye geveledi. Başımı biraz daha öne sarkıtıp yüzüne baktığımda,"Hayır."diye itiraz ettim. Parmağımın ucunu onun yüzüne ahenkle karşılık gelen burnuna vurduğumda,"Öyle bir şey olmayacak, Mahir Bey. Ben güzel bir hayat kuracağım ve benim sert abiciğim de hayatıma karışıp kurallar koyacak. O basit ve akışında giden hayatı yakalayacağız."dedim. Alçak ama içten bir sesle,"Yakalarız ama yalnız sen istersen,"diye ifade etti. Bunun üzerine söze girmememle birlikte, abimin yanağına kocaman bir öpücük bırakıp geri çekildim. Mutfağa gidip masayı toparlamaya başlarken, abim hemen bir film bulup izlemeye başlamış ve konuşmamızın üstündeki kasveti bu şekilde arka plana itmişti. Huzursuzluğun ve benimle olan ilgisinin bir kat artmasının nedenini, bu kasabaya veriyordum. İlginç bir şekilde yapılan suçlar bulunmuyor ve peşine düşülen cinayetlerin de izleri kusursuz bir şekilde silinmiş halde sadece suçun sonucu gözler önüne seriliyordu. Abimin kasabaya taşınmamızla bir hafta içinde üç dosya üstlenmişti ama üç dosya da elinde patlayarak herhangi bir sonuca ulaşmamıştı. Derin bir gizem seziyordum. Odağından bir şeylerin kaçtığından çok emindim, lakin yapılabilecek bütün araştırmaların sonucunda böyle bir belirsizlikle karşılaşması mümkün değildi. İlk geldiğimiz gün hissettiğim kasveti hala hissediyordum ve ne şaşırtıcıdır ki tesadüf eseri karşılaştığım bütün gizemler kasabanın bela bir yer olduğunu açıklıyordu. Bardo, kelime hanesindeki anlam bile beter bir yer. Suçu ve suçla boğuşan herkesi içine çeken suç dolu bir kasaba. Abimin yakın zamanda bir şeylerin üstesinden gelmesi lazımdı, yoksa hem işini kaybedecekti hemde böyle bir yerde geçimsizlikten çürüyüp gidecektik. İşlerim tamamen bittiğinde odama girdim. Işığı yaktım önce, sonrasında elimi saçıma atıp karıştırırken bedenimi sandalyeye bırakıp masanın üstünde yığınla birikmiş kağıtları araştırmaya başladım. Okul fazla sakindi. Dersler çok yoğun olduğu için herkes ya kütüphanedeydi ya da dersliklerde. Onun dışında evden çalışmayı uygun buluyordum, çünkü o kütüphaneye her girdiğimde beni rahatsız eden bir şey oluyordu. İçimden geçen merak, kasaba hakkında bütün biriktirilmiş haberleri taşıyan o kitabı açmak ve bu yeri araştırmak geçiyordu, lakin önceliğimi dersler olarak konumlandırmak daha mantıklı geldiğinden oraya da nadir olarak giriş yapıyordum. Bu yüzden, kağıtları bir deste haline getirip köşeye ayırdıktan sonra fizik kitabını açıp gözlerimi denklemlerde gezdirmeye başladım. Denklemler arasında sayfaları çevirirken, cebimde telefon titredi. Bildirim geldiğinde böyle titrerdi, arayan olsaydı melodi çalmaya başlardı. Bakmamak için direndim, sonrasında yalnızca beş dakika denklemlerle ilgilenebildim çünkü sonra telefonun tuş kilidini açmakla uğraşıyordum. Evet, bir haber sitesinden bildirim düşmüştü ekrana. Kasabaya gelmeden önce yaşadığım şehir hakkında birkaç bildirim vardı, lakin artık burada olduğum için o bildirimleri kapatıp kasabada olan diğer bildirime göz attım. Gözlerimi hafifçe aralayarak bir yandan haberi belki de sekizinci kez okurken diğer yandan ceketimi giyiyordum. Akşam yemeği saatleri olsa da gece olmaya yakın saatler olduğundan abime fark ettirmeden, bahçenin kapısından hızlıca çıktım. O çoktan filmine dalmıştı ve orada uyuyakalacağından çok emindim, umarım öyle olurdu çünkü bunun uzun soluklu bir macera olacağından emindim. Mahallenin bulunduğu köşeyi terk ettiğim sırada, telefonun ekranına düşen arama çağrısıyla boğazımı temizledim ve,"Alo?"diyerek ses verdim. "N'aber bıcırık?" Suratım onun sesini almamla birlikte hızla yumuşamaya başlarken,"İyi."diye cevap verdim. "Ne yapıyorsun?" "Dışarı çıktım. Biraz önce, galiba sadece bir dakika filan oldu, resmi gazeteye haber düşmüş. Ne olduğuna bakacağım." Olanları kavramaya çalışmasını ve sözlerin ardından hışırtılı bir sesle,"Ne?"diye bağırır gibi bir ses duydum. Sanırım yere düşmüştü. "Ne haberi? Dur, bir saniye. Ben haber filan görmedim. Anlatsana sen şu işi, bende çıkıyorum. Bu saatte yalnız gidemezsin bir yere." Barın, okuldaki ilk günümde bana arkaşlık yaptıktan sonra sanırım edindiğim en samimi arkadaşlardan birisiydi. Erkeklerin sadece sevgili olmaya yaradığını bana düşündürmeyen tek kişiydi ve burada olaylara atılıp araştırma yaptığımda bile arkamda durup benimle tehlikeye atılabilecek harbi arkadaşlardandı. Arkadaşlığımızı pekiştirdiğimi düşünerek gülümsedikten sonra,"Bir cinayet olmuş."dedim. Hemen anlatmaya devam ettim. "İsmini vermeyen biri ihbar etmiş. Ormanda, toprağın altına gömülmüş ve kemikleriyle çıkarıldığı tahmin edilen bir kadın ceset. İşin garip yönü cesedin sadece yarısı bulunmuş, üst kısmı yok." "Bekle, anlamıyorum. Sadece alt kısmı bulunmuşsa kadın olduğunu nereden anlıyorlar?" Bakışlarım kararlı bir hal alırken, buğulu bir sesle cevap verdim. "İhbar edenin katil olduğunu düşünüyorum, Barın." Barın cevap olarak,"İşi polislere bıraksak olmaz mı, peki?"diye sordu. "Sen söylememiş miydin burada suçların üstünün kapandığını? Gidip bulacağız ve bam, bir suçlu artık cezasını çekiyor." Barın,"Biz adalet bekçisi miyiz, Hansa?"diye isyan etti. Diğer yandan dışarıda olduğunu zaten rüzgarın uğultulu sesinden anlıyordum ama yine de bir yönden içinin rahat olmayışı sözlerini etkiliyordu. "Daha on sekiz yaşındayız. Ayrıca bir yaş büyük olman da seni silahlı komiser yapmıyor." Başta gülsem de sonradan ciddileşip,"Tamam, her neyse, geliyor musun gelmiyor musun?"diye sordum. Sormam kifayetsizdi, lakin arkamda hissettiğim varlıkla döndüğümde, sokak lambasının altında parlayan bir çift siyah gözle bana bakıyordu. Telefonu kapattı ve bir adım yaklaştı."Sormadığını varsayıyorum." Açığa çıkan derin gülümsememizle birlikte, elimi koluna atıp,"Hadi, gidelim."dedim. Yürümeye başladığımızda bu sırada ilginç gelen bir şeyi düşünmeye başlamıştım. Bu kasaba da insanı düşündüren şey, bütün inşaası yapılmış olan evlerin kasabada bulunan tek bir ormanın içine bağlanması ve buluşma noktasının tam olarak insanların efsanalerle insanları korkuttuğu o evde bitiyordu. İster perili densin, ister cinli, ben o evin kasabadaki suçların toplandığı merkez olarak konumlandırıyordum. Daha önce görmediğim ve fark etmediğim şekilde bir sır kol geziyordu burada. Nasıl bulabilirim, bilmiyorum. Sorular yağmur gibi yağsa da üzerime, bu karmaşanın sorununu bir şekilde çözecektim. Yapabildiğim tek şey buydu. Ders kitaplarındaki kitaplarından keza suçların çözülmemiş denklemlerini çözmek ve bunu yaptığımı belirtmek benim için vazgeçilmez bir tutkuydu. Yüzüme kayıtsız bir ifadeyle gereğinden uzun bakmasıyla soru sormasını beklemeye başlamıştım ama,"Sor hadi,"dedim, sormaya çekindiğini fark ettiğimde. Öylece yüzüme baktı. "Hadi." "Korkmuyor musun?" Kaşlarımı çattım. "Neyden?" Gözleriyle içine girdiğimiz ormanı etraflıca izleyip bana kast ettiği şeyi gösterdikten sonra,"Yapmayı planladığın ve başına gelebilecek olan şeylerden. Sabahları bile ürküten bu orman geceleri hiç çekilmez."diye konuştu. Elimi cebime atıp telefonumu koyduğum yerden çıkarırken baygın baygın yüzüne baktım. "Araştırmak ve sonuç elde etmek için her şeyi göze alırım." "Peki, ne yapmayı planlıyorsun? Planın var değil mi?" Telefonun fenerini açıp karanlık yolu açtıktan sonra boğazımdan homurtulu bir ses çıktı. "Yani...cesedi buluruz. Sonra...etrafı kolaçan filan ederiz." "P-plan...plan bu mu? Silahın, bayıltmalı bir şeylerin filan yok mu? Abin polis senin, öylece evden çıkıp buraya mı geldin yani?" Tek kaşımı alnıma kavisleyip, yumruğumu gösterdim. "Kendimi savunurum." "Yapma ama, ya onun silahı filan olursa ne olacak? Adam seni vurduğunda yumruğunun seni hiç de koruyabileceğini sanmıyorum, Hansa? O zaman ne yapacaksın?" Umutsuz bir ifadeyle iç geçirdim. "Bunu düşünmemiştim işte." Barın önce alnına vurdu, sonra beni takip etti. Korktuğunu gördüm. Korkusuna rağmen, düşünmeden beni takip ediyor ve olacaklara bu şekilde göğüs geriyordu. Bu yüzden dışarı çıktığımda neyin peşinde olduğumu ona söylemiştim. Adımlarımızı hızlandırdığımızda karanlığı telefonun küçük ışık huzümesi fazla aydınlatmıyordu. Saat sekiz buçuk filandı ama gökyüzü fena katranlığa boyanmıştı. Açıkçası, Barın'ın söylediği şekilde cesedi bulursak ve sonra katille karşılaşırsak ne olurdu hiç bilmiyordum. Evden çıkarken düşünebildiğim tek şey cesedi bulmak olmuştu. Ufak bir tepeye benzeyen yerden çıkmaya çalışırken bir ses duyduk. Barın'ın neredeyse çıktığı o yerden aşağı ittiğimde, elimden tuttu ve beni de çekmesiyle aşağı yuvarlanmaya başladık. Hay aksi! Sarı saçlarıma bulaşan pislikler lacivert lekeler yaymış, ellerimin bulandığı çamurla beraber dizlerimin üzerinde bir ağacın gövdesine yuvarlanmıştım. Bir yokluk hissettim, elimin içinde beni yanına çeken Barın'ın eli artık elimde değildi. Yerden destek alıp ayağa kalktım. Sağ ayak bileğim sızladı ama üzerine basıp yürüyebildiğimi anlayınca koşar gibi yürüyerek yere düşen telefonumu yaprakların arasından çıkardım. İyi, en azından feneri hala yanıyordu. Işığı doğrulttuğum yere doğru yürüdüm ve o duyduğum seslerin hala devam ettiğini fark ettim. Gözlerimin gördüğü bulanık görüntü uzun bakmaya başladığımda netleşti, bir polis ordusu orada duruyordu ve işin tuhaf yanı bu polis ordusunun içinde benimde abim vardı. Uzakta olduğu için yüzünü seçemediğim bir polis memurunun tasmasına bağlı ipten tuttuğu köpeğin fenerimin ışığıyla olduğum yere kifayetsiz bir çabayla koşması ve havlamasıyla memur köpeği kendine doğru çekip sakinleştirmeye çalıştı. Feneri kendime çevirirken ihtimaller gerçekleşmişti, abim birlikte o ordu dolusu polisler yüzünü bana çevirmişlerdi. Bekleyip abimin yanıma gelmesini ve ne işimin olduğunu sormasını açıklardım ama evde yaptığımız konuşmadan sonra bu işin üstüne düştüğümü öğrenirse olacak şeyleri tahmin bile etmek istemezdim. Duyduğum o katı ses,"Kim var orada?"diye seslenerek, ardından yüksek gürültülü adım sesleriyle beraber arkama bile bakmadan, gittiğim yeri görmeden koşmaya başladım. Haberi gördüğümde abime de bunun ihbarı yapılacağını düşünememiştim. Geriden gelen sesler yükseldikçe, düşüncelerimdeki kusursuzlaştırılmamış hareketlerimin keşkeleri de büyüyüp duruyordu. Nereye gelmiştim bilmiyorum ama dizlerimin üzerine düşüp yuvarlanarak bir ağaca çarptığımda polislerden geriye ufak bir iz bile kalmamıştı. Tek sorun başımı çarptığım esnada, telefonu kaldırmam ile birlikte ışığa yansıyan yıkılmış evin önünde fark ettiğim adamın bana doğru bakmasıydı. Nasıl? Ormanın tam göbeğindeki o evdeydim ve evde yaşayan biri mi vardı? Çamura büsbütün bulanmış olan ellerimi yere koyarak dizlerimin üzerine durduğumda adamın buraya doğru geldiğini fark ettim. O, çok ağır yürüyordu. Yüzünü uzakta olduğu için seçemiyordum ama ayağa kalktığımda da, yakınlaşmaya başladığı için seçebilmiştim. Gecenin zifirinden ayırt edemediğim saçları vardı, lakin fenerin aydınlattığı yüzü kar kadar beyazdı. Yürüyordu ve her adımında yaklaşıyor, boyunun uzunluğuyla birlikte memnuniyetsiz mimiklerini de gösteriyordu. Bu adam kimdi? Yoksa...cesedi bulmak için yaklaşmış ve daha onu bulamadan katiliyle mi karşılaşmıştım? Kafamı kemirecek olan sorular böylelikle şimdiden belli olmuştu. Adam yaklaşmakta kalsın, telefonu önümde öylece tutarken, buğulu bir sesle,"Yaklaşma."dedim. Bağıracaktım aslında ama abimler yakındaysa sesimi duyar diye korkuyordum. Lakin, orta düzey sesimle uyarmam onun için yeterli gibiydi, durmuştu. Aramızdaki on adım mesafeye rağmen deli gibi korkuyordum. Ölüm kadar soğuktu bakışları. Sadece bakıyordu, bakıyor ve konuşmuyor. "Kimsin?"diye sordum, sesimi titretmeden ama güçsüz bir şekilde. Sorumdan aldığı cesaretten olmalıydı ki bir adım yaklaştı ve,"Soruyu soranın benim olmam gerekiyor."dedi. Koyu bakışlar gözlerimin içini çiğnerken, telefonu elimde sertçe tutuyor ve sanki ani bir hareket yapsa onu silah nimeti gibi kullanıp kafasına fırlatacaktım. Ani hiçbir hareket yapmadı, sözünün ardından bana konuşma hakkı sunmuştu. "Evet." Ne, bunu söylemiş miydim? Yani bana kim olduğumu sormasına yer hazırlamıştım ve o çenesini kaldırıp, lacivert gözleriyle beni gözlerken sorusunu sormaya hazırlanıyordu ama eğer bunu sorsa bile verecek bir cevabım asla olmayacaktı. Bu kasabaya yabancı bir kızdım ben, kimseyi tanımıyordum. Eminim burada bir cinayet daha işlense kimsenin umurunda olmazdı, lakin sadece yirmilerinde olan bir genç böyle bir evde kendi isteğiyle nasıl yaşardı? "İsmin ne?" Soluklarım göğsümü sarsıp dururken, o anda kalbimin korku dolu seslerini duymasından endişe duyarak soluklarımı ağzımın içinde tuttum. Gözlerinden korkuyordum, bakışları bir ateş gibi fırlıyor ve baktığı yeri tabiri caizse yakıyordu. İsmimi sormuştu, kim olduğumu değil. 'Salaksın' dedim kendime. Kim olduğumu sorsaydı bile zaten ismimi söylemeyecek miydim? İşler aynı noktaya çıkıyordu, lakin ismimi öğrendiğinde bir şeylerin değişeceğini hiç sanmıyordum. Telefonu düşürmeden hareket ettirirken etrafı kolaçan ettim ve hızla yerinden kıpırdamayan adama yeniden döndüğümde yutkunmak gibi bir zorunluluğum var gibi yutkundum. Bu yer, bu evin çevresi, neden beni böyle korkutuyordu? "Seni tanımıyorum, bu yüzden ismimi duysan bile bir şey fark etmeyecek." O anda dualar edebilirdim sesimin titremeden öylesine dudaklarım arasından savrulduğu için. Korku anında eğer dirençli ve geri adım atmadan durabilirsem bunu göstermezdim, fakat gözlerimin beni ele vermesinden tereddütlüydüm. İnsanlar hanelerine giren yabancılara fazla kaba davranabilirler, bazen bilmeseler bile kim olduklarını öğrenmek isteyerek onları zorlarlar ama karanlığın bu vakitlerinde evinin çevresinde çamura bulanmış bir halde beni bulan bu adam sadece gözleriyle beni izleyerek sakin kalmıştı. Bu sessizlik ve sakinlik içimde yayılan korkuyu körüklüyor ve soru işaretlerini kafamda canlandırıyordu. Üstüme atlayıp bana zarar vermeyecek olması güzeldi, lakin bunları yapmıyor oluşu yine de katilin o olmadığı anlamına gelmezdi. Ormanın göbeğinde bulunan, perili gibi görünen bu evde yaşayan genç bir adamın korkusuzluğu beni bu ihtimallere itiyor ve epey de mantıklı görünüyordu. Baş şüphelim bu yabancıydı. Susmaya devam edeceğinden emin olduğum ve bir harekette bulunmayacağını anladığım adamın tavrıyla birlikte geriye adımladım. Gitmenin yolu görünmüştü. Attığım ikinci adım konuşmasına yol hazırlamış gibi,"Tekrar gelme."diye mırıldandı. Sesini alınca omzumun üzerinden ona döndüm. Telefonu yüzüne doğrultmak aklıma gelmedi, karanlıkta yüzünü seçmeye çalışırken sözlerini dinlemeye koyuldum ama muhtemelen sadece bu kadardı, çünkü daha sonra sırtını dönerek gitmeye başladığını fark ettim. Bir sonuca varamadığımda, yüzümü asarak nasıl geldiğimi bilmediğim yolu yürüyerek bitirdim. O adamın son sözleri kafamda ve yüzü beynimde canlanıyordu, yine de buraya gelişimde beni saran o korkuya bir isim veremiyordum. Galiba bu korku suçların sonuçlanmamasında baş nedendi. Ormandan çıkmak üzereyken, Barın omzunu tutarak yürüyordu. Onu bulmamla birlikte başarısızlığımı böylelikle örtbas ettim, sonrasında kolundan onu yakalayıp yaralandığını anlayınca,"İyileşeceksin."dedim. Gözleri bana döndü, gülümsedi ve başını başıma yasladı. "Merak etme. Araştırmamız burada bitti." "Cesedi bulamadık." Omuz silktim. "Olsun. Ölmeden buradan çıkabildiysek bu da bir olumsallıktır." Barın elini omzuma attı ve,"Gidelim şuradan."diye konuştu. Gitmeden önce, kasvetliğiyle kalbimi durdurmak üzere olan ormana uzun bir süre baktım. Nedeni her neyse, suçun ilerisinde derin bir anlam ve korku yatıyordu. Çözememiştim. Yaklaştığımı hissediyordum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE