Bölüm 5: İki Aşk Laneti
O gece, karanlıkta kurduğumuz o kırılgan bağ, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte buharlaşıp gitmişti. Uyandığımda, halının üzerinde, Suna'nın oturduğu yerde sadece hafif bir çöküntü kalmıştı. Kendisi, çoktan banyoya kapanmış, su sesleri geliyordu. Aramızdaki mesafe, gecekondu mahallesindeki gibi yeniden inşa edilmişti. Ama temeller sarsılmıştı. Onun "Gerçek Ateş kim?" sorusu, zihnimde bir yankı gibi dolaşıp duruyordu.
Kahvaltı, ağır bir resmiyetle geçti. Aynı masada, aynı yemekleri yiyor, ama sanki aramızda görünmez bir cam duvar varmış gibi konuşmuyorduk. Sadece gerekli, kısa cümleler.
"Kahve?"
"Evet."
"Gazete?"
"Burada."
Telefonum titredi. Ekranda Mavi'nin ismini görünce, yüreğim ağzıma geldi. Suna, bir anlığına bardağını kaldırışını durdurdu, sonra hiçbir şey olmamış gibi içmeye devam etti. Ama o küçük, neredeyse hissedilmeyen duraksama, odadaki havayı değiştirmişti.
"Bakmalısın," dedi, sesi yumuşak ama nötr. "Kıskanç kadın rolünü oynamayacağım."
Hatta Mavinin varlığı beni rahatsız bile etmiyor.
Dışarı çıktım, balkona. Mavi'nin sesi, İzmir'in güneşi ve deniz kokusu gibi geldi kulaklarıma. Ama içinde, daha önce hiç duymadığım bir gerginlik vardı.
"Günaydın, aşkım. Nasılsın? Dün... nasıl geçti?" Dün. Düğünümüz.
"Geçti işte," dedim, sesimi mümkün olduğunca sakin tutmaya çalışarak. "Formalite. Seni özledim." Bu son cümle kesinlikle yalandan değildi. Onu özlüyordum. Ama özlemim, suçluluk duygusuyla o kadar iç içe geçmişti ki, hangisinin daha ağır bastığını bilemiyordum.
"Ben de seni... Çok." Bir sessizlik oldu. "Ateş... O... orada mı? Yanında?"
"Suna mı? Hayır, balkondayım. O içeride." İsmini söylerken sesimde bir pütür olup olmadığını merak ettim.
"Onunla aynı odada mı kalıyorsunuz?" Mavi'nin sesi, incelmiş, gerilmişti.
"Mavi, lütfen. Bunu konuşmuştuk. Bu bir anlaşma. Ayrı odalarımız var." Yalan söylemiyordum. Kanepe ve yatak odası, teknik olarak ayrı odalardı. Ama aynı havanın, aynı gerginliğin, aynı gece sessizliğinin içindeydiler.
"Özür dilerim," diye fısıladı Mavi. "Biliyorum. Sadece... sadece korkuyorum. Seni kaybedeceğim diye."
Onu sakinleştirdim, güven verdim. Ama her "Sana güveniyorum, Ateş" sözü, bir öncekinden daha keskin batıyordu içime. Telefonu kapattığımda, sırtımda bir ağırlık, alnımda soğuk bir ter vardı.
İçeri girdiğimde, Suna hâlâ masadaydı, elinde bir dergi vardı ama gözleri sayfalarda değil, uzaklardaydı.
"Mavi, umarım iyidir," dedi, gözlerini bana çevirmeden. Sesi öyle nötrdü ki, altında neyin gizli olduğunu anlamak imkansızdı. Bir ilgi mi, bir sataşma mı, yoksa sadece bir laf olsun diye mi?
"İyi," diye kestirip attım.
O gün, aile işlerini halletmek için babamın ofisine gitmem gerekiyordu. Suna, kendi ailesiyle görüşmek için ayrıldı. Ayrı arabalara binerken, bu kağıt evliliğin en somut metaforuydu: aynı yöne giden, ama ayrı yollarda seyreden iki araba.
Ofiste, otururken, Mavi'den bir mesaj geldi. İzmir'deki sahilde çekilmiş bir selfie'si vardı. Güneş, saçlarını altın gibi parlattıyor, gülümsüyordu. Ama gözlerinde, fotoğraflarda bile belli olan bir hüzün vardı. Mesajı okuyunca yüreğim sızladı: "Seninle burada olmak vardı. Özledim."
O an, içimde öyle bir suçluluk ve özlem patladı ki, cevap yazarken parmaklarım titredi: "Ben de seni özlüyorum. Çok. Söz veriyorum, bu işler biter bitmez yanına geleceğim."
Akşam, eve -artık o suit 'ev' diyebilir miydim?- döndüğümde, Suna henüz gelmemişti. Odaya yayılmış olan hafif vanilya kokusu, onun varlığını hatırlatıyordu. Kanepeyi, yatağını düzelttim. Bir an, onun yastığına dokundum, soğuktu.
Geç saatte geldi. Yanakları hafif pembe, gözleri her zamankinden daha parlaktı. Üzerinde hafif bir alkol kokusu vardı.
"Ne oldu?" diye sordum, ister istemez. "Ailenle miydin?"
Bana baktı, dudaklarında belli belirsiz, acı bir gülümsemeyle. "Bir kutlama. Yeni evli çift için. Babamın iş ortakları. Hepsi bize 'ömür boyu mutluluklar' diledi." Sesindeki alayı gizleme gereği bile duymuyordu. "Senin günün nasıl geçti? Mavi'yle romantik mesajlaşmalar?"
Sözleri ok gibiydi. "Bu gerekli mi, Suna?"
"Neden değilmiş?" diye karşılık verdi, ceketini çıkarıp koltuğa fırlatarak. "Sonuçta biz sadece bir anlaşmanın iki tarafıyız, değil mi? Sen gerçek aşkınla yazışmakta özgürsün. Ben de istediğim yere gidip, istediğim kadar içmekte özgürüm."
İçimde bir şey kıpırdandı. Kıskançlık mıydı? Yoksa sadece, onun bu kayıtsız tavrına duyduğum öfke mi? "Elbette, özgürsün. Tıpkı benim gibi."
Odayı geçti, banyoya yöneldi. Tam kapıyı kapatacakken, durdu ve bana döndü. O lacivert gözler, alkolün de etkisiyle, daha derin, daha delip geçici görünüyordu.
"Söylesene, Ateş," dedi, sesi yumuşak ama zehirli bir bal gibi. "Ona mesaj atarken, yanında 'karın' olduğunu hatırlıyor musun? Yoksa bu rol, sadece dışarıdakiler için mi?"
Kapıyı çarpmadan, usulca kapattı. Arkasında, onun sorusu ve yaydığı zehirli havayla baş başa kaldım. Öfkeyle, telefonumu aldım. Mavi'nin fotoğrafına baktım. O gülen, hüzünlü yüz, şimdi bana uzak, ulaşılmaz bir diyardan bakıyor gibiydi. Suna'nın sözleri, Mavi'ye olan bağlılığımı ve sevgimi sorgulatmıyordu belki, ama bu bağlılığın ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulatıyordu. Burada, fırtınanın göbeğindeyken, İzmir'deki güneş bir hayalden farksızdı.
Ertesi sabah, Mavi aradı. Sesindeki gerginlik, dünden daha belirgindi.
"Ateş, dün gece neden mesajlarıma cevap vermedin? Çok endişelendim."
"Özür dilerim, canım. İşler uzun sürdü. Eve yorgun geldim, uyuyakalmışım." Yalan, yine yalan. Uyuyakalmamıştım. Suna'nın sözlerinin ve bakışlarının etkisinden kurtulmaya çalışıyordum.
"Anlıyorum," dedi, ama anlamıyordu. Sesinin tonu, içimi acıttı. "Sadece... orada yalnız olmadığını biliyorum. Ve bu beni deli ediyor."
"Mavi, lütfen. O sadece bir..."
"Biliyorum! Bir anlaşma!" diye sertçe kesti sözümü. İlk kez, Mavi bana bu kadar keskin bir tonda konuşuyordu. "Ama o senin yasal karın, Ateş! Aynı çatının altında uyuyorsunuz! Ben burada, kilometrelerce uzakta, senin bana sadık kalacağına dair sözlerine tutunmaya çalışıyorum. Ama bu kadar zor olmamalı!"
Konuşmamız, daha önce hiç olmadığı kadar gergin ve ağır bir şekilde sona erdi. Telefonu kapattığımda, kendimi berbat hissettim. Mavi'nin kıskançlığı, onu tanıdığım kadarıyla, onun doğasında olan bir şey değildi. Bu, benim ona verdiğim güvensizlikten kaynaklanıyordu. Benim ikiyüzlülüğümden.
O öğleden sonra, Suna ve ben, babamları ziyarete gittik. Rolümüzü oynamaya devam ettik. El ele, nazik bakışlar, hafif dokunuşlar. Her temas, Mavi'yle yaptığım son konuşmayı hatırlatıyordu. Suna, performansında kusursuzdu. Ama aramızda, düğün gecesinden sonra oluşan o kırılgan bağ, yerini soğuk, profesyonel bir iş birliğine bırakmıştı.
Eve dönerken arabadaydık. Ben direksiyondaydım, o camdan dışarı bakıyordu. Sessizlik dayanılmazdı.
"Mavi'yle tartıştınız mı?" diye sordu, aniden, camdaki yansımasına bakarak.
Şaşırdım. "Neden öyle düşünüyorsun?"
"Çünkü bugün performansın berbatı," dedi, soğukkanlılıkla. "Dokunduğum her sefer, sanki yanıyormuşsun gibi çekiyorsun elini. Ve bakışların... Mavi'yle konuşurkenki o suçlu çocuk bakışların var."
Direksiyonu sımsıkı kavradım. "Benimle Mavi'yi gözetliyor musun?"
"Gözetlememe gerek yok," diye cevap verdi, sonunda bana döndü. Gözleri keskindi. "Her şey yüzünden okunuyor, Ateş. O kadar şeffafsın ki. Ona yalan söylediğin her an, kendini yiyip bitiriyorsun. Ve bu, 'mutlu yeni damat' rolünü oynamanı zorlaştırıyor."
Arabayı yol kenarına çektim. Kalbim hızla atıyordu. "Peki ya sen? Dün gece kiminle içiyordun? Kutlamaya giden 'mutlu gelin' rolünü oynarken, kiminle flört ediyordun?"
Bir an şaşkınlıkla baktı, sonra kaşlarını kaldırdı. "Benimle mi ilgileniyorsun, Ateş? Yoksa sadece anlaşmamıza bir tehdit mi arıyorsun?"
"İkimiz de özgürüz, değil mi?" diye söylendim, onun dünkü sözlerini tekrarlayarak.
"Kesinlikle öyle," diye onayladı, yüzünde zafer dolu bir ifadeyle. "Öyleyse, Mavi'nin kıskançlık krizleri ve senin suçluluk duyguların, beni hiç ilgilendirmez. Sadece işini yap. Rolünü iyi oyna. Benim kiminle içtiğim ya da senin kime yalan söylediğin umurumda değil."
O akşam, suitin içindeki hava, adeta donmuştu. İkimiz de köşelerimize çekilmiştik. Mavi'yi aradım, sesi ağlamaklıydı. Onu sakinleştirmeye, güven vermeye çalıştım. Ama her kelime, bana biraz daha yabancı geliyordu. Bu uzaktan aşk, Suna'nın varlığının yarattığı fırtınanın yanında sönük ve güçsüz kalıyordu.
Gece yarısı, yine uyanıktım. Suna'nın yatakta döndüğünü duydum. Sonra, kanepeye doğru gelen ayak sesleri. Kalbim, bir önceki geceki gibi hızlanmadı. Sadece, yorgun ve ağır bir şekilde attı.
Yanıma, halının üzerine oturdu. Karanlıkta, yüzünü seçemiyordum.
"Özür dilerim," diye fısıldadı, sesi beklenmedik bir şekilde kırılgandı. "Bugün... gereksiz yere serttim."
Şaşırmıştım. "Ben de özür dilerim. Rolümü iyi oynamadım."
"Bu sadece bir rol değil, biliyorsun değil mi?" dedi, sesi alçak. "Gerçek hayatlarımız, gerçek duygularımız var. Ve ben... ben senin ve Mavi'nin arasını bozmak istemem."
"Biliyorum," diye mırıldandım. "Ben de senin... özgürlüğüne müdahale etmek istemem."
Bir süre sessiz kaldık. Sonra, elini uzattı. Bu sefer, parmak uçları havada durmak yerine, çok hafifçe, koluma değdi. Temas, bir kıvılcım gibi sıcak ve aniydi. İkimiz de irkildik.
"Bu lanet olası kıskançlık," diye fısıldadı karanlıkta. "Sadece bir yanılsama. İkimiz de yalnız ve korkmuş hissediyoruz. Ve belki de... birbirimizi, bu yalnızlığımızı kırmak için kullanıyoruz."
Onun sözleri, içimi acıtan bir doğruluk taşıyordu. Mavi'ye olan sevgim gerçekti. Ama Suna'ya duyduğum çekim de öyle. Ve bu ikisi, birbirini yok edecek gibi görünüyordu.
"Ne yapacağız, Suna?" diye sordum, sesim çaresizlikle kırılarak.
"Bilmiyorum," diye itiraf etti, elini çekmeden.
Parmağı, kolumda hafifçe gezindi. Ve o anda, Mavi'den gelen bir bildirim sesi geldi. İkimiz de donduk. Elini çekti, sanki bir ateşe dokunmuş gibi.
Kalktı ve yatağa doğru ilerledi. Arkasında, yalnızca bir uyarı ve bir kehanet bırakarak: Bu kağıt evlilik, gerçek bir alev topuna dönüşebilir miydi? hepimizi yakıp kül edecek miydi?