BÖLÜM 24- SATIR ARASINDAKİ SAVAŞ

1295 Kelimeler
Gece uzun, sessizlikse acımasızdı. Siperlerin arasında yankılanan rüzgâr, toprağa karışan kanın kokusunu taşıyordu. Her nefes, bir anı; her sessizlik, bir bekleyiş gibiydi. Elif, titreyen parmaklarıyla defterinin kapağını açtı. Günlerdir yazamadığı duygular, kaleminin ucunda birikmişti. > “Bu satırları belki kimse okumayacak. Belki de bir gün, buradan sağ çıkarsam, kimse inanmayacak. Ama ben yazmazsam… sanki olanlar hiç yaşanmamış gibi olacak.” Kalemi, sanki yüreğinden kan alıyormuş gibi ağır hareket ediyordu. Yazdıkça gözlerinin önüne Cem’in yüzü geldi — o sert bakışların ardındaki yorgun, ama bir o kadar da güçlü adam. Her çatışmada biraz daha büyüyen bir sevgi vardı içinde. Ama bu sevgi, savaşın ortasında filizlenen bir çiçek gibiydi; her an ezilebilir, her an yok olabilirdi. Siperin öte yanında askerler sessizdi. Her biri kendi düşüncelerine gömülmüştü. Bazıları dua ediyor, bazıları uzaklara bakıyordu. Savaş, herkesten bir şey çalmıştı: bir gülümseme, bir hayal, bir sevda… Cem, harita başında oturuyordu. Elindeki kalem, bir süre çizgilerin üzerinde gezindi, sonra durdu. Kafasını kaldırıp Elif’e baktı. Onun kalem oynattığını görünce, gülümsedi. “Yine yazıyor,” diye düşündü. “Demek ki hâlâ umut ediyor.” Ama Cem’in içi rahattı diyemeyiz. Çünkü her an yeni bir emir gelebilirdi, her sabah başka bir kayıp haberiyle uyanabilirlerdi. Ve o, her kayıpta bir parçasını yitiriyordu. Elif yazmaya devam etti. > “Bazen gözlerimi kapatıyorum. Patlamaların sesi hâlâ kulaklarımda çınlıyor. Ama o an, Cem’in sesi geliyor uzaktan. ‘Buradayım’ diyor. O iki kelime, bana nefes oluyordu.” Birden siperin ilerisinden bir hareketlilik sesi duyuldu. Cem başını kaldırdı, eliyle sessiz olun işareti yaptı. Herkes silahına sarıldı. Elif de refleksle defterini kapatıp yere çömeldi. Kalbi deli gibi atıyordu. Bir dakika… iki dakika… Sessizlik. Sonra karanlıktan bir nöbetçi belirdi. “Komutanım, yanlış alarm! Bir hayvan girmiş siper hattına.” Cem derin bir nefes aldı. “Tamam,” dedi. Ama bakışları hemen Elif’i aradı. Onu köşede diz çökmüş, gözleri kapalı halde buldu. Yanına geldi, eğilip fısıldadı: “İyi misin?” Elif başını salladı, ama sesi çıkmadı. Ellerini göğsünde sıkıca kenetlemişti. Cem o ellerin titrediğini fark etti. Hafifçe tuttu, parmaklarını gevşetti. “Artık tamam,” dedi yumuşak bir sesle. “Korkma.” Elif başını kaldırdı, gözleri doluydu. “Sadece... bazen unutuyorum,” dedi kısık bir sesle. “Burada bir nefesin bile ne kadar değerli olduğunu.” Cem sessizce baktı ona. “Bu yüzden biz varız. Birbirimize hatırlatmak için.” O an, savaşın ortasında bile bir sükûnet vardı. Ne patlamalar, ne emirler… Sadece iki yürek, birbirine dokunan bir sessizlikte buluşuyordu. Sabah olduğunda, güneşin ilk ışıkları siperin duvarlarına vurdu. Gecenin karanlığını yırtar gibi bir ışık süzüldü içeri. Elif defterini açtı ve son satırına yazdı: > “Her sabah yeniden doğuyoruz, ama asla aynı insanlar olarak değil.” Cem, uzaktan onu izliyordu. Bir an için içinden geçenleri söylemek istedi. “Elif, savaş bitince seninle konuşmam gereken çok şey var,” demek istedi. Ama kelimeler dilinin ucunda takıldı. Çünkü savaşta hiçbir sözün garantisi yoktu. Elif o sırada defteri kapatıp ayağa kalktı. “Bugün cepheye gideceğim,” dedi kararlı bir sesle. Cem hemen başını kaldırdı. “Olmaz! Cephe çok tehlikeli. Dünkü saldırıdan sonra hâlâ sızmalar olabilir.” “Ben gazeteciyim, Cem. Buraya gelme sebebim bu. Gerçeği yazmazsam, olanları kim bilecek?” Cem bir an sustu. Onun o kararlılığına saygı duyuyordu ama kalbi, her an onun kaybolma ihtimaliyle sızlıyordu. “Elif… bazen bazı gerçekler, bir cana değmez.” Elif gözlerinin içine baktı. “Ama bazen de bir gerçek, bin can kurtarır.” İkisi de sustu. Aralarındaki hava ağırlaşmıştı. Elif uzaklaştı, defterini çantasına koydu. Cem ise onu izlerken yumruklarını sıktı. Bu kadının cesareti kadar inadı da vardı, ama belki de bu inadın arkasında yatan şey… sevgiydi. O an uzaktan bir patlama sesi geldi. Yer hafifçe sarsıldı. Elif durdu, gözlerini Cem’e çevirdi. Cem hemen ona doğru koştu, kolundan tuttu. “Gidemezsin,” dedi kararlı bir tonla. “Bu sadece bir haber değil, bu bir savaş. Ve ben seni kaybedemem.” Elif’in gözlerinden yaşlar süzüldü. “Cem, ben senden kaçmıyorum. Ama korkarak yaşarsak, biz zaten kaybetmiş oluruz.” Cem başını eğdi. “O zaman… yan yana savaşacağız.” Elif şaşırdı. “Ne demek istiyorsun?” “Cepheye birlikte gideceğiz. Seninle.” Elif bir an sustu, sonra gülümsedi. “O zaman yazacağım ilk cümle şu olacak: Gerçek, bazen bir yüreğin attığı yerde başlar.” Cem gülümsedi. “Ve o yürek seninki.” Güneş yükselirken, ikisi yan yana cepheye doğru yürüdü. Toprak kokusu, barut ve umut birbirine karışmıştı. Savaş onları çevreliyordu ama içlerinde büyüyen şey savaş değildi — hayattı. Güneşin doğuşuyla birlikte cephe hattı yavaş yavaş hareketlenmeye başladı. Askerler mevzilerini kontrol ediyor, sessizce hazırlık yapıyordu. Elif ve Cem, diğerlerine katılarak ilerlediler. Her adımda, toprağın kokusu biraz daha ağırlaşıyor, havada yaklaşan tehlikenin soğukluğu hissediliyordu. Elif elindeki kamerayı sıkıca kavradı. Görüntü almak istiyordu ama kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, sanki objektif bile titriyordu. Cem onun bu hâlini fark etti, sessizce yanına geldi. “Eğer korkuyorsan…” Elif hemen sözünü kesti. “Korkuyorum. Ama bu, yapmamam gerektiği anlamına gelmiyor.” Cem, onun kararlılığına hayran kalmıştı. Bu savaşta herkesin bir silahı vardı — kimisininki tüfekti, kimisininki kelimelerdi. Ve Elif’in kalemi, bazen bir kurşundan çok daha güçlüydü. Birlik ileri hatlara yaklaşırken, uzaktan hafif bir duman yükseldi. Cem hemen durdu, elini kaldırarak sessiz işareti verdi. Herkes yere çömeldi. “Keskin nişancı olabilir,” dedi alçak bir sesle. Elif nefesini tuttu. Kamerasını indirdi, Cem’e baktı. Cem, dürbününü kaldırıp dikkatle baktıktan sonra, sessizce fısıldadı: “Bir hareket var. Ama emin değilim. Buradan geçmemiz riskli.” Elif yavaşça başını salladı. “O zaman burada kalırım.” Cem hemen ona döndü. “Hayır, asla tek başına kalmayacaksın. Burası güvenli değil.” Elif’in gözleri bir an Cem’in gözlerinde takılı kaldı. O bakışların içinde hem emir vardı, hem de endişe. Savaşın içinde bile kalbinden gelen koruma isteği yüzüne yansıyordu. Birden telsizden bir ses yükseldi: “Komutan Cem! Doğu hattında yaralı var! Acil destek gerekiyor!” Cem hemen ayağa fırladı. Elif de arkasından birkaç adım attı ama Cem elini kaldırarak durdurdu. “Elif, burada kal. Lütfen.” Elif başını salladı ama gözleri Cem’in ardından ayrılmadı. Cem hızla koşarken, uzaktan bir patlama sesi yankılandı. Toprak havaya fırladı, duman gökyüzüne karıştı. Elif korkuyla olduğu yere çömeldi, kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Kamerasını eline aldı ama görüntüye bakamadı. Gözleri sadece patlamanın olduğu noktayı arıyordu. Dakikalar bir ömür gibi geçti. Sonunda Cem ve iki asker, kollarında bir yaralıyla döndüler. Cem’in yüzü is ve toz içindeydi ama gözleri hâlâ dimdikti. Elif derin bir nefes aldı, gözlerinden yaşlar süzüldü. “İyisin…” dedi kısık bir sesle. Cem, hafifçe başını salladı. “Henüz.” Sonra yaralıyı yere yatırarak sağlık ekibine işaret etti. O sırada Elif kamerayı kaldırdı, titreyen sesiyle konuştu: > “Bu, savaşın en sessiz anlarından biri. Kimse ağlamıyor, kimse bağırmıyor. Ama her yüz, bin kelimeden daha çok şey söylüyor. Burada kaybedilen sadece hayatlar değil, bir daha asla eskisi gibi olmayacak ruhlar.” Cem bu sözleri duyunca başını ona çevirdi. Elif’in gözlerinde hem korku hem de inanılmaz bir kararlılık vardı. “Sen gerçekten buranın hikâyesini yazıyorsun,” dedi sessizce. Elif başını salladı. “Çünkü birilerinin bunu bilmesi gerek. Bu savaşın sadece mermilerden ibaret olmadığını.” Cem gülümsedi, elleriyle yüzündeki kiri sildi. “Belki bir gün… senin kaleminden çıkan bu hikâye, başka bir savaşın başlamasını engeller.” Elif, gözyaşlarını saklamadan cevap verdi: “Umarım. Çünkü hiçbir savaş, bir annenin duasına değmez.” O an Cem, bir anlık bir dürtüyle onun eline dokundu. Sessiz, kısa ama gerçek bir temas. Elif, başını kaldırıp ona baktı. Sanki o dokunuşta söylenmemiş bin kelime gizliydi. Güneş ufka doğru eğilirken, gökyüzü kızıl bir renge büründü. Cem ve Elif, yan yana çömelip uzaklara baktılar. Patlamaların yankısı kesilmişti ama içlerindeki çarpıntı hâlâ sürüyordu. Elif fısıldadı: “Bir gün biter mi, Cem?” Cem kısa bir sessizlikten sonra yanıtladı: “Her savaş biter, Elif. Ama içimizdekiyle yüzleşene kadar değil.” O an, uzaklardan gelen bir ezan sesi yankılandı. İkisinin de gözleri ufka takılı kaldı. Savaşın ortasında bile bir umut ışığı yanıyordu — sessiz, kırılgan ama gerçek.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE