BÖLÜM 32- ÇÖKÜŞ

1317 Kelimeler
Sığınak, yerin altındaki bir mezar gibi sarsılıyordu. Beton parçaları tavandan kopup yere düşerken kulakları sağır eden bir uğultu yayıldı. Elif, Cem’in elini tutmaya çalıştı ama onun bedeni donmuş gibiydi. Gözleri kapalı, alnı ter içinde, sanki görünmez bir savaşın tam ortasındaydı. “Cem! Kendine gel!” diye bağırdı Elif, sesi enkazın çığlığına karıştı. Ama Cem duymuyordu. Onun zihninde başka bir savaş vardı. Karanlığın içinde tek başına yürüyordu. Göz alabildiğine siyah bir boşluk… Ne ses vardı, ne de ışık. Sadece uzaklarda yankılanan kendi adımları. Sonra birden, bir çocuğun ağlama sesi duyuldu. Cem irkilerek başını çevirdi. Karşısında, 10 yaşındaki hali duruyordu. O günkü yırtık gömleği, dizlerindeki kanlı yaralar, yüzündeki korku ifadesi… “Beni neden yalnız bıraktın?” dedi küçük Cem. “O gece, annemin çığlığını susturan sen değil miydin? Kaçtın, gizlendin, sonra hiç dönmedin.” Cem’in boğazı düğümlendi. “Ben… ben çocuktum. Ne yapabilirdim?” Ama küçük Cem, gözlerinde öfkeyle bağırdı: “Susmak da bir seçimdir!” Elif’in elleriyle omuzlarından sarsmaya çalıştığı Cem’in dudaklarından istemsizce kelimeler dökülüyordu. “Ben… çocuktum…” Elif, ne olduğunu anlamasa da sesindeki acıyı hissediyordu. “Cem, sen suçlu değilsin! Geçmiş seni değil, sen geçmişini taşıyorsun!” Kerem, tünelin diğer ucunda çökmekte olan betonlarla uğraşıyor, bir çıkış yolu açmaya çalışıyordu. Ama göz ucuyla Cem’in halini görüp öfkeyle bağırdı: “Bırak o saçmalıkları Elif! Eğer çıkamazsak hepimiz öleceğiz!” Ama Elif biliyordu; Cem’i oradan çıkarmadan hiçbir yere gidemezdi. Karanlığın içinde bu kez farklı bir yüz belirdi. O yüz, Cem’in yetişkin hâline çok benziyordu ama daha soğuk, daha taş gibi bir ifadeyle ona bakıyordu. Elinde bir tabanca vardı. “Görev için yaşadın, görev için öldürdün. Onlar sana emir verdi, sen yerine getirdin. Hiç sorgulamadın.” Cem öfkeyle yumruklarını sıktı. “Ben askerim. Emirleri sorgulamak… ihanettir.” “Hayır,” dedi öteki Cem. “Bu sadece korkaktır.” Bir anda etraflarındaki boşluk değişti. Bir masa… üzerinde dosyalar, isimler, fotoğraflar. Cem, o gece imzaladığı dosyayı gördü. Elif’in ismi en baştaydı. “Eğer gerçekten sevseydin, bu kağıda imza atar mıydın?” diye fısıldadı karanlık Cem. Cem’in kalbi sıkıştı. O an, içindeki tüm duvarlar yıkıldı. “Cem! Lütfen dön!” diye bağırdı Elif, gözyaşları yüzünden akıyordu. Onun sesi, karanlığı yarıp Cem’in zihnine ulaştı. Cem başını kaldırdı. Dosyanın üzerindeki kalem ağırlaştı, elleri titredi. Sonra gözlerini sımsıkı kapadı. “Hayır! Ben artık sen değilim!” Bir çığlık attı ve dosya alev aldı. Karanlık Cem’in yüzü çarpıldı, ardından siyaha karışarak yok oldu. Sığınağın içinde Cem, boğazına kadar nefes nefese doğruldu. Elif onu kollarından tuttu. “Buradasın… geri döndün…” dedi hıçkırıklarla. Ama tam o anda, yer yeniden sarsıldı. Kerem, bağırarak onlara seslendi: “Çıkışı buldum! Ama hızlı olmalıyız, yoksa gömülürüz!” Cem, hâlâ ter içinde, kısık bir sesle cevap verdi: “Hayır… artık kaçmak yok. Bu çöküş sadece duvarların değil, bizim de kaderimizin çöküşü. Eğer bugün yüzleşmezsek, yarınımız olmayacak.” Elif’in gözleri büyüdü. Onu ilk defa bu kadar kırılgan ve aynı anda bu kadar kararlı görüyordu. Sığınak çökerken, üçü de karar vermek zorundaydı: Çıkışı kullanıp geçmişten kaçmak mı, yoksa karanlıkla yüzleşip gerçek savaşı başlatmak mı? Sığınak yerle bir oluyordu. Tavandan düşen taşlar, çelik kirişlerin uğultusu ve toz bulutunun içinde yankılanan öksürük sesleri birbirine karışmıştı. Elif, Cem’in elini sımsıkı tutmuştu — onu bırakırsa her şeyin biteceğini hissediyordu. Kerem, elleriyle tünel duvarını kazarken geriye dönüp bağırdı: “Komutanım, artık zaman yok! Bu duvar çökerse hepimiz burada kalırız!” Ama Cem hâlâ hareketsizdi. Gözleri karanlığa, çöken duvarın ötesine odaklanmıştı. “Elif… eğer bugün buradan sağ çıkarsak, o dosyayı bulmam gerek.” Elif irkildi. “Ne dosyası?” Cem’in sesi neredeyse bir fısıltıydı. “Beni buraya gönderen emirlerin altındaki imzayı buldum… o imza bana aitti.” Elif bir an nefes alamadı. “Ne diyorsun sen? O imkânsız!” “Hayır,” dedi Cem, başını öne eğerek. “Birisi benim kimliğimi, şifremi, mühür kodumu kullanmış. Her şeyi benim üzerime yazmışlar. Tüm bu operasyon… bizi yok etmek içinmiş.” Elif’in kalbi sıkıştı. “Yani… hain senmişsin ama aslında sen değilsin…” Cem acı acı gülümsedi. “Evet. Beni kendi gölgemle suçladılar.” O sırada duvarın bir bölümü çatladı, Kerem bir adım geri sıçradı. “Komutanım! Bu duvar beş saniye bile dayanmaz!” Cem Elif’e döndü. Gözlerinde, hem karanlığın izleri hem de kararın ağırlığı vardı. “Buradan çıkarsak… artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Elif elini uzattı, Cem’in yüzündeki kanı sildi. “Zaten hiçbir şey eskisi gibi değil, Cem. Biz o ilk kaybımızla her şeyi değiştirdik.” Toz bulutu içinde birbirlerine baktılar. Sonra Cem, derin bir nefes aldı, elini Kerem’e uzattı. “Tamam, çıkıyoruz.” Kerem duvarın zayıf noktasına omzunu dayadı, Cem de ona katıldı. Birlikte bastırdılar. Metal gıcırdadı, taşlar döküldü, sonunda dar bir aralık açıldı. Soğuk gece havası içeri doldu. Üçü de nefes nefese dışarı çıktığında, gökyüzü kan kırmızısıydı. Uzakta kamp alevler içindeydi. Elif başını kaldırdı. “Bunu yapanlar hâlâ orada…” Cem silahını kavradı. “Ve artık kim olduklarını biliyorum.” Rüzgar, sanki yerin altından gelen bir uğultu gibi esti. Elif, o uğultunun içinden bir ses duydu: > “Yüzleşmeden kurtuluş yok…” Başını çevirdi, ama kimse yoktu. Sadece gökyüzünde yanıp sönen kırmızı ışıklar. Cem, sessizce yürümeye başladı. “Bu savaş artık emirlerle değil, vicdanla verilecek.” Ve arkasında kalan sığınak… tamamen çöktü. Toz bulutu geceye karışırken Elif hissetti — bu sadece bir başlangıçtı. Rüzgârın uğultusu yerini uzaktan gelen helikopter seslerine bırakmıştı. Gökyüzünde parlayan arama ışıkları, yanan kampın dumanı arasında süzülüyor, her ışık huzmesi bir anlığına yüzlerini aydınlatıp yeniden karanlığa gömüyordu. Cem, gözlerini kısarak ufka baktı. “Bizi arıyorlar,” dedi. “Ama bu kez kurtarmak için değil.” Kerem şaşkınlıkla döndü. “Ne demek bu komutanım?” Cem, yavaşça başını kaldırdı. “Onlar… artık bizi hedef olarak işaretledi.” Elif’in kalbi sıkıştı. “Ama neden? Biz düşmanı durdurmaya çalışıyoruz!” Cem dişlerini sıktı. “Çünkü biz artık onların planını öğrendik.” Bir an sessizlik oldu. Sadece uzaklarda patlayan mühimmat sesleri duyuluyordu. Cem, elini cebine attı ve önceki bölümde bulduğu küçük vericiyi çıkardı. “Bu cihazın kaynağını izledim. Şifreleri bizim karargâhtan biri koymuş. Ve kodlar, Asım Yüzbaşı’nın imza hattına ait.” Kerem’in yüzü soldu. “Yani Asım…?” Cem başını öne eğdi. “Henüz emin değilim. Ama birisi onun adını kullanıyor ya da o her şeyin içindeydi.” Elif’in zihni dönüyordu. Günlerdir hissettiği tüm gariplikler bir araya gelmeye başlamıştı. “Peki o zaman Elif’in kaçırılması… o da mı bu planın parçasıydı?” Cem, onun gözlerine baktı. “Evet. Seni kullanarak beni yönlendirdiler.” Elif geriye bir adım attı, kalbi hızla çarpmaya başladı. “Yani… beni yem olarak mı kullandılar?” Cem elini uzattı, onun bileğini tuttu. “Sen asla bir yem olmadın. Ama seni öyle göstermek istediler. Çünkü ben seni korumaya çalıştıkça onların oyununa düştüm.” Elif’in gözlerinden yaşlar süzülürken, uzaktan bir sinyal sesi yankılandı. Kerem telsizini açtı, cızırtı dolu bir ses içinden bir kelime zor duyuldu: > “Teslim olun…” Sonra hat kesildi. Cem, başını kaldırıp gökyüzündeki helikopterlere baktı. “Bizi buldular.” Kerem silahını kavradı. “Ne yapacağız?” Cem’in sesi buz gibiydi. “Artık kimseye teslim olmayacağız.” Elif, onun gözlerine baktığında o eski Cem’i göremedi — bu, artık emir alan değil, kendi kaderini yazmaya başlayan bir adamdı. O anda, arama ışıklarından biri doğrudan üzerlerine çevrildi. Göz kamaştırıcı beyazlık içinde Cem bağırdı: “Dağılın! Ağaçların altına!” Mermiler yağmaya başladı. Kerem yere atladı, Elif’i kolundan çekti. Cem, bir kayanın arkasına sığındı, silahını kaldırdı ve gökyüzüne ateş etti. Ama helikopterlerin sayısı artıyordu. Elif, çantasından defterinin yırtık sayfalarına sarıldı. “Bunu bitirmem lazım,” dedi kendi kendine. “Gerçekleri yazmadan gitmeyeceğim.” Cem onun yanına eğildi. “Yazacaksın. Ama önce hayatta kalacağız.” Helikopterlerin sesi artarken, dağın eteklerinden bir patlama yankılandı. Gökyüzü bir anda alevle aydınlandı. Kerem başını kaldırdı. “Biri onlara saldırıyor!” Cem gözlerini kıstı. “Hayır… bu başka bir birlik değil. Bu, içeriden biri.” Ve patlamanın ardından yükselen dumanın içinde, uzak bir tepede bir siluet belirdi. Elinde dürbün vardı. Yüzü seçilemiyordu ama omzundaki işaret… tanıdıktı. Elif fısıldadı: “Bu… Asım mı?” Cem’in sesi kısıktı, ama kararlıydı: “Hayır. O, Asım’ın gölgesi.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE