BÖLÜM 12- UMUT IŞIĞI

1112 Kelimeler
Sabahın ilk ışıkları hastanenin pencerelerinden içeri süzülürken, koridorlardaki ağır hava yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Gecenin sessizliğini bastıran sirenler, acil servisin koşuşturmaları ve makinelerin kesik kesik bip sesleri hâlâ devam ediyordu ama Elif için dünya bambaşka bir hâl almıştı. Çünkü Cem gözlerini açmıştı. Elif, odanın içinde sessizce oturuyor, Cem’in yüzünü seyrediyordu. Yıllar boyunca savaş bölgelerinde, enkaz altında kalan çocuklara, sevdiklerinin cenazesini elleriyle taşıyan insanlara şahit olmuştu. Ama hiçbir hikâye bu kadar kalbine işlememişti. Cem’in solgun yüzünde beliren küçücük tebessüm bile ona dünyanın en büyük mucizesi gibi geliyordu. Kapı usulca aralandı. Hemşirelerden biri elinde bir tepsiyle içeri girdi. Serumları kontrol etti, Cem’in ateşini ölçtü ve ardından Elif’e dönerek gülümsedi. “Şimdilik durumu stabil. Ama çok yorgun, uyuması gerekiyor. Sizin de biraz dinlenmeniz lazım.” Elif başını salladı ama gözlerini Cem’den ayırmadı. “Ben buradayım. Yanından ayrılmam.” Hemşire anlayışla başını eğdi ve sessizce odadan çıktı. Elif yalnız kalınca, Cem’in elini tekrar ellerinin arasına aldı. Parmaklarının sıcaklığını hissetmek, onu hâlâ hayatta olduğuna ikna ediyordu. Birden Cem’in dudakları hafifçe kıpırdadı. Ses zayıf, neredeyse duyulmazdı ama Elif kulaklarını ona yöneltti: “Sen… iyi misin?” Elif’in gözleri doldu. Boğazındaki düğümü zorla yutkunarak açtı. “Ben iyiyim. Sen merak etme. Senin yanında olmak bana güç veriyor.” Cem’in göz kapakları ağır ağır kapandı. Elif, paniklemek üzereydi ama doktorun sözleri aklına geldi: “Dinlenmesi gerek.” İçini derin bir nefesle rahatlattı, Cem’in alnına usulca dokundu. “Uyu… Ben buradayım. Hiçbir yere gitmeyeceğim.” O anda, Elif’in kalbine sızan bir düşünce vardı: Bu savaş sadece cephede değil, hastane odalarında da sürüyordu. Ve o, bu savaşın tam ortasında Cem için en büyük siper olmaya karar vermişti. Elif başını sandalyeye yasladı. Uykusuzluktan göz kapakları ağırlaşsa da beyninde tek bir görüntü dönüp duruyordu: Cem’in gözlerini açıp onun adını fısıldayışı. O küçücük kelime, kalbine bir yıldırım gibi düşmüştü. Hayatında defalarca ölümle burun buruna gelmiş, nice insanın son nefesini kaydetmişti. Ama hiçbir an, bu kadar güçlü bir yaşama sevinciyle dolmamıştı. Hastane koridorlarında askerlerin ayak sesleri yankılanıyordu. Bazıları yaralı arkadaşlarını görmek için gelmiş, bazıları da Cem’in durumunu merak ediyordu. Kapının önünde nöbet tutan genç bir er, Elif’e selam verdi. Yorgun gözlerine rağmen dimdik duruyordu. “Komutanımızın iyiye gittiğini duydum. Allah şifa versin.” Elif başıyla teşekkür etti. İçten bir gülümseme dudaklarına yayıldı. “İyi olacak. Hepinizin duasıyla, umuduyla ayağa kalkacak.” O an, askerle göz göze geldiğinde Elif kalbinde başka bir ağırlık hissetti. Cem sadece onun değil, bütün birliğin umuduydu. Onun ayağa kalkması demek, cephede dimdik durmak demekti. Ve Elif, böylesine büyük bir sorumluluğun Cem’in omuzlarında olduğunu görüp ürperdi. Ama aynı zamanda gurur duydu. Zaman ağır ağır ilerledi. Gün boyu Cem uyudu, sadece arada hafif hareketlerle varlığını belli etti. Elif her defasında elini tutarak onun yanında olduğunu hatırlattı. Öğleye doğru doktor tekrar geldi. Cihazların değerlerini kontrol etti, Cem’in solgun yüzüne dikkatle baktı. “Vücudu toparlıyor. Ama uzun bir tedavi süreci olacak. Henüz ayağa kalkmasını beklemeyin.” Elif başını salladı. “Ben sabırlıyım. Yeter ki yaşasın.” Doktor ona onaylar bir bakış attı. “Bu süreçte sizin gibi güçlü birinin yanında olması çok kıymetli. Bazen sevgi, ilaçtan daha etkilidir.” Doktor çıkınca Elif’in gözleri doldu. İçinden geçenleri fısıldadı: “Sevgi değil… Bu, benim var oluş sebebim. Onsuz hiçbir şeyin anlamı yok.” Akşamüstü odanın içine kızıllık doldu. Pencereden sızan gün batımı ışıkları Cem’in yüzüne vurduğunda, Elif sanki kalbinin derinliklerine işleyen bir tabloyla karşı karşıya kaldı. Onun sessiz, huzurlu hali Elif’e umut veriyordu. Sandalyeden kalktı, başını yatağın kenarına koydu. Cem’in ellerine dudaklarını dayadı. İçinden yükselen tek bir dua vardı: “Allah’ım, bana bu mucizeyi tamamla.” Bir süre sonra Cem’in göz kapakları titredi. Elif hemen doğruldu. Bu kez bakışları daha netti. Elif’in yüzüne odaklandığında dudakları kıpırdadı. “Burası… neresi?” Elif’in gözlerinden yaşlar aktı, ama sesini güçlü tutmaya çalıştı. “Hastanedesin. Güvendesin. Kurtuldun.” Cem derin bir nefes aldı. “Askerlerim…” “Onlar iyi,” dedi Elif hemen. “Bir kısmı senin kadar şanslı değil ama çoğu hayatta. Hepsi seni soruyor.” Cem gözlerini kapadı, yüzüne bir huzur geldi. Fısıltıyla söyledi: “Şükür…” Elif elini sıktı. “Şükredecek çok şeyimiz var. Ben senin yanındayım. Bundan sonra yalnız değilsin.” Cem’in gözleri yeniden Elif’e döndü. Solgun, ama kararlı bir ışık taşıyordu. “Sen olmasaydın… Belki de bu sabahı göremezdim.” Elif boğazındaki düğümü zor yuttu. “Hayır. Senin yaşama tutunma gücün var. Ben sadece… senin yanında durdum.” Bir sessizlik çöktü. Yalnızca makinelerin ritmik sesi vardı. Ama bu sessizlik, aralarındaki bağı daha da derinleştirdi. Gece çöktüğünde Elif odada küçük bir defter çıkardı. Yıllardır savaş bölgelerinde notlar almış, tanıklık ettiği anıları satırlara dökmüştü. Ama bu kez kalemi farklı bir amaç için eline aldı. Cem’in yanında otururken, satırlara şunları yazdı: “Bugün hayatın anlamını öğrendim. Ölümün kol gezdiği bir yerde, bir tek kelimenin bile mucize olduğunu gördüm. ‘Elif’ dedi bana… Ve ben o an yeniden doğdum. Bundan sonra hiçbir satır tarafsız olmayacak. Çünkü kalemim onun için yazacak.” Kalemi titreyerek bıraktı. Defteri kapadı. Başını Cem’in yanına eğdi, sessizce fısıldadı: “Sana söz veriyorum. Ne bu savaş, ne zaman… Hiçbir şey bizi ayıramayacak.” Cem gözlerini kapatsa da dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Sanki Elif’in sözlerini duymuştu. O an Elif şunu biliyordu: Bu sadece bir aşk değil, aynı zamanda bir direnişti. Savaşın ortasında yeşeren bir umut, ölümün gölgesinde açan bir çiçekti. Ve bu çiçek, hiçbir fırtına tarafından koparılamayacaktı. Gece yarısına doğru odanın sessizliği Elif’i düşüncelerine boğdu. Cem uyuyordu ama yüzündeki huzur, onun içindeki fırtınaları yatıştırmaya yetmiyordu. Elif gözlerini pencereye çevirdi. Dışarıda yıldızlar görünmüyordu, gökyüzü bulutlarla kaplıydı. “Ne garip,” diye düşündü. “Gökyüzü bile onun acısını paylaşıyor sanki.” Birden kapı hafifçe aralandı. İçeri giren hemşire, Elif’in hâlâ başında beklediğini görünce kaşlarını kaldırdı. “Hâlâ uyumadınız mı?” Elif gülümsedi ama yorgunluğu gizleyemedi. “Uyuyamam. Gözlerimi kapatsam bile kalbim uyanık kalıyor.” Hemşire ona anlayışla baktı. “Aşk böyle bir şey işte. İnsan kendi uykusundan bile vazgeçer.” Bu sözler Elif’in kalbine dokundu. Sessizce başını salladı. Hemşire, serum şişelerini kontrol ettikten sonra çıkarken Elif’e dönüp ekledi: “Merak etmeyin. O güçlü biri. Siz de güçlüsünüz. Birbiriniz için ayakta kalacaksınız.” Kapı kapandığında Elif derin bir nefes aldı. Elini Cem’in elinin üzerine koydu. Bu defa onun sessizliğini kendi kalp atışlarıyla doldurdu. Ve fısıldadı: “Evet… Biz birbirimiz için ayakta kalacağız.” Cem’in kaşları hafifçe kıpırdadı, dudaklarında belli belirsiz bir hareket oldu. Elif onun bu tepkisini görünce kalbine umut doldu. Belki de bilinçsizce bile olsa sözlerini duyuyordu. Gece boyu Elif hiç uyumadı. Cem’in nefes alışlarını izledi, makinelerin ışıklarını kontrol etti, bazen dua etti, bazen de içinden ona hayaller kurdu: “İyileşeceksin. Belki bir gün bu savaş bitecek. Belki bir gün barışta, sessiz bir şehirde yan yana yürüyebileceğiz. Belki…” Elif, gözlerinden süzülen yaşlarla gülümsedi. Çünkü artık biliyordu: Bu aşk, savaşın ortasında doğmuş olsa da, barışın en güçlü temeli olacaktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE