BÖLÜM 11- SESSİZ NÖBET

1012 Kelimeler
Hastanenin koridorları geceye gömülmüştü. Acil servisten gelen telaşlı ayak sesleri, arada bir yankılanan anonslar ve makine bipleri dışında her şey sessizdi. Ama Elif için zamanın sesi bambaşkaydı; her saniye kalbinin çarpışına eşlik eden derin bir bekleyişti. Yoğun bakımın kapısında, ahşap bir bankta oturuyordu. Günlerdir uykusuzdu ama gözlerini kapatamıyordu. Ne zaman başı önüne düşse, Cem’in yüzü gözlerinin önünde beliriyor, onun nefesini kaybetme korkusuyla irkilip uyanıyordu. Kafasını ellerinin arasına alıp derin bir nefes verdi. “Bir muhabirim… Yıllardır savaş bölgelerinde haber yaptım. Ölümü gördüm, kanı gördüm. Ama hiçbirinde bu kadar korkmadım. Çünkü hiçbirinde kalbim bu kadar bağlı değildi…” Kapının küçük camına gözlerini dikti. İçeride doktorların gölgeleri görünmüyordu artık. Sadece makinelerin düzenli sesi dışarı sızıyordu. Bu ses, Elif için bir şarkı gibiydi; Cem’in hâlâ yaşadığını fısıldayan umut melodisi. Koridorda adımlar yankılandı. Tim komutanı Asım Yüzbaşı yaklaşmıştı. Üzerinde hâlâ toz ve kan izleri vardı. Elif’in yanına oturdu. Bir süre sessizce bekledi. Sonra derin bir sesle konuştu: “Güçlüymüş o delikanlı… Birçok asker o yarayla geri dönemezdi.” Elif’in gözleri doldu. “Güçlü… Ama tek başına değil. Onun yanında olmak zorundayım.” Asım Yüzbaşı, gözlerini yere indirdi. “Senin burada olman bile ona nefes oluyor. Bunu biliyorum.” Asım Yüzbaşı, dizlerinin üzerinde ellerini birleştirip uzun süre sustu. Yüzündeki çizgiler savaşın ağırlığını taşıyordu. Sonunda derin bir nefes aldı: “Biz burada her gün ölümle burun burunayız, Elif. Arkadaşlarımızı toprağa veriyoruz, yaralılarımızı kollarımızda taşıyoruz. Ama hiçbirimiz alışmıyoruz. İnsan buna alışamaz. Bazen tek tutunduğumuz şey, geride bıraktıklarımız oluyor. Aile, sevdiğimiz birinin yüzü… Cem’in burada kalma sebebi de sensin, biliyor musun?” Elif başını kaldırıp şaşkınlıkla ona baktı. “Ben mi?” Yüzbaşı başını eğdi, gözlerinde yumuşak ama kararlı bir bakış vardı. “O çocuk, seninle karşılaştıktan sonra başka biri oldu. Daha dirayetli, daha umutlu. Öncesinde de cesurdu ama seninle tanıştıktan sonra kalbine farklı bir güç geldi. Bunu sadece ben değil, timdeki herkes fark etti.” Elif’in gözleri doldu. Boğazında düğümlenen kelimeleri zorla fısıldadı: “Ben onun yanında olamadım… O vurulduğunda sadece izledim. Keşke elimden daha fazlası gelseydi.” Asım Yüzbaşı başını iki yana salladı. “Hayır. Sen oradaydın. Onun yanında olmak bile bir asker için en büyük güçtür. Biz çoğu zaman kanımız toprağa karışırken yalnız kalıyoruz. Ama Cem senin sesini duydu, elini hissetti. Belki de bu yüzden hâlâ nefes alıyor.” Elif, ellerini yüzüne kapadı. Sessizce ağladı. Asım Yüzbaşı, onun omzuna hafifçe dokundu. “Gözyaşın zayıflık değil. Bunu unutma. Ama şimdi ayakta kalmak zorundasın. Çünkü Cem gözlerini açtığında ilk seni görmek isteyecek.” Elif başını salladı, gözlerini sildi. “Onu bırakmayacağım. Asla…” Yüzbaşı ayağa kalktı, adımlarını ağır ağır uzaklaştırdı. Koridorun sessizliğinde sadece Elif’in nefesleri ve makinelerin ritmik sesleri kalmıştı. Gece ilerledikçe Elif’in zihni onu yıllar öncesine götürdü. Üniversite yıllarında ilk defa savaş bölgelerine haber yapmak için çıktığında yaşadığı korkular, ailesinin “Gitme” diye yalvarışları, ama onun mesleğine olan tutkusu… Hepsi gözlerinin önünden geçti. Ama hiçbir anısı Cem kadar güçlü değildi. Cem’in bakışları, gülüşü, o koruyucu tavrı… Sanki kalbinin etrafında ördüğü duvarları bir bir yıkmıştı. Elleriyle dizlerini kavradı, başını duvara yasladı. Gözleri kapalı, kalbi açık bir dua etti: “Allah’ım, senin adını defalarca tehlikenin ortasında haykırdım. Beni hep korudun. Ama bu kez kendim için değil, onun için yalvarıyorum. Onu bana bağışla.” Sabaha karşı koridorda ayak sesleri duyuldu. Elif başını kaldırdı. Yoğun bakımın kapısı aralandı ve hemşirelerden biri çıktı. Elif’in yanına geldi, yumuşak bir tebessümle konuştu: “Birazdan uyandırmayı deneyecekler. Hazırlıklı olun.” Elif’in kalbi hızlandı. Dizlerinin bağı çözülecek gibi oldu ama toparlandı. Ellerini birbirine kenetledi. “Gerçekten… gözlerini açabilir mi?” Hemşire başını salladı. “Henüz kesin değil. Ama tepki vermeye başladı. Bu çok büyük bir adım.” Elif’in gözlerinden yaşlar aktı. Sessizce fısıldadı: “Dayan Cem… Az kaldı. Lütfen bana dön.” Dakikalar sonra yoğun bakımın kapısı açıldı. İçeriden doktorun sesi geldi: “Yakınını içeri alın, yanına gelsin.” Elif’in kalbi yerinden çıkacak gibi çarptı. Adımları titreyerek atıyordu ama gözlerinde kararlı bir ışık vardı. Kapıdan içeri girdiğinde bembeyaz ışıklar gözlerini kamaştırdı. Oda sessizdi, sadece cihazların sesi yankılanıyordu. Cem yatakta hareketsizdi ama yüzü daha canlı görünüyordu. Doktor ona dönüp başını salladı. “Yanında konuşun. Sesinizi duyması önemli.” Elif sedyenin yanına geldi. Dizlerinin bağı çözülmüş gibi yatağın kenarına tutundu. Cem’in ellerini avuçlarının içine aldı. Dudakları titreyerek konuştu: “Cem… Ben buradayım. Hiçbir yere gitmedim. Gözlerini aç, ne olur… Bana dön.” Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Cem’in parmakları çok hafif kımıldadı. Elif’in nefesi kesildi, kalbi bir anlığına durdu sandı. Gözlerinden yaşlar boşaldı. “Evet… İşte böyle. Hadi… Dayan, aç gözlerini.” Cem’in göz kapakları titredi. Doktor ve hemşireler dikkat kesildi. Ardından yavaşça aralandı. Gözleri bulanık, ışığa alışmaya çalışan bir ifade taşıyordu. Ama o an Elif’in yüzünü seçti. Dudakları aralandı, boğuk ve kısık bir ses çıktı: “Elif…” Elif’in gözlerinden sel gibi yaş aktı. Elini onun yanağına koydu. “Evet, benim. Buradayım. Senin yanındayım.” Cem gözlerini tam açamasa da gülümsemeye çalıştı. “Sen… beni bırakmadın.” Elif başını iki yana salladı. “Asla bırakmam. Ne olursa olsun yanında olacağım.” Doktor yanına gelip cihazlara göz attı, sakin ama umut dolu bir sesle konuştu: “Gayet iyi tepki verdi. Bu, hayata tutunmak istediğinin işareti. Şimdilik konuşmasına izin vermeyin, dinlensin.” Elif başını salladı ama gözlerini Cem’den ayıramadı. Kalbinin derinliklerinde hissettiği şey artık çok netti: Bu adam onun için sadece bir haber kaynağı ya da bir asker değildi. O, hayatının anlamıydı. Ve onu yaşatmak için elinden geleni yapacaktı. Elif, Cem’in elini bırakmaya kıyamıyordu. Doktorlar odadan çıkınca yoğun bakımın sessizliği onları yalnız bıraktı. Elif’in kalbine işleyen o kısacık “Elif…” sözü, yılların bütün acısını, korkusunu, umudunu tek bir nefeste eritmişti. Saatlerce yanında otursa da yorulmazdı, çünkü artık biliyordu: Cem hayata dönüyordu. O an, içerideki makinelerin ritmik sesiyle kendi kalbinin atışı aynı ritimde çarpıyordu. Bu uyum, kaderin çizdiği bir bağ gibi hissettirdi ona. Cem’in yanaklarına düşen solgun ışık, sanki umutla boyanıyordu. Elif başını eğdi, onun alnına hafifçe dokundu. “Sana söz veriyorum,” dedi fısıldayarak, “bir daha yalnız kalmayacaksın.” Dışarıda gün ağarmaya başlamıştı. Ufuk çizgisinden sızan ilk ışık, yıllardır sürmekte olan karanlığın ardına düşen küçük bir zaferdi. Elif, sabahın doğuşuna baktığında, içinden tek bir şey geçti: Belki de bu sadece Cem’in değil, kendi yeniden doğuşlarının da başlangıcıydı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE