BÖLÜM 39- SESSİZLİĞİN NABZI

1052 Kelimeler
Yağmur dinmişti, ama ormanın içi hâlâ nemliydi. Her adımda toprak hırıltıyla nefes alıyor gibiydi. Elif, Cem’in kolunu omzuna dolamış, neredeyse tüm ağırlığını taşır hâlde ilerliyordu. Serdar önden gidiyor, arada bir geriye dönüp yollarını kontrol ediyordu. “Nefesin nasıl?” diye fısıldadı Elif. Cem başını hafifçe salladı, sesi kısılmıştı. “İyiyim… biraz… sersemim sadece.” Kan kaybı onu zorluyordu, adımları yavaşlamıştı. Sonunda Serdar eliyle işaret etti: “İleride mağara gibi bir oyuk var. Geçici sığınak olur.” İçeri girdiklerinde hava serindi ama kuru sayılırdı. Elif Cem’i dikkatlice yere oturttu. Yağmurun sesi uzaktan, yankı gibi duyuluyordu. Elif çantasını açtı, küçük ilk yardım setini çıkardı. Elleri titriyordu ama zihni berraktı. Cem sessizce onu izliyordu. Elif turnikeyi çözüp yarayı temizlemeye başladığında, Cem dişlerini sıkarak başını geriye yasladı. “Dayan,” dedi Elif, sesinde hem korku hem de öfke vardı. “Bu senin yüzünden değil… sakın öyle düşünme.” Cem gözlerini açtı, ona baktı. “Bunu söylüyorsun çünkü hâlâ inatla beni suçlamaktan vazgeçmedin.” Elif başını kaldırmadan cevap verdi: “Hayatta kalmanı istiyorum, bu kadar basit.” “Hayatta kalırsam, senin yüzünden olacak,” dedi Cem alçak sesle. “Bunu biliyorsun, değil mi?” Elif’in elleri bir an durdu. Göz göze geldiklerinde aralarındaki sessizlik, dışarıdaki fırtınadan daha gürültülüydü. Cem’in nefesi kesikti ama gözleri hâlâ inatçıydı. Elif’in dudakları aralandı ama kelimeler çıkmadı. O an, dışarıdan bir gök gürültüsü yankılandı — ve Elif refleksle irkildi. Elini Cem’in göğsüne koydu, “Şşş… tamam, geçti,” dedi fısıltıyla. Parmaklarının altında Cem’in nabzı atıyordu. Hızlı ama kararlı. Cem elini kaldırdı, Elif’in bileğine dokundu. “Sen… korkmuyorsun artık,” dedi. Elif gülümsedi, yorgun bir gülümsemeyle. “Korkunun faydası yok. Artık öyle bir yerdeyiz ki… ya korkusuz olacağız, ya da öleceğiz.” Bir an sessizlik oldu. Yalnızca nefeslerinin ritmi duyuluyordu. Sonra Cem, hafifçe doğrulmaya çalıştı. Elif elini uzattı, onu durdurmak istedi ama Cem tutup onu kendine doğru çekti. Elif dengesini kaybedip onun göğsüne kapandığında, zaman bir anlığına durdu. Cem’in alnı onun alnına değdi. Yağmurun dışarıdaki sesi, kalplerinin atışına karıştı. “Eğer… bir gün bu karanlıktan çıkarsak…” dedi Cem nefes nefese, “Beni hâlâ bu hâlimle hatırlayacak mısın?” Elif’in gözleri doldu. “Beni buraya getiren sensin, Cem. Artık hiçbir şeyi unutamam.” Bir süre öylece kaldılar. Dışarıda fırtına dinmiş, yalnızca uzaklardan rüzgarın uğultusu geliyordu. Elif, yarayı yeniden sardıktan sonra sessizce arkasını döndü, ateş yakmaya koyuldu. Ama kalbi hâlâ göğsünde hızlı hızlı atıyordu. Çünkü o an, farkında olmadan birbirlerinin kaderine adım atmışlardı.Elif küçük bir ateş yakmayı başardığında, mağaranın içi sıcak bir amber tonuna büründü. Alevlerin duvarlarda dans eden ışığı, Cem’in yüzündeki yorgunluk çizgilerini daha da belirginleştiriyordu. Elif sessizce oturup ateşi izlemeye başladı; dudakları titriyordu ama artık soğuktan değil, içinde kabaran duygulardandı. Cem’in sesi sessizliği deldi. “Sen… neden bu kadar ısrar ettin gelmekte?” Elif başını kaldırdı, gözleriyle ona baktı. “Çünkü artık sadece bir haberi değil, seni de yarım bırakmak istemedim.” Bu söz, Cem’in zihninde yankılandı. Onca savaş, kayıp, ölüm… hiçbiri bu kadar ağır gelmemişti. Çünkü ilk kez birinin onun için bu kadar cesurca konuştuğunu duyuyordu. Cem, bir an sustu, sonra alçak sesle konuştu: “Benim dünyam karanlıktır, Elif. Bu karanlığa girdiğinde, çıkmak o kadar kolay olmaz.” Elif yavaşça başını eğdi, sonra fısıldadı: “Zaten çoktan girdim.” Ateşin çıtırtısı arasında birbirlerine bakışları kilitlendi. Sanki dışarıda savaş bitmişti de, asıl savaş şimdi başlıyordu — içlerinde. Cem elini uzatıp Elif’in yanağındaki bir çamur izini sildi. Parmağının ucu, kadının tenine değdiğinde Elif’in kalbi hızlandı. Hiçbir şey söylemedi. Sözcükler bu sessizliği bozacak kadar güçlü değildi. Elif, başını hafifçe yana çevirdiğinde Cem’in yüzü çok yakındaydı. Nefesleri birbirine karıştı. Cem bir an duraksadı, sonra alçak sesle fısıldadı: “Eğer şimdi yaparsam… dönülmez olur.” Elif gözlerini kapadı. “Zaten dönmek istemiyorum.” Cem’in dudakları onun dudaklarına değdiğinde, dışarıda bir şimşek daha çaktı. O an ikisi de ne savaşın sesini, ne korkuyu, ne de karanlığı duydu. Sadece birbirlerini. Ama bu an kısa sürdü. Uzaklardan bir patlama sesi duyuldu. Toprak hafifçe titredi. Serdar dışarıdan bağırdı: “Cem! Düşman hattı hareketleniyor olabilir, ateş sesleri yaklaşıyor!” İkisi de irkildi. Gerçek, fırtına gibi içeri girmişti. Cem hemen ayağa kalktı, yarasının sızısına rağmen silahını eline aldı. Elif de çantasını topladı, yüzü hâlâ ıslaktı ama artık o gözyaşları korkudan değildi. Cem arkasına dönüp kısa bir an ona baktı. “Az önce olan…” dedi, kelimeler boğazında düğümlendi. Elif araya girdi: “Biliyorum. Konuşmayalım şimdi. Yaşayalım sadece.” Cem gülümsedi, gözlerinde hem acı hem umut vardı. “Tamam,” dedi. “O zaman yaşayacağız.” Dışarı çıktıklarında yağmur yeniden başlamıştı. Fakat bu kez gökyüzü karanlık değil, sanki şafak söküyor gibiydi. Ve o şafak, bir savaşın değil… başka bir hikâyenin başlangıcıydı. Cem, ateşin titrek ışığında Elif’in yüzüne baktığında, içindeki gerginlik yerini sessiz bir yumuşamaya bırakmıştı. Ormanın derinliklerinde, ıslak yaprakların, toprak ve barut kokusunun arasında, bir anlığına dünya durdu sanki. Elif, ısınmak için battaniyeye biraz daha sarıldı ama titremesi geçmiyordu. “Artık dayanamayacağım sanırım,” dedi kısık bir sesle. Cem, tereddütle elini uzattı. “Gel buraya,” dedi sonunda, sesi bu kez yumuşak ama kararlıydı. Elif önce bakışlarını kaçırdı, sonra yavaşça ona yaklaştı. Cem’in kolunun sıcaklığı battaniyenin altından hissediliyordu. Elif’in başı onun omzuna düştüğünde, dışarıdaki yağmurun sesi bile bir uğultuya dönüştü — yalnızca kalplerinin ritmi kalmıştı geriye. “Beni neden bırakmadın orada?” diye sordu Elif, gözleri dalgın. “Sadece yük oldum size.” Cem başını iki yana salladı. “Yük mü? Elif, sen olmasaydın… belki ben bu kadar ileri gidemezdim.” Sözleri, karanlıkta yankılandı. Elif derin bir nefes aldı, içindeki bütün korkular bir anlığına dağıldı. Cem’in yüzüne döndü, aralarındaki mesafe neredeyse yoktu. Yağmurun ıslattığı saçlarından süzülen bir damla, Elif’in yanağına düştü. Cem parmağını kaldırdı, o damlayı sildi — ama parmakları, yanağından ayrılmadı. O an ikisi de nefes almadı. Ve Elif, kendi iradesine karşı gelerek, başını hafifçe kaldırdı. Cem’in gözleri onun gözlerinde kilitlendi, sonra yavaşça eğildi. Bu öpücükde sessizdi. Ama dışarıda gök gürledi — sanki bütün orman o anı duyurmak ister gibiydi. Elif’in elleri, Cem’in yaralı koluna dokunduğunda irkildi. “Acıtıyorum…” dedi hemen geri çekilerek. “Hayır,” dedi Cem, sesi neredeyse bir fısıltıydı. “Bu acı değil.” Elif’in kalbi deli gibi atıyordu. Oysa az önce ölümün eşiğindeydiler. Şimdi, hayat bütün ağırlığıyla içlerine dolmuştu. Cem’in alnı hâlâ onun alnına değiyordu. “Bu geceyi atlatacağız,” dedi. Elif gözlerini kapadı, sadece onun kalp atışını dinledi. “Yeter ki sen yanımda ol…” Ve dışarıda, yağmur yeniden hızlandı. Ama bu kez, içlerinden biri bile üşümüyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE