7.Bölüm

1053 Kelimeler
Bazı durumlar yalan gerektirirdi. Beyaz, pembe, siyah… Büyük veya küçük, herkes yalan söylerdi. Hayatın bir yerinde gerekiyordu er ya da geç. Şu an odanın dışında duran herkes hayatının bir yerinde yalan söylemişti. Lakin kimse bu kadar büyük bir yalan söylememişti. En azından birkaç gün sonrasına kadar… Hepsi kendini öylesine büyük bir yalanın içinde bulacaktı ki, kendileri bile inanmaya başlayacaklardı. Birkaç kişi Engin’le beraber odanın dışında beklerken, diğerleri sakinleştirici ile derin uykusunda olan genç kadının başındaydı. “Hayatına girmek benim için zor olacak.” Geldiği zaman üzerinde bulunan kendinden eminlik, yok oluyordu her dakika. “Durumu açıkla yeter. Daha fazla yorma kızımı,” dedi Sonbahar’ın annesi Gülnihal acımasızca. Oldum oladı, evlendiklerinde bile haz etmemişti Engin’den sebepsiz. Kızının mutluluğu ön plandaydı ama daha en başında geçim sıkıntısı yaşayacaklarından emindi. Zira ikisinin de hayalleri vardı, ama o hayaller için belirli bir gelirleri yoktu. İki yıl boyunca ite kaka yaşamışlardı. Gururlarına da yediremedikleri için kimseden borç almamışlardı. Ve sonunda, ikisi de mutlu değildi. Evet, artık ikisi de bir gelir elde ettiği için geçinebiliyorlardı ama bunun için hayallerinden vaz geçiyorlardı. Sadece yeni bir hayal edinmişti onlar yerine. O hayal de onlara yetiyor ve hatta artıyordu bile. Zira o mutluluk bambaşkaydı. “Ben onu üzeceğime ölürüm daha iyi,” dedi koyu kahverengi gözlerini eski kayınvalidesinin yüzüne çıkarırken. Ve Gülnihal Hanım bir şeyden daha emindi. Evet, Engin’i pek sevmiyordu ama kızına olan aşkını da sorgulayamazdı. Engin çok âşıktı genç kadına. Yazılara, kelimelere, cümlelere dahi sığamayacak kadar büyük duygulara sahipti. Engin, çok âşıktı Sonbahar’a. Yaprak gibi kurumuştu aşkları bu yolda ama en başından yeşermeleri hayallerinde yaşamıştı uzunca bir süre. İlk boşandıklarında boş bir kayık gibiydi ikisinin de duyguları. Sallanıyorlardı denizin öfkeli dalgaları arasında bir oraya bir de buraya fakat devrilmiyorlardı. Acı çekiyorlardı ama yıkılmıyorlardı. Yıkılsalar çözülecekti belki. Birbirlerine muhtaçlıkları gün yüzüne çıksa yıkacaklardı duvarları. Ama birbirleri için acı çekmeyi bıraktılar. Tek acıları, hayattaki en büyük acılarıydı o saatten sonra. Sabaha kadar tek bir refakatçi kalabilirdi genç kadının yanında. Yalvarmıştı Engin. O kalmıştı yanında. Annesini bile ikna etmişti başında durmak için. Odaya girip koltuğa oturduğunda inceledi genç kadını sabaha kadar gözünü bile kırpmadan. Öyle özlemişti ki yüzünü böyle incelemeyi. Bazı geceler dururdu ve sabaha kadar ona doğru her döndüğünde uyuyan yüzüne bakardı. Gözlerini açışına, güneşin gözlerinde doğuşuna şahit olurdu. Yüzündeki yaralarla bile kusursuzdu. “Keşke,” dedi uyanmayacağını bildiği için. “Keşke her şey çok daha farklı olsaydı. Belki biz de beraber başarırdık…” Olmamıştı işte. Hayat onlara iyi davranmamıştı evlendiler evleneli. Yüzünü bir yıl sonra tekrardan kazıdı zihnine. Evet, hiç unutmamıştı. Ama siliniyordu her geçmiş gibi o da. Unutmadığı ve unutmayacağına emin olduğu tek şey kokusuydu. Çok saçmaydı belki ama portakal kokuyordu. Evlerinde soba vardı eskiden. O portakal kabuğunu üzerine atınca tüm odaya samimi bir koku yayılırdı. Aynı öyle güzel ve samimi koluyordu genç kadın. Lisede öylesine çıkmaya başladıklarında, kokusuna âşık olmuştu önce. Sonra gözlerine… Sonunda ise her zerresine. Vaz geçmek kolay olmamıştı. Hatta çok zor olmuştu. Ama en doğrusunun o olduğunun farkındaydı. Hem, ilişkide bir taraf istedikten sonra diğer tarafın yalvarması saçmaydı. Mutsuz bir evliliğe devam etmek yerine, mutlu olacaklarını düşündükleri yoldan ilerlemişlerdi. Mutlular mıydı? Tam evet denilemezdi pek tabii ama kimse de inkar edemezdi mutlu olduğunu. Bu yeni hayatlarından ve bu hayatta elde ettikleri başarılardan mutluydu ikisi de. Sonuçta yıllardır hayalini kurduğu şeylerdi bunlar. Sonbahar boşandıktan sonra kredi çekmiş ve kendine ufak bir dükkan açarak başlamıştı işe. İlk gelirleriyle kredisini ödemişti. Sonrası ise büyümüştü. Daha çok büyümüştü. Daha çok büyümüştü ve şirket sahibesi olmuştu. Bıraktığı geçmişiyle, acısıyla hırslanmıştı. Geçmiş acıları, gelecek başarıları için tetiklemişti onu. Engin ise, hiçbir şey almayan Sonbahar’dan sonra evdeki tüm eşyaları satmıştı. Oradan başlamıştı kendi ufak şirketini kurmaya. Hiçbir yatırımcı bulmasına gerek kalmamıştı. Oysa o hep bir yatırımcı bulmak için uğraşmıştı. Bugün ikisi de kendi halindeydi belki ama başarılılardı. Hem de çok… Sabah güneşi odaya vururken gözlerini aralamıştı genç kadın. Ve başında, sonunda uğuruna öleceği gözleri bulmak rahatlattı onu. “Engin…” dedi doğrulmaya çalışırken. Pek tabii başarılı olamadı bunda. İnleyerek geri yattığında Engin doğruldu oturduğu yerde. “Kalmaman gerekiyor.” “Hep seni sordum. Kimse bir şey söylemedi. Sana bir şey oldu sandım.” Gülümsemeye çalıştı Engin. İşte o bakışları yok mu? İki sene önce böyle bakıyordu aynen. Acı çekmiyorlardı, mutlulardı, gözlerinde birbirlerine bakınca acı belirmiyordu. Engin için bu en zoruydu. Sonbahar ona baktığında gözlerinde aynı hüznün belirmesi çok yakmıştı canını son uyudukları akşama kadar. “İyiyim Sonbahar. Merak etme.” “Çok iyisin,” dedi onu incelerken. Kaşları çatıldı ağrıları tekrardan dinerken. “Ben neden bu haldeyim?” Sonbahar’ın sesini duyan kişiler odaya girerken Engin’in açıklaması gerektiğini anladığı an geldi. “Sana söylemem gereken bir şey var Sonbahar.” “Aşkım herkese neden haber verdin? Muğla’ya gelmelerine gerek yoktu.” Aşkım… Çok özlemişti o kelimeyi duymayı. Çok zor olacaktı bu onun için. “Sonbahar,” dedi Engin boğazını temizlemeden hemen evvel. “Sana anlatmamız gerekiyor. Ciddi bir konu.” Başını Engin’e çevirdiğinde bir an bir şey oldu genç kadının içinde. Hiç bilmediği bir his belirdi. Neden olduğunu anlamadı ve konusunu da açmadı. Ama anlayacaktı. Hem de çok acı bir şekilde… “Sonbahar, biz o kazayı yapmadık. Yani şimdi yapmadık.” Kaşları çatıldı anında. Ne demek şimdi yapmadık? “Ne?” dedi boşlukta sallanan sesiyle. Engin devam etti cümlelerine. “O kazanın üstünden yıllar geçti. Sen bu kazayı tek başına yaptın.” Gözlerini kırpıştı durumu anlamaya çalışırken. Hayır, hayır o emindi. Yanında Engin de vardı. Yok muydu? “Yıllar mı?” “Evet, yıllar. 2019’da değiliz. Sen de 24 yaşında değilsin.” Nefesleri düzensizleşirken etrafa ve herkesin zihninde biraz bile olsun değişik bulduğu yüzüne baktı. “Hayır. Hayır böyle bir şey mümkün olamaz.” “Bir şeyleri unutmuşsun. Kazada başına travma almışsın. Doktor öyle söyledi.” “Ne kadardır evliyiz?” dedi derin derin nefes alırken. Engin ve diğer herkes bu soru karşısında afallarken yılı sorma yerine evli oldukları yılı sorması herkesin tuhafına gitmişti. “Beşinci yılımıza yaklaştık.” Odada bulunan herkes cevabı beklediği gibi alamazken birbirlerine baktılar. Ne demek beşinci yılımıza yaklaştık? Böyle bir şeyi hangi hakla iddia ederdi? “Hatırlamak istiyorum,” derken bir şekilde doğruldu ve sarıldı başına oturmuş Engin’e. “Seninle geçirdiğimiz her ânı hatırlamak istiyorum. İki buçuk yılı hatırlamıyorum.” “Hatırlatacağım,” dedi Engin de hasret kaldığı kokuyu içine çekerken. “Her şeyi hatırlatacağım sana.” Ama bunu söylerken acıları kast ettiği içi yandığı halde. İstemiyordu ama hatırlatmak zorundaydı bu iki buçuk yılı. Acıları dahi olsa, buna mecburdu…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE