8

1411 Kelimeler
"Buraları çok beğendin sanırım" dedi Tibet kocaman gülümsemesiyle. Yanağındaki iki büyük gamze insanın aklını başından alabilecek kadar güzeldi. Simya kafasını salladı. Gerçekten de çok beğenmişti. Dört köşeli rahat büyük yatağın üzerine oturarak sohbet etmeye başladılar. Simya ne kadar hala ürküyor olsa da merakına yenilerek bir şeyler soruyordu. Uzun zaman sonra halasının evinin dışında bir yerde zaman geçirecekti. Halası asla gezilere, kamplara gitmesine izin vermezdi. Şimdi önünde keşfedilmesi için bekleyen koca bir dünya ve özel güçler vardı. "Bana biraz burayı anlatır mısın? Okulu, sınıfları, güçleri..." dedi. Madem burada kalacaktı, bir şeyleri öğrenmeliydi. Çünkü bir şeyler bilmemek kendisini cahil hissettiriyordu. Soruları ile Tibet'i sıkacağını düşünmüyordu, bu genç adam çok güler yüzlüydü. Sürekli gülümsüyor hep espri yapacak gibi duruyordu. "Sana bilmek istediklerini anlatırım. Aslında çok da bilenecek bir şey yok" dedi gülerek Tibet "Burada sınıf kavramı yok. Herkes güçlerine göre sınıflandırılıyor. Okula yeni gelen öğrenciler uygulamalı sınava alınıyorlar. Güçlerini kontrol etmelerine göre alacaklar dersler belirleniyor. Başarısız olduğumuz takdirde dersten kalıyoruz ve bir üst seviyesini alamıyoruz. Ancak bazı derslerde yaş sınırı var. Mesela kişisel yeteneğin yoksa 17 ve altı kehanet dersi alamaz. Okulda birçok ders görüyoruz, bazıları seçmeli oluyor ama çoğunlukla bütün dersler zorunlu tutuluyor. Tüm derslerini verebilenler mezun oluyor, veremeyenler ne yazık ki okula devam diyorlar. Son senesi olanlar mezun olmadan önce meslek seçimi yapıyor ve bununla ilgili işlerde çalışıyor. Mesela iyileştirme yeteneği olanlar kasabadaki hastanede ve okul revirinde çalışabilir. Öğretmen olmak isteyenler ki bu baya zor bir şeydir, profesörlerin asistanlıklarını yapabiliyor. Ancak meslek seçimi içinde o sene mezun olma şartı var. Bu arada mezuniyet yaşı 20" Merakla Tibet'in anlattıklarını dinledi, 20 yaşından mezun olmak baya uzun bir süre gelmişti. Hele de 10 yaşındayken güçler ortaya çıkıyorsa. "Peki, senin ne gibi güçlerin var?" diye sordu Simya. "Benim bir kaç tane gücüm var ve bunu öğrenebilmem baya zaman aldı. Aslında bana kalsa öğrenmiştim ancak tarihte büyük bir kargaşaya neden oldum" dedi kahkaha atarak... "Nasıl bir kargaşa? " diye meraklı meraklı sordu Simya. "Ben geçmişe gidebiliyorum ve görünmez olabiliyorum. Var olan ateşi kontrol edebiliyorum yani sıfırdan ateş yakamam ve eşyaları görünmez yapabiliyorum. Çok matah şeyler değil yani. Geçmişe gidip çok büyük değişiklikler yapamıyorum ama ufak tefek şeyleri değiştirebiliyorum ve ben geçmişe gittiğimde kimse beni göremiyor. En çok ünlü kişileri görmeyi seviyorum. En son gittiğimde okulumuzun kurucularından birinin çocukluk halini öldürüyordum az daha." "Nasıl yani? Hani değişiklik yapamıyordun. Nasıl birini öldürebilirsin ki seni görmüyorlarsa. " "Uzun hikâye. Eğer kalırsan bir gün anlatırım" dedi Tibet çapkın gülümsemesiyle. "Aslında ailemin zoruyla okula gelmek zorunda kaldım. Normalde güçlerimi kontrol edebiliyordum. Çünkü çok küçükken gücümün farkına vardım. Sanırım 4,5 yaşlarındaydım. Normalde 10 yaş ve sonrası güçler ortaya çıkıyor. Ancak benim gücüm çok erken ortaya çıktı. İstediğim zaman geçmişe gidebiliyorum. Gücümü de genellikle çok eski tarihlere dönerek ünlü kişilerle tanışmakta kullanıyorum. Ancak en son seferinde okulun kurucularından birinin çocuk haline yaptığım bir şey yüzünden az daha okulu tarihten siliyordum. Birkaç tane güçlü büyücü yaptığım yanlışı düzeltti. Ancak ben reşit olana kadar gücümü kullanmam yasak ve ailemin zoruyla okula başlamak zorunda kaldım. Okula biraz geç başladığım için derslerle pek aram yok." Anlamamış gözlerle bakarken Simya konuşmaya kendisinin devam etmesi gerektiğini hissetti. "Ben ders çalışmayı çok severim. Derslerim de çok iyidir ancak sizin o dersleri gördüğünüzü sanmıyorum." "Derslerle aran iyi demek ki. İkinci bir Beliz çıktı başımıza desene" dedi camdan dışarıya bakarak gülüyordu. Beliz kim dermişcesine baktı Simya, farklı birilerinin daha olduğunu bilmek iyi hissettirebilirdi. Tibet kendini açıklamak durumunda hissetmişti. "Beliz ve ben aynı yerde oturuyoruz. Komşuyuz yani. Çocukluk arkadaşım. İyi kızdır ancak biraz ukaladır. Ve çok çalışkandır. Onunla tanışsan seversin eminim. Hatta sizi oda arkadaşı yapabilirim böylece sana yardım edebilir dersler konusunda. Tabi burada kalmaya karar verdiysen. Eee camları patlatmak dışında ne gibi güçlerin var?" "Ben sanırım hayvanlarla konuşabiliyorum" dedi Simya utanarak "Birde eşyaları hareket ettirip, kilit açıyorum" Tibet duyduklarına çok da şaşırmış değildi. "Hı bunlar sıradan güçler herkesin yapabildiği şeyler" dedi boş bulunarak. Simya bu lafa baya bozuldu ama sezdirmemeye çalıştı, demek ki o kadarda özel biri değildi ve yaptıkları sıradan şeyler olarak geçiyordu burada. "Yanlış anlama öyle demek istemedim" dedi Tibet toparlamaya çalışarak "Yani herkes eşya hareket ettirip, kilit açar. Zaten bu yüzden hiçbir yer kilitli değil ama parolaları olan yerler oluyor. Ama hayvanlarla konuşmak baya tarz bir güçmüş" Simya kendisinden bahsedilmesinden zaten hoşlanmıyordu birde yaptıklarının çok da mühim şeyler olmadığı öğrenmek hoşuna gitmemişti. "Okul tatilse sen burada ne arıyorsun?" dedi konuyu değiştirmeye çalıştığını gizleyemeden mahcup bakışlarıyla. Tibet'ten gene bir kahkaha koptu, oldukça fazla gülümseyen neşe saçan biriydi. "Ben ateşi kontrol edebiliyorum demiştim, daha doğrusu ettiğimi sanıyordum. Okuldaki Profesörlerden birinin ders esnasında saçını yaktım ve Profesör Elena bana bu tatilde okulda çalışma cezası verdi. Evrak işlerine yardım ediyorum" Simya onun çok haylaz biri olduğunu anlamıştı. Gülmemek için kendini tutsa da sonunda kahkaha patlattı. Uzunca bir süre sohbet ettiler. Saatin kaç olduğu bilmiyordu, zaten odada saatte yoktu. "Bir şey sorabilir miyim?" dedi sessizce sırtının dönük olduğu cama bakış atarak. "Sanırım hava kararacak. Mumları yakar mısın? Karanlıktan pek hoşlanmam da" "Mumlar zaten kendiliğinden güneş batar batmaz yanacak" dedi Tibet "Okul kurucumuz bu şekilde sihirlemiş ve aynı zamanda şöminelerde kendiliğinden yanar." Simya'nın aklına elektrikle ilgili bir şeyler sormak geliyordu ama bu sorusunu kendisine sakladı. "Bu arada karnın aç olmalı sana sandviç getirmemi ister misin?"dedi Tibet. Simya sabahtan beri bir şey yemediğini düşünce gerçekten karnı açtı. Yemek yemeyi bu hengâme arasında düşünememişti. "Çok iyi olur aslında" dedi utanarak. Tibet odadan çıktıktan sonra pencereye yöneldi, dışarıyı doğru baktı. Kocaman ağaçlar, eşsiz mavilikte bir göl, upuzun yeşillik... Burası cennet olmalı diye düşündü. Batarken peşinde bıraktığı ertesi günün sıcak olacağını belli eden kırmızı bulutlar ile koyu lacivert renkteki göl müthiş bir uyum içindeydi. Büyük camın ardından baktığı bu manzara gözüne bir yerlerden tanıdık geliyordu ama bu tanıdık gelen yeri bir türlü hatırlayamıyordu. Okulun giriş kapısına bakan küçük bir bahçenin gözüktüğü bu manzara sanki çikolatalı pasta kadar tatlıyken soğuk bir bardak limonata kadarda serinleticiydi. Camı açıp yüzüne vuran hafif rüzgârı hissetti, havada uçan kuşların mutlu cıvıltıları, batan güneşin ardında bıraktığı kırmızılığa doyasıya baktı ve sonunda buranın neden tanıdık geldiğini hatırladı. Annesinin küçükken anlattığı masaldaki yere benziyordu. 'Prensesin odasının camından büyük mavi bir göl gözüküyordu. Etrafında koca koca akasya ağaçları vardı. Prenses gün doğumunu ve batımını buradan izlemeyi çok severdi. Odanın hemen önündeki bahçede iki büyük ağaç onu saygıyla selamlardı her sabah...' Kitapta yazan şeyler gözünün önünde canlanmıştı. Batan güneşin ardından manzaraya doyasıya baktı, sanki tekrar görme şansı olmayacakmış gibi. Zümrüt yeşili gözleri güneş ışığıyla ışıldarken, güneşin son çırpınışları kızıl saçlarından kaydı. Tüm bu huzuru bozacak şey aklının bir köşesinden çıkıp geldi. Burada kalmalı mıydı? Yoksa hiçbir zaman kendisini ait hissetmediği, her zaman yanlış hissettiren yere geri mi dönmeliydi. Aklına halası, eniştesi, kuzenleri, William geldi. Belki de kendisi gibi tuhaf çocuklarla birlikte olmak ona daha iyi gelecekti. Büyülü mumların alev alış sesini duydu. Burayı sevebilirdi gerçekten, yanan mumun duvardaki gölgesine bakarken artık emindi kalacaktı. Kendi dünyasında ona göre bir şey yoktu. Zaten orasının kendi dünyası olduğuna da hiç inanmamıştı. Ne kadar süre yalnız kaldı, ne kadar süre bunları düşündü farkında bile değildi. Birden kapı sesini duydu. Camı kapattı, boğazını temizledi, susuzluktan kupkuru olmuştu. Gir diye seslendi. Elinde kocaman bir sandviç ile otuz iki diş sırıtan Tibet içeri girdi. "Umarım kaşarlı sandviç seviyorsundur. Kendi ellerimle limonata da yaptım" dedi. Omzuna da birkaç parça kıyafet atmıştı. "Bu kıyafetleri de kızların unuttuğu eşyaların arasında buldum. Umarım olurlar. Zaten baya ufak tefek bir kızsın eminim olurlar." Simya'nın o zümrüt yeşili gözlerinde kocaman bir ışıltı oluştu. Kendisiyle bu kadar ilgilenilmesi hoşuna gitmişti. "Teşekkür ederim, sandviç için. Limonatayı da çok severim en sevdiğim içecektir" dedi. Duvardaki kendiliğinden yanan aplik mumlara bakmaya dalarken, Tibet ben demiştim dercesine kafasını salladı. Sandviçinden kocaman bir ısırık aldı. "Bu mumlar süpermiş "dedi gülerek. "Benim yaşadığım yerde bunlardan yoktu, biz elektrikle aydınlanıyorduk" Tibet'in bu dediğine dair en ufak bir fikri olmadığı kocaman açtığı gözlerinden belliydi. "İyi ki cezalıymışım desene. Cezalı olmasam senle tanışamazdım" dedi gülerek. Öyle bir söylemişti bu cümleyi Simya'nın içine işlemişti. Tibet'in gülümsemesi çok güzeldi. Harika gamzeleri vardı. Simya onu William'a benzetmişti. Onun gibi esprili ve sıcakkanlıydı. Tibet'in gözlerine o kadar dikkatli bakıyordu ki kendinden utandı. Yanakları al al oldu. "Bu arada sende heterokromi var oldukça değişik duruyor" dedi sandviçi yutmaya çalışırken. Heterokromi ne olduğunu anlamayan Tibet kafasını yan yatırmış şekilde Simya'ya doğru baktı. "Pardon heterokromi ne demek bilmiyorsun sanırım. İki gözün birbirinden farklı olmasıdır. Bir tür hastalık, aileden de olanlar vardır, sanırım irsi oluyordu" Tibet neden bahsettiğini daha yeni anlamıştı. "Gözlerimi diyorsun. Evet, annemin de gözleri böyle. Biz biraz değişik bir aileyiz" dedi kahkaha atarak. Simya'ya ailesini sormak istiyordu ama daha yeni tanıştıkları için birazda çekiniyordu. "Eğer sorun olmazsa senin ailen nasıldı anlatır mısın? Çok oldu mu onları kaybedeli?"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE